Sual: İsmailiyye fırkası nasıl bir fırkadır? Nasıl ortaya çıkmıştır? Nelere inanırlar?
Cevap: Şiânın kollarından, Câfer-i Sâdık’ın oğlu İsmâil’i imam olarak kabul eden bir fırkadır. Bu fırka; “Kur’ân-ı kerîm’in zâhirî, yâni anlaşılan mânâsı olduğu gibi, bâtınî yâni gizli, iç mânâsı da vardır. Bâtınî mânâsı lâzımdır, zâhirî mânâsı lâzım değildir.” diyerek Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalıştıkları için Bâtıniyye; 7. imam olarak Câfer-i Sâdık’ın oğlu İsmâil’i kabul ettiklerinden İsmâilî ve şerîat sâhibi peygamber 7 tânedir dedikleri için Seb’iyye; haramları mübah saydıklarından dolayı Hurûmiyye; kırmızı giyindikleri için Muhammira; hakîkatların sâdece imamdan öğrenileceğine inandıkları için Tâlimiyye; kurucularından Hamdan Karmat’ın ismine nisbetle Karâmita; Bâbek Hurremî’ye tâbi oldukları için, Bâbekiyye; afyon kullandıklarından Haşhaşiyye gibi isimler almışlardır.
İlk önce, aslen İranlı bir Mecûsî olup, “Kaddah” diye bilinen Meymûn bin Deysan tarafından ortaya konulan Bâtınî fikirler İran’da yayılmaya başladı. Yeni Müslüman olanlar arasında taraftar buldu. Hazret-i Ali’yi sevdiğini söyleyip diğer Eshâb-ı kirâma söğen kimselerin 6. imâm olarak kabul ettiği Câfer-i Sâdık’ın 765 (H.148)te vefâtından sonra 7. imâmın, Câfer-i Sâdık’ın büyük oğlu İsmâil olduğunu iddiâ ederek, 7. imâm Mûsâ el-Kâzım’ın imâmetini kabul eden İmâmiyye (İsnâ aşeriyye) fırkasından ayrılarak İsmâiliyye adını aldılar.
Kurdukları gizli teşkilâtın “Dâî” adı verilen propagandacıları vâsıtasıyla fikirlerini yaymaya devâm ettiler. Bu dâîler Kûfe, Basra, İran, Yemen, Bahreyn ve Kuzey Afrika gibi Müslüman beldelere giderek fikirlerini gizlice yaydılar.
Gittikleri yerlerde önce ibâdet ve zühdle uğraşarak, yörenin özelliğine göre tasavvuf ehlindenmiş gibi görünerek, câhil halka, ihtilâfa ve şüpheye düşürücü sorular sorarak fitne tohumlarını ektiler. Bölgelere göre çeşitli isimler alarak devletler kurdular. 891 (H.278) de Bahreyn bölgesinde Karmatî Devletini kurdular. Ehl-i sünnet olan Müslümanlara zulüm ve işkence yaptılar. 929 (H.317) da Mekke-i mükerremeyi yağma edip Hacer-ül-Esvedi yerinden sökerek Basra civârındaki Hicr şehrine götürdüler. 910 (H.298)da Mısır’da da gizli yollardan iktidârı ele geçirerek Fâtımî Devletini kurdular. Ehl-i sünnet inancındaki Müslümanlara akla gelmedik işkenceler yaptılar. Abbâsîlere ve Selçuklulara karşı uzun zaman mücâdele edip devletlerinin sınırını genişletmeye çalıştılar. İçlerinden başgösteren ayrılık hareketleri netîcesinde çeşitli fırkalara bölündüler. Bunların ilki Bahreyn karmatîleridir. Daha sonra Nizârîler ve Müsta’lîler diye 2 büyük fırkaya ayrıldılar.
Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün talebelik arkadaşı olan Hasan Sabbah, Nizâmülmülk ile arası açılınca Mısır’a gidip bâtınî fikirlerin etkisinde kaldı. İsmâiliyyenin 2. önemli kolu olan Nizârîler fırkasının başına geçti. Hasan Sabbah liderliğindeki Nizârîler gizli gizli İran ve Suriye’de faaliyet göstermeye başladılar. Hasan Sabbah bir müddet sonra İran’a dönüp, 1081’de İsmâiliyye Devletini kurdu. Alamut Kalesini alıp merkez yaptı. Kurduğu Fedâyîn adlı terör teşkilâtıyla, pekçok Müslümanı, devlet adamını ve âlimi şehid ettirdi. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumayı ve onlarla görüşmeyi şiddetle men etti. İslâm ülkelerinde büyük tahribâta yol açan bu devlet Moğol hükümdârı Hülâgu’nun 1256 (H. 654) senesinde Alâmut Kalesini zaptetmesiyle yıkıldı. Bundan sonra Nizârîler adıyla bilinen Sabbahîler kendi aralarında 2’ye bölündüler. Aınlık olan grup 18. yüzyılda sona erdi. Büyük grup ise I. Ağa Han’ın liderliğinde 1840’ta İran’dan Hindistan’a göç etti. Bugün Nizârîlerin bu kolu Hendistan, İran, Afrika ve Suriye’nin bâzı bölümlerinde milyarlarca taraftarı vardır. Hindistan’da Nizârîler, Hocalar diye bilinir. Ağa Hanları ise ruhânî liderleri olarak tanınırlar. Bugün hayatta olan son Ağa Han, turizm yatırımcısı Kerim Ağa Handır. Dünyâ kamuoyunda da 3 senede bir verdikleri “Ağa Han Mîmarlık Ödülü” gibi çeşitli etkinliklerle propagandalarını yaptırmaktadırlar.
