Evliyâ-i kirâmın büyüklerinden olan Seyyid Taha “kuddise sirruh” bin Ahmed bin Sâlih bin İbrahim, Abdülkâdir-i Geylânî evladındandır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin ekmel talebesi, rabbânî ilimlerinin hazinesi idi. Zürriyeti, Ubeydullah ve Alaüddin isminde iki oğlundan devam etmiştir. Alaüddin efendi, Şemdinan’ın Hizine köyündedir. Torunu Muhammed Sıddîk efendi, Seyyid Mustafa Arvâsî efendinin vefâtından sonra, onun zevcesi Meryem hanımı almış, bundan Taha efendi olmuştur. Bu Seyyid Taha’nın oğullarından Muhammed Sıddîk efendi, Irak hükümetinde, Musul meb’usu iken Bağdat’ta vefât etti. Diğer iki oğulları Muhammed Sâlih Daru ve Mazhar efendiler, Osmanlı devleti parçalandığı zaman, emlakı ile Irak’ta kalmış iken, 1400 [m. 1980] senesinde Türkiye’ye yerleştiler.
13. asrın kutbu olan Mevlânâ Hâlid, 1224 [m. 1809] da Bağdat’tan ayrılıp, bir senede Hindistan’a giderek, Gulâm-ı Ali Abdullah-i Dehlevî’nin huzuru ile şereflenip, lâyık oldukları fadl ve kemâlatı aldıktan sonra, Allahü teâlânın kullarına ilim sunmak için 1226’da vatanına avdet buyurdu. Her taraf, Mevlânâ’nın kalbinden saçılan envar ile aydınlandığı gibi, ilim öğrenmekte iken arkadaşı olan Seyyid Abdullah da, 1229’da Süleymaniye’ye Mevlânâ’yı ziyarete gitti. Sohbetinde kemâle gelip, halife-i ekmeli oldu. Mevlânâ’ya, birâderi oğlu Seyyid Taha’nın harikulâde ve yüksek istidadını söyledi. Mevlânâ, ikinci defa gelirken, beraber getirmesini emir buyurdu. İkinci defa ziyaretlerinde, Seyyid Taha’yı da götürdü. Mevlânâ, Bağdat’ta, Seyyid Taha’yı görür görmez hemen Abdülkâdir-i Geylânî’nin kabir-i şerifine gidip, istihâre etmesini emretti. Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, kendi yolu büyük ise de, şimdi ehli bulunmadığını, Mevlânâ’nın ise, zamanının ekmeli olduğunu bildirdi ve hemen ona gitmesini emir buyurdu. Bu mânevî emir ve izin üzerine, Seyyid Taha, Mevlânâ Hâlid’in yanında iki sülûk, yani 80 gün çalışarak mübarek kalbinden fışkıran, feyizlere, mârifetlere kavuşup, kemâle geldikten sonra (Berdesur) kasabasına geldi. Seyyid Abdullah vefât edince, Seyyid Taha, (Nehri) kasabasına gelip 40 sene talebe yetiştirdi.
Âşıklar, her taraftan, pervane gibi, ışık kaynağının etrafına toplanıyordu. Nehri’deki babadan kalma küçük evinde ibâdetlerini yapar. Diğer zamanlarında, mescitte akli ve nakli ilimleri öğretmeye ve İslâmın güzel ahlakını yaymaya çalışırdı. Ağalarla, beğlerle ve siyaset adamları ile görüşmez, huzurunda siyasetten ve dünya işlerinden konuşulmazdı. Her gün (Mektûbât) kitabını okur. Bu kitaptaki (herkese iyilik etmek, yapılan kötülüklere sabredip, karşılık yapmamak, hatta iyilikle karşılamak, büyüklere, hükümete hürmet ve yardım etmek) gibi nasihatları gönüllere aşılardı. Binikiyüz seneden beri gelip geçmiş hocalarının hepsi de, bu güzel İslam ahlakını bildirmişlerdir. İçlerinden hiçbirisinin hükümete isyan ettiği işitilmemiş, tarihlerde böyle çirkin bir hadiseleri görülmemiştir. Bu ilim ve güzel ahlak kaynaklarından uzak kalan dere beğlerinin, dünyaya, şöhrete düşkün kimselerin, hükümetlere karşı isyanlarını ve ölümlerinden sonra başkalarının cahilce, taşkınca, ahmakça davranışlarını, bazı muhalifleri ve hasedcileri, bu mübarek zatlara da bulaştırmak istemişler, hatta bir kısmını zındanlara düşürmüşler ise de, kanunlar ve adalet karşısında, hepsinin mâ’sûm, günahsız oldukları anlaşılıp, serbest bırakılmışlar, kendilerinden afv ve özür dilenerek, büyük ikramlar, mükafatlar yapılarak, mübarek kalpleri ve teveccühleri kazanılmaya çalışılmıştır. Tarih ve menakıb kitaplarında çok görülen böyle iftirâ okları, Seyyid Taha hazretlerine de saplanmak istenmiş, hayâlî, çirkin iftirâlar uydurarak, bu ilim, ahlak güneşini de lekelemeye çalışan, zavallı bedbahtlar zuhûr etmiştir. Fakat, güneş balçıkla sıvanamayacağı için, bu fazilet güneşini gören, anlayan uyanık ve bahtiyar kimseler, böyle iftirâlara aldanmayıp, kendisine âşık ve hayran olmakta, mübarek kalbinden saçılan nurlarla aydınlanarak, rahata, huzura ve sonsuz saadete kavuşmakta, vatana ve millete faydalı birer cevher olmaktadırlar.
