Sual: Kerbela vakası nasıl vuku bulmuştur? Alimlerimiz bu meseleyi nasıl ele almışlardır?
Cevap: Kerbela vakasını tarihler başka başka yazmaktadırlar. Hele bazı kitaplar acıklı hikayeler uydurarak, okuyanları şaşırtıyorlar. İnançlarını, düşüncelerini karıştırıyorlar. Yalan, uydurma yazıları ile okuyucularını kendilerinin bozuk itikadına sürüklemeye çalışıyorlar. Bunun için, Kerbela vakası hakkında her zaman herkesin düşüncesi başka başka olmuş, herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanmıştır. Hindistan’ın büyük tarih alimi Muhammed Abdüşşekur Mirzapuri “rahime-hullahü teâlâ”, bu konuyu senelerce incelemiş, işin doğrusunu meydana çıkararak (Şahadet-i Hüseyin) isminde müstakil bir kitap yazmıştır. Pakistan’da, Karaşi’de medrese-i İslâmiyye talebesinden Gulâm Haydar Fârukî “rahime-hullahü teâlâ”, bu kitabı urdu dilinden fârisî diline tercüme ederek, (Refakat-i Hüseyin) adını vermiş, kitap 1975 senesinde Karaşi’de basılmıştır. Kitabın önsözünde diyor ki:
İslam dininde ilk olarak ortaya çıkarılan ve bu dine zararı çok büyük olan ve bugüne kadar milyonlarca müslümanın dinden çıkmasına, sapıtmasına sebep olan fitne, hurafeler, hayaller, uydurmalar ve hususi maksatlar için kurulmuş, müslümanlığa hiç uymayan şeylerdir. Bu fitneyi Yakub-i Küleyni’nin oğlu meydana çıkarmıştır. Bu çocuk, Abdullah bin Sebe ismindeki yahudinin sapık, bozuk sözlerine aldananlardan biridir. İslam dinini içerden yıkmak, müslümanları aldatmak için, çok şeyler uydurmuş, yalanları ile bir kitap meydana getirmiştir. Bu kitaba (Kâfi) ismini vermiştir. Sonra ortaya çıkan TUSİ, MECLİSİ ve başka sapıklar, Kâfi kitabındaki ilkeleri yaymaya çalışarak, müslümanlar arasındaki ayrılık ve bozgunculuk ateşini körüklemişlerdir. Bunlar, (Takıye) dedikleri iki yüzlülüğü dinlerinin esâsı yapmışlardır. Bütün yıkıcılıklarını, düşmanlıklarını Takıye perdesi altında yürütmüşlerdir. Takıyelerinin en meşhuru Ehl-i beyte muhabbet ettikleri sözüdür. Bu sözleri ile milyonlarca müslümanı, doğru yoldan çıkarmışlar, felakete sürüklemişlerdir. Müslümanları bunların tuzağına düşmekten korumak için, her şeyden önce, (Muhabbet-i Ehl-i beyt) takıyesinin iç yüzünü ortaya koymak lâzımdır.
Muhammed aleyhisselâmın yoluna sarılan ve Ashâb-ı kirâmın izinde giden hakiki müslümanlara Ehl-i sünnet denir. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” (Muhabbet-i Ehl-i beyt) sözünün mânâsına, yalnız iyi demekle kalmamışlar, Ehl-i beyti sevmenin imanın bir parçası olduğunu bildirmişlerdir. Sapıklar, inançlarının temelinin, Ehl-i beyti sevmek olduğunu her zaman, sık sık söylemekte iseler de, her işleri, her hareketleri, kendilerinin, Ehl-i beyte düşman olduklarını göstermektedir. Bu sözümüzü iyi anlamak için, hazret-i Hüseyin’i sünniler mi şehit etti, yoksa sapıklar mı? Bunu iyi incelemek lâzımdır. Onların kitaplarını okuyan aklı başında bir kimsenin, şehit edenlerin sünnî olduklarına inanması mümkün değildir. Cahilleri aldatmak için, hazret-i Muaviye’nin ve Yezid’in isimlerini ileri sürüyorlar. Halbuki bu vakayı anlatan kitapların hiçbirinde bu 2 halifenin hazret-i Hüseyin’in mübarek kanı ile bulandığı açıkça yazılı değildir. Hazret-i Muaviye’nin hazret-i Hüseyin’in şehit edilmesine karıştığı hiç yazılı olmadığı gibi, böyle bir emir verdiği de yazılı değildir. Hazret-i Hüseyin’in şahadetinin hazret-i Muaviye’nin zamanında olmadığını söz birliği ile bildirmektedirler. Yukarıda ismi geçen Mollâ Bakır Meclisi hazret-i Muaviye’nin vefât ederken, oğlu Yezid’e yaptığı vasiyeti şöyle yazmaktadır:
(İmâm-ı Hüseyin’in “radıyallâhu anh” Resûlullaha olan yakınlığını biliyorsun. Kendisi, O hazret-in mübarek bedeninden bir parçadır. O hazret-in etinden ve kanından hâsıl olmuştur. Ben anlıyorum ki Irak ahalisi onu kendi yanlarına çağırırlar. Fakat, yardım etmeyip, yalnız bırakırlar. Eğer, senin eline düşerse, Onun kıymetini bil! Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ona olan yakınlığını ve muhabbetini hatırla! Onun yaptıklarına karşılıkta bulunma! Onunla aramızda kurmuş olduğum sağlam bağları sen koparma! Onu incitmekten, Onu üzmekten çok sakın!)
