Aşağıdaki yazı, büyük İslam alimi Şâh Veliyullah-ı Dehlevî’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kurretü’l-ayneyn fi-taftili’ş-şeyhayn) ismindeki fârisî kitabından tercüme edilmiştir. Bu kitap, 270 sayfa olup [m. 1892] de Pişaver’de basılmıştır.

(Kurretü’l-ayneyn) kitabında bir Mukaddime ile 2 fasl vardır. Mukaddimede, Şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmektedir. 1. fasılda, şiî âlimlerinden Nasireddin-i Tusi’nin (Tecrid) kitabındaki yazılarına cevap verilmektedir. Muhammed Nasireddin-i Tusi, [m. 1201] de Tus şehrinde tevellüd ve [m. 1274] da Bağdat’ta vefât etti. 2. fasılda, hased edenler ve zındıklar tarafından Şeyhayne yapılan iftirâlara, yalanlara cevap verilmektedir.

Şeyhayn, yani hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer “radıyallâhu anhüma”, Ashâb-ı kirâmın en üstünleridir. Zamanımızda bidat sahipleri, yani sapıklar çoğaldığı için, bu üstünlükte şüpheler hâsıl olmaya başladı. Hatta, Selef-i sâlihinin doğru inanışları unutuluyor. Halbuki Şeyhaynın üstünlüğü, hem akıl ile hem de nakil yolu ile meydanda olan bir gerçektir. Nakil, 3 yoldan gelmektedir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine mümin ve sâlih halifeler vereceğini, dinini bunlarla kuvvetlendireceğini, Nur sûresinin 55. âyetinde vaat buyurdu. Resûlullahın gördüğü ve Ashâb-ı kirâmın görüp Resûlullahın açıklamış olduğu rüyalar da bunu bildirmiştir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, kendinden sonra, Şeyhaynın halife olacaklarını, hem açık olarak, hem de işaret ederek, çok bildirmiştir. Hak halife olduklarını bildiren bu vesikalar, tevatür yolu ile bizlere gelmiştir. O hâlde Şeyhayn, müslümanların en üstünleridir. Tirmizi’nin ve Hakimin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Benden sonra, Ebû Bekr’e ve Ömer’e iktida ediniz!) buyuruldu. Bu hadis-i şerifi, Huzeyfe ve İbni Mesud haber verdiler. Hakim’in kitabında, Enes bin Mâlik diyor ki Beni Mustalak kabilesi, beni, Resûlullaha gönderdi. Senden sonra, zekatlarımızı kime vereceğimizi sor dediler. Gelip sordum. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ebû Bekr’e veriniz!) buyurdu. Tekrar gönderdiler. Gelip, Ebû Bekr’den sonra kime verelim dediklerini söyledim. (Ömer’e) buyurdu. Bir daha gelip, Ömer’den sonra kime verelim dediklerini söyledim. (Osman’a) buyurdu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, son hastalığında kendi yerine hazret-i Ebû Bekr’i “radıyallahü teâlâ anh” imâm yaptı. Başkasının imâm olmasını açıkça reddetti. Ashâbın büyüklerinden hazret-i Ömer ve hazret-i Ali, hazret-i Ebû Bekr’in halife olacağını buradan da anladılar. Ashâb-ı kirâmdan hiçbiri, buna karşı olmadı. Buhârîde diyor ki Resûlullahın emri ile Ebû Bekr-i Sıddîk, Ashâb-ı kirâma sabah namazı kıldırıyordu. Resûlullah, ansızın oda kapısının perdesini aralayıp, Ashâbını namazda görünce tebessüm etti. Ebû Bekr-i Sıddîk Resûlullahı namaz kıldırmaya geliyor sanarak geri çekildi. Ashâb-ı kirâm da, anlayarak sevindiler. Mübarek eli ile işaret ederek, (Namazınızı tamamlayınız!) buyurdu. Perdeyi indirdi. O gün vefât etti. Hadis âlimleri, söz birliği ile bildiriyorlar ki bir kadın, Resûlullahtan bir şey sordu. (Sonra gel, sor!) buyurdu. Ya Resûlallah! Gelince, seni bulamazsam ne yaparım deyince, (Gelince beni bulamazsan, Ebû Bekr’e sor!) buyurdu.

Sual: Hazret-i Ömer ve hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anhüma”, Resûlullah, kendinden sonra, kimin halife olacağını bildirmedi dediler. Buna ne dersiniz?

Cevap: Bu 2 imâm, Resûlullah, Ashâbını toplıyarak, kendinden sonra Ebû Bekr’e biat edilmesini emir buyurmadı dediler. Çünkü, her ikisi de, namaz kıldırması için emrolunması, halife olacağını göstermektedir demişlerdir. Ebû Vail diyor ki hazret-i Ali yaralanıp yatınca, kimi halife yapacaksın dediler. Allahü teâlâ, size iyilik irâde buyurdu ise, en iyinizi başınıza seçersiniz buyurdu. Hazret-i Ali’nin bu sözü de, hazret-i Ebû Bekr’in en üstün olduğunu bildirmektedir. Hakimin kitabında, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, Ebû Bekr’e çok rahmet eylesin! Bana kızını verdi. Hicrette beni Medine’ye götürdü) buyuruldu. Nizal bin Sebre “radıyallâhu anh” diyor ki Hazret-i Ali’ye “radıyallâhu anh”, neşeli bir zamanında, kimleri arkadaş edindin dedim. (Resûlullahın Ashâbının hepsi benim arkadaşlarımdır), buyurdu. Ebû Bekr için ne dersin dedim. (O, öyle bir insandır ki Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâm vasıtası ile ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâm vasıtası ile ona (Sıddîk) ismini vermiştir) dedi. Saîd bin Müseyeb “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki (Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullahın veziri idi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bütün işlerinde onun ile meşveret ederdi. İslamda Resûlullahın ikincisi idi. Mağarada Resûlullahın ikincisi idi. Bedr gazasında çardak altında Resûlullahın ikincisi idi. Kabirde de Resûlullahın ikincisi oldu. Resûlullah, hiçkimseyi onun önüne geçirmez idi). Abdurrahmân bin Ganem’in bildirdiği hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hazret-i Ebû Bekr’e ve hazret-i Ömer’e dedi ki (İkinizin söz birliği ettiğiniz hiçbir işte sizden ayrılmam.)

Allahü teâlâ, İslam dinini hazret-i Ömer ile kuvvetlendirdi. Tirmizi’nin ve Ebû Davud’un ve Hakimin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirmiştir) buyurdu. Buhârî ve Müslim’in bildirdikleri hadis-i şerifte, (Şeytan Ömer’in gölgesinden kaçar) buyuruldu. Buhârî ve Müslim’in bildirdikleri hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Miraçta, Ömer’e verilecek olan köşkü gördüm) buyurdu. Makâm-ı İbrahim için ve kadınların örtünmesi için ve Bedr gazasında alınan esirler için, Allahü teâlâ hazret-i Ömer’in sözüne uygun âyet-i kerime göndermiştir. Hakim’in bildirdiği hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ kıyamet günü evvela Ömer’e selam verecektir) buyuruldu. Ebû Saîd-i Hudri’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Cennette ümmetim arasında derecesi en yüksek olan budur) buyurarak, Ömer’i gösterdi. Hazret-i Ömer, ömre yapmak için Resûlullahtan izin istedikte, izin verdi ve (Ey kardeşim, duâ ederken bizi unutma!) buyurdu. Abdullah ibni Abbas’ın bildirdiği hadis-i şerifte, (Ömer îman ettiği gün, Cebrâil aleyhisselâm geldi ve melekler birbirlerine Ömer’in müslüman olduğunu müjdelediler) buyurdu. Tirmizi’de yazılı Akabe bin Âmir’in bildirdiği hadis-i şerifte, (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer bin Hattab Peygamber olurdu) buyuruldu. Tirmizide yazılı hadis-i şerifte, İmâm-ı Zeynel Âbidin Ali, babası hazret-i Hüseyin’den, o da babası hazret-i Aliden haber veriyor: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ile birlikte oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler. (Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennette olanların en üstünleridir) buyurdu. İbn-i Mace’de, Enes bin Mâlik diyor ki en çok kimi seviyorsun ya Resûlallah denildikte, (Aişe’yi) buyurdu. Erkeklerden kimi denildikte, (Aişe’nin babasını) buyurdu. Tirmizi’de yazılı, Huzeyfe’nin ve Abdullah ibni Mesudun bildirdikleri hadis-i şerifte, (Benden sonra Ebû Bekr’e ve Ömer’e iktida ediniz!) buyuruldu. Tirmizi’de Enes bin Mâlik diyor ki Ashâb-ı kirâm otururlarken, Resûlullah da gelip aralarında otururdu. Ayağa kalkmalarına izin vermezdi. Hiçbiri Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” yüzüne bakamazdı. Yalnız Ebû Bekr ve Ömer bakarlardı. Resûlullah da onlara bakar, karşılıklı gülüşürlerdi. Hakimin kitabında yazılı Huzeyfe-i Yemani’nin bildirdiği hadis-i şerifte (Ashâbımı her memlekete gönderip sünnetlerin ve farzların her yerde öğretilmesini istiyorum. Îsâ aleyhisselâm da Havarilerini bunun için göndermiştir) buyurdu. Ebû Bekr’i ve Ömer’i de gönderirmisin denildikte, (Bu ikisini yanımdan ayırmam. Bunlar benim kulağım ve gözüm gibidirler) buyurdu. Abdullah ibni Ömer’in bildirdiği ve Tirmizi ile Hakimde yazılı hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” mescide girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Ömer vardı. Ellerinden tutmuştu. (Kıyamet günü kabirden böyle kalkarız) buyurdu. Hakimin bildirdiği hadis-i şerifte, Ebû Erva diyor ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ile oturuyorduk. Ebû Bekr ile Ömer geldiler. (Allahü teâlâya hamd olsun ki beni bu ikisi ile kuvvetlendirdi) buyurdu. Tirmizide ve ibni Macede yazılı, Ebû Saîd-i Hudrinin haber verdiği hadis-i şerifte, (Cennette yüksek derecelerde olanlar, aşağıdan, gökteki yıldızlar gibi görünürler. Ebû Bekr ve Ömer onlardandır) buyuruldu.