Seyyid Abdülhakîm efendinin babasının dedesi olan Seyyid Muhammed, o zaman Van’dan gelip, bu kaynaktan feyiz almıştı. Seyyid Taha, Van’ı teşrif edince, Seyyid Muhammed’in evinde misafir olurdu. Seyyid Muhammedin birâderi Lutfi’nin oğlu Sıbgatullah efendi de, Hizan’dan Van’a gelince, Seyyid Taha’ya intisab etti. Hizan’a babasının yanına gidip, meşhur oldu. Yüzlerce talebesi ile her yıl Nehri’ye ziyarete giderdi. Bir yıl, amcası Mollâ Abdülhamid efendinin mahdumu, Seyyid Fehim’i, pek genç yaşında iken beraber götürdü. Seyyid Fehim, bir gece, misafir kaldıkları ev sâhibine, Hakkari valisinin nasıl olduğunu sorar. O da, gece gündüz sarhoş olduğunu söyleyince, valisi sarhoş olan bir memlekette nasıl durabileceklerini sabaha kadar düşünür. Ertesi gün Resûlan köyüne gelirler. Sıbgatullah efendi, buradakilere valinin nasıl olduğunu sorar. İyi adam olduğunu söylerler. Seyyid Fehim, hemen “Amcam oğlu! O, sarhoştur. Nasıl iyi denilir?” der.
Nehri’ye gitmek için Başkale’den ayrılırken, Seyyid Muhammed efendi, Seyyid Fehim’i bir kenara çekerek, “Yavrum Fehim! Huzuruna çıkacağın Seyyid Taha, çok büyük zâttır. Velâyet derecelerinin en yükseğindedir. Feyiz almadıkça, kemâle ermedikçe, ondan sakın ayrılma!” der. Nehri’den ayrılırken, Seyyid Taha, câmi önünde ayakta duruyor. Herkes elini öptükten sonra, Sıbgatullah efendi, Seyyid Fehimin geride kaldığını görüyor. Seyyid Taha’dan bunun da geri dönmesi için izin istiyor. Seyyid Taha, izin vermiyor. O burada kalsın diyor. Yolcular ayrılınca, hemen orada, ayakta iken, Seyyid Fehime vazife verip, talim buyuruyor. Sıcak bir günde, anlattıklarını tekrar ettiriyor. Hepsini, olduğu gibi söyleyip, yalnız (hatt-ı tulani) yerine (hatt-ı tuli) diyor. Seyyid Taha, hemen düzeltmiştir. O zaman, Seyyid Fehim pek genç idi. Medrese derslerini, henüz bitirmemişti. Seyyid Taha, bir gün, câmi duvarına dayanarak otururken, Seyyid Fehim gelir. Mübarek eli ile işaret ederek, yanına çağırır. Yanına gelir. “Sen zeki bir talebesin. Mutavvel’i okumalısın!” der. Efendim kitabım yok. Hem de, memleketimizde okunan bir kitap değildir, diyor. Seyyid Taha, kendi kitabını veriyor. Seyyid Fehim tahsilini bitirmek için, Muşun Bulanık kazası, Abiri köyünde, Mollâ Resûl-i Sübki’nin yanına gidiyor. Mutavvel’i bunun huzurunda okuyup, bitiriyor. Velâyet derecelerinde yükselmek için de her yıl 2 kere Nehri’ye yani Şemdinan’a geliyor. Her gelişinde, Seyyid Taha’dan çeşitli iltifatlarla şerefleniyor. Mesela, bir gün câmi sofasında (Mektûbât) okuyordu. Çok kalabalıktı. Seyyid Fehim uzakta, ayakta dinliyordu. Seyyid Taha, kitaptan başını kaldırarak, (Mollâ Fehim! Acaba şimdi, hiç üstad yok mu) diyor. Seyyid Fehim, cevap vererek “Şimdi bulunan üstad gibi, hiç gelmemiştir” diyor. Seyyid Taha, hemen Mektûbâtı kapayıp, odasına gidiyor.
Seyyid Fehim, kemâl ve tekmile erip mutlak izin verilince, bu işi görmeye lâyık olmadığını bildiriyor. Seyyid Taha, ısrarla kabul ettirmiştir. Memleketi olan Arvas’a teşrif etmesini emir buyurmuştur. Seyyid Fehim Nehri’deki dağın tepesine çıkarak giderken, tekrar çağırıyor. Kitapların içindeki mektuplarını kendisine göstererek, (Bu ihlas ve sevgi, sizin değil midir? Niçin bu işten kaçınıyorsun?) buyuruyor. İcazet ile şereflendikten sonra da, eskisi gibi, her yıl Nehri’ye giderdi.
Seyyid Taha “kuddise sirruh”, 1269 [m. 1853] da Nehri kasabasında vefât etti. Bir gün ikindiden önce, ağaçlar arasında otururken, kendilerine iki mektup veriliyor. Damadı Abdül-ehad efendiye okutuyor. “Artık bizim dünyadan gitmek zamanımız geldi” buyuruyor. Damadı, “Aman efendim! Şamdan gelen bu iki mektup ne olacak?” diyor. O gün Hatm okunduktan sonra, odasına gidiyor. 12 gün hasta yatıp, ikindi vakti, mübarek ruhu Refik-i alaya yükseliyor. Ağlamak seslerini duyan binlerce âşık, şaşırıp kalıyorlar. Hasta iken (Berdesur) köyünde bulunan kardeşi Sâlih’i istetiyor. Hatim ve teveccühleri yapmasını, birâder-i ekmeli, Seyyid Sâlih’e emir buyuruyor. “Kardeşim Sâlih, kamildir. Herkesin başı, onun eteği altındadır” buyuruyor. Seyyid Fehim, Seyyid Sâlih’i, üstad-ı sohbet yaptı. Sâlih’ten sonra da, bu adetini bozmadı. Vefâtı olan 1313 senesine kadar, her yıl iki kere, Nehri’ye giderek Seyyid Sâlih’in kabrini ziyaret ederdi.
Seyyid Taha-i Hakkari’nin “kuddise sirruh” talebesi arasında, Seyyid Muhammed Sâlih’ten sonra tasarrufu en kuvvetlisi, Seyyid Sıbgatullah Arvâsî idi. Bundan sonra, Küfrevi Muhammed idi. Seyyid Sıbgatullah, talebesi arasında (Gavs-ül Âzam) ve (Gavs-i Hizani) isimleri ile meşhur oldu. [1287] de vefât etti. Bunun talebesi arasında Abdurrahmân Tahi Nurşini de, (Üstad-ı Âzam) ve (Seyda) isimleri ile meşhurdur. Bunun da 19 talebesi: Fethullah Verkanisi ve Abdullah Nurşini ve Mollâ Reşid Nurşini ve allame Mollâ Halîl Siridi’nin torunu Abdülkahhar ve Abdülkâdir Hizani ve Seyyid İbrahim Esirdi ve Abdülhakîm Fersafi ve İbrahim Ninki ve Tâhir Aberi ve Abdülhadi ve Abdullah Hurusi ve İbrahim Cukruşi ve Halîl Cukruşi ve Ahmed Taşkesani ve Muhammed Sami Erzincani ve Mustafa ve Süleyman ve Yusuf Bitlisi’dir. Abdurrahmân Tahi, [1304] de vefât etti. Bunun kelimatını İbrahim Cukruşi toplayarak (İşarat) ismini vermiştir. Çok muteberdir. Fethullah-ı Verkanisi 1317 de vefât etti. Talebesinden Muhammed Ziyaüddin Nurşini, Abdurrahmân-ı Tahi’nin oğlu olup 1342 [m. 1924] de Bitlis’te vefât etti. (Mektûbât) ında 114 mektup vardır. 13 talebesinden birincisi Muhammed Alaüddin-i Uhini olup Mektûbâtını toplamıştır. İkincisi, Ahmed Haznevi’dir. Muhammed Mâ’sûm-i sani ve Seyyid Muhammed Şerif Arabkendi ve Adı-yamanlı Abdülhakîm efendi, bunun talebesidirler. Bu sonuncusu 1399 [m. 1978] de vefât etti. Muhammed Raşid efendi bunun oğludur.