Hazret-i Muaviye’nin Yezid’e olan bu vasiyeti (Cilaül ’uyun) kitabının 321. sayfasında yazılıdır. Bu kitabı, şiî liderlerinden Muhammed Bakır bin Murtada Feyzi Horasani yazmıştır. Mollâ Muhsin adı ile meşhur olup 1679 senesinde ölmüştür. Şiî ahundlarından Muhammed Taki Hanın yazmış olduğu fârisî (Nasihu’t-tevarih) kitabında diyor ki Muaviye, oğlu Yezid’e şu vasiyeti de yapmıştır: (Oğlum, nefsine, hevesine uyma! Kendini Hüseyin’in hakkından çok koru! Yarın Hakkın huzuruna çıkacağın zaman, Hüseyin bin Alinin kanının boynunda bulunmamasına çok dikkat et! Yoksa, o gün rahata, huzura kavuşamazsın. Sonsuz azaplara yakalanırsın!)
Bundan sonra kitabının 6. cildinin 111. sayfasında, Abdullah ibni Abbas’ın bildirdiği hadis-i şerifi şöyle yazmıştır. (Ya Rabbi, Hüseyin’in hürmetini ve şerefini gözetmekte gevşek davranana bereket verme!) . Hazret-i Muaviye “radıyallâhu anh” hazret-i Hüseyin’e karşı bütün sözlerinde, hep edepli ve hürmetli davrandığı gibi, yazılarında da, Ona karşı hiç saygısızlıkta bulunmamıştır. Halbuki İmâm-ı Hüseyin, Ona karşı yazdığı mektuplarında, sert kelimeler kullanırdı. Hatta, Yezid ve Abdullah böyle kelimeleri görünce, hazret-i Muaviye’ye, (Sen de böyle sert cevap ver!) dediklerinde, onlara karşı, hazret-i Muaviye gülerek: (İkiniz de yanlış konuşuyorsunuz. Ben, Hüseyin bin Aliyi nasıl ayıplayabilirim? Benim gibi birinin, bir kimseyi ayıplaması ve herkesi buna inandırmaya çalışması, akıllı bir kimsenin yapacağı iş değildir. Hüseyin’i nasıl ayıplayabilirim? Allaha yemin ederim ki Onun ayıplanacak bir yeri yoktur. Ona mektup yazarım. Fakat; Onu korkutucu, üzücü şeyler yazmam) dedi. Şiî yazar, (Nasihu’t-tevarih) kitabının 6. cildi 78. sayfasında, (Hülâsa, Hüseyin’i incitecek bir şey yazmamıştır) demektedir.
Hazret-i Muaviye, hazret-i Hüseyin’e karşı hep edepli ve saygılı davrandığı gibi, Ona hizmet de ederdi. (Nasihu’t-tevarih) kitabında, açık olarak diyor ki: (Hazret-i Hüseyin’e her sene binlerce dirhem gümüş göndermeyi adet edinmişti. Bundan başka, kıymetli eşya ve hediyeler de gönderirdi). Bu kadar edebine ve hizmetine karşı, hazret-i Hüseyin’den hakaret, sıkıntı gördüğü zaman, bunlara ehemmiyet vermezdi.
Muaviye’ye “radıyallahü teâlâ anh”, Yemenden haraç malı göndermişlerdi. Bu kafile Şama giderken, Medine’ye uğradı. Hazret-i Hüseyin “radıyallahü teâlâ anh”, bunların hepsini alarak, Ehl-i beyte ve sevdiklerine taksim etti ve hazret-i Muaviye’ye şöyle yazdı: (Üzerlerinde mal ve amber yüklü develeri Yemen’den Şam’a götürüyorlardı. Size götürdüklerini Beytülmal hazinesine koyacaklarını anladım. Bana lazım olduğu için, hepsini ellerinden aldım. Vesselâm!) Hazret-i Muaviye, hazret-i Hüseyin’e “radıyallâhu anhüma” şöyle cevap yazdı: (O deve kafilesine dokunmasaydın, bana getirdikleri zaman, senin nasibini, senden esirgemezdim. Fakat, ey kardeşim, senin müdara edecek, tabasbus yapacak bir kimse olmadığını biliyorum. Benim zamanımda, sana kimseden bir zarar gelmez. Çünkü senin kıymetini, yüksek dereceni biliyorum. Her yaptığını hoş karşılarım). Bu mektuplar (Nasihu’t-tevarih) kitabının 57. sayfasında yazılıdır.