Daha önce Muşta’lîler adıyla Yemen tarafına giden İsmâilîler faaliyet sahalarını genişletip Hindistan taraflarına gittiler. Yumuşak bir yol tâkib ederek taraftar topladılar. Bugün Hindistan’da Bohra veya Bohara adıyla tanınan kalabalık bir topluluğa sâhip olan Hindistan İsmâilîleri daha sonra Dâvûdî ve Süleymânî diye ikiye ayrıldılar. Dâvûdîler Hindistan’da kalıp, Süleymânîler Yemen’e döndü. Bugün Dâvûdîlerin merkezi Hindistan’da, Süleymânîlerinki Yemen’dedir.
İsmâilîlerin (Bâtınîlerin) görüşlerini yaymak için kabul ettikleri temel prensipleri ve çeşitli kademelerden meydana gelen teşkilâtları vardır. Bu prensipleri şunlardır:
1) Din bilgisi olanlarla konuşulmayacak. Din âlimi olan yerde gizlenilecek.
2) Karşısındakinin arzusuna ve keyfine göre konuşulacak.
3) Müslümanlar, İslâm dîninin emirleri ve yasakları husûsunda şüpheye ve kararsızlığa düşürülecek.
4) Sırlar yabancılara söylenmeyecek. Sırların açıklanmasından önce söz alınacak.
5) Din ve dünyâ büyükleri bizi övüp beğeniyor, denilecek.
6) Aldatmak için önce herkesin inandığı şeyler müdâfaa edilecek.
7) İbâdetlere lüzum yoktur, kalbin temiz olması esastır, denilecek.
8) Avlanılan gençlere hakîkî Müslümanlık olan Ehl-i sünnet îtikâdı kötülenecek, Ehl-i sünnete gerici denilecek; son olarak gençler haramları işlemeye alıştırılacaktır.
İsmâilîlerin, Yunan felsefecilerinden, Mecûsîlik ve Mejdekçilikten aldıkları ve İslâm dînine âitmiş gibi göstermeye çalıştıkları sapık ve bâtıl inanışları şöyledir:
1) “Yaratıcı, yâni Allah ne vardır, ne de yoktur. Ne âlimdir, ne câhildir, ne kâdirdir, ne âcizdir. Bütün sıfatları da böyledir. Çünkü bunlar var, denirse mahluklara benzetilmiş olur. Yoktur, denirse yokluk kondurulmuş olur. Yaratan kadîm, yâni başlangıcı olmayan da değildir. Hâdis, yâni sonradan olan da değildir.” derler.
2) “Kur’ân-ı kerîm’in bir zâhirî mânâsı bir de bâtınî mânâsı vardır. Bâtın, iç, öz mânâsı lâzımdır. Cevizin kabuğu değil içi işe yarar!” diyerek Kur’ân-ı kerîm âyetlerine kendi anlayış ve kafalarına göre yanlış mânâlar verip aslı bozulmamış tek din olan yüce dînimizin emirlerini ve yasaklarını değiştirmeye çalışırlar.
3) 7 sayısı kutsaldır. Çünkü âlemin nizâmı ve târihî hâdiseler yedi sayısı üzerine kurulmuştur. Allah, küllî akıl, nefs, aslî madde (heyula), fezâ, zaman, yeryüzü âlemi ve insanlık olarak yedi tecelli kabul ederler. Yeryüzü âleminin kendilerine “Nâtıc” adı verilen din getirmiş yedi peygamberi vardır. Her peygamber arasında yedi imam vardır. Her devirde bulunması gereken imamların sayısı da yedidir.
4) Âhiret hayâtını inkâr eden İsmâilîler; “Cennet, Cehennem, bâ’s yâni yeniden dirilme, haşr, mahşer, mîzân ve sırat olması mümkün olmayan şeylerdir. Cennet bu dünyâdaki nîmetler, Cehennem ise dünyâda yapılan, ibâdetlerin ve haramlardan kaçınmanın verdiği sıkıntılar ve eziyetlerdir.” derler.
5) “Namaz vezekat gibi ibâdet ve haramlar Allah’ın yakın dostları için değildir.” derler. Birçok haramları mübah sayarlar. Anne ve kız kardeşlerle ve kendi kızlarıyla evlenmeyi câiz görürler. Bu gibi ibâdet ve haramlarla havass, yâni üst tabaka mükellef olmayıp, avâm, yâni halk kısmı mükelleftir. Her şey herkesin malıdır. Zevceleri değiştirmek helâldir. Herkesin malları ve yaşayışları eşittir. Şahsî tasarruf yoktur. Bütün insanlar eşit ve her şeyde ortaktırlar. Birbirlerinin zevcelerini isterlerse, vermeleri lâzımdır. Zenginler malları fakirlere vermeli, onların ihtiyaçlarını gidermelidir.” derler.
6) 7. imam olarak İsmâil bin Câfer-i Sâdık’ı kabul ederler.
7) Tenâsühe inanan İsmâililer; “Ruhlar, insan öldükten sonra tekrar dünyâya gelip başka bedene girer. Allah’ın rûhu 12 imâma hulûl etmiştir. 12 imâm gelinceye kadar İslâmiyete uymak lâzım değildir. Cebrâil, vahyi hazret-i Ali’ye getirmek için emrolunmuştu. Yanılarak Muhammed aleyhisselâma getirdi.” derler.
Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî, Fedâih-ul-Bâtıniyye adlı eserinde, İsmâilîlerin (Bâtınîlerin) sapıklıklarını ve küfür olan fikirlerini yazmış, gerekli cevapları vererek, insanlara doğru yolu göstermiştir.
Tavsiye Yazı –> Hazreti Aişe’nin Faziletleri Nelerdir?