Hadis âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki Ebû Musel-Eş’arî “radıyallâhu anh” dedi ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ile bir bahçede oturuyorduk. Birisi kapıya vurdu. Resûlullah (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurdu. Kapıyı açtım. Ebû Bekr içeri girdi. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” müjdesini kendisine söyledim. Kapı yine vuruldu. (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurdu. Kapıyı açtım. Ömer içeri geldi. Ona da müjdeyi söyledim. Kapı yine vuruldu. (Kapıyı aç! Gelene Cennetlik olduğunu müjdele ve başına belalar geleceğini de söyle!) buyurdu. Kapıyı açtım. Osman içeri girdi. Müjdeyi ve Allahü teâlânın kaderini kendisine söyledim. Allahü teâlâya hamd olsun. Kazalarda, belalarda ancak Allahü teâlâya sığınılır dedi.
Hakimde ve İmâm-ı Ahmed’in Müsned’inde yazılı, hazret-i Ali’nin haber verdiği hadis-i şerifte, “Başınıza Ebû Bekr geldiği zaman, onu dünyada zâhid ve ahirete ragıb bulursunuz. Başınıza Ömer geldiği zaman, onu kuvvetli, emin ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Ali geldiği zaman, hadi ve mühti olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz” buyuruldu.

Tirmizi’de ve ibni Mace’de yazılı, Saîd bin Zeyd’in “radıyallahü teâlâ anh” haber verdiği hadis-i şerifte, “10 kişi Cennettedir: Ebû Bekr ve Ömer ve Osman ve Talha ve Zübeyr ve Abdurrahmân bin Avf ve Ali bin Ebû Talib ve Sad bin Ebû Vakkas ve Ebû Ubeyde bin Cerrah”. Saîd bin Zeyd 9 sahabinin isimlerini saydı. 10.sunun ismini söylemedi. Bunu sordular. Ebül Aver diyerek kendisi olduğunu işaret etti.

İbni Mace’de ve Tirmizi’de yazılıdır ki İrbat bin Sariye diyor ki Ashâb-ı kirâm toplanmıştık. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Allahü teâlâdan korkunuz. Başınızdaki emir, Habeş köle olsa bile itaat ediniz! Benden sonra müslümanlar arasında ayrılıklar olacaktır. O karışıklık zamanlarında benim sünnetime ve Hulefâ-i râşidînin sünnetlerine sarılınız. Benim halifelerim doğru yolu gösterirler. Onların gösterdiği yolda olunuz! Sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! Bidatlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır”. Resûlullaha senelerce hizmet etmiş olan Sefine hazretleri diyor ki Resûlullahtan işittim: “Benden sonra halifelerim 30 sene benim yolumu yaşatırlar. Ondan sonra, ümmetimin başına melikler gelir” buyurdu. Ebû Bekr’in hilafeti 2 sene, Ömer’in hilafeti 10 sene, Osman’ın hilafeti 12 sene ve Ali’nin hilafeti altı sene oldu dedi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

Ebû Bekr’in ve Ömer’in “radıyallahü teâlâ anhüma” üstünlüklerini ve Cennetlik olduklarını bildiren bunlar gibi daha nice hadis-i şerifler vardır. Ashâb-ı kirâmın ve Muhacirlerin ve Bedr, Uhud, Biatür-Rıdvân ve diğer gazalarda bulunanların üstünlüklerini bildiren yüzlerce hadis-i şerif, bu 2 halifeyi de, meth ve sena etmektedir.

Bu ümmetin en üstünü Ebû Bekr ve ondan sonra Ömer olduğunu, Ashâb-ı kirâm ve Tabiîn-i izam söz birliği ile bildirmişlerdir. Hazret-i Ebû Bekr halife seçildikten sonra, Ashâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı bir şey söylemedi. Hazret-i Ebû Bekr, kendisinden sonra hazret-i Ömer’in halife olmasını vasiyet ettiği zaman, Ashâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı bir şey söylemedi. Abdurrahmân bin Avf, hazret-i Osman’ı halife seçerken, Şeyhaynın yolunda bulunmasını şart etti. Hazır olanların hiçbiri buna karşı bir şey söylemedi. Ali, Osman’ın “radıyallahü teâlâ anhüma” kendinden daha üstün olmasına karşı oldu ise de, bu şarta karşı olmadı.

Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” halife iken çeşitli yerlerde, Şeyhaynın kendinden üstün olduklarını çok söylerdi. Bu sözüne karşı şüpheye düşenleri azarlardı. Ashâb-ı kirâmın büyükleri bunu işitirlerdi. Hiçbiri karşı gelmezdi. Buhârî’de diyor ki Enes bin Mâlik (Ebû Bekr, Resûlullahın en yakınıdır. Birçok yerde Resûlullahın ikincisi olmuştur. Başımıza onun gelmesi lâzımdır. Kalkınız ona biat ediniz!) dedi. Yine Buhârî’de Enes bin Mâlik diyor ki bir kimse, Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” kıyamet alâmetlerini sordu. (Kıyamet için ne hazırladın?) buyurdu. Hiçbir şey yapamadım. Yalnız, Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü “sallallâhü aleyhi ve sellem” çok seviyorum dedi. (Kıyamette, sevdiklerinin yanında olursun!) buyurdu. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu sözünü işitince çok sevindim. Ben de Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr’i ve Ömer’i çok seviyorum. Onlar gibi olamadı isem de, bu sevgimin, beni onların yanında bulundurmasını istiyorum dedim.

