Müslümanlar cemâat ile namaz kılmağı ganîmet bilmelidir. Çünki bunda tek başına kılmaktan kat kat çok sevab, Allahü teâlâ’nın rahmeti ve rızâsı vardır. Kendisi büyük ve cemâati çok olan mescidi seçmelidir. Münyetü’l-Müftî’de bildirildi ki, bir kimse civârındaki mescidlerden, daha eskiden yapılmış olanını seçer. Yapılma târihleri aynı ise, yakın olanına gider. Bu hususları da müsâvî ise avam, halk istediği mescide gitmekte serbesttir. Fakîh, (âlim) ise cemâatin çoğalması için cemâati az olan mescide gider. Gunye’de zikrolundu ki: Herkesin kendi mahalle mescidinde kılması efdaldir. Cemâatinin az veya çok olmasına bakılmaz. Çünki mahalle mescidinin mahalleli üzerinde hakkı vardır. Başka mescidlerde cemâatin çok olması, yâhud imamlarının daha takvâ veyâ ilim sâhibi olması buna engel olmamalıdır.
Ezânı işiten kimsenin cemâati terk etmesine ruhsat yoktur. Çünki cemâatle namaz kılmak çok kuvvetli sünnet-i müekkededir. Bir nahiye ehli cemâati terk ederse, bunlara karşı silâh ile mücadele etmek vâcib olur. Çünki cemâatle namaz İslâmın şiarıdır. Eğer o nâhiye halkından birisi özürsüz cemâati terk ederse, onu ta’zîr etmek vâcib olur, şehâdeti kabûl olmaz. Komşuları, imam ve müezzin bu kimseye birşey söylemezlerse, günâha girerler. Ta’zîrin en azı 3 sopadır.
Hulâsatül-fetâvâ sâhibi diyor ki: Güvenilir kimselerden işittim. Kadı ve vâ’li cemâati terk eden kimseyi gördüklerinde ta’zîr olarak malını alırlar. Bu cümleden olarak cemâati terk eden kimse görüldükte malt alınabilir. Çünki sopa vurarak ta’zîr etmekten daha çok te’sîr eder (Cevâhir). Fıkıh ve lügat öğrenmek, cemâati terk etmek için özür değildir. Kitab mütâlea etmek ve fıkıh ile meşgul olmağa, tenbellik veya cemâate az önem vermek şeklinde olmadığı takdirde özür olur da denildi. Ancak o zaman da devamlı olmayıp kendisine ve müslümanlara fâidesi olacağı için arasıra cemâati terk etmesine ruhsat vardır. Yağmur, şiddetli soğuk ve karanlık, korku ve hapisde olmak cemâate gitmek için özür sayılır. Bunun gibi çamur da özürdür. Yolculuk ma’zeret sayılmaz.
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki, bir meşguliyet ile, unutma, yanılma, uyku gibi bir sebeb ile cemâati kaçıran, evinde âilesi ile cemâat yapmalıdır. Yalnız kılması da câizdir. Evinde ehli ile arasıra özürsüz namaz kılması mekruhdur denildi. Ehlinin de cemâatten nasîbini alması bakımından mekrûh olmaz da denildi. Cemâatle namaz kılmağa farz-ı kifâye ve farz-ı ayn diyenler de oldu. Hattâ cemâatle namaz kılma imkânı var iken yalnız kılanın namazı câiz olmaz da denildi (Künye).
Kadınlar cemâatle namaz kılmağa gitmemelidir. Kadınlar için en efdal mescid evleridir. Acuze, çok yaşlı kadınların öğle ve ikindi namazlarından başka namazlarda cemâate gitmeleri İmâm-ı A’zam’a göre mekrûh değildir. İki imâma göre ise, bütün namazlar için mekrûh değildir. Zamanımızda bütün kadınların her namaza gitmelerinin mekrûh olacağına fetvâ verilmiştir. Kâfî’de kadınların her ne zaman, olursa olsun mescide namaz kılmak için girmeleri mekruh olduğuna göre, va’z dinlemek için girmeleri elbette mekruh olur. Hele kendilerine âlim süsü veren câhil vâizleri hiç dinlememelidir. Bir kadının, aralarında erkek olmayan birçok kadına imam olması câiz ve mekruhdur. İmâm olan kadın ortalarında durur. Ezan ve ikâmet okunmaz. Mescidde bir erkeğin, aralarında hiç erkek olmıyan kadınlara imam olmasının zararı yoktur. Mescidden başka ev gibi yerlerde olursa mekruhdur. Ancak erkeğin kadınlar arasında zî rahm-i mahremi olursa mekruh olmaz (Hulâsâtü’i-fetâvâ).