Emir Muaviye “radıyallahü teâlâ anh”, Şama gelip kendisine sövenleri de hoş karşılardı. Onlara mal, para ihsan ederdi. Yukardaki şiî kitabı, bunu da şöyle anlatıyor: (Hazret-i Alinin yanından Şama gelenler Muaviye’ye kötü söylerler ve söverlerdi. Onu incitirlerdi. Bunlara da Beytülmaldan ihsanlarda bulunurdu. Zararsız, sıkıntısız dönüp giderlerdi.) (Sayfa: 38). Bu yazılanlardan anlaşılıyor ki hazret-i Hüseyin’i şehit ettirdi diyerek, hazret-i Muaviye’yi kötülemek, çok çirkin iftirâ ve pek büyük yalan olmaktadır.
Muaviye “radıyallahü teâlâ anh” için hazret-i Hasanı “radıyallahü teâlâ anh” zehirledi diyerek, kötülemeye kalkışmak da, mümkün değildir. Çünkü şiîlerin Cila-ül ’Uyun kitabının 323. sayfasında de yazdığı gibi, hazret-i Hasan (Allaha yemin ederim ki bana karşı, Muaviye, bunlardan daha iyidir. Bunlar şiî olduklarını söylüyorlar. Halbuki beni öldürmeye kalkıştılar ve mallarımı çaldılar) demiştir.
Şiî kitapları, Yezidin de, bu cinayetlere karışmadığını ve sanıldığı gibi, kötü olmadığını çeşitli şekillerde yazmışlardır. Babasının hazret-i Hüseyin hakkındaki vasiyetini hiç unutmadı. Hazret-i Hüseyin’i Kufe şehrine çağırmak için bir şey yazmadı. Onu öldürmeye kalkışmadı. Şehit edilmesi için emir de vermedi. Şehit edilince, sevinmedi. Hatta çok üzüldü, ağladı. Onun için matem yapılmasını emretti. Şehit edenlere karşı sert davrandı. Hazret-i Hüseyin’in Ehl-i beytine çok saygı gösterdi. İmâm-ı Hüseyin’in Ehl-i beytinin Şam’dan Medine’ye gitmek arzularını kabul edip, izzet ve ikram ile ve muhafaza altında gönderdi. Bunlar, şiî kitaplarında uzun yazılıdır.
Meşhur şiî ahundu Mollâ Bakır Meclisi (Cila-ül’uyun) kitabının 424. sayfasında diyor ki: (Yezid, Ehl-i beyte karşı iyilikleri ile tanınan Velid bin Ukbe bin Ebû Süfyan’ı, Medine’ye Vâli yaptı. İmâm-ı Hüseyin’in ve evlatlarının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” düşmanı olan Mervan bin Hakemi vazifeden aldı). 432. sayfasında diyor ki (Yezid, İmâm-ı Hüseyin’in düşmanı olsaydı, Onun düşmanını valilikten ayırıp, yerine Onun dostunu getirmezdi.) 424. sayfasında diyor ki (Velid, bir gece, İmâm-ı Hüseyin’i çağırdı ve Yezid’in gönderdiği mektubu kendisine gösterdi. Mektupta hazret-i Muaviye’nin vefât ettiği ve Yezide biat olunduğu yazılıydı. İmâm-ı Hüseyin, bunu anlayınca, İnna-lillah ayetini okudu). Bu yazı da, hazret-i Hüseyin’in hazret-i Muaviye’ye düşman olmadığını ve onu hakiki müslüman bildiğini göstermektedir. Böyle bilmeseydi, Onun vefâtını işitince, İnna-lillah ayetini okumazdı.
Zecir bin Kays İmâm-ı Hüseyin’in “radıyallahü teâlâ anh” şehit edildiğini Yezide bildirince, başını eğip, ses çıkarmadı. Sonra kaldırıp, (Hüseyin’i öldürmeyip, ona itaat etmenizi istiyordum. Eğer orada olsaydım, Hüseyin’i affederdim) dediği (Nasihu’t-tevarih) in 269. sayfasında yazılıdır.