Hazret-i Ali, (Allahü teâlâ Ebû Bekr’e rahmet eylesin. Kurân-ı Kerîmi o topladı. Resûlullah hicret ederken, o hizmet etti. Ömer mescidlerimizi aydınlattığı gibi, Allahü teâlâ, Ömer’in kabrini nur ile aydınlatsın) diye duâ etti. Salim bin Ebil-Cad diyor ki Necran’da 40.000 kişi barınıyordu. Hazret-i Ömer onları vatanlarından çıkardı. Hazret-i Ali’ye gelip, şefaat etmesini yalvardılar. Bunları kovdu. (Ömer’in her işi doğrudur) dedi. Hazret-i Ali, hazret-i Ömer’i kötüleyici olsaydı, Necranlılara karşılık olarak söylerdi. Halbuki söylemedi. Onu övdü. Ebû Yalanın haber verdiği rüya tabirinde, hazret-i Hasan, hazret-i Ömer’i methetmiştir. Hakim, kitabında diyor ki Abdullah bin Cafer-i Tayar, (Ebû Bekr bize Vâli olduğu zaman, onu insanların en iyisi ve en merhametlisi bulduk) derdi. Zeyd-i Şehit, savaşa giderken, (Babalarım, Şeyhaynı çok severlerdi) demiştir. Hakimin kitabında, Abdullah ibni Abbasın hazret-i Ömer’i öven sözleri uzun yazılıdır. İmâm-ı Ahmed’in Müsnedinde, Hasan bin Zeyd diyor ki babam Zeyd, babası Hasanden işiterek dedi ki babam hazret-i Aliden işittim. Dedi ki Resûlullah ile oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler “radıyallahü teâlâ anhüma”. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ya Ali! Bu ikisi, Cennette bulunanların en üstünleridir. Peygamberlerden başka, bunlardan üstün kimse yoktur!) buyurdu.
Bir kimsenin başkasından efdal olması demek, birçok iyiliklerde ortak olup birincisinde başka iyiliklerin de bulunması demektir. Bütün kemâlâtın kaynağı, Resûlullahın sohbetidir. Ashâb-ı kirâmın hepsi, bu sohbette bulunmakla şereflendiler. Böylece, bütün ümmetten üstün oldular “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Ebû Bekr-i Sıddîk, sohbette hepsinden çok bulundu. Hepsinden üstün oldu. Şeyhaynde ayrıca, hakkı anlamak ve bildirmek üstünlüğü de herkesten çok idi. Abdullah bin Mesûd diyor ki Arabistan halkının bilgileri terazinin bir kefesine, Ömer’in ilmi de öteki kefesine konsa, Ömer’in bilgisi ağır gelir. Bugün bilinen hadis-i şeriflerin hemen hepsinde Şeyhaynın rivayetleri vardır. Şeyhaynın bildirdiği hadisleri, yalnız ravileri arasında Şeyhaynın isimleri bulunan hadisler sanmamalıdır. Kitaplarda bulunan Merfu hadislerin hepsini Şeyhayn rivayet etmiş olup bunları başka Sahabiler irsal eylemiştir. Şeyhayn “radıyallâhu anhüma”, Ashâb-ı kirâmı, feth olunan memleketlere gönderdiler. Hadis-i şerifleri yaymalarını emrettiler. Hakim’in kitabında, Mûsâ bin Ali bin Rebah haber veriyor: Hazret-i Ömer, hutbede dedi ki (Kurân-ı Kerîmde müşkili olan, Übey bin Kab’a sorsun. Helalı haramı Muaz’dan, Feraiz bilgisini Zeyd bin Sabit’ten, mal kazanmak yollarını da benden sorup öğreniniz!).

(İstiab) kitabında diyor ki: Filistin’e ilk tayin edilen kadı [yani hakim] Ubade bin Samit’tir. Filistin valisi olan Muaviye, kadınin bir hükmünü beğenmedi. Beğeneceği gibi hüküm etmesi için, sıkıştırdı. Ubade, böyle yerde adalet yapılamaz diyerek, Medine’ye geldi. Halife Ömer, istifasını kabul etmeyip, geri gönderdi. (Senin ve senin gibi emin hakimlerin bulunmadığı yerde adalet olamaz) buyurdu. Muaviye’ye emir yazıp, (Ubadenin işine karışma!) dedi. İstiab kitabında, Hasan diyor ki (Halife Ömer’in, fıkıh öğretmek için, bizim memlekete gönderdiği on alimden biri, Abdullah bin Magfel idi). Darimi’nin kitabında, Ömer bin Eşca diyor ki (Halife Ömer buyurdu ki bir zaman gelir, Kurân-ı Kerîme yanlış, bozuk mânâ verenler görülür. Doğrusunu, hadis âlimlerinden öğreniniz! Çünkü, Kurân-ı Kerîmi en iyi hadis âlimleri bilir). Darimi’nin kitabında, Meymun bin Mehran diyor ki (Hazret-i Ebû Bekr’e davacı gelince, Kurân-ı Kerîme göre hüküm ederdi. Kurân-ı Kerîmde bulamazsa, hadis-i şerife göre hüküm ederdi. Hadis-i şeriflerde de bulamazsa, Ashâb-ı kirâma anlatır, Resûlullahın böyle davaya cevap verdiğini bilen varmı derdi. Söz birliği ile cevap verilirse, hamd edip, öylece hüküm ederdi. Haber verilmezse, Ashâbın büyüklerini toplar. Onlara anlatır. Söz birliğine varırlarsa, öylece hüküm ederdi). Hazret-i Ömer de, kadı Şüreyhe, böyle yapmasını, hiç cevap bulamazsa, kendi ictihadı ile hüküm etmesini emretmişti. Yine Darimi’de Abdullah ibni Yezid bildiriyor ki (Abdullah ibni Abbas’a bir şey sorulunca, Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde bulamazsa, hazret-i Ebû Bekr’in ve Ömer’in sözlerine uyarak cevap verirdi. Onların sözlerinde de bulamazsa, kendi ictihadı ile söylerdi). Darimi’de, Huzeyfe buyurdu ki fetva verecek kimsenin, mensuh ve nasih olan âyetleri bilmesi lâzımdır. Bunları bilen kim vardır dediklerinde, Ömer bin Hattab onlardandır dedi. Darimi’de, Ziyad bin Cedir diyor ki hazret-i Ömer’le konuşuyordum. İslamiyeti yıkan şey nedir dedi. Siz söyleyiniz dedim. (Din adamlarının yanlış söylemesi ve münâfıkların bozuk fikirlerini âyet ile ve hadis ile ispata kalkışarak müslümanları aldatmaları ve sapıkların hüküm sâhibi olmaları, İslamiyeti yıkar) buyurdu. Yine Darimi’de, Amr bin Meymun, hazret-i Ömer ölünce ilmin 3’te 2’si gitti dedi. Bunu İbrahim’e söylediklerinde, Ömer ilmin 10’da 9’unu götürdü dedi. Darimide, Amr bin Ebû Süfyan dedi ki hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” (Bildiklerinizi yazarak, unutulmaktan koruyunuz!) buyurdu. Hadis ilminin temeli, hazret-i Ömer’in bu sözüdür.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanında ve hazret-i Ebû Bekr zamanında açıklanmamış olan çok mesele vardı. Hazret-i Ömer, bunların hepsini icmaa bağladı. Bunlarda şüphe bırakmadı. Hazret-i Ömer’in bildirmediği meselelerde kıyamete kadar söz birliği olmaz. Hazret-i Ömer’in gayreti olmasaydı, İslam âlimleri kıyamete kadar güç durumda kalırlardı. İslamiyetin bayrağını ellerinde yürüten Ehl-i sünnetin temeli, hazret-i Ömer Fâruk’un söz birliği yaptığı meselelerdir.

İmâm-ı Ahmed’in (Müsned) kitabında, Abdürrezzak diyor ki İbni Cüreyh’ten daha iyi namaz kılan görmedim. İbni Cüreyh, böyle kılmayı Atadan, o da Abdullah bin Zübeyr’den, bu da Ebû Bekr-i Sıddîk’tan, Ebû Bekr de Resûlullahtan görerek öğrendiler. Hazret-i Ebû Bek’rin ve hazret-i Ömer’in, fıkhın bütün kollarındaki sözlerini, Şâh Veliyullah-ı Dehlevî sayfalar dolusu naklediyor. Bunları okuyan insaflı kimse, her 2 halifenin İslam memleketlerini genişletmekteki hizmetleri gibi, İslam ilimlerini yaymakta da, büyük gayretleri ve hizmetleri olduğunu iyi anlar. Bunun içindir ki hazret-i Ali, (Ömer’in buluşları hep doğrudur) buyurdu. Bir kere de, (Ömer’in kamçısı, bizim kılıçımızdan daha faydalıdır) dedi. Hadis-i şerifte, (Zamanların en hayırlısı, benim zamanımdır. Sonra, bundan sonraki asırdır) buyuruldu. Ashâb-ı kirâm “aleyhimürRıdvân”, kendilerinden sonra gelenler ile Resûlullahın arasında vasıta oldukları için, onlardan üstün oldular. Her asrın müslümanları, sonraki asırlardakilere İslamiyeti bildirmekle, onların üstadları olmuşlar. Onlardan daha hayırlı, daha üstün olmuşlardır. Aynı asırda yaşıyanlar arasında da, öğretici olanlar, öğrettiklerinden daha üstündür. Şeyhaynın fadl-ı küllisi buradan gelmektedir. İmâm-ı Ahmed’in kitabında hazret-i Ali buyuruyor ki birisinden hadis işittiğim zaman yemin ettirirdim. Yemin edince kabul ederdim. Yalnız Ebû Bekr’i hemen tasdik ederdim. Ebû Bekr dedi ki Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” işittim. Buyurdu ki (Günah işlemiş kimse, abdest alır. Sonra 2 rekat namaz kılar. Sonra istiğfar ederse, günahı affolur). Hazret-i Ömer’i yaraladıkları zaman, Abdullah bin Abbas ziyaretine gelip, (Ya Emrel-müminin! Sana Cenneti müjdelerim. Herkesin inanmadığı zaman, müslüman oldun. Herkes Resûlullaha düşmanlık ederken, sen Onunla beraber cihat eddin. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, senden râzı olarak vefât etti. Senin halife olmana kimse karşı çıkmadı. Şehit olarak can veriyorsun) dedi.