1. safda ve imamın sağında yer bulmağa gayret etmelidir. 1. safda bulunmak, 2. safda olmaktan efdaldir. Ancak 1. safda boş yer varsa geçilir. Saf tamamlanmış ise o safda olanlara eziyyet etmemelidir. Birinci safda boş yer olduğunu gören ikinci safı yararak geçebilir. Çünki 2. safda olanlar 1. safdaki boş yeri doldurmadıkları için kusur etmiş olup hürmetleri kalmamıştır. İmâma göre safın 2 tarafında eşit mikdarda cemâat varsa sağ tarafa geçilir. Yoksa noksan olan tarafda durulur. İmamın, safın ortası hizasında durması gerekir (Künye). Ahbarda rivâyet edildi ki: «Allahü teâlâ bir cemâaate rahmet indirdiği zaman önce imama, sonra 1. safda imamın arkasında durana, sonra sağındakilere, sonra solundakilere, sonra 2. safa indirir.» Bir hadîs-i şerîfde: «İmâmın arkasında durana 100 namaz sevabı, sağ tarafda olanlara 75 namaz sevabı, sol tarafda olanlara 50 namaz sevabı, diğer saflarda olanlara 25 namaz sevâbı yazılır» buyuruldu (Künye).
İmam önce safları düzeltip sonra namaza girer. Nu’mân bin Beşir (radıyallahü anh) dedi ki, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) saflarımızı düzeltir sonra tekbir getirirdi. İmâm için sünnet olan da böyle yapmaktır (Şerh-i Mesâbîh). Öndeki saf tamamlanır. Noksan olursa arkadaki safdan doldurulur. Boş yer bırakılmamışsa 1. safa geçmek için cemâate eziyyet verilmez. Saflar çok sık tutulmalı, boyun ve omuzlardan hizâ alınmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Saflarınızı sık tutunuz. Bedenlerinizi birbirine iyice yaklaştırınız. Boyunlarınızdan hizâ alınız! Nefsim, kudretinde olan Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki safların arasındaki boşluklardan siyah küçük koyun gibi şeytanın girdiğini görüyorum» buyurmuştur.
Safların gerisinde yalnız başına bir kişi kalmamalıdır. Rükû’a kadar beklemeli, bir kimse gelirse, onunla birlikte durmalıdır. Kimse gelmezse, ya öndeki safdan birini çekmeli veya kendisi öndeki safa girmelidir. Zamanımızda halkın çoğunda din bilgisi az olduğundan öndekini geriye çekerken namazı bozulabilir. Bu sebebden Künye sâhibi öndekini geriye çekmektense yalnız kılmak daha evlâdır demiştir. Zâhidî’de: Öndeki safa giren kimse için yanındakiler sağa sola giderek yer açarsa namazları bozulur. Çünki namazda Allahü teâlâ’dan başkasına imtisal, itâat etmiş olmaktadır. Bu hüküm safın sık olduğu zamandadır. Öndeki safda boş yer olmakla beraber, yalnız başına namaza durmak mekruhdur.
İMAMLIK YAPMAK : İmâm olan, cemâat arasında sünneti en iyi bilen olmalıdır. Buradaki sünnet, Eshâb-ı kirâm zamanında olduğu gibi fıkıh bilgisi, şerîat demektir. Bundan sonra imâmda Kur’ân-ı kerîmi en güzel okuma vasfı aranır. İmâm-ı A’zam ve İmâm-ı Muhammed’e (rahimehümallah) göre namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerîm okuyan, fakat fakîh olan kimse, Kur’ân-ı kerîmi ezber bilen ve güzel okuyan fakat namaz kılacak kadar fıkıh bilgisi olan kimseye tercih edilir. Çünki fıkıh bilgisine namazın her yerinde ihtiyaç vardır. Kırâet ise namazda bir rükündür. İmâm-ı Ebû Yûsüf (rahimehullah) bir hadîs-i şerîfde vârid olduğu gibi, imamlıkta güzel Kur’ân-ı kerîm okuyanı, fıkıh bilgisi çok olana tercih etmiştir. Ebû Yûsüf’e cevab olarak şöyle denildi. Eshâb-ı kirâmın fıkıh bilgileri eşitti. Önce fıkıh bilgisi öğrenirler, sonra Kur’ân-ı kerîm okurlardı. Tabiî ki o zaman Kur’ân-ı kerîmi güzel okuyan imam olur idi. Zamanımızda ise küçük yaşta Kur’ân-ı kerîm öğrenilmekte, sonra fıkıh bilgisi öğrenilmektedir.