İran’da basılmış olan, şiîlerin (Nehcü’l-ahzan) kitabının 321. sayfasında diyor ki: (Biri gelerek, Yezide, gözün aydın! Hüseyin’in başı geldi dedikte, ona karşı gazaba geldi ve senin gözün hiç aydın olmasın dedi).
(Nasihu’t-tevarih) kitabının 229. sayfasında diyor ki: (Şimir-zıll-cevşen, İmâm-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezidin önüne koyup, övünerek, devemin heybelerini altın ve gümüşle doldur ki anası ve babası cihetinden insanların hepsinin en iyisi olan bir kimseyi öldürdüm deyince, benden hiçbir ihsan bekleme dedi. Şimir korku içinde ve şaşkın olarak geri döndü. Dünyadan ve ahiretten nasip alamadı.) (Onu öldüreni Allah kahr etsin!) dediği de, 272. sayfasında yazılıdır.
Şiî kitapları açıkça bildiriyor ki hazret-i Muaviye ve Yezid, hazret-i Hüseyin’in “radıyallahü teâlâ anh” mübarek kanına bulaşmadıkları gibi, İbn-i Ziyad ve İbn-i Sad ve hatta Şimir de şehit edenler arasında değildir. (Refakat-i Hüseyin) de yazılı, şiî kitaplarında diyor ki:
1) İmâm-ı Hüseyin ile harp edenler, Şamlılar ve Hicazlılar değildi. Hepsi Kufe ahalisi idi. (Hülâsat-ül-mesaib, s. 201).
2) İmâm-ı Hüseyin’i Iraklılar şehit etti. Aralarında Şamlılar yoktu. Ehl-i beyte zulüm edenler, Kufelilerdi. (Mesudi).
3) İmâm-ı Hüseyin’i şehit edenler arasında Şamlıların bulunmadığı iyi anlaşılmıştır. (s. 21)
4) Ebû Mahnef, ibn-i Ziyad askerinin 80 bin suvari olduğunu bildirdi. Bunların hepsi Kufeli idi dedi. (Nasih-ut-tevarih, c. 6., s. 173).
5) O zaman Kufe’den başka yerlerde bulunan şiîlerden hiçbiri imama yardıma gelmedi. Halbuki İmâm-ı Hüseyin, Kufelilerin mektuplarına cevap yazarken, Basralılara da mektup gönderip, kendisine yardım etmelerini istemişti. Basra şiîleri de, yardım edeceklerini yazmışlardı. (Cilaü’l ’uyun).
İmâm-ı Hüseyin’i Kerbela’da şehit edenler, daha önce, İmâm-ı Aliyye ve İmâm-ı Hasana de hıyanet ve zulüm etmişlerdi. 12.000 kişi, birleşerek, İmâm-ı Hüseyin’e mektup yazdılar. Kendisini Kufeye davet ettiler. Yardım edeceklerine söz verdiler. Fakat, İmâm-ı Hüseyin’in gönderdiği, amcası oğlu Müslim bin Ukayl’i şehit ettiler. Sonra, İmâm-ı Hüseyin gelince, Yezid’in askeri şekline girerek, onu da Kerbela’da şehit ettiler. Müseyib bin Nuhbe ismindeki şiinin Ömer bin Sad ibni Ebû Vakkas ile birlikte Kerbela’ya gittiğini (Mecalisü’l-müminin) şiî kitabı yazmaktadır.
6) Şis bin Rebii, Ömer bin Sad’ın emri ile 4.000 şiiye kumanda ederek imama karşı saldırdı. (Cila-ül’ uyun).
7) İmamın mübarek başını kesmek için, atından ilk inen habis, Şis bin Rebii idi. (Hülâsatü’l-mesaib, s. 37).
8) İmâm-ı Hüseyin, kendisine saldıranlar arasında Mücar bin Haceri ve Yezid bin Harisi görünce, (bana yazdığınız davet mektuplarını unuttunuz mu?) dedi. (s. 138).
9) İmâmin askerinin sol kol kumandanı olan Habîb bin Müzâhir, imâm şehit olunca güldü ve (Aşure günü, sevinç ve bayram zamanıdır) dedi.
10) Şiî âlimlerinin meşhurlarından kadı Nurullah Şüsteri de, İmâm-ı Hüseyin’i şehit edenlerin şiî olduklarını bildirdi.
Ehl-i sünnet âlimleri, mezhepsizlerin dalâlette olduklarını ve İslamiyeti içerden yıkmaya çalıştıklarını bildirmek için, çok kitap yazdılar.
Tavsiye Yazı –> Şiaya Reddiye Kitaplar
Tavsiye Yazı –> Fedek Bahçesi Meselesi