Resûlullaha ilk îman eden adam, Ebû Bekr-i Sıddîktır. Hazret-i Ali îman ederken çocuk idi. Resûlullahın evinde ve himayesinde idi. Hazret-i Ebû Bekr’in hazret-i Aliden de önce îman ettiğini bildirenler vardır. İman ettiğini ilk önce herkese duyuran ve başkalarının da îman etmesine sebep olan, Ebû Bekr’dir. Ebû Amr’in (İstiab) kitabında, Afire’nin kölesi Ömer diyor ki (Hazret-i Ali îman ettiğini babası Ebû Talib’den bile sakladı. Ebû Bekr ise, îman ettiğini arkadaşlarına bildirip, onları da îman etmeye çağırdı). Şabi diyor ki önce kimin îman ettiği, Abdullah ibni Abbas’a soruldu. Hassan bin Sabit’in şirini işitmedin mi dedi. Bu şiirde, (Resûlullahı tasdikte insanların birincisi Ebû Bekr’dir) denilmektedir. Bu kaside, Ashâb-ı kirâm arasında yayılmıştı. Bunu hazret-i Ali de okurdu. Cerir, Ebû Nadra’dan haber veriyor. Ebû Nadra dedi ki hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ali’ye (Ben senden önce îman ettim) dedi. Hazret-i Ali bunu reddetmedi. Hazret-i Ebû Bekr îman ettiği zaman 40.000 dirhem gümüş parası vardı. Bunların hepsini Resûlullaha ve îman edenlere sarf etti. İman ettikleri için işkence yapılan 7 köleyi bu paradan satın alıp azad etti. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Mekke’de kaldığı 13 sene içinde, her gün sabah ve akşam Ebû Bekr’in evine gelirdi. Bunu Buhârî haber veriyor. Hazret-i Hadice vefât edince, Resûlullah çok üzüldü. Hazret-i Ebû Bekr, kızı Aişe’yi elinden tutup, (Ya Resûlallah! Kızımı zevceliğe kabul buyur. Sana hizmet ederek hüznünü azaltsın) dedi. Resûlullah, hazret-i Aişe’yi Medine’de kabul buyurdu. Miracı ilk tasdik eden, Ebû Bekr-i Sıddîk’tır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Mekke’den Medine’ye hicret ederken, hazret-i Ebû Bekr beraber gidip, gece gündüz hizmet etti. Bedr gazasında Resûlullahın yanından ayrılmadı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, zafer için çok duâ etti. Ebû Bekr, duanın kabul olduğunu anlayınca, (Ya Resûlallah! Artık üzülme! Allahü teâlâ bize yetişir) dedi. Çok yerde, Vahiy gelmeden önce, Ashâb-ı kirâma, böyle ilhâm olmuştur. Ezan için Abdullah bin Zeyd’in rüyası ve hazret-i Ömer’in kıyası da Vahyden önce olmuştu.

Uhud gazasında, hazret-i Ebû Bekr, Resûlullahı korumak için, son gayretle çalıştı. Hendek gazasında hendeğin bir kısmını korumak vazifesi hazret-i Ebû Bekr’e verildi. Şimdi (Mescid-i Sıddîk), o kısımda bulunmaktadır. Hayber gazasında birkaç kalenin alınması için Ebû Bekr savaştı. Hakimin kitabında, Beride-i Eslemi diyor ki Resûlullahta şakika denilen baş ağrısı olduğu zaman, 1-2 gün dışarı çıkmazdı. Hayber’e gelince, şakika başladı. Çadırından çıkmadı. Bayrağı Ebû Bekr alıp şiddetli savaş yaptı. Resûlullah Mekke’yi alıp, Mescide girince, Ebû Bekr, babasını bağlı olarak Resûlullaha getirdi. İman etmesini söyledi. Resûlullah, (Ya Eba Bekr! Bu ihtiyarı buraya yormasaydın iyi olurdu. Biz onun evine giderdik) buyurdu. Ebû Bekr de, Ya Resûlallah, onun senin ayağına gelmesi lâzımdır dedi. Resûlullah, Ebû Bekr’in babasını, mübarek dizleri önüne oturtup, göğsünü sıvadı ve (Müslüman ol!) buyurdu. O da, hemen îman etti. Babasının ve oğullarının îman etmeleri, Ashâb-ı kirâm arasında Ebû Bekrden başkasına nasip olmadı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

Hicretin 9. senesinde, Resûlullah hazret-i Ebû Bekr’i hac için emir yaptı. Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed bin Hanefi’ye diyor ki (Ebû Bekr hacca gittikten sonra, (Beraet) sûresi indi. Hazret-i Ali’ye okuyup, bunu Nahr günü Minada hacılara oku buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr, Mekkede hazret-i Aliyi görünce, Emir olarak mı, yoksa memur olarak mı geldin dedi. Hazret-i Ali de, memur olarak geldim dedi. Hazret-i Ebû Bekr, herkese hac vazifelerini yaptırdı. Nahr günü gelince, hazret-i Ali hacılara ezan okuyup, Beraet sûresini ve Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” emirlerini okudu).

Vedâ haccında, Resûlullahın eşyası ile Ebû Bekr’in eşyası bir devede idi. Resûlullah hasta olunca, mescide geldi. Uzun hutbe okudu. Önce, Uhud şehitleri için duâ ve istiğfar etti. Sonra, (Allahü teâlâ, bir kulunu dünyada kalmak ile ahirete gitmek arasında serbest bıraktı. O da, Allahü teâlânın nimetlerine kavuşmayı istedi) buyurdu. Bu sözlerin, Resûlullahın yakında vefât edeceğini gösterdiğini yalnız Ebû Bekr anlayıp ağladı ve (Ya Resûlallah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” sen ölme! Senin yerine biz ölelim. Çocuklarımız ölsünler!) dedi.

Hazret-i Ömer, Resûlullahtan önce, 20 Sahabi ile birlikte, Medine’ye hicret etti. Hazret-i Ebû Bekr’in müşaviri ve kadısi idi. İlk İslam hakimi hazret-i Ömerdir. Resûlullahın 2 işi vardı. Biri Kitabı ve Sünneti öğretmek idi. İkincisi, tedbir-i menzil ve siyaset-i medine idi. Yani İslamiyeti yürütmek, yaptırmak idi. Hazret-i Ömer halife olunca, bu 2 vazifeyi tam yaptı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, rüyasında, bir kadeh sütten içti. Artanını hazret-i Ömer’e verdi. Bunu ilim ile tabir buyurdu. Hazret-i Ömer’in, zamanının en alimi olduğunu, Ashâb-ı kirâm söz birliği ile bildirdiler. Onun halife olması, Allahü teâlânın müslümanlara büyük rahmeti oldu. Hicretin 15. senesinde Hums şehri alınınca, rum kayseri Heraklius buradan Kostantiniye’ye [yani İstanbul’a] kaçtı. Kadsiye muharebesinde 7.000 müslüman, 60.000 mecusi aceme gâlip geldi. 16. senede Haleb ve Antakya sulh ile alındı. Bu senede Ebû Ubeyde, Kufe şehrini yaptı. Hazret-i Ömer, Beytü’l-mukaddese geldi. 21. senede, Mısır alındı ve Nehavend zaferi kazanıldı. 22. senede, Mugire bin Şube, Azerbaycan’ı ve Amr ibni As, Trablusgarb’ı aldı. (Ravdat-ül-ahbab) da diyor ki hazret-i Ömer zamanında 1.036 büyük şehir alındı. 4.000 câmi yapıldı. 4.000 kilise harab oldu. Cuma namazı için 1900 minber yapıldı. İlk İslam ordusunu kuran, asker talim ve terbiye eden, hazret-i Ömerdir “radıyallahü teâlâ anh”.