İmam olmakda daha sonra hicret aranır. Yanî imam olacak kimselerde fıkıh ve Kur’ân müsavi ise, hicret’e bakılır. Hicret, Mekke-i mü- kerremenin fethinden önce Mekke’den Medine’ye göç etmektir. Önce hicret eden daha çok şereflidir. Hicret bittikten sonra artık hicret ma’nevî olarak düşünülmüştür. Yanî imamda günahlardan uzaklaşmak, vera’ aranmalıdır. Musannifin (rahmetullahi aleyh) vera’ yerine hicret demesi. daha genel olduğu ve hadîs-i şerîfde hicret olarak bildirildiği içindir.
İmam olmakta daha sonra yaşa bakılır. En büyük yaşta olan imam olur. Bütün bu şartlar, imam olacak kişilerde eşit ise ahlâkı, insanlarla geçimi güzel olan imam olur. Daha sonra nesebi, şerefli olan, daha sonra yüzü güzel olan, yanî gece namazı çok kılan imam olur.’ Bütün bu şartlar da müsâvî ise, elbisesi temiz olan imam olur. Bu da eşit ise Kur’a çekilir veya cemâatin seçtiği imam olur (Mi’râcü’d-dirâye Şerhu’l- hidâye).
2 veya daha çok kimse imamlık için birbirlerini öne geçirmeleri mekrûhdur. Ebüdderdâ’nın (radıyallahü anh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfde : «Mescid ehlinin birbirlerine teklif ederek imam bulamamaları kıyamet alâmetlerindendir» buyurulmuştur. Mişkâtü’l-envâr’da rivâyet edildi ki: «İkâmetten sonra imamlık için cemâatin birbirine düşmesine, o kimselere husuf ersin, günleri kararsın.»
Bir kimse, âmirine, hâkimine, onun izni olmadan imam olmamalıdır. Bir vâli, veya vekîli yâhut ev sâhibi, namaz kılacak kadar bilgileri varsa, ondan daha bilgili bir başkası olsa bile imamlığa geçerler. Eğer namaz kıldıracak kadar bilgili değil ise, izin verdiği birisi imam olur. İzin almadan imamlığa geçmek dargınlığa sebeb olur. Halbuki cemâat birleşmek, ülfet etmek için emrolunmuştur.
Vera’ ve takvâsı çok olan, yanî harâm ve şübheli şeylerden en çok sakınan imam olmağa daha çok lâyıktır. İmam olan cemâate namazı hafifletmelidir. Yanî kırâeti çok uzun.okumamalı, usanç gelmemesi için eser’de bildirilen düâları terk etmelidir. Usanç gelince cemâati terk edenler olabilir. Ancak namazın bütün rükünlerini (farzlarını) ve sünnetlerini yerine getirmelidir.
Rükû’ ve secde teşbihlerini üçer kere okumalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kırâet ve zikirleri hafif, rükün ve sünnetleri tamam yapardı.
İmam namazda cemâatin en zaîfinin hâline uymalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir cemâate imam olduğunuzda namazı hafifletin! Çünki onların arasında hasta, zaîf, yaşlı ve işi olan kimseler vardır. Yalnız kıldığınız zaman dilediğiniz kadar uzatınız» buyurmuştur. Resul aleyhisselâm namaz kılarken bir çocuğun ağlama sesini işitti. Namazı hafif kıldı ve yukarıdaki mealde bir hadîs-i şerîf îrâd buyurdu. Buraya kadar Şerh-i Meşârık ve Şerh-i Mesâbîh’den alındı.
Öğle namazı, meşguliyet vakti olduğundan cemâati biraz beklemelidir. Kunye’de diyor ki, «İmam ve müezzin, mahalle halkı toplandıktan sonra bir kişi için beklemez. Vakit geniş ise, müezzin, şerrinden korkulan bir kişiyi bekler denildi. Mahalle halkı toplandıktan sonra denilmesi cemâatin toplanması için ikâmetin te’hîrinin câiz olduğuna işârettir. Hulâsada bunu şöyle açıklamaktadır: Ancak bu beklemeyi müstehab vaktin çıkmasına kadar uzatmak uygun değildir. Musannifin (rahmetullahi aleyh) bu uzatma için (biraz) demesi buna işârettir.
İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) İhyâ kitâbında cemâatin çoğalması için vaktin sonuna kadar beklemek uygun değildir. Vaktin evvelinin yanî müstehab vaktin faziletini elde etmek için gayret etmelidir. Müstehab vakitte kılmak, çok cemâatle kılmaktan ve uzun sûre okumaktan faziletlidir. Denildi ki, Eshâb-ı kirâm 2 kişi olduğunda müstehab vakit de daralmışsa, üçüncüyü beklemezlerdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir seferde tahâret için gecikmişti. Abdullah bin Avf (radıyallahü anh) imam olup sabah namazını kıldılar. Resûl aleyhisselâm bir rek’ate yetişemedi. Kalkıp namazını tamamladı. Yâ Resûlâllah! Namazı kaçırmaktan korktuk dediler. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İyi yaptınız. Hep böyle yapınız!» buyurdu.
