ANA-BABA HAKKI VE BUNU GÖZETMENİN SÜNNET VE EDEBLERİ
Allahü teâlâ katında mukarreb amellerin en üstünlerinden biri de, ana-babaya iyilik ve ihsân etmektir. Yemenli birisi, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cihâda gitmek istedi. Resûlullah: «Anan baban sana izin verdi mi?» buyurdu. Hayır dedi. «O halde, ananın-babanın yanına dön ve onlardan izin al. Sana izin verirlerse, bizimle cihâda gel; vermezlerse, yanlarında kal ve elinden geldiği kadar onlara iyilik et. Çünki bu, tevhidden (îmandan) sonra, Allahü teâlâ’ya kavuşulacak şeylerin en üstünüdür» buyurdu. Yine buyurdu: «Ana-babaya iyilik, itâat, namazdan, orucdan, hacdan, umreden ve Allah yolunda cihâddan efdaldir.» İmam Gazâlî (rahimehullah), yanî bu ibâdetlerin nâfilelerinden efdaldir buyuruyor.
Allahü teâlâ, anaya babaya itâat ve iyiliğin öneminin büyüklüğünü belirtmek için, bunu, kendine ibâdete yakın tuttu ve Kitâbında tekrar tekrar bunu tavsiye ve emir buyurdu. İsrâ sûresi 23. âyetinde: «Rabbin, kesin olarak şunları emretti: Yalnız kendisine ibâdet edin ve ana-babanıza güzellikle muamelede bulunun», ve Lokman sûresi 14. âyetinde: «Hem bana, hem de ana-babana şükret; dönüş ve geliş ancak Banadır» buyuruyor.
Süfyân bin Uyeyne buyurdu ki: «5 vakit namazı kılan, Allahü teâlâ’ya şükretmiş olur. 5 vakit namazdan hemen sonra anasına – babasına duâ eden, ana ve babasına şükretmiş olur.» Bunu Meâlimü’t-tenzîl yazıyor.
Haberde geldi ki: «Çocuğa önce namazdan sorulur, sonra ana-baba hakkından. Kadına önce namazdan sorulur, sonra koca hakkından. Köleye önce namazdan sorulur, sonra efendisi hakkından.» (Hâlisa)’da da böyle diyor. Hadîs-i şerîfde: «Babalarınıza iyilik ve itâat ediniz, çocuklarınız da size iyilik ve itâat etsinler» buyuruldu.
Rivâyet olunur ki, Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma: «Ana-babasına güzel muamele edip, bana isyân edeni iyilerden yazarım. Bana itâat edip, ana-babasına isyân edeni âsilerden yazarım» buyurdu. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ana-babasına âsî olan, ne yaparsa yapsın Cennete giremez. Ana-babasına iyilik eden, ne yaparsa yapsın, Cehenneme girmez» buyurdu. Menba’da bildiriliyor.
Yine buyurdu: «Cennetin kokusu, 500 yıllık mesafeden duyulur. Bu kokuyu ana-babasına âsî ile sıla-i rahmi (akrabayı ziyareti) kesen duymaz.» Bu İhyâ’da bildiriliyor.
Ana hakkı, baba hakkının 2 katıdır. O halde anaya itaat, iyilik ve güzel muamele, evveliyyetle lâzım ve vâcib ve farzdır. Cünki Allahü teâlâ, anaya güzel muamele etmeği, Kitâbında açıkça tavsiye ve emr etmektedir. İsâ aleyhisselâmdan hikâye ederek, Meryem sûresi 30, 31 ve 32. âyetlerinde: «Allahü teâlâ’nın bir mu’cizesi olarak İsâ aleyhisselâm dedi ki: Ben gerçekten Allah’ın kuluyum; bana kitâb verdi ve beni bir peygamber yaptı. Beni, her nerede olsam mübârek (hayır öğreten) kıldı ve hayatta bulunduğum müddet, bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme ihsân edici kıldı ve beni azgın bir zorba yapmadı» ve Lokman sûresi 14. âyetinde: «Biz insana, ana-babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Anası, onu karnında meşakkat üstüne meşakkatla taşımıştır» buyuruyor ve bu 2 âyet-i kerîmede, sâdece anneden bahsediyor.
Ravdatü’l-ulemâ’da şöyle yazıyor: Anaya iyilik, babaya iyilikten niçin daha önemli, büyük ve gereklidir? denirse, CEVABında deriz ki: Annenin şefkati, babanınkinden çoktur.
Bir hadîs-i şerîfde: «Cennet, anaların ayakları altındadır» buyuruldu. Mesâbîh’de diyor ki: Behz bin Hakem babasından, o da dedesinden anlatır: Yâ Resûlâllah, en önce kime iyilik edeyim? dedim. «Annene» buyurdu. Sonra kime? dedim. Yine: «Annene!» buyurdu. Üçüncü defa yine sordum, yine: «Annene» buyurdu. Sonra kime dedim. «Babana ve sonra sırasıyla akrabalarına» buyurdu. Yine buyurdu: «Anaya iyilik, babaya iyiliğin iki katıdır.» Bu, İhyâ’da bildiriliyor.
Adamın biri, yâ Resûlâllah, annem yanımda yaşlandı ve yaşlılıktan ötürü aklını yitirdi. Onu elimle yediriyor, elimle içiriyorum. Her işini ben görüyorum. Sırtımda taşıyorum. Acaba hakkını ödemiş oldum mu? diye suâl etti. «Hayır, hakkının yüzde birini bile edâ etmemişsin» buyurdu. Acaba neden? yâ Resûlâllah dedi. «Çünki o sana, elinden hiçbir şey gelmediği zamanda, yaşamanı istiyerek hizmet etti. Sen ise ona, ölümünü istiyerek hizmet ediyorsun. Ama yine de ona çok iyilik yapmışsın» buyurdu. Bu, Mişkât’ta yazılıdır.
Mûsâ aleyhisselâm, yâ Rabbî, bana Cennetteki arkadaşımı göster! dedi. Allahü teâlâ: «Filân şehrin, filân çarşısına git. Orada bir kasab vardır. Yüzü şöyle, boyu şöyledir. Senin Cennetteki arkadaşın odur» buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm o dükkâna gitti. Güneş batıncıya kadar orada kaldı. Akşam olunca, kasab, bir parça et alıp, zenbiline koydu. Dükkândan ayrılırken, Mûsâ aleyhisselâm, ey genç, müsâfir için, yanında yer var mı? buyurdu. Genç evet deyip, beraber gittiler. Eve gelince genç, bu etten güzel bir çorba pişirdi. Sonra evin bir köşesinden bir zenbil daha çıkardı. İçinde çok yaşlı, zaif, güçsüz bir kadın vardı. Bir güvercin yavrusunu andırıyordu. Onu zenbilden çıkardı. Bir kaşık alıp, doyuncıya kadar ağzına yemek koydu. Sonra elbisesini yıkadı, kuruttu ve yine ona giydirdi. Sonra tekrar zenbile yerleştirdi. Bu esnada annesinin dudakları kımıldadı. Sonra adam zenbili alıp duvara astı. Bunları gören Mûsâ aleyhisselâm: Bu yaptıkların nedir? buyurdu. «Bu benim annemdir. Çok yaşlandı. Gücü tâkati yok. Oturacak halde de değildir. Çarşıdan gelince, onu yedirmeden, doyurmadan, ne yerim, ne de içerim» dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm, o esnâda annenizin dudaklarının kımıldattığını gördüm buyurdu. «Yâ Rabbi, oğlumu Cennette Mûsâ aleyhisselâma arkadaş eyle» diye düâ eder dedi. O zaman Mûsâ aleyhisselâm: «Gözün aydın olsun, Mûsâ benim ve benim Cennetteki arkadaşım sensin» buyurdu. Menba’da da böyle diyor.
Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) gazâya gitmek hususunda istişâre için bir adam geldi. «Annen var mı?» buyurdu. Evet dedi. «Onun yanında dur, ona hizmet et. Çünki Cennet, onun iki ayağı altındadır» buyurdu. Bu, İhyâ’da yazılıdır. Bu konuda şu fârisî dörtlük ne güzel söylenmiştir :
İçinde köşkümüz bulunan Cennet,
Annelerin ayağı altındadır,
Yâ Rabbi, bize ol şeyi ihsân et,
Annenin râzı olması ondadır.
Ana-babanın haklarından biri, onlara karşı alçak gönüllü olmak, yaşadıkları müddetçe onlara hizmet etmek ve bununla onların rızâlarını kazanmaktır. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ): «Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert kaba efendisine karşı bulunduğu hal içerisinde ol!» buyurdu.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Burnu yere sürtmüştür, burnu yere sürtmüştür» buyurdu. Kimin? yâ Resûlâllah, dediler. «Ana ve babasından birinin veyâ ikisinin, yanında ihtiyarladığı halde, Cennete girmiyenin» buyurdu. Yanî onlara iyilik ve ihsân etmeyip, Cennete girmiyenin demektir. Bu, Mesâbîh’de yazılıdır.
Ana – babaya karşı, az da olsa, hoşlanmadıkları şekil ve ifâdede bulunmaz. Denildi ki: Ana-baba hakkını birlikte gözetmek mümkün olmazsa, birinin hakkına riâyette diğerine eziyet varsa, hürmet, saygı gereken yerde babanın hakkını gözetir. Çünki nesebi ondandır. Hizmet ve ihsân gereken yerde annesinin hakkını gözetir, onu tercîh eder. Annesi ve babası birlikte, bulunduğu odaya girerlerse, babası için ayağa kalkar. Birşey isterlerse, istediklerini verirken önce annesinden başlar. Menba’ü’l-âdâb’da da böyle yazıyor.
Konuşurken, onların sesinden yüksek sesle konuşmaz; bağırarak hitâb etmez. Alçak, yavaş ve tatlı sesle konuşur. Dinde mubah olan hususlarda, kâfir de olsalar, onlara itâat eder. İmam Gazâlî (rahimehullah) buyurur: Âlimlerin çoğuna göre, anaya – babaya itâat, şübheli olan şeylerde vâcib olup, haram olduğu kesin olan şeylerde vâcib değildir. Çünki şübheliyi terk etmek vera’dır. Ana-babanın rızâsı vâcib ve lâzımdır. Çünki Allahü teâlâ’nın rızâsı, ana-babanın rızâsındadır. Gadabı da onların kızmasındadır.
Anne ve babasını beğenmiyerek ben onların oğlu, kızı değilim demez. Çünki böyle diyen mel’undur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Benim annem-babam onlar değildir diyene, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâ’neti olsun. Allahü teâlâ böyle diyenin farz ve nâfilelerini kabûl etmez» buyurdu.
Kendi malından, parasından onlara infâk ve sarf eder. Çünki ana-babasına harcadığından, verdiğinden kendisine suâl olunmaz. Hazret-i Hüseyn’in oğlu Alî (radıyallahü anhümâ), edeblerini gözetemem endişesiyle, ana-babasıyla yemek yemezdi.
Ana ve babanın da, kötü muamele ve cefâ ederek, çocuğunun kendilerine itâatsız olmamasına çalışmaları, kendilerine itâat ve iyilik etmesi için, ona yardım etmeleri, yol göstermeleri lâzımdır. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Çocuğuna itaatli, ana-babasına iyilik etmesi için yardım eden babaya Allahü teâlâ merhamet etsin» buyurdu. Yanî kötü davranarak, çocuğunu isyâna zorlamamalıdır. Bunu İmam Gazâlî (rahimehullah) bildirmektedir.
Ma’rifet sâhiblerinden biri anlatır: «Bir oğlum vardır. Belki bana itâat etmez ve bu yüzden azâba müstehak olur korkusuyla, 30 senedir ona bir şey emretmedim.»
Çocuk, ana-babasına şefkat, merhamet ve sevgi ile bakar. Ona, böyle her bakışı için, kabûl edilmiş bir hac sevabı verilir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Babasına ve annesine merhamet nazarı ile bakan evlâda, hac ve umre sevabı yazılır» buyurdu. Günde bin defa bakarsa da böyle midir? denildikte:, «Günde yüzbin defa baksa da» buyurdu. Hâlisa’da da böyle yazıyor.
Harbe, hacca, ilim öğrenmeğe ve para kazanmağa gitmek için ana-babasını bırakmaz. Hazâne kitâbında diyor ki: Anasından – babasından izinsiz ilim öğrenmeğe giderse, bunda mahzur yoktur ve onlara karşı itâatsiz sayılmaz. Çünki onların yanında, hizmetinde bulunmak, evlâd için, bunların hepsinden efdaldir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Annesinin ayağını öpen. Cennetin eşiğini öpmüş gibi olur» buyurdu. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) annesi vefât edinciye kadar, hacca gitmediği bildirilmiştir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) sabah olunca, annesinin odasının kapısına varıp: «Esselâmü aleyki ve rahmetullahi ve berekâtühü ey annem! Ben küçükken beni yetiştirip terbiye ettiğin gibi, Allahü teâlâ sana hayırlı karşılıklar versin» derdi. Annesi de: «Sen de bana, yaşlandığım zaman itaat ve iyilik ettin. Bunun için sana da, Allahü teâlâ, benim tarafımdan hayırlı karşılıklar versin» cevabını verirdi. Sonra Ebû Hüreyre (radiyallahü anh) çıkar, döndüğü zaman yine ayni şekilde söylerdi.
Menba’ü’l-âdâb’da yazıyor: Denildi ki, bilinmediği zaman helâkten emîn olunmıyan şeyleri öğrenmek farz-ı ayndır. Bunu terk etmende, şer’î hiçbir müsâade yoktur. Ana-baban, bunları öğrenmekten seni alıkoymağa uğraşsa da, bunları terk edemezsin. İster, Allahü teâlânın zâtını, sıfatlarını, Onun için vâcib, muhal ve câiz olanları, Muhammed aleyhisselâmın Onun kulu ve peygamberi ve her söz ve hareketinin doğru olduğunu öğrenmek gibi îtikad bilgilerini, ister abdest, gusül, namaz, oruç ve benzeri amelî bilgileri öğrenmek, ister niyyet, ihlâs, tevekkül, sabır, şükür ve benzeri kalb hallerini edinmek, ister yabancı kadınlara şehvetle bakmak, gıybet etmek gibi göz ve dil ile işlenen bütün günahları işlemek, içki içmek, zinâ etmek, haram ve fâiz yemek ve benzeri zâhirî günâhları işlemek, ister kıskançlık, kibir, riyâ, sû’-i zan ve benzeri kalbe âid günahlar olsun, hepsini öğrenmek farz-ı ayndır. Akıl ve bâliğ olan herkesin, anası babası izin vermese de, bunları öğrenmesi lâzımdır. Bunların dışında kalan bilgiler, nâfile cinsinden olup, ana-babanın izni olmadan, bunları öğrenmek için, evlâd evden ayrılıp gitmez. Aynı şekilde, namazda okuyacağı kadar sûreleri öğrenmek hâriç, Kur’ân-ı kerîm öğrenmek için de, ana-babasından izinsiz gitmez. Çünki Kur’ân-ı kerimi hatmetmek, nâfile ibâdettir.» Menba’ın yazısı burada bitti.
Ana-babasına karşı saygılı ve itâatli olur. Emirlerini dinler. Onlara karşı alçak gönüllü davranır. Alçak gönüllülük ifâdesi olarak, anasının ayağını öper.
Adamın biri, üstâd Ebû İshak’a gelip: «Dün gece, rü’yâmda seni gördüm. Sakalın, mücevherat ve yâkut ile süslenmiş, bezenmiş idi» dedi. Üstâd: «Doğru söyledin. Çünki dün gece ben, yatmadan önce, sakalımı annemin ayağının altına sürdüm. Böyle görmen bundan olsa gerek» cevabını verdi.
Hasan-ı Basrî (rahimehullah) buyurur: Anası-babası hayatta iken, kişinin evlenmemesi, akıllılığındandır. Çünki çoğu zaman kişi, hanımı yüzünden, ana-babasından birini gücendirir ve günâha girer.
Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) anlatır: Alkame, çok gayretli, pek sadakatli bir genç idi. Bir gün hastalandı. Hastalığı ağırlaştı. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), hazret-i Alî, Ammâr, Bilâl ve Selmân’a (radıyallahü anhüm): «Alkame’ye gidin, hâli nasıldır öğrenin» buyurdu. Yanına vardıklarında, Lâ ilâhe iliâllah söyle dediler. Dili dönmedi. Bu haberi, Resûlullah’a getirdiklerinde: «Anası – babası var mı?» buyurdu. İhtiyar bir annesi vardır dediler. Annesini çağırdılar. Resûlullah ona: «Doğru söyle, Alkame’nin hâli nasıldı?» buyurdu. Annesi, «oğlum namaz kılar, oruç tutar, kazancının çoğunu sadaka verirdi. Fakat ben ona kırgınım. Çünki bir çok işte, hanımını bana tercih ederdi» dedi. Bunun üzerine Resûlullah: «Annesinin kırgınlığı dilini bağladı» buyurdu. Resûlullah, Alkame’yi ateşte yakmak istedi ve hazırlık için Eshâbına emir verdi. Annesi buna râzı olmadı ve: «Gönlümün meyvesi, ömrümün mahsûlü oğlumu, benim gözümün önünde mi yakacaksınız?» dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ey Alkame’nin annesi! Allahü teâlâ’nın azâbı, dünyada ateşte yanmaktan şiddetli olduğu gibi devamlıdır da! Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâ’ya yemîn ederim ki, ona kızgınlığın, kırgınlığın devam ettikçe, namaz ve sadakalarının ona fâidesi olmaz» buyurdu. Annesi, bunu işitince, ellerini kaldırdı ve: «Allah şâhiddir ki, Alkame’den râzıyım» dedi. Resûlullah: «Ey Bilâl, git bak! Dili dönüyor mu? Belki annesi, utanarak kalbinde olmıyanı söyledi» buyurdu. Bilâl-i Habeşî (radıyallahü anh) Alkame’nin yanına gitti ve onu, Lâ ilâhe iliâllah söyler halde buldu. Bu haberi Resûlullah’a getirince, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ey Muhâcir ve Ensâr topluluğu! Hanımını, anasından üstün tutana Allah’ın lâ’neti olsun. Allahü teâlâ onun farz ve nâfile ibâdetlerini kabûl etmez» buyurdu. Mişkâtü’l-envâr’da da böyle diyor.
Ana-babasına, bizzât kendisi, eli ile hizmet eder, hizmetlerini başkasına bırakmaz.
Babanın haklarından biri de, oğlu daha bilgili ve âlim olsa da, ona hürmet ve ta’zîmi gözetip, namazda babasına imam olmaz. Anası-babası müşrik, kâfir olsalar da, hizmetten geri kalmaz, kurtulmuş olmaz. Vehb bin Münebbih anlatır: Yûsuf aleyhisselâm, babasıyla karşılaştığı zaman, oturur halde idi. Bir gurub atlılar seçti. Ya’kub aleyhisselâm, bu gelen Yûsuf’dur? buyurdu. Yûsuf arkamızdadır dediler. Bir gurub atlı daha geçti. Onlardan da Yûsuf aleyhisselâmı sordu. Arkamızdadır dediler. Böyle 70 gurub atlı geçti. Sonra Yûsuf aleyhisselâm geldi. Babası onu karşıladı; halbuki Yûsuf aleyhisselâm o anda hayvanın üzerinde idi. Maksadı, babasını önemsememek veya küçümsemek değil, kendi şânını ona arz etmek olduğu halde, Allahü teâlâ ona vahy edip: «Babanın hakkını ödemek için, niçin hayvandan yere inmedin! Eğer yere inseydin, senin sulbünden 70 Resûl gönderirdim. Sen babana hürmet için, hayvanın üstünden inmediğin için, bu ni’meti sana vermedim ve peygamberlik neslini kardeşlerine havâle ettim» buyurdu. Ravdatü’l-ulemâ’da da böyle yazıyor.
Anaya-babaya, dünyâda, Allahü teâlâ’nın emrettiği şekilde muamele eder. Yanî onlara iyilik, itâat ve ihsân eder. Sıla-i rahmi kesmez. Hep güzel davranır. İmam Muhyissünne de Meâlimü’t-tenzîrde böyle yazıyor. İmam Ebülleys (rahimehullah) âyet-i kerîmedeki ma’rûf kelâmını, ihsân ile tefsîr eyledi. Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunur: «Anaya-babaya iyi muâmele, aç iseler onları yedirmek, elbiseleri yoksa giydirmektir» buyurdu.
Ana-baba hakkını, öldükleri zaman ve sonra da gözetir. Onları dînimizin emrine uygun techîz, tekfîn ve defn eder. Kâfir iseler namazlarını kılmaz. Yaşadıkları müddetçe onlara hayır ve hidâyetle duâ eder. Öldükten sonra onları Allahü teâlâ’ya bırakır.
Rivâyet olundu ki, İbrâhim aleyhisselâm’a, üvey babası ve amcası olan Âzer’in mü’min olabileceği va’d edildi. Bunun için İbrâhim aleyhisselâm, mü’min olması için, onun hakkında Allahü teâlâdan mağfiret dilerdi. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ) der ki: İbrâhim aleyhisselâm, Âzer ölünciye kadar onun için mağfiret diledi. Ona, Âzer’in Allahü teâlâ’nın, açıkça düşmanı olduğu bildirilinceye kadar devam etti. Sonra küfür üzere ölünce ona duâ ve istiğfar etmedi. Ebülleys tefsirinde de böyle yazılıdır.
Ana ve babasının önünden yürümez. Hâlisatü’l-hakâik’da yazıyor: Babasının önünden yürüyen, itâatsiz ve âsidir. Ancak, yolda eziyet veren şeyler varsa, onları izâle için önlerinden yürüyebilir.
Onların yanında, meclisin baş köşesinde oturmaz. (Yerde oturur).
Ana ve babasını isimleri ile çağırmaz. Anneciğim, babacığım diye hitâb eder. Allahü teâlâ Sâffât sûresi 102. âyetinde, İsmâil aleyhis- selâmın hâlini anlatırken: «Babacığım, sana emrolunanı yap; inşâallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi» buyuruyor.
Kimsenin anasına-babasına sövmez. Çünki o kimse de, kendi anasına-babasına sövebilir. Abdullah bin Ömer’in (radıyallahü anhümâ) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Bir kimsenin anasına – babasına sövmesi büyük günahlardandır» buyuruldu. İnsan, anasına – babasına söver mi? dediklerinde: «Evet, bir başkasının babasına-anasına şöver de, o da, onun anasına – babasına söver» buyurdu. Zîra ana-babaya itâatsizlik ve isyân büyük günahlardandır. Onlardan birine sövdürmek, onlara itâatsizliğe ve âsi olmağa yakındır. Bu sövme, zinâ, küfr, bühtan şeklinde olursa, anaya – babaya isyandan sayılır denildi. Mesâbîh şerhinde de böyle diyor.
Yemek, içmek, oturmak, konuşmak ve benzeri şeylerde onlardan önce davranmaz. Onlara keskin ve dik bakışla bakmaz.
Öldükten sonraki haklarındandır: Mü’min iseler, cenâze namazlarını kılar ve Allahü teâlâ’dan, onlar için mağfiret diler. Enes’in (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Kul, ana – babasına düâyı terk ederse, dünyâda rızkı kesilir» buyuruldu. Bu, Hâlisa kitâbında geçmektedir.
Anası-babası öldükten sonra, verdikleri sözleri ve vasıyyetlerini icrâ eder. Onların dost ve ahbablarına hürmet eder. Sevdiklerini yoklar, akrabalarını ziyâret eder. Ebû Esyed Sâidî (radıyallahü anh) anlatır: Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) huzûrunda idik. Benî Seleme’den bir adam geldi ve: Yâ Resûlâllah, annem – babam vefât ettikten sonra, onlar için yapacağım bir iyilik kaldı mı? dedi. «Evet, onların cenâze namazını kılman, onlar için istiğfar etmen, verdikleri sözleri yerine getirmen, ahbablarına hürmet ve akrabalarını ziyâret ve sıla-i rahm yapman, öldükten sonra haklarında yapacağın iyiliklerdendir» buyurdu.
Ravdatü’l-ulemâ’da diyor ki: Onların akrabalarını sıla-i rahim yapman demek, onların vâsıtası ile olan akraban demektir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Babasının ahbablarından alâkayı kesmemek, ona karşı yapacağı en büyük iyiliktir» buyurdu. İhyâ’da bildirilmektedir. Bir hadîs-i şerîfde de: «Babanın arkadaşını ve arkadaşının oğlunu arayıp sorman babana iyiliktendir» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de: «Babasını kabrinde ziyâret etmek istiyen, babasından sonra onun ahbablarını ziyâret etsin. Ana – babasına iyilik, ihsân etmiyen, bâri onlar vefât ettikten sonra, iyilik yapsın ve onlar için sadaka versin; böylece ana – babasına iyilik edenlerden yazılsın» buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi Enes’in (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) rivâyet ettiği Menba’ü’l-âdâb’da yazılıdır.
Tâbiîn’den biri der ki: Hergün ana – babasına 5 defa düâ eden, onların hakkını ödemiş olur. Çünki Allahü teâlâ Lokman sûresi 14. âyetinde: «Bana ve ana – babana şükr et; dönüş ve geliş ancak banadır» buyuruyor. Allahü teâlâ’ya şükr. Onun için günde 5 vakit namaz kılmaktır. Bunun için ana-babaya şükr de, her gün onlar için 5 kere düâ etmektir. Bunu Mişkâtü’l-envâr yazıyor.
Bir hadîs-i şerîfde: «Ana-babasının – veya bunlardan birinin – kabrini her cum’a günü ziyâret eden, onlara iyilik yapanlardan yazılır» buyuruldu. Yine buyurdu: «Kabrindeki ölü, denize düşmüş ve boğulmak üzere olup imdad istiyen kimse gibidir. Kendisine oğlundan, kardeşinden, arkadaşından gelecek düâyı bekler. O düâ, ona erişince, dünya ve içindekiler kendinin olup bunlara sevinmesinden daha çok sevinir. Dirilerin ölülere en güzel hediyesi, onlar için düâ ve istiğfar etmeleridir.»
Âsim-i Hacderî ailesinden birisi anlatır: Asım’ı rü’yâda gördüm ve: «Sen neredesin?» dedim. «Vallahi Cennet bahçelerinden bir bahçedeyim; ben ve eshâbımdan biri, her cum’a gecesi, Ebûbekir bin Abdullah-i Müznî’nin yanında toplanıyoruz» dedi. Cisimleriniz mi, ruhlarınız mı? dedim. Cisimlerimiz çürüdü, ruhlarımız toplanıyor dedi. Bizim sizi ziyâret ettiğimizi anlıyor musunuz? dedim. Cum’a gecesi, Cum’a günü. Cumartesi gecesi, güneş doğuncıya kadar, yaptığınızı biliriz dedi. Öbür günler neden böyle değil? dedim. Cum’anın fazilet ve bereketiyle oluyor dedi. Bâzı âlimler, ölüler, Cum’a günü, Perşembe ve Cumartesi günü kendilerini ziyâret edenleri tanırlar buyurmuşlardır. Ravdatü’n-nâsıhîn ismi ile bilinen Şerhu’l-hutab-i erbaîn’de de böyle yazıyor.
Malından, parasından verdiği sadakalarda, ana-babasına diye niyet eder, tabiî ki, anası-babası müslüman iseler. Böyle niyet ederse, kendi sevabından birşey eksilmez ve ana – babasına da onun kadar sevab verilir. Bu hususdaki hadîs-i şerîf İhyâ’da geçmektedir.
Rebî’ bin Heysem (rahimehullah) büyüklerden idi. Yolda insanlara eziyet veren taşları, birini babasına niyetle kaldırır sağ tarafına, diğerini annesine niyyetle sol tarafına atardı. Ana – babasına iyilik etmek, sevabı onlara olmak üzere kızgınlığını yenerdi. Buradan anlaşılıyor ki, çocuk yaptığı her iyilikte ana – babasına niyet ederse, kendisinin aldığı sevabdan, hiç azalmadan, birer misli de onlara verilir.
Kuşluk vakti 2 rek’at namaz kılıp, sevabını onların rûhuna bağışlar. Sevabı onlara ulaşır.
Onların hakkını ödemede, kendini dâimâ eksik ve kusurlu görür. Çünki Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), ana – babanın hakkından kurtulmak için, evlâdın, köle ve câriye olan ana-babasını âzâd etmesi gerektiğine işâret etmiş ve: «Çocuk babasının hakkından, ancak onu köle olarak bulup, satın alıp, âzâd etmekle kurtulabilir» buyurdu. Çünki çocuğun dünyaya gelmesine ve hayâtına sebeb babasıdır. Köle, âzâd etmede de, bir bakıma, yeni bir hayât verme vardır. Köle, dinde tasarruf sâhibi olmadığından, ölü gibidir. Böylece çocuk babasını âzâd etmekle, hayâtına sebeb olmuş olur ve müsâvi olup, ödeşmiş olurlar.
Çocuk, ana-babasına dil uzatan şâiri, birşeyler vererek susturmalıdır. Bu da ana – babaya iyilik ve ihsândandır.