Peygamberler “aleyhimüsselâm”, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir. Cehaleti ve zulmü kaldırmışlardır. Bu hayır ve rahmet, Şeyhayn zamanında da tam hâsıl oldu. Halifelik de bu demektir. Tarih gösteriyor ki Şeyhaynden sonra, hiç kimse bu dereceye çıkamadı. Ayrılıklar, kan dökülmesi başladı. Şeyhayn, İslamiyeti en zayıf hâlden, en kuvvetli hâle yükselttiler. Bu hizmet, başkalarına nasip olmadı. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” zamanında icmâ yapılan bilgilerin hiçbirinde 4 mezhep arasında ayrılık yoktur. Onların bildirmediklerinde ihtilaflar hâsıl olmuştur. Bu sözümüzü, usûl âlimleri anlar. Câhil din adamları anlamaz.
Her müslüman düşünmeli! Kâfirden, mecusilerden kendisini ayıran şeref nedir? Bu şereflerin birincisi, Kuran yoludur. Kurân-ı Kerîmi toplıyan, Şeyhayndır. Akâid ve fıkıh bilgilerini toplıyan, icmâ bilgilerini ortaya koyan, gizli kalmış bilgileri açıklayan ve Ashâb-ı kirâmı toplayıp Kıyas yapan, hazret-i Ömerdir. Her şehre Kuran hafızı ve hadis alimi tayin etti. Bugün bilinen İslam ilimlerinin hepsini, Şeyhayn ortaya koydu. Arabı, acemi hidayete getiren, Şeyhayndır “radıyallahü teâlâ anhüma”. Arap ve acem de, bütün insanların hidayete kavuşmasına, medeniyete ermelerine vasıta oldu. Bunu kimse inkâr edemez. Şeyhayna bütün insanlar minnettardır. Bunu anlayamamak, güneşi görememeye benzer.

Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Şeyhaynın üstün olduğunu, 2 damadı da sevmek lazım olduğunu bildirdi. Çünkü müslümanın 1. vazifesi, Kurân-ı Kerîme ve hadis-i şeriflere uymayı istemektir. 2. vazife, bunları öğrenmektir. Bunları öğrenmezse, İslamiyete uyamaz. Mülhid olur. Bu bilgileri toplıyan, ortaya koyan, Şeyhayndır.

4 mezhepten birinde bulunan kimse, kendi mezhebi imâmının daha üstün olduğunu bildirmeye çalışır. Böyle bilmezse, o mezhebe uyması sahih olmaz. Bunun gibi, Kurân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri ortaya koyanların ve her ikisinin mânâlarını bildirenlerin üstün olduklarına inanmayan kimse, onların bildirdiği dine uymuş olamaz. Şiîlere göre halifenin bütün ümmetten efdal olması ve Mâ’sûm olması ve Allahü teâlâ ve Resûlullah tarafından seçilmiş olması lâzımdır. Bu sözleri hem doğru, hem de yanlış manaya çekilebilir. Bütün ümmetten üstün olmak, Peygamber vekili olan halifeler için sahihtir. Çünkü, bunlar, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden mânâ çıkarır ve İslamiyeti bildirirler. İslamiyeti her yere yayarlar. Bunlar bütün ümmetten üstün olmazsa, yaptıklarına güvenilmez. Mâ’sûm yerine mahfuz demek lâzımdır. Yani Allahü teâlâ onları korur ve kuvvetlendirir. Allah ve Resûlü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lâzımdır. Ehl-i sünnet vel-cemaat böyle söylemiştir. Böylece Şeyhaynın, hatta 4 halifenin hak halife olduklarını bildirmişlerdir. İslamiyetin başlangıcında halifelerin böyle olması lâzımdır. Çünkü, İslamiyeti kurdular ve her yere yaydılar. 4 halifeden sonra gelenler ise, (Melik-i adud) idi. Devlet ve hükümet reisi idiler. İlm başka ellerde idi. Müftüler de böyledir. İlk zamanlarda, müftülerin âlim olması lazım idi. Şimdi ise müftü olmak için, eskilerin kitaplarını okuyup anlayabilmek kâfidir. Mâ’sûm olmak da, adet olarak yapılan işlerde masumluktur. Çünkü, şimdi insanların muameleleri, kazanmaları, geçimleri adete göredir. Akla dayanan temel bilgilere göre değildir.

Hazret-i Osman da, hakiki halifedir. Resûlullahın halası olan Bida, hazret-i Osman’ın anasının anasıdır. Cahiliyet zamanında zina ve içki ile hiç kirlenmedi. İlk imana gelenlerdendir. Dinden çıkarmak için amcasının yaptığı işkencelere dayandı. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” 2 kızı ile evlenmek şerefine kavuştu. Allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticaretini bırakıp Habeşistan’a hicret etti. Sonra Medine’ye de hicret etti. Kurân-ı Kerîmi toplayan Muhacirlerden birisidir. Vazife ile başka yere gönderildiği için, Bedr, Uhud gazalarında ve Hudeybiye biatinde bulunmadı. Diğer bütün gazalarda bulundu. Bedr zamanında Medine’de Resûlullahın sevgili kızının tedâvisine çalışması emrolunmuştu. Bedir’de bulunanların sevâbına ve ganimetine kavuşacağı bildirilmişti. Uhudda bulunmayanların affoldukları, âyet-i kerime ile bildirilmiştir. Hudeybiye’de Osman’ın Allah işinde ve Resûlullah işinde olduğu hadis-i şerifte bildirildi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” kendi mübarek eline, Osman’ın elidir diyerek öteki eli ile musâfaha etti. Ashâb-ı kirâmı susuzluktan kurtarmak için bir kuyu satın aldı. Tebük gazasında 950 deve ve 50 at ve sayısız para vererek yardım yaptı. (Osman’a bugünden sonra yapacakları hiç zarar vermez) hadis-i şerifi ile şereflendi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Mescidimizi genişletene, Cennette daha iyisi vardır) buyurunca, etrafındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr ve Ömer ve Osman ile (Sübeyr) dağının üstünde iken zelzele olunca, (Ey Sübeyr! Sallanma! Üzerinde Nebî, Sıddîk ve Şehit var!) buyurdu. Böylece Ömer ve Osman’ın şehit olacaklarını müjdeledi. Bir hadis-i şerifte, halife olacağı bildirilerek, (Allahü teâlâ sana bir gömlek giydirir. Onu çıkartmak isterlerse, çıkarma!) buyuruldu. Kurân-ı Kerîmi toplamak ve yer yüzüne yaymak şerefi ona nasip oldu. Kabile kadar Asya ve İstanbul’a kadar Anadolu, onun zamanında müslüman oldu. Resûlullah, hazret-i Osmanın boynuna sarılarak, (Sen benim dünyada ve ahirette sevgilimsin!) buyurdu. Talhaya karşı da, (Ey Talha! Her peygambere ümmetinden biri arkadaş olacaktır. Benim Cennette arkadaşım Osmandır) buyurdu.

Dinleri, imanları zayıf olan birçok kimse, Mısır’dan Medine’ye geldi. Bunlar Ashâbdan ve Tabiînden değildi. Ashâb-ı kirâma karşı kin besliyorlardı. 3 şeyden birini kabul etmesi için hazret-i Osman’ı sıkıştırdılar. Hilafetten çekil veya amirlerin, valilerin tayin ve azl edilmelerini bize bırak. Yahut seni öldürürüz dediler. Hazret-i Osman, Resûlullahın vasiyetine uyarak, halifelikten çekilmedi. Tayinleri onlara bırakmak da, hilafet vazifesini bırakmak olacağından, buna da râzı olmadı. Mısırlılar halifenin evini sardılar. Medinede bulunan Ashâb-ı kirâmın bir kısmı, işin ölüme varacağını zannetmedi. Mısırlıları geri gidecek sandılar. Bir kısmı da, azgınlara karşı koyacak güçte değildi. Osman “radıyallâhu anh” Âdem aleyhisselâmın 2 oğlundan hayırlısının yolunu tuttu. Sıkıntılara katlandıktan sonra şehit edildi. Bu habere Ashâb-ı kirâm çok üzüldü. Başka felaketler de başlamasın diye harekete geçtiler. Mısırlılar korkarak, kurtuluşu hazret-i Aliyi halife yapmakta buldular. Ashâb-ı kirâm da, buna karşı gelmediği için, hazret-i Ali halife seçildi. Ashâb-ı kirâmdan hazret-i Âişe, Talha, Zübeyr ve Beni Ümeyye’den birçoğu, katilleri yakalamak için, arkalarından Basra’ya gitti. Halife seçimi, katillerin öncülüğü ile yapıldığı için fitneli seçim dediler. Halife de arkalarından gitti. Mısırlılar halifenin etrafında idi. Anlaşma olamadı. Halife Kufe’ye gitti. Asker toplayıp, Basra’ya yürüdü. Cemel vak’ası oldu. Bunun üzerine Şam valisi Muaviye “radıyallahü teâlâ anh” işe karıştı. Sıffin harbi başladı ise de, 2 tarafın hakemleri hazret-i Muaviye’yi halife yaptı. Ashâb-ı kirâmın çoğu ve müslümanların çoğu buna uydu. Niyeti bozuk olan fitneciler (Harura) denilen yerde toplandı. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” bunların üzerine yürüyüp, bu hâricileri öldürdü. Kurtulanlarından [Abdurrahmân ibni Mülcem isminde] biri, hazret-i Ali’yi, sabah namazına giderken şehit etti.