İmam, namazdan sonra cemâate hayır düâ eder yanî imam, ulemâ (rahimehümullah) arasında bilinen me’sûr evrad ve duâları okuduktan sonra düâ eder. İmâmın duâsını kendi nefsine tahsîs etmesi mekrûhdur. Düâyı, cemâati de. düşünerek çoğul sigası ile yapmalıdır. Meselâ «Yâ Rabbî! Beni afv et! demeyip, «Yâ Rabbî! Bizi afv et» demelidir. Künyetü’- fetâvâ’da diyor ki, kendisinden sonra sünnet olmayan farz namazdan sonra imâmın yüzünü cemâate dönmesi sünnettir. Ancak yüzünü döndüğü tarafta, karşısında namaz kılan bulunmamalıdır. Yoksa yüzünü dönmez. Hulâsa’da, imâmın sabah ve ikindi namazlarını kıldıktan sonra, imamın kıbleye karşı durup oturması mekruhdur diyor ve Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buna bid’at ismini vermiştir diye de ilâve ediyor. Lâkin zâhir olan, bunun mutlak olmayışıdır. Zîra İmâm Ebülleys Mukaddime şerhi’nde, Ebû Hanîfe’den (rahmetullahi aleyh) naklen bildirdi ki, imam namazdan sonra düâ ettiğinde cemâat 10 erkek kişiden çok ise yüzünü döndürür, kadın ise veya ondan az ise döndürmez, kıbleye karşı oturur. Ebû Ümâme (rahimehullah) bildirdi ki, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) hangi düâ daha çok dinlenir? denildi. Cevâbında: «Gecenin sonunda ve namaz arkasında» buyurdu. Süâldeki dinlemek, kabûl edilmeğe lâyık olmak mânasınadır.
Büyük abdest, yel ve idrar sıkıştırmasını gidermeyince namaz kılmamalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Namaza kalktığı zaman büyük abdesti sıkıştıran önce onu gidersin» buyurmuştur. Şerh-i Mesâbîh’de denildi ki, abdesti sıkışık olanın cemâati terk etmesi câizdir. Hulâsa’da büyük veya küçük abdest sıkıştırırken namaza başlamak mekruhdur. Başlamış işe zihni namaz ile tam meşgul olamıyacağından namazı keser. Öyle devam ederse câiz fakat mekruh olur. Namaz içinde de olsa iftitah tekbirinde de olsa bu aynıdır. Eğer sıkışıklığı gidermekle uğraştığında namaz vakti çıkacaksa öyle kılar. Çünki kerâhet ile edâ etmek, kazâ etmekten efdaldir (Muhit).
Yemek hâzır ise, nefsine mâlik değilse, namazdan önce yemek yenir. Nefsine hâkim olamıyanın aç iken namaz kılması huzûr-ı kalbe mâni’ olur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Namaz kılacağınız zaman yemek hâzır ise, önce yemeğinizi yiyin. Yemeği bitirinceye kadar acele etmeyin» buyurmuştur. Aç iken yemek geldiğinde huzûr-ı kalbe engel olacağı için cemâati terk etmek câiz olur. Ancak namaz vakti çıkacaksa veya akşam namazı ise namazı kılmak lâzımdır: Çünki akşam namazında acele edileceği çeşidli hadîs-i şeriflerle bildirilmiştir. Öğle, ikindi ve yatsı namazları için yemeği tercih etmek mekruh değildir (Şerh-i Mesâbîh).
Nefsine hâkim olan namazı önce kılar, yemeği sonra yer. Başka şeyler için de namazı geciktirmemelidir. Câbir (radıyallahü anh)ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde: «Namazı yemek veya başka şeyler için .geciktirmeyiniz» buyurulmuştur. Tahkîk’de kısaca işâret edildiği gibi, birinde yemeği, diğerinde namazı öne almağı bildiren iki hadîs-i şerîfin arası şöyle bulunmuş olmaktadır. Birincisinde yemeğe şiddetli iştâhı olur veya vakit geniş olursa yemek tercih edilir. Nefsine hâkim olup açlığı az olur veyâ vakit dar olup namaz vaktinin çıkma korkusu varsa önce namaz kılınır. Namaza başlamadan önce dişler tahlîi edilir.