Sünnetlerden biri de çocuğu olduğu kendisine müjdelenince, sevinir ve onu Allahü teâlâ’nın kendisine ihsân ettiği ni’met bilir. Hadîs-i şerîfde: «Çocuğun kokusu Cennet kokusundandır» buyuruldu. Yine buyurdu: «Çocuk dünyada nûr, âhirette sürürdür.» Bu mânada sayısız haberler gelmiştir.
Kendi yatağında doğan çocuk için, benim değildir demez. Derse, Allahü teâlâ, kıyâmet günü, onu rezil eder ve ona gökteki yıldızlar, sahralardaki kumlar ve ağaçlardaki yapraklar kadar günah yazar. Menba’-ül-âdâb’da böyle yazıyor.
Kız çocuğu olursa, câhiliyye zamanındakilere aykırı olarak daha çok sevinir. Çünki o zamandaki insanlar, kız çocuklarını beğenmez, onları diri diri kuma, toprağa gömerlerdi. Bir hadîs-i şerîfde: «İlk çocuğunun kız olması, kadının bereketindendir» buyuruldu. Allahü teâlâ’nın Şûrâ sûresinde: «Dilediğine kız çocukları verir, dilediğine erkek çocukları veriri, buyurduğunu duymadın mı? Allahü teâlâ, önce, dilediğine kız çocukları verir» buyuruyor. Bir hadîs-i şerîfde: «Kimin kız çocukları olur, onlara katlanır, iyi yetiştirir ve dengi ile evlendirirse, bu kız çocukları onun için Cehennemden perde olurlar» buyuruldu.
Kız çocukların fazileti hakkında çok haberler vardır. . Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) onlara, bereketleri bakımından «Cehizlenmişler ve iyi arkadaş ve dostlar» adını vermiştir. Buyurdu ki: «Allahü teâlâ’dan, zahmeti olmıyan erkek çocuk istedim. Bana kız çocukları verdi.» Yine buyurdu ki: «Kız çocuklarını hor görmeyiniz! Çünki ben kızlar babasıyım.» Yine buyurdu: «Bir tane olsa da, kız çocuklarına merhametli olun». (Menba)’da bildiriliyor.
Çocuğun babaya benzemesi. Allahü teâlâ’nın ni’metlerindendir. Doğan çocuk beyaz, temiz bir beze sarılır. Sarı eski bezlere sarılmaz. Lohusa kadınlara, taze ve kuru hurmanın turfandaları yedirilir. Sonra bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına ikâmet okunur. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kimin çocuğu dünyaya gelirse, sağ kulağına ezan, sol kulağına ikâmet okusun» buyurdu. Bunu İmam Gazâlî İhyâ’da bildirmektedir. Sonra hurma çiğnenip, suyu ağzına verilir.
Peygamber efendimize (sallâllahü aleyhi ve sellem), İslâmda doğan bir çocuk getirildiğinde: «Yâ Rabbi, bunu sâlih kullarından eyle! Bunu müslüman olarak büyütüp yetiştir» diye duâ ederdi.
AKÎKA: Çocuğun doğumunun 7. günü, ona akîka yapar. Yanî akîka kurbanı keser. Akîka, Ahmed bin Hanbel’e (rahimehullah) göre vâcib, Şafiî’ye (rahmetullahi aleyh) göre sünnet, Hanefî mezhebine göre ise müstehabdır. Menba’da da böyle diyor.
Akîka, doğan çocuk için doğumunun 7. günü koyun kesmek tir. Hadîs-i şerîfde: «Akîka, erkek çocuk için 2 , kız çocuğu için 1 koyun kesmektir» buyuruldu. Koyunun erkek veya dişi olmasına bakıl maz. Birçok âlimler böyle buyurmuştur. Biri de İmam Şafiî’dir. Bâzı âlimler, erkek, kız her doğan çocuk için 1 koyun kesmektir dediler. İmam Mâlik’in kavli böyledir. Hasan-ı Basrî ve Katâde (radıyallahü anhümâ), kız çocuğu için akîka gerekmez dediler.
Semre (radıyallahü anh) anlatır: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Erkek çocuğu, akîkası karşılığında bir rehindir.» Bunun mânası, çocuğun âfet ve belâlardan korunması, akîkasına bağlıdır yâhud çocuk rehin bırakılmış bir şeydir, akîkası kesilmeyince, ondan tam mânasıyla faydalanılamaz demektir. Bunun mânası, çocuğun ana-babasına şefâati, akîkasının kesilmesine bağlıdır; akîkası kesilmeden, bu yönden şefâatine kavuşamazlar demektir de denilmiştir.
Akîka koyununun sıfatları, kurbanlık koyunun sıfatları gibidir. Kurban için câiz olmıyan koyun, akîka için de kesilmez. Rebî’a ve Muhammed bin İbrâhîm-i Teymî (rahimehümallah) bir serçe ile de olsa, akîka câizdir dediler. Mesâbîh şerhlerinde de böylece yazılıdır.
Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem), peygamber olduğu kendisine bildirildikten sonra, kendi akîkasını kesmiş olduğu bildirilmiştir. Buradan zaman geçmekle, bu borcun sâkıt olmadığı anlaşılı yor.
Akîkayı keserken: «Yâ Rabbi, bu filân kimsenin akîkasıdır. Bunun kanı onun kanına, eti etine, kemiği kemiğine, derisi derisine, kılı kılına karşılık olsun. Yâ Rabbi, onu filân kimsenin Cehennem ateşinden kurtulması için fedâ kıl!» der. Akîka kurbanının kemikleri kırılmaz. Eklemlerinden koparılır, ayrılır. Budu, pişmemiş olarak ebesine verilir. Diğer kısımlarını da. pişirmeden, fakirlere dağıtır. Yâhud uzuvlarım ayırır, sonra pişirir, bir yerini kırmadan fakirlere pişmiş olarak tasadduk eder.
Akîka kurbanı 7. günü kesilir. Olmazsa 14. günü keser. 14. günü de kesemezse, 24. günü keser.
Doğumunun 7. günü çocuğun saçını traş eder, ağırlığınca gümüş veya altın sadaka verir. Çünki bu sünnettir. Nitekim Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) torunu hazret-i Hüseyn’in (radıyallahü anh) doğumunun 7. gününde, kızları Fâtıma’ya (radıyallahü anhâ), çocuğun saçlarını traş etmesini ve ağırlığınca gümüş veya gümüş para vermesini emrettiği bildirilmiştir.
SÜNNET ETMEK: Bunun gibi, İslâmın ilk zamanlarında müslümanlar, çocuklarını, doğumunun 7. günü sünnet ettirirlerdi. Çünki bu daha temiz olup, etin daha çabuk büyümesini sağlar. Çocuk göbeği kesilmiş, sünnet olmuş halde doğarsa sevinir. Bütün Peygamberler (aleyhimüsselâm) sünnet olmuş olarak doğmuşlardır. Bu. Allahü teâlâ’nın onlara kerametidir. Kimse avret yerlerini görmesin içindir. Yalnız İbrâhim aleyhisselâm sünnet olmuş halde doğmamış, 80 yaşında iken kendisi kendini sünnet etmiştir. Menba’ kitâbında da böyle diyor.
Bâzı tefsirlerde, 200 yaşına gelince, kendini keserle sünnet etmiştir diyor. Sözü güvenilir bâzı fâdıllar böyle nakletmişlerdir. Mücelledinde ben bunu görmedim. Kendinden sonra gelen ümmetlerin yapması ve bu işte kendisine uyması için bunu yapmıştır.
Çocuğu doğuran kadının emzirmesi de sünnettir. Hadîs-i şerîfde: «Çocuğa, annesinin sütünden hayırlısı yoktur» buyuruldu. Yâhud çocuğu sâliha, aslı kerîm olan bir kadın emzirir. Çünki .akılsız kadınların sütü, çocukta te’sirini gösterir ve eserleri bir gün ortaya çıkar.
Çocuğunu emziren hanımına vaty etmez. Çünki bu çocuk için zararlı olabilir. Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Çocuklarınızı gizlice öldürmeyiniz. Çünki cima’ süvariye kavuşur ve onu yuvarlar, helak eder» buyurdu. Yanî çocuğunu emziren kadın cima’ olunur ve hâmile kalırsa, sütü bozulur. Bu bozuk sütü çocuk emince, kötü te’siri bedeninde kalır, mizacını bozar. Sonra büyüyüp adam olup ata binince, süvari olur. Atı dehler. O zaman o eser görünür ve atın sırtından düşer. İşte bu, onu gizlice öldürmek gibidir. Mesâbîh şerhinde böyle diyor.
Çocuğunun ağlamasından sıkılmaz. Çünki çocuğun bu ağlaması, zikir, tehlîl ve Allahü teâlâ için hamddir. Anası ve babası için ise düâ ve istiğfardır. Nitekim haberlerde geldi ki: «Mü’minin çocuğu 4 ay la ilâhe iliâllah, 4 ay Muhammedün Resûlullah ve 4 ay, Allahümmağfir lî ve livâlideyye — Yâ Rabbi, beni ve anamı-babamı mağfiret eyle der. Kâfirin çocuğu da böyle der. Ama sonuna gelince, istiğfar yerine, Allahü teâlâ’nın lâ’neti anam-babam üzerine olsun der.» (Menba’)’da da böyledir.
Çocuğuna güzel isim koyar. Çünki kıyâmette o, kendi ismi ve babasının ismi ile çağrılır. Çocuğuna peygamberlerin (aleyhimüsselâm) isimlerinden isim verir. Çocuğa konacak en uygun isim Abdullah, Ab- durrahman ve benzeri isimlerdir. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ) bildirir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İsimlerinizden Allahü teâlâ’ya en sevgili olanlar, Abdullah ve Abdürrahman’dır» buyurdu. Bu ikisi çok sevgili isimlerdir. Çünki biri, Allahü teâlâ’nın en yüksek ismi olup, şehâdet kelimesinde tevhidin kendisine mahsus kılındığı Allah diğeri Onun Rahmân ismine izâfe edilmiştir. Bu ise ra’fet ve rahmetinin umumî olduğunu gösteren bir ism-i İlâhîdir.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) çirkin isimleri iyiye çevirirdi. Bir gün, yanına bir adam geldi. İsmi Esram idi. İsmini değiştirip Zür’a yaptılar. Şöyle ki: Resûlullah, ismin nedir? buyurdu. İsmim Esram’dır dedi. Bu iyi bir isim değildir buyurup, sen Zür’a’sın dediler. Esram kesmek demektir. Zür’a ise, ekinden bir parçadır. Bu hareketleri ile isâbet buyurmuşlar, çok güzel yapmışlardır. Sanki ona: «Sen kesilmiş değil, yerle bitişik olan ekinden bir parçasın» demek istemişlerdir.
İsmi Mudtaci olan bir adam kendisine geldi. İsmini beğenmeyip, Münbais adını verdiler. Hazret-i Ömer’in Âsiye isminde bir kızı vardı. Resûlullah, ismini Cemîle verdi.
Çocuğuna şu isimleri koymaz: Yesâr (Kolay), Rebbâh (Kazanan), Necîh (Başaran), Ya’lâ (Yüksel), Eflâh (Kurtulmuş), Bereket gibi. Çünki insanlar böyle lâfzı ve mânası güzel isimlerle şans ve iyilik ararlar. Halbuki tersi olabilir. Musannif (rahimehullah) buna işâret .edip, bir kimsenin sana Bereket yanında mıdır? dediği zaman, ona hayır demen iyi bir şey olmaz diyor. Diğer isimler de böyledir. Birisi Kölay yanında mıdır dese, hayır demen uygun olmaz.
Çocuğun ismini Hakîm ve Hakem koymaz. Bu iki isimle çağırmak- dan men’edilmişiz. Çünki Hakîm Allahü teâlâ’nın isimlerindendir. Hakem de Odur. Mutlak hüküm veren, hükmü geri çevrilmiyen ancak Allahü teâlâ’dır. Bunun için Ondan başkası, bu isimlere lâyık değildir.
Çocuğa Ebû İsâ (Isâ’nın babası) adını vermez. Çünki İsâ aleyhisselâmın babası varmış düşüncesini akla getirebilir. Nitekim rivâyet ederler. Bir kimseye Ebû İsâ adı verilmişti. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İsâ aleyhisselâmın babası yoktur» buyurdu. Buradan bu ismi beğenmediği anlaşılıyor.
Çocuğa, bir insan ismine izâfeten, filânın kulu denmez. Çünki insan, yalnız Allahü teâlâ’nın kuludur. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Sizden biriniz, kulum, kadın kulum demesin. Hepiniz Allahü teâlâ’nın âciz, zaif kullarısınız. Kadınlarınızın hepsi Allahü teâlâ’nın kadın kullarıdır. Kölem, câriyem, fetam, fetatim desin» buyuruldu. Bâzıları, bunları, hakaret olsun diye kullandıkları zaman, söylememek iyi olur dediler. Yoksa Kur’ân-ı kerîm’de, Nûr sûresi 32. âyetinde: «Erkek ve kadın kullarınızdan (yanî köle ve cariyelerinizden) sâlih olanları da evlendirin» buyurulmaktadır. Mesâbîh şerhinde de böyle yazıyor.
Çocuğuna tezkiye ve medh bulunan, Reşîd. Emin gibi isimleri de vermez.
Resûlullah’ın ismini ve künyesini birlikte isim olarak vermez. Yani Muhammed ebül Kasım ismini vermez. Nitekim Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) :. «İsmim ile künyemi bir araya getirmeyin» buyurdu.
Enes (radıyallahü anh) anlatır: Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) çarşıda idi. Adamın biri, oğluna, ey ebül Kasım diye seslendi. Resûlullah mübârek yüzünü, seslenen adama çevirdi. Adam çocuğuma seslendim dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Çocuklarınıza ismimi koyun, künyemi koymayın» buyurdu.
İmam Şâfiî (rahimehullah) buyuruyor ki: İsmi Muhammed olsun olmasın, bir çocuğa Ebül Kasım .künyesi vermek câiz değildir. Ama ismi Muhammed veya Ahmed olmayınca, âlimlerden bir çoğu Ebül Kasım künyesini kullanmak câizdir dediler. Bu bahis Mesâbîh şerhinde böyle anlatılmaktadır. Musannifin (rahimehullah) sözü de, son kavle yakındır.
İhyâ’da diyor ki: Âlimler, bunun Resûlullah’ın asrında, zamanında olduğunu söylüyorlar. Çünki. Resûlullah’a Ebül Kasım denirdi. Bir başkasına da dense, karışabilirdi. Ama şimdi, bunda bir mahzûr yoktur.
Çocuğun ismini peygamberler ve meleklerin adlarından koyunca, o çocuğa ismini söyliyerek lâ’net etmek, sövmek, tasgir sîgası ile söylemek câiz değildir. Çünki bundan, aşağılama ve ihânet mânası çıkabilir. Ancak bu ismi taşıyan kimseye dönüp, ismini söylemeden, sen şöyle- sin, sen böylesin diyebilir.
İsmi Muhammed olan çocuğa hürmet edilir. Bir hudîs-î şerîfde: «İsmini Muhammed verdiğiniz çocuğa karşı hürmetli olun. Mecliste ona yer verin, ona karşı asık suratlı olmayın» buyurdu. Bunun sebebi o kimse ile Resûlullah’ın isimlerinin aynı olmasındandır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), çocuğuna Muhammed ismini verip, sonra ona lanet etmeği, sövmeği, çirkin hitablarda bulunmağı yasaklamıştır.
Bir emîre,J devlet başkanına melikü’l-emlâk (Şehinşâh) lâkabı verilmez. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Kıyâ- met gününde Allahü teâlâ katında en aşağı ve çirkin isim, insana takılan melikü’l-emiuk (Şehinşâh) ismidir» buyuruldu.
Bâzı âlimler, Rohmân, Cebbar ve Azız isimleri de böyledir dediler.
Tuhfetü’S-ebrâr kitabının sahibi der ki: İbni Uyeyne’nin (rahimehullah) verdiği mâna daha uygundur. Seyyidü’s-sâdât = ulular ulusu demek de böyledir. Süfyân bin Uyeyne, Melikü’l-emlâki, şehinşâh diye mânâlandırmıştır.
KÜNYE: Kişi büyük oğlunun adı ile künyelenir. Mikdâd bin Şüreyh babası Şüreyh’den, o da babası Hânî’den bildirir: Bana Ebû Hakem diyen bir kavimi ile, Resûlullah’ın huzûruna geldim. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Hakem, yalnız Allahü teâlâ’dır. Hüküm O’nundur.»
Yanî bu ismi Ondan başkası için kullanmak doğru değildir buyurdu. Hânî, «Kavmim bir şeyde uyuşamayınca, bana gelirler, ben de, hakem olup, hükmederdim; benim hükmüme râzı olurlardı, iki taraf da îtiraz etmezdi» dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İnsanlar arasında hükmetmek ne güzel şeydir!» buyurdu ve sonra : «Senin hiç oğlun yok mudur? diye sordu. Hânî cevâbında, Şüreyh, Müslim ve Abdullah isminde üç oğlum vardır dedi. Resûlullah: «En büyükleri hangisidir?» buyurdu. Şüreyh dedi. «Sen Ebû Şüreyh’sin» buyurup, bununla künyelemenin nasıl olacağını bildirmiş oldu.
Mesâbîh sâhibi diyor ki: Bu hadîs-i şerîf erkek olsun, kadın olsun, en büyük oğlunun ismi ile künyelenmeyi gösteriyor. Oğlu yoksa, en büyük kızının ismi ile künyelenir.
Çocuğu doğmadan, onun ismi ile künyelenmez! Zîra bunda yalana .benzerlik vardır.
Mecma’ü’l-fetâvâ’da diyor ki: Küçük çocuğuna, Ebûbekir ve benzeri künye takmdğı, bâzı âlimler beğenmemişlerdir. Çünki bu yalandır. Onun :Bekir isminde bir oğlu yoktur ki, Bekir’in babası olsun. Doğrusu, Ebû- bokir künyesini vermede bir mahzûr yoktur. Çünki insanlar, bu ismin sâhibinden bereketlenmek isterler ve nasıl olsa, ileride baba olacak derler. Mâna cihetinden bakmazlar.
Çocuğu doğar doğmaz, onunla künyelenir.. Musannif (rahimehullah) buna işâret edip, bir hadîs-i şerîfde: «Çocuklarınız bir çok lâkabla lâkablandtnlmadan hemen onlarla künyelenin» buyuruldu diyor.
KÜNYE VE LÂKAB: Bir ismin önüne, Eb (baba). Ümm (anne), İbn (oğul), Bint (kız) gibi kelimeler eklenirse, buna künye denir. Böyle olmayıp, medih ve zem (övme ve yerme) bildiren kelimeler getirilirse, lâ- kab denir. Bu ikisi dışında kalanlara ise isim denir. Arabların ıstılahı ■böyledir. Bunları unutmayınız.
Çocuğun, babası üzerindeki haklarından birisi de, çocuğuna, doğumunun 7. günü isim koymasıdır. Daha önce koymamalıdır. Mesâbîh şerhinde açıkça yazılıdır. En güzel isimlerden birini koyar.
Yeri gelmişken, şunu da bildirelim ki, düşük çocuğa da isim vermelidir. Abdürrahman bin Yezîd bin Muâviye dedi ki: Bize ulaşan habere göre, Kıyâmet günü düşük çocuk, babasının ardında durup: «Sen beni kaybettin, beni terk ettin, bana isim vermedin» diyecektir. Bunu İhyâ yazıyor.
Aklı ermeğe başlayınca, ona kitab, yanî Kur’ân-ı kerîmi, farz, sünnet ve dînin edeblerinden ihtiyacı olduğu bilgileri, yüzmeyi, ok, silâh atmayı öğretir. Çocuğu kız ise, annesi ona, yün ve pamuk eğirmesini, örmesini ve benzeri dikiş, nakış öğretir.
Çocuğun babası üzerindeki haklardan biri de, çocuğuna helâl yedirmesi ve bülûğa erişince, erkek olsun, kız olsun evlendirmesidir. Onu evlendirmezse, bu bakımdan işliyeceği günâh, babasına da yazılır.
Velhâsıl çocuk, Allahü teâlâ’nın, babaya emânetidir. Tertemizdir. İslâm fıtratı üzeredir. Yanî çocuk selîm tabîatli ve Muhammed aleyhisselâmın dînini kabûl edebilecek hilkat üzere yaratılmıştır. Bu emâneti. Allahü teâlâ’ya, verdiği gibi tertemiz olarak edâ etmelidir. Onun ırzını ve dînini korumada çok gayret sarf etmelidir. Ancak bu şekilde, Allahü teâlâ katında mâzur olur. Çocuğunu Allahü teâlâ’nın edebi üzere yetiştirmelidir. Âdâb, edebler demek, beden ve kalb ile olan ibâdetler demektir. Çocuğunu bu şekilde yetiştirmesi, ona dînini öğretmesi, baba için, nâfile ibâdetlerle meşgul olmaktan hayırlıdır. İmam Mücâhid: «Kişi, çocuğunun sâlih amellerine, kabirde iken de sevinir» buyurdu. Bunu Hutab şerhi bildiriyor.
Kıyâmet gününde baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mes’ûl olacak, vazifesini yapmamış ise, yâhud kusur, eksiklik etmiş iso cezâya çarpılacaktır. Halbuki çok nâfile ibâdet yapmıyana, niçin yapmadığı sorulmıyacaktır. O halde çocuğunu Islâm terbiyesi ile yetiştirmek, baba için, nâfile ibâdetle meşgul olmaktan hayırlıdır.
Çocuk ‘konuşmağa başlayınca, en önce Lâ ilâhe illallah kelimesini ona öğretir. Bunu 7 defa ona telkîn eder. Sonra ona: «Fe te’âlâllahül melikül hakku lâ İlâhe illâ hüve Rabbül arşil kerîm» âyetini telkîn eder. Sonra Âyete’l-kürsî’yi ve Haşr sûresinin sonu olan Hüvallahüllezî’- yi okuyup öğretir. Böyle yapana, Allahü teâlâ, kıyâmet günü hesâb sormaz. Çocuk sağını solundan ayırdığı zaman, ona iyi işler yaptırır. Çünki yaptığı iyi işlerin sevabı, onu yetiştiren, terbiye eden babasına verilir, kötülükleri ise verilmez. Allahü teâlâ İsrâ sûresinde: «Hiçbir günahkâr», başkasının günâhını yüklenmez» buyuruyor.
Çocuk 7 yaşına gelince, ona namaz kılmasını emreder. On yaşma gelince, kılmazsa döverek kıldırır. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Çocuklarınız 7 yaşına gelince, onlara namaz kılmalarını emredin, 10 yaşına gelince, döğerek kıldırın» buyurdu. Bunu Sadrü’ş-şerî’a bildiriyor.
Evindeki yetimle, kendi çocuğu imiş gibi alâkalanır. Kıyâmet günü ondan sorumludur. Çocuklar 10 yaşma gelince, yataklarını ayırır. Erkek ve kız çocuklarının odalarını ayırır. Küçüklerle de büyükleri ayrı odalarda yatırır. Çünki bu, o anda olmasa da, fitneye yol açabilir.
Hediyyede çocuklarına müsâvî davranır. Süslemede, giydirmede ayırım yapmaz.
Nikâye’de diyor ki: Babanın çocuklarına eşit muamele etmesi vâcibdir. Ancak çocuklarından biri ilim talebesi ise, onu diğerine tercihinde mahzur yoktur. Evlâda muamelede eşitlik, Ebû Yûsuf’a göredir. Muhtâr kavil de budur. Çünki bu hususta eserler vârid olmuştur. İmam Mu- hammed’e göre, muamele, yanî çocuklara birşey vermede, erkeğe 2, kıza 1 şeklinde hareket eder. Bütün malını, oğluna verirse hüküm yönünden câizdir, ama günahkâr olur. İmam Muhammed (rahimehullah) buna kesin delil getirmiştir. Oğlu fâsık ise, ona yiyeceğinden fazla vermemelidir. Çünki günâh işlemesine yardım etmiş olur. Nikâye şerhinde de böyle diyor.
Hediye ve iyilikte çocuklarını ayırmaz. Çarşıdan getirdiği taze, yeni şeylerden önce kızlara verir. Çünki kız çocuklarının kalbleri daha yumuşak, daha zaifdir.
Enes’in (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Müslümanların çarşısına çıkıp, birşey satın alıp, eve getirir, erkeklere değil kızlara verirse, Allahü teâlâ ona nazar eder. Allahü teâlâ kime nazar ederse, ona azâb etmez» buyuruldu. Yine Enes’iıt (radıyallahü anh) bildirdiği hadis-i şerîfde: «Çarşıdan çoluk çocuğuna taze birşey getiren, ağzına koyuncıya kadar onlara sadaka etmiş sevabı alır. Çocuklarına verirken erkeklerden değil, kızlardan başlasın. Çünki kızını sevindiren, Allah korkusundan ağlamış gibidir. Allahü teâlâ bedenine Cehennem ateşini yasak eder» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de: «3 kız çocuğu olup, evleninciye kadar, onlara infak ve ihsân edene, Allahü teâlâ Cenneti vereceğine söz vermiştir. Ancak, mağfiret olunmıyacak amel işlerse, bu hâriç» buyuruldu. İbn-i Abbâs (radıyallahü anhümâ) bu hadîs-i şerîfi bildirdiği zaman, vallahi, bu, garâibü’l-hadîs ve bilinmiyen haberdir derdi. İhyâ’da da böyle diyor.
Çocuklarına rahmet ve lütufla muâmele eder. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Çoluk çocuğa hizmet, Allahü teâlâ’nın gadabını söndürür. Sevâb ve dereceyi arttırır. Hûr-i ayna kavuşturur» buyurdu. Yine buyurdu: «Evde hizmet edip, usanmıyanın ismini, Allahü teâlâ, şehîdler defterine yazar. Her gün ve gecesi için ona bin şehîd sevâbı verir. Her adımına hac ve umre sevabı vardır. Bedenindeki her damarına karşılık bir şehir ihsân eder.» Yine buyurdu: «Evinde hanımına yardım eden erkeğe, Allahü teâlâ, Eyyûb, Dâvud, Ya’kûb ve İsâ aleyhimüsselâm’a verdiği sevab gibi sevâb verir.»
Abdullah ibni Mübârek (rahmetullahi aleyh), Allah yolunda cihadda iken, arkadaşlarına, Şu anda içinde bulunduğumuz amelden üstün amel biliyor musunuz? diye sordu. Hayır, bilmiyoruz dediler. Buyurdu ki: «Ben biliyorum. Çoluk çocuk sâhibi, iffetli bir kimse, gece kalkar, uyuyan çocuklarına bakar, üzerleri açılmışsa örter. İşte onun ameli, bizim bu amelimizden efdaldir.» Menba’ü’l-âdâb ve İhyâ’da da böyle diyor.
Çocuklarını sevgi ve şefkatle, merhametle sever ve öper. Ömer (radıyallahü anh), bâzı işlerinin yapılmasında bir adam çalıştırıyordu. Hazret-i Ömer’in yanına girdi. Onu çocuğunu kucağına almış, seviyor öpüyor halde gördü. Bunun üzerine, benim çok çocuklarım vardır, hiçbirisini öpmüş değilim dedi. Ömer (radıyallahü anh) ona: «Senin küçüklere merhametin, faydan yok da, büyüklere mi olacak? Gel, bu bana yapacağın işten vazgeç» deyip, onu gönderir. Bunu Bostan kitabında bildiriyor.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Çocuktan sevmek, ateşe karşı perdedir. Onlara iyilik, Sıratı geçmektir. Onlarla beraber yemek Cehennem ateşinden berâttır» buyurdu. Yine buyurdu: «Çocuklarınızı çok öpün. Çünki her öpmenize Cennette bir derece verilir.»
Akra’ bin Hâbis, Resûlullah’ı, torunu Hasan’ı öperken gördü. Benim on oğlum vardır. Hiçbirini öpmüş değilim dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Merhamet etmiyene merhamet edilmez» buyurdu. İhyâ ve Menba’da da böyle diyor.
Çocuklarına yumuşak muamele eder. Onlarla hoş ve tatlı konuşur. Mubah olan oyunlarına engel olmaz. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) torunu Hüseyin’e (radıyallahü anh) mübârek dilini çıkarır, çocuk dilinin kırmızılığını görür ve sevinirdi. Ömer (radıyallahü anh), «ben oruçlu iken, çocuklarıma yumuşak davranır, onları öper, neşelenirdim» buyuruyor.
Çocuğuna, terzilik ve dikiş gibi sâlih, iyi sanatlar öğretir. Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de budur. Çünki san’at fakirlikten emniyettir. Selefin sünnet ve âdetlerindendir. İyi san’at dedik. Çünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kuyumculuk gibi bâzı san’atları beğenmezdi. Tâbiînden (rahimehümullah) biri, adamın birine, çocuğunu 2 satışta ve 2 san’atta bulundurma dedi. Yiyecek ve kefen satmasın. Çünki bunların satıcıları, pahalılaşma ve insanların ölmesini isterler. İki sanat ise, biri kasaplık olup, kalbi karartır ve katılaştırır. Diğeri kuyumculuktur. Bu da, dünyayı altın ve gümüşle süslemek olur. Bunu İhyâ’dan aldık.
Baba, çocuğuna hayır ile düâ eder. Hadis-i şerîfde: «Babanın çocuğuna duâsı, peygamberin ümmetine düâsı gibidir» buyuruldu. Yanî babanın çocuğuna düâsı, peygamberin ümmetine düâsı gibi kabûl olunur. Aynı şekilde anne de, çocuğuna hayır ile düâ etmelidir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Annenin düâsı, daha çabuk kabûl olunur» buyurdu. Yâ Resûlâllah, acaba neden? dediler. «Çünki ana, babadan daha merhametlidir. Merhametlinin düâsı sâkıt olmaz» buyurdu. Bunu, İmam Gazâlî (rahimehullah) bildiriyor.
Çocuğunun yaramazlığına ve huysuzluğuna üzülmeyip, sabr eder. Çünki yaramazlık, büyüdüğü zaman aklının çok olacağını gösterir. Küçüklükteki yaramazlık, büyüdükte rüşd ve olgunluğa delildir de denmiştir.
Çocuğuna beddüâ etmez. Çünki kabûl edilir ve ona zarar verir. Adamın biri Abdullah bin Mübârek’e gelip, çocuklarından birinden şikâyet etti. Abdullah bin Mübârek, çocuğuna beddüâ ettin mi? buyurdu. Evet dedi. Onu sen bozdun, o beğenmediğin hâle sen düşürdün buyurdu.
Hiç kimsenin çocuğuna kötülük yapmak istemez. Çünki bu istek ve düşüncesinin zararı, bir zaman sonra da olsa, kendi çocuğuna döner gelir. Yûsuf aleyhisselâmın kardeşleri, kendisine kötülük yaptıkları için, Fir’avn’ın elinde esir oldular denmiştir.
Sâlih, iyi bir babanın bereketi çocuklarında görünür. Allahü teâlâ Kehf sûresinde Mûsâ ile Hızır (aleyhimesselâm) kıssasında bunu bildirir ve: «O iki çocuğun babası sâlih idi» buyurur. Bu kıssayı kısaca yazalım:
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma, Hızır aleyhisselâmdan, birşeyler öğrenmesini emrettiği zaman, iki denizin birleştiği yerde ona rastladı. Hızır aleyhisselâm, sebebini anlıyamadığı şeylerde suâl sormakta acele etmiyeceğine dâir ondan söz aldı. Sonra beraber gittiler. Bir gemiye bindiler. Hızır aleyhisselâm gemiyi (bir balta ile delip) yaraladı. Mûsâ aleyhisselâm ona, «geminin içindekileri boğasın diye mi onu deldin? Doğrusu çok büyük bir iş yaptın» dedi. Hızır aleyhisselâm, sen benimle aslâ sabredemezsin, demedim mi? dedi. Mûsâ aleyhisselâm: «Beni unuttuğum şeyle azarlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma» dedi.
Yine gittiler. Nihâyet bir oğlana rastladılar. Hızır aleyhisselâm tu tup onu öldürüverdi. Mûsâ aleyhisselâm: «Tertemiz, (kabahatsiz, günâh işlememiş) bir kimseyi, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün hâ! Doğrusu görülmemiş bir şey yaptın» dedi. Hızır aleyhisselâm: «Sen benimle aslâ sabredemezsin, demedim mi sana?» dedi. Mûsâ aleyhisselâm: «Bundan sonra sana birşey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme Doğrusu tarafımdan yapılacak son özre ulaştın» dedi.
Bunun üzerine yine gittiler Sonunda bir memleket, (Antakya) halkına vardılar ki, ora halkından, yemek istedikleri halde, kendilerini misâfir etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu hemen doğrultuverdi. Mûsâ aleyhisselâm ona: İsteseydin. bu işine karşılık bir ücret (ekmek parası) alırdın» dedi. Hızır aleyhisselâm: İşte bu itiraz, seninle benim aramın ayrılmasına sebeb ol muştur. Hızır aleyhisselâmın doğrulttuğu duvarın yüksekliği elli metre civârında idi denilmiştir.
Yine denildi ki, Mûsâ aleyhisselâm, «İsteseydin buna karşılık bir ücret alabilirdin» demekle, tama’ izhar edince, bir geyik gelip, ikisi arasında durdu. Mûsâ aleyhisselâma bakan tarafı çiğ, Hızır aleyhisselâma bakan tarafı kızartılmıştı. Bunu Ravdatü’n-nâsıhîn bildiriyor.
Sonra Hızır aleyhisselâm: «Sana, o sabr edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereyim» deyip devâm etti: «Evvelâ gemi. Denizde çalışan bir takım yoksullarındı. Ben o gemiyi kusurlu yapmak istedim. Cünki ötelerinde her sağlam gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.
Oğlana gelince: Onun babası ve annesi İmanlı kişilerdi. Bunun İçin oğlanın bunları, azgınlık ve küfr ile sarmasından sakındık da, istedik ki, onların Rabbi, bu oğlanın yerine, kendilerine temizlik yönünden daha hayırlısını, merhamet bakımından daha yakınını versin.
Duvara gelince: Bu duvar şehirde 2 yetim oğlanındı. Duvarın altında, bu oğlanlar için saklı bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Onun için Rabbin diledi ki, ikisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir merhamet idi. Ben bunları kendi görüşümle yapmadım. Allahü teâlâ’nın emriyle yaptım. İşte senin sabr edemediğin şeylerin iç yüzü budur.» Buraya kadar yazdıklarımız Kehf sûresinin 70. âyetinden 82. âyetine kadar bildirilenlerdir.
Enes (radıyallahü anh) anlatır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Allahü teâlâ’nın, o duvarın altında o iki yetim çocuk için bir define vardı» buyurduğu duvarın altında, altından bir levha bulundu. Altın paslanmaz, çürümez ve eksilmez. O levhada şöyle yazılı idi: Bismillâhirrahmânirrahîm… Ölüme inanan kimsenin nasıl sevinip, neş’elendiğine şaşarım. Kadere inanan kimsenin nasıl üzüldüğüne şaşarım. Dünyâ ve ehlinin geçici olduğuna inananın, onunla nasıl rahat bulduğuna şaşarım. Lâ ilâhe iliâllah Muhammedün Resûlullah.»
Sâlih olan babalarının ismi Kâşıh idi. Babalarının sâlih olmaları sebebi ile korunmuşlardı. Halbuki, onların sâlih oldukları hakkında birşey bildirilmedi.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem). «Bir kimsenin sâiih olması sebebiyle, çoluk çocuğu ve etrafındakiler ve onların etrafında bulunanlar da sâlih olurlar» buyurdu.
Yetimin başını okşar ve güzel koku sürer. Bu hareket, kalb katılığını giderir. Yetimin gözyaşından kaçınır. Yanî yetimi ağlatmaz. Mazlumun âhından ise, daha çok sakınır Çünki insanlar uykudayken, bunlar seyr hâlindedirler.
Ölen kızlarını, defn etmeği iyilik bilir Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ölen kız çocuklarını defn etmek, iyiliklerdendir» buyurdu Bununla, arabların câhiliyye zamanında, doğan kız çocuklarını diri diri gömme âdetlerine muhâlefet etmiş, bunu ondan ayırmış olurlar. Câhiliyye devrinde yapılan bu çirkin ve yasak işi yapanlar, kıyâmette mes’ûl olacaklardır. Nitekim Allahü teâlâ Tekvîr sûresi 8 ve 9. âyetlerinde: «Diri olarak toprağa gömülen kız, hangi günahla öldürüldü? sorulduğu zaman…» buyuruyor.
Ölen çocuğunu, kendine takdîm olunan bir hayır kabûl eder, ölen «çocuğu kendisi için terazide ağırlık, âhiret için yatırım, Allahü teâlâ’dan sevab ve şefâat edici ve şefâati kabûl edilendir.
Yetime bakar, ona ihsan, iyilik eder. Çünki yetime yapılan iyiliğin karşılığı Cennettir. Hadîs-i şerîfde böyle bildirilmiştir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) orta ve işaret parmaklarını göstererek: «Ben ve yetimi himâye eden, Cennette böyle yanyanayız» buyurdu. Bu hadîs-i şerifin mânası, yetimi himâye eden, Cennette Resûlullah ile bir arada bulunur demek değildir. Kimsenin derecesi, Onun (sallâllahü aleyhi ve sellem) derecesine ulaşamaz. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü tıleyhi ve sellem) bu hadîsi bildirirken, parmaklarını açması, bu sözümüzü açıklamakta, kuvvetli bir işâret sayılabilir. O halde hadîs-i şerîf, o kimsenin Cennete gideceğini haber veriyor.
Dullara ve yoksullara karşı eli açık olur, işlerini görür. Dullara ve yoksullara yardım elini uzatmak, işlerine koşmak, Allah yolunda cihâd etmek, gündüzleri oruç tutmak, geceleri namaz kılmak gibidir.