İslam âlimlerine göre, hazret-i Osman’ın şehit edilmesinde, hazret-i Ali’nin bir ilişiği yoktur. Bunu kendisi de çeşitli hutbelerinde söylemiştir. İmâm-ı Nevevî buyuruyor ki (Hazret-i Osman, hak halife idi. Zulüm olunarak şehit edildi. Fasıklar tarafından şehit edildi. Bu zulme hiçbir Sahabi karışmamıştır. Alçaklar, Mısır’dan geldi. Medine’deki Sahabiler bunlara karşı koyamadı. Hazret-i Ali’nin hilafeti de, söz birliği ile sahihtir. O hayatta iken başka bir halife yoktur. Hazret-i Muaviye de adildir, üstündür. Ashâb-ı kirâmdandır. Aradaki savaşlar, şüphe üzerine oldu. Taraflardan her biri, kendinin hak yolda olduğunu bilmişti. Bu harbler, hiçbirinin adaletten düşmesine sebep olmamıştır. İctihatta ayrıldılar. Bunların hâli, mezhep imamlarının ayrılmaları gibidir. Bu ayrılıkları, hiçbirini sevmemeye sebep olmamıştır). Bu muharebeler zamanında, Ashâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ictihadları 3 türlü oldu: 1. kısım, hazret-i Ali’nin hilafetini haklı gördü. Karşı tarafı baği bildi. Bunlara, bağilerle harp etmek vâcib oldu. 2. kısım, karşı tarafı haklı gördü. Hazret-i Ali’yi bütün müslümanlar seçmedi. Medine ahalisi de zor ile korku ile kabul etti. Kufeliler ise, ictihad ile değil, kötü maksat ile katıldı dediler. 3. kısım, bir tarafı tercih edemedi. Bunların harbe karışmamaları vâcib oldu. Çünkü, baği olmayan müslüman ile harp etmek helal değildir.

Abdülkâdir-i Geylânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” Gunyetü’t-talibin kitabında diyor ki (İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, hazret-i Talha’nın ve Zübeyr’in ve hazret-i Aişe’nin ve hazret-i Muaviye’nin “radıyallâhu anhüm” muharebelerini konuşmamalıdır. Çünkü, Allahü teâlâ, kıyamet günü Ashâb-ı kirâm arasında hiçbir geçimsizlik bulunmayacağını, Cennette karşılıklı oturup sohbet edeceklerini bildirmektedir dedi. Hazret-i Ali, bu muharebelerde hak üzere idi. Çünkü, kendinin sahih halife seçildiğine inanıyordu. Kendine karşı olanlara baği diyordu. Onlarla harp etmesi câiz oldu. Hazret-i Ali ile harp eden hazret-i Muaviye ve Talha ve Zübeyr “radıyallâhu anhüm” ise, şehit edilen halifenin katillerine kısas yapılmasını istiyorlardı. Katillerin hepsi, hazret-i Ali’nin askeri içinde idi. Müslümanların, bu büyüklerin işine karışmamaları, işin çözülmesini Allahü teâlâya bırakmaları lâzımdır).

Hadis-i şerifte (Ammâr bin Yaser’i bağiler şehit edecektir. Onları Cennete çağırır. Onlar ise, onu Cehenneme çağırmaktadır) buyuruldu. Hadis-i şeriften bu fakir [yani Şâh Veliyullah Ahmed Sâhip Dehlevî] şöyle anlıyorum ki (Hazret-i Ali “radıyallâhu anh”, zamanının en üstünü idi. En üstün olan halife seçilirse, İslamiyet daha iyi yürütülür. Başkası halife olursa, İslamiyetin yürütülmesinde gevşeklik olur. Birincisinde millet Cennete, ikincisinde Cehenneme sürüklenir. Ammâr bin Yaser birincisini istiyordu. Hadis-i şerifi böyle anlamak, hazret-i Ali’nin şerefini arttırmakta, karşı taraftakileri de mazur göstermektedir).

Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Müctehid bâzen doğruyu bulur. Bâzen da yanılır) buyurdu. Ashâb-ı kirâmın büyüklerinden Sad bin Ebû Vakkas ve Abdullah bin Ömer ve Üsame bin Zeyd ve Ebû Musel Eş’arî ve Ebû Mesud ve daha birçok Sahabi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bu muharebelere katılmadı. Bunlar, (Fitne zamanında oturunuz!) , yani fitneye karışmayınız hadis-i şerifine uydular. Fakat bunların hepsi, hazret-i Aliyi çok sever ve çok överlerdi ve hilafete lâyık olduğunu söylerlerdi. Bazısının sözleri, onun hilafete hakkı olmadığını değil, halife seçilmesinde uygunsuzluk bulunduğunu göstermektedir.

Tenbih: Çok kimseler sanıyor ki Ashâb-ı kirâmdan bu muharebeye katılmayanlar “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, (Müslümanlarla harp etmeyiniz!) emrine uymuşlardır. Halbuki bu emir, hükümete karşı harp etmeyiniz demektir. Harbe karışanlara gelince, bunlara göre, hükümete yardım etmemek, fitne, fesad çıkmasına sebep olur. Fesadı önlememiz emrolundu dediler. Bu fakirin anladığına göre, fesadı önlemek, cana kıymadan ve karışıklık çıkarmadan yapılamaz. Bunun için şartlarına uygun olmadan seçilmiş olan halife ile birlikte harp etmemeli ve böyle halifeye karşı gelmemelidir.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, firaset nuru ile anladı ki bu fesad durmayacaktır. Bunun için, (Benden sonra fitneler olacaktır. O zaman oturanlar, fitneye karışanlardan iyidir) buyurdu.

Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki sevdiği kullarından her birini bir üstünlükle, ötekilerinden ayırmıştır. Hazret-i Ebû Bekr’in merhameti, hazret-i Ömer’in şiddeti, sertliği fazladır. Davud ve Süleyman “aleyhimesselam” devlet reisi idiler. Îsâ ve Yunus ve Yahya “aleyhimüsselâm” ise, yalnızlığı severlerdi. Hassan bin Sâbit, şiir ile Resûlullahı överdi. Bu yoldan Cennet ile müjdelendi. Ubey bin Kab Kurân-ı Kerîmi ezberlemekte, Abdullah bin Mesûd, fıkıh bilgilerinde, Hâlid bin Velid savaşmakta meşhur oldu. Sevgi ve ihlas ile sohbette en çok bulunmak ve kendini Resûlullahın rızası için her ân fedâ etmek ve Resûlullah için ve İslamiyeti yaymak için canını, malını ve makâmını fedâ etmek üstünlüğü de en çok hazret-i Ebû Bekr’e ihsan edildi. İslamiyeti yaymak, hazret-i Ömer’e nasip oldu. Her sıkıntıda mal ile imdada yetişmekte ve hayada ve gazabını yenmekte ve taharet, kıraat ve fakirlere yardımda, hazret-i Osman cümleden ileri idi. Resûlullahın kanından olmak, Onun elinde büyüyüp, terbiyesi ile yetişmek, cesaret, züht, vera ve zeka ve fesâhatta hazret-i Ali, hepsinden ileri idi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâbının bu üstünlüklerini bildirmiş ve her birini övmüştür “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, tercüman-ı gayb idi. İlerde olacak şeyleri haber verirdi. Ashâbının yapacakları üstün vazifeleri bildirirdi. Hepsi, dediği gibi oldu. Olmayacak şeyi haber verdiği hiç görülmedi. (Hilafet, Ali’nin ve çocuklarının hakkıdır) demek doğru değildir. Böyle bir hak bildirilmiş olsaydı meydana gelirdi. Hilafeti onlar alır, ellerinden kimse kapamazdı. Halife olmamaları, Resûlullahın haber vermemiş olduğunu gösteriyor. Şiîlerin haber diye söylediklerinin hep yalan olduğunu ispat ediyor.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, herkesin hakkını gözetmekte, herkesten ileride idi. Bunun için, hazret-i Abbası (Amca, baba gibidir) diyerek övdü. Hazret-i Fâtıma için (Onu üzen, beni üzmüş olur) buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr için, (Niçin arkadaşımı inciterek, benim hatırımı saymıyorsunuz?) buyurdu. Hazret-i Ali için, (O bendendir. Ben de ondanım) ve (Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır) buyurdu. Aklı ve insafı olan kimse, akrabalık bakımından olan övmek ile dinde üstünlük ve hilafete liyakat bakımından olan övmeyi birbirine karıştırmaz. (Ben ondanım. O da bendendir) sözü akrabalık bakımındandır. Akrabalık hakkını yerine getirmektir. (Fadl-i külli) ye, yani her bakımdan üstün olmayı bildirmez. Çünkü, bu sözler, hazret-i Ali ve hazret-i Fâtıma için söylenildiği gibi, hazret-i Abbas için de söylendi. Hatta, Ebû Leheb’in kızı olan Dürre için de söylendi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbelin kitabında Dürre diyor ki (Aişe’nin odasında idim. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” geldi. (Abdest alacağım su getirin!) buyurdu. Âişe ile leğen ve ibrik getirdik. Abdest aldı. Bana dönüp, (Sen bendensin. Ben de sendenim!) buyurdu). Bu sözün, akrabalık hakkı için olduğu, üstünlüğü göstermek için olmadığı, buradan pekiyi anlaşılmaktadır.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, çok kimse için (seviyorum) buyurdu. Hâle, vakte ve o kimseye göre, bu söze başka başka mânâlar verilmiştir. Zaten sevmek çeşit çeşit olur. Zevceyi, evladı, arkadaşı, üstadı sevmek birbirine benzemez. İnsan birini sever. Başka bakımdan, diğer birini daha çok sevebilir. Bunun içindir ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Aişe’yi çok seviyorum) buyurdu. Başka bir yerde (Üsameyi çok seviyorum) dedi. 3. bir yerde (Ebû Bekr’i çok seviyorum) dedi. 4. bir yerde de (Aliyi çok seviyorum) buyurdu. Bu sevgilerin başka bakımlardan oldukları meydandadır.

Bir kimsenin başkasından daha üstün olması, aynı üstünlüğün onda daha çok bulunması demektir. Bu çokluk, bir üstün sıfatın bütününde olacağı gibi, parçalarında da olabilir. Birinde bir parçası, ötekinde başka parçası bulunabilir. Mesela cesaretin bir kısmı, pehlivanın, [sporcunun] cesaretidir. Bir kısmı da, hükümet reisinin cesaretidir. Melikin cesareti, pehlivanın cesaretinden elbet daha kıymetlidir. İlim sıfatının kolları çoktur. Suali iyi anlamak, bunu başka mesele ile karıştırmamak bunlardan bir parçadır. Züht de 2 kısımdır: Evliyânın zühtü, haramlardan sakınmaktır. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” zühtü ise, İslamiyeti yaymaktan başka bir şey düşünmemektir.

İslamiyetin yayılması, Kurân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri yaymakla olur. Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bunun için, Ashâb-ı kirâm arasında bazılarının Kuran hafızı ve ilmi çok olduğunu bildirerek, bunlardan öğrenilmesini diledi. Bu övmeler, onlar için diploma gibi oldu. Bunları sözlerinden tanıyamayanlar, bu sûretle tanıdılar. Ashâb-ı kirâmın âlimlerinden hepsi, bu üstünlükte ortakdırlar.

Mekke’nin fethinden önce, Allah yolunda mal verenlerin ve cihat edenlerin daha üstün olduklarını Kurân-ı Kerîm bildiriyor. Ashâb-ı kirâm, bu âyet-i kerimenin Ebû Bekr-i Sıddîk için geldiğini bildiriyor. Çünkü, herkesten önce mal veren ve cihat eden o idi. Bu vazifeyi bütün ömrünce yaparak, sonra başlayanlardan veya önce başladı ise de, şehit olarak uzun zaman yapmak nasip olmayanlardan daha üstün oldu.

Bir hadis-i şerifte, “Benden sonra Ebû Bekr’e ve Ömer’e uyunuz!” buyuruldu. Uyulacak kimsenin âlim olması lâzımdır. Hazret-i Ömer, bir sual sorulunca, Ashâb-ı kirâmın âlimlerini toplar. Söz birliği sağlardı. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” zamanında böyle olmadı. O “radıyallâhu anh”, keskin zekası, derin bilgisi ile hemen cevap verirdi. Hatib ve edip olduğu için, sözlerini yanlış anlayanlar da olurdu. Hatta, hazret-i Osmanın şahadeti ile ilişiği olduğunu anlayanlar da oldu. Fıkıhta, Müt’a nikahının haram olmasını ve ayakları yıkamanın farz olduğunu ve birçok meseleleri bildiren ince sözlerini yanlış anlayanlar çok oldu. Âlimler arasında ayrılıklara sebep oldu. Hazret-i Ömer’in, söz birliği yaparak verdiği cevaplar ise, iyi anlaşıldı. 4 mezhep bilgilerine esas oldu. Mesela, (Kur’a çekmek) , hakları müsavi kimseler arasından birini seçmek için yapılır. Birisini haklı göstermek için yapılmaz sözünü Ömer “radıyallahü teâlâ anh” söylemiştir.

İmâm-ı Ali’nin sözlerini Ehl-i sünnet ve İmamiye ve Zeydiye fırkaları incelemiştir. Her biri başka türlü anlamıştır. Zeydiye ile İmamiye, evliyâlığı inkâr etti. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” zamanında, müslümanlar arasında ayrılık olmadı. Hep birlikte kâfirlerle cihat ettiler. Ali “radıyallahü teâlâ anh” zamanında ayrılıklar olunca, kâfirlerle dövüşmeyi bırakıp birbirlerini kırmaya başladılar. Hazret-i Ali, fitneyi önleyemedi. Hatta, hilafeti de elinden kaçırdı.

Sual: İlk 2 halife zamanında Ashâb-ı kirâm çoktu. Halifeye yardımcı oldular. Hazret-i Ali zamanında, Ashâb-ı kirâm azaldı. Çeşitli memleketlerde yeni îman eden câhiller, sapık kimseler fitne çıkardı. Bu fitneleri ilk 2 halife de önleyemezdi. Bu bakımdan üstünlüklerini söylemek doğru olur mu?

Cevap: Allahü teâlânın feyizleri, nimetleri, fark gözetmeksizin herkese gelmektedir. Fakat, Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki feyizlerini, nimetlerini bir sebeple, bir kimse ile gönderir. Bu sebebin, o nimete vasıta olabilmesi lâzımdır. İyiliğe sebep olanın iyi olduğu, felakete, azâba sebep olanın iyi olmadığı anlaşılacağı gibi, iyiler arasındaki üstünlük dereceleri de, buradan anlaşılır. İlk halife zamanında, câhil ve sapık, bozuk kimseler yoktur demek doğru değildir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” vefât eder etmez, Arabistan halkının çoğu irtidad etti. Ashâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kendilerine vazife ile gelmiş olanları şehit ettiler. 2 halifenin tedbir ve gayretleri, büyük bir felaketi önledi. Aklı olan kimse, bu hadiselere tesadüf diyemez. Takdir-i ilâhî böyle imiş diyerek, hizmetleri inkara kalkışmak da, Emr-i mâ’rûfü ve Nehy-i münkeri inkâr etmek olur. Hazret-i Ali’nin üstünlüğünü inkâr etmeye de yol açar.

Sual: Hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” müslümanlarla harp etmesi, hakkı savunmak idi. Batılı yok etmek için idi. Bunun için, bu harbleri de cihat sayılmaz mı?

Cevap: Hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” hak için, iyilik için uğraştığı ortadadır. Bunun için ona bir leke sürülemez. Fakat, bu savaşları Resûlullahın emri ile yaptı demek doğru değildir. Çünkü, onun fitneleri bastırması takdir edilmiş olsaydı, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ona emrederdi. O da, bu hayırlı işe sebep olurdu.

Bilindiği gibi, Şâm’ın ve Irak’ın feth olunacağını haber vermişti. Bunun için, 2 halifenin bu çalışmaları meyveli oldu. Bu fesadlar ise, kaldırılamadı. Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” söndürmek için aldığı tedbirler, fitneyi daha da körükledi. Allahü teâlâdan Resûlüne vaat edilmiş olmadığı anlaşılmaktadır. Hazret-i Ali’nin haricilerle harp etmesi, öyle değildir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bu muharebesini bildirmiş ve zafer kazanacağını müjdelemişti.

Şeyhayn zamanında “radıyallahü teâlâ anhüma” fıkıh bilgilerine uymakta ve ihsan ve tarîkat denilen mârifetleri almakta müslümanlar birlik halinde idi. Kusuru olanları halife cezalandırırdı. Halbuki kendileri gibi, onların çoğu da, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmuşlardı. Sad ibni Ebû Vakkas “radıyallahü teâlâ anh” evinin kapısını acemler gibi yaptırınca, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” yıktırdı. Hâlid bin Velid gibi ünlü bir kumandanı azl etti. Mısır valisi Amr ibni As’ı payladı. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” zamanında, halifeyi kabul etmekte bile ayrılıklar oldu. Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” katillerine kısas yapmaktaki ve halifelik için hazret-i Muaviye’nin “radıyallahü teâlâ anh” hakem talebini kabul etmesindeki fikirlerini müslümanların çoğuna kabul ettiremedi. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” sohbetinde bulunanlar, Sahabi olmasalar bile İslamiyete uyar, kalplerini temizlerlerdi. Hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” yanında bulunanların çoğu ise, asker idi. Kalpleri bozuktu. Kendisini bile sevmeyenler vardı. Halife minberde bunlardan şikayet ederdi. Hazret-i Hasana “radıyallahü teâlâ anh” cefa edenler ve hazret-i Hüseyin’i “radıyallahü teâlâ anh” vahşice şehit edenler, hep Kufe ahalisinden oldu. Halifeyi sevenlerin çoğu da, bu sevgide taşkınlık yaptı. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, bunlardan da şikayet ederdi.

Sual: Hazret-i Ali’nin rûhâniyeti çoktu. Melek gibi idi. Onun için insanlarla anlaşamadı. Şeyhayn ise, herkes gibi insandı. Benzerleri ile kolay anlaştılar. Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” akrabaları bile inanmadı. Bu kusur, Resûlullaha değil, inanmayanlara ait oldu?

Cevap: Ehl-i sünnet âlimlerine göre “rahime-hümullahü teâlâ” hazret-i Ali “radıyallâhu anh” için hiçbir kusur söylemek câiz değildir. Biz bu kitapta, Ehl-i sünnete uyarak, kusur değil, üstünlük farklarını belirtmek istiyoruz. Allahü teâlâ, Habîbine “sallallâhü aleyhi ve sellem” münâfıklarla müdarat etmesini, câhillere ince meseleleri anlatmamasını, herkesin haline uygun davranmasını emretti. Böylece, onları terbiye etmek, feyiz vermek kolay oldu. Allahü teâlâ, zaten bunun için, Peygamberleri “aleyhimüsselâm” insan olarak gönderdi. Melek olarak göndermedi. Halifeler içinde de böyle olan, elbet daha üstün olur. İslamiyeti yayması ve insanları terbiye etmesi başarılı olur. Her ne şekilde olursa olsun, böyle yapmaya mâni olan şeyler, hatta şiddet, vera, edebiyat, halktan uzaklaşmak gibi kıymetli şeyler bile halifenin derecesini azaltır. Hayır ve Hasenât yapanların kazandığı sevaplar, bunların üstadlarına da ve sebep olanlara da verilir. Bu bakımdan da Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma”, Aliden “radıyallahü teâlâ anh” üstün olması lazım gelmektedir.

Hicretten evvel kâfirler Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ve müslümanlara akla gelmedik eziyet ve işkence yaptılar. Hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” onlara karşı çıktı. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” o zaman çocuktu. Hicretten sonra hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” düşmanla dövüşmekte, Şeyhayn da “radıyallahü teâlâ anhüma” Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ile meşveret etmekte daha ileri oldular. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” vefâtından sonra, Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” zamanında, İslamiyetin yayılması, memleketlerin alınması, o kadar çok ve o kadar çabuk oldu ki hiçbir zaman ve hiçbir yerde böyle tesirli ve devamlı başarı görülmemiştir. Ali “radıyallahü teâlâ anh” zamanında ise, hiçbir şehir alınmadı. Hatta cihat tamamen durdu.

Hazret-i Aliden “radıyallahü teâlâ anh” hadis rivayet edenlerin çoğu, öteden beriden toplanan askerlerdi. Kimlikleri belli değildi. Onların bildirdikleri sağlam değildir. Medine’deki ve Şam’daki âlimlerden, hazret-i Ali’den “radıyallahü teâlâ anh” hadis bildiren pek azdır.

Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden sonra İslamın temel bilgisi (Fıkıh) dır. Fıkıhtan ana bilgiler, hazret-i Ömer’in “radıyallahü teâlâ anh” söz birliği yaparak ortaya koyduklarıdır. Müslümanların çoğu Hanefi, Maliki ve Şâfiîdir. Mâlikî mezhebinin kaynağı (Muvatta) kitabıdır. Muvatta kitabında, hazret-i Ali’den “radıyallahü teâlâ anh” gelme ancak birkaç mesele bulunmaktadır. Hanefi mezhebinin kaynağı olan İmâm-ı Ebû Hanîfe’nin “rahime-hullahü teâlâ” Müsnedi ve İmâm-ı Muhammed’in “rahime-hullahü teâlâ” eserleri de böyledir. İmâm-ı Şâfiî’nin “rahime-hullahü teâlâ” Müsnedinde ise, onlardakilerden daha az vardır. Fıkıhtan sonra (Siyer) bilgileri gelir. Burada da, hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, öteki Sahabiler gibidir. Tasavvufa gelince, (Sülûk) ve kalbi temizleme olan bu ilmde, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” sözleri, mesela Abdullah bin Mesud’un veya Abdullah bin Ömer’in “radıyallahü teâlâ anh” sözlerinden daha çok değildir.

Sual: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, Kurân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri herkesten iyi biliyordu. Ondan işitenlerin çürük olmaları, Mezhep imamlarına doğru olarak iletememeleri, bu yüce imama kusur olur mu?

Cevap: Onların kusurları, İmam hazretlerinin yüksekliğini elbet sarsamaz. Onun halife olmak hakkını elbet gidermez. Fakat, halifenin hakim, gâlip olması lâzımdır. Halife olmaya hakkı olanlar arasından, Allahü teâlâ, bilinmeyen sebeplerle, birini bu makâma seçince, onun için elbet, ayrı bir üstünlük olur. Kendinde olan üstünlüğe, bir de iş yapmakla olan üstünlük eklenir. Hizmeti çok olanın, üstünlüğü artar. Allahü teâlâ, bu üstünlüğü, kendinde üstünlük olana ve ayrıca çalışana verir.

Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” kalp temizliği, yani tasavvuf bakımından üstünlüğü, 2 yoldan anlatılabilir: Hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” zühtü, Velilerin “rahime-hümullahü teâlâ” zühdü gibi idi. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” zühtleri ise, Peygamberimizin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” zühtü gibi idi. Veraları da böyle idi. Tarihler söz birliği ile bildiriyor ki hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” zühtü, hilafetinin düzenini bozdu. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” zühtleri ise, hilafetlerini düzene koydu. 2. yoldan deriz ki züht, nefsin istediğini yapmamaktır. İslamiyetin izin verdiği şey olsa da, yapmamaktır. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, halife olmak için çok kan dökülmesine sebep oldu. Bu işinde elbet haklı idi ve İslamiyetin izin verdiği işi yaptı. Fakat Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” zühtlerinden dolayı, halifeliği istemediklerini söylediler. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma”, ilim sahiplerine ve hilafete hakkı olanlara hep tevadu gösterdi. Züht, az şeyle geçinmek ise, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” bu bakımdan da Şeyhayndan “radıyallahü teâlâ anhüma” ileri olduğu söylenemez. İmâm-ı Ahmed’in “rahime-hullahü teâlâ” kitabında, Muhammed bin Kab-ı Kurazi diyor ki hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” (Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” zamanında açlıktan karnıma taş bağladığım oldu. Şimdi ise, malımın zekatı 4.000 altın oluyor) dedi.

Hiç şüphe yok ki hazret-i Ali “radıyallâhu anh” kâmil ve mükemmil idi. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Kimse rızkını bitirmeden ölmez. Fakat, rızkınızı iyi yerlerde arayınız!” buyurdu.

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler