Hadîs-i şerîf kitablarında Resûlullahın (sallâllahü aleyhi ve sellem) en çok sevdiği kamîs = entari idi. Çünki başka şeye ihtiyaç duyulmadan bütün vücûdünü örterdi. Karnisinin yenleri, kolları bileklere kadardı. Bâzen entarisinin kolları parmak uçlarına, etekleri ayak topuklarına kadar uzun olurdu. Ancak kol ve etekleri kısa tutmak sünnettir. Emîrül mü’minîn Alî (radıyallahü anh) 3 dirheme bir kamîs satın aldı. Sonra parmak uçlarından yenini kesip kısalttı. Hâricîler kendisini ayıplayınca: Kibirden uzak ve bana uyan müslümanlara en uygun olan bir elbise için mi beni ayıplıyorsunuz? buyurdu. Izâr (iç donu), peştemal yerlere sürünecek kadar uzun yapmak bid’attir. Kibir, büyüklenmek alâmetidir. Hadîs-i şerîfde: «İzâr, kamîs ve sarığını kibir sebebi ile yerlerde sürükleyen kimseye Allahü teâlâ rahmet nazarı ile bakmaz» buyuruldu.
Şerâvil (şalvar) giymek Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetidir. Erkek ve kadınları en iyi setr eden bir giyimdir. Mâhud uzvu ile yer arasında bir engel olması için şalvarı önce Halîlullah İbrâhim aleyhisselâm giymiştir. Ebû Süleyman (rahimehullah) dedi ki: Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâmı Halîl, dost edindiği zaman avret yerini yeryüzünden gizlemesini vahy etti. Peygamber efendimiz her elbiseden bir tane kullanır, fakat şalvarı 2 tane idi. Birisi yıkanırken diğerini giyerdi. Vefâtında şerâvîli üzerinde olduğu halde yıkanıp kefenlenmesini emir buyurdu. Hasen, Hüseyn ve Abdullah bin Ca’fer (radıyallahü anhüm) suda yaşayan canlılardan bile gizliyerek (hayâ ederek) üzerinde serâvilleri olduğu halde suya girerlerdi. Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh) anlatıyor: Bir grup insanlar ile beraberdim. Hepsi suya soyunup giriyorlardı. O zaman Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahü teâlâ’ya ve âhiret gününe imân eden peştemalsız hamama girmesin» buyurduğunu hatırladım, soyunmadım (peştemal ile yıkandım). O gece rü’yamda birisi bana: Seni midelerim ey Ahmed! Sünnete uyduğun için, Allahü teâlâ seni mağfiret etti dedi. Sen kimsin? dedim. Cebrail’im, Allahü teâlâ seni insanların uyduğu bir imam yapacaktır cevabını verdi.
Sarık giymek hilm ve vekar alâmetidir. Arabların tâcıdır. Peygamber efendimiz siyah sarık giyer, arkaya omuzlarının arasına doğru sarkıtırdı. Böyle yapmak sevilen bir sünnettir. Hazânetü’l-fetâvâ’da diyor ki: Sarığı arkadan belin ortasına kadar sarkıtmak müstehabdır. Bâzıları oturduğu yere kadar, bâzıları da bir karış sarkıtmalıdır dedi. Külâh giymekte beis yoktur. Siyah giymek müstehabdır. Peygamber efendimiz sarığı başa dolamadan çene altına bağlamayı yasaklamış, başa sarmayı emretmiştir. Yamalı ve sert, kalın elbiseler giymek sünnettendir. Hadîs-i şerîfde: «Elbisesi ince olanın dîni de ince olur» buyuruldu. Ömer (radıyallahü anh) 2 ince elbise giymiş olanları görünce kamçısını kaldırır ve, bırakın bunları kadınlar giysinler derdi. Zühd ve takvâ yolunda olmayanlar, şeriat izin verdiği için ince elbiseler giyebilirler (Avârif).
Abdullah bin Âmir (radıyallahü anh) bir palto giyerek Ebû Zer (radıyallahü anh)’ın yanına gelir. Zühd ve takvâ’dan süâl eder. Ebû Zer (radıyallahü anh) ellerini oğuşturup hiç cevab vermeden oradan uzaklaşır. İbni Âmir’in gücüne gidip İbni Ömer’e şikâyet eder. O da: «Hem bu elbiseleri giyip hem de zühd ve takvâdan süâl ediyorsun. Onlar ince elbiselere fâsık elbisesi derler» cevâbını verdi. Kalın elbiseler teri çeker ve kalbe huşû’ verir. Âfetlerden uzak tutar, kulu selâmete çıkarır. Haberde vârid olmuştur: «Güzel elbise giymeğe gücü yettiği halde giymeyen kimseye Allahü teâlâ Cennet elbiseleri giydirir».
Avârif’de diyor ki: Yumuşak kumaşdan elbiseleri ancak hâlini bilen, nefsinin vasıflarını tanıyan, ondaki gizli arzuları yok etmesini başaran, hüsn-i niyyet ile Allahü teâlâ’ya kavuşmak istiyenler giyebilir. Şeyhimiz Ebün-Necîb Sühreverdî (rahimehullah) elbise için, belirli şartlar koymazdı. Zahmet çekmeden, seçmeden eline geçeni giyerdi. Bâzen 10 dinarlık sarık, bâzen da 1 danklık sarık giyerdi.
Şeyh Ebüssuûd İbni Şibl (rahimehullah) da elbise hususunda seçim yapmazdı. Bâzıları yumuşak elbise getirirlerdi. Giyerdi. Seni bu giyiminle ayıblıyanlar olur dediklerinde, şöyle cevap verirdi: İnsanlar 2 türlüdür. Birisi bizde şerîatin zâhir hükmünü araştırır. Ona deriz ki: «Elbisemizde şerîatin mekrûh veya haram dediği bir husus var mıdır? Hayır der. Diğeri azîmet erbabı, hakikati arayan insandır. Ona da: Elbisemizi seçerek, beğenerek mi aldık, yoksa nefsimizin bir arzûsu üzerine mi giyiyoruz deriz. O da, hayır der. Üstâdlarımın birinden duydum: Cüneyd (kuddise sirruh) bir gun gayet pahalı, parlak, yeşil yünlü bir cübbe giymiş. Bu nedir böyle denildiğinde: «Vazgeç, ey Allah’ın kulu! Burada hırkaya değil, harâm olup olmadığına bakılır» cevâbını vermiştir.
Yün ve kıldan yapılan elbiseleri giymek Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetidir. Tevâzu’ alâmetidir. Sof, koyun yününden yapılır. Enes (radıyallahü anh), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yün (sof) elbiseler giyin. Kollarınızı sıvayıp, midelerinizin yansı dolunaya kadar yeyin. Cünki bu, Peygamberlerin ahiâkındandır» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Yine bir hadîs-i şerîfde: «İlk sof giyen Âdem ile Havvâ (aleyhimesselâm)’dır. Cennetten çıktıkları zaman giymişlerdir» buyurulmuştur. Peygamber efendimiz yün giyer ve merkebe binerdi. Bir ha- dîs-i şerîfde: «Yün elbise giyin, îmânın lezzetini bulursunuz» buyuruldu.
İbn-i Mes’ûd (radıyallahü anh) buyurdu ki: Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâ ile mükâleme ederken, üzerinde yün cübbe, yün izâr ve yün şalvar vardı. Hasen-i Basrî (rahimehullah), İsâ aleyhisselâmın kıldan elbise giydiğini, ağaç yapraklarını yediğini ve nerede akşam olursa, orada geceyi geçirdiğini bildirmiştir (Hâlisa).
Abâ giymek müstehabdır. İlk defa Süleyman aleyhisselâm, fakirlere benzemek İçin giymiştir. Beyaz renkli abâ en güzeldir. Çünki Peygamberlerin ve şâlihlerin elbiselerinin rengi beyazdır. Sümre (radıyallahü anh), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Beyaz elbiseler giyin. Çünki çok temiz ve tayyibdir. Ölülerinizi de beyaz elbise ile kefenleyin» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Beyaz elbisenin temiz olması, boyacının eli değmediğinden: tayyib, güzel olması da Allahü teâlâ’nın yarattığı şekilde olup değişmediğindendir. Ancak kadınların eline kına yakması ve saç boyamak istisnâdır. Bilinmelidir ki, elbiselerdeki beyaz renk, mestlerde geçerli değildir. Mestte beyazdan başka renkler sevilmektedir. Kunye’de diyor ki: «Kırmızı mest Fir’avn’ın, beyaz mest Hâmân’ın, siyah mest de âlimlerin mestidir». Rivayet olundu ki, Peygamber efendimizin mesti de siyahdı.
Yeşile bakmak görmeyi arttırır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) yeşil hırka giymişlerdir. Onun için yeşil giymek sünnettir. Erkekler kırmızı ve sarı giymekten kaçınmalıdır. Yeni evlenen erkeğin elbisesinde biraz za’feran bulunması nikâh alâmeti olarak mahzûru yoktur. Kadınlar her renk elbise giyebilirler. Mecûsîler her zaman boyalı elbise giyerler. Onlara uymamak için ara sıra boyalı elbise de giymelidir. Bâzı mecûsîlerin de devamlı beyaz elbise giydikleri bildirilmiştir (Şerh-i Nikâye).
Erkeklerin ipek giymesi haramdır. Elbisenin yakasında, kollarında ve eteğinde 4 parmağa kadar ipek şerit olmasına ruhsat verilmiştir. Vera’ ve takvâ sâhibleri ipek şerit dahî kullanmamalıdır.
Elbiseyi, kirlenince yıkamak sünnettir. Keder ve hüznü giderir. Câbir (radıyallahü anh) diyor ki: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ziyâret için bize gelmişti. Bir kişinin elbisesini kirli gördü. «Bu, elbisesini yıkayacak bir şey bulamıyor mu?» buyurdu. Burada Peygamber efendimiz o şahsın sabun ve benzeri bir şey bulup elbisesini temizlemesini, hayvanlar gibi kirli kalmamasını, tâhir ve tayyib olmak gerektiğini beyan buyurdular. Hadîs-i şerîfde: «Allahü teâlâ kulunda ni’metinin eserini görmeyi sever» buyuruldu. Yanî Allahü teâlâ kuluna bir dünyâ ni’meti verdiğinde onu izhar etmelidir. Hâline uygun giyinmeli, temiz olmalıdır. Giyinmesindeki niyeti, Allahü teâlâ’nın verdiği ni’meti göstermek olmalıdır. Ayrıca muhtaçların kendisinden zekât ve sadaka talebinde bulunmalarını da kasd etmelidir. Âlimler de kendilerine verilen ilim ni’metini açığa vurmalıdır. Böylece insanlar kendisinden birşeyler sorar, istifade ederler (Şerh-i Mesâbîh).
Gücü yettiği halde eski elbise giymek tevâzu’dandır. Ömer bin Abdülâziz’in Sâlim adında bir kölesi vardı. 4 dirhem değerindeki karnisini çıkaran Ömer bin Abdülâziz, elini karnisine sürüp, bunun yumuşaklığından hesâba çekilirim diye korkuyorum dedi. Bunun üzerine Sâlim ağladı. Efendim, hilâfetten önce 40 dinar kıymetinde kamîsl giydin ve bunu kendin için güzel buldun dedi. Ömer bin Abdülâziz: «Ey Sâlim! Şimdiye kadar ne taleb ettim ise daha yükseğine kavuştum. Şimdi halîfe oldum. Artık biliyorum ki, halifeliğin üstü Cennettir. O halde nefsin isteklerini tamamen terk etmeliyim» cevâbını verdi (Muhâdarât).
Şöhret için, elbiseyi çok âdî kumaştan yapmamak ve çok güzel giyinmek mekrûhdur. Akranlarına uygun giyinmelidir. Çok kötü ve çok güzel giyince, başkalarının gıybet etmesine sebeb olur. Peygamber efendimiz: «Dünyâda şöhret için elbise giyenlere Kıyâmet günü Allahü teâlâ zillet elbisesi giydirir» buyurmuştur. Erkeklere harâm olan ipek elbise giymek, öğünmek için giyinmek, fakirlere karşı büyüklenmek ve onları hakîr, aşağı görmek için, kalblerini kırmak için giyinmek, herkese gülünç olmak için giyinmek ve bir de kendisini zühd ve takvâ sâhibi göstermek için kötü giyinmek şöhret için giyinmeğe dâhildirler.
Bu anlatılanlar takvâ yoludur. Fetvâya gelince: Kibir ve zulüm niyeti olmadan kıymetli elbiseler giyilebilir. Tekebbür, kendini büyük görmek haramdır. Gunyetü’l-fetâvâ’da diyor ki: «İyi giyinince hâlinde bir değişiklik olmamalı, eski hâli gibi olmalıdır». Câmiu’l-fetâvâ’da diyor ki: Resûl-i Ekrem (sallâllahü aleyhi ve sellem) öğünmek ve kötü giyinmek suretiyle olan her 2 şöhreti de yasaklamıştır. Kendisine: Eğer doğru yoldan ayrılmışlar ise, herkese kötülükleri dokunmaması için şehirden sürülürler mi? denildi. Cevâbında: «Koruma bâbında, ezâyı gidermek daha etkilidir. Diyânet için de en fâidelisi budur; kötüyü iyiden ayırmak evlâdır» dedi.
Elbise giyinmede niyet, setr-i avret, bedenindeki bir aybı örtmek, ehl-i İslâmın sevgisini kazanmak için süslenmek olmalıdır. Bu niyet ile giyinmek aklı pas, kir ve bulanıklıktan temizler, parlatır ve nurlandırır. Aklı parlatması, nefsin hevâ ve lezzetlerinden hiç bir şeyin akla karışmamasıdır. Ayrıca setr-i avret namazın şartlarındandır. Mü’minlerin sevgisini kazanmağa ve birlikte, karşılıklı sevgi içinde yaşamağa sebeb olur ki, bu da dînimizin şartlarındandır. Bu 2 niyet ile giyinmek, yanî setr-i avret ve müslümanlarla birlikte yaşamak için giyinmek, Allahü teâlâ’nın rızâsı için giyinmek ve nefsin isteklerini karıştırmadan akıl ve ilme uygun giyinmektir. Soğuk ve sıcaktan korunmak için giyinmek de meşrû’ bir giyinmedir. Bu niyet ile giyinen sevab alır.
Elbise giyerken sağdan başlamalı, çıkarırken soldan çıkarmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) de böyle yapardı. Giyinirken Allahü teâlâ’ya hamd eder, şöyle düâ ederdi: «Allahümme lekel hamdü. Ente kesevtenîhi. Es’elüke min hayrihi ve hayri mâ suni’a lehu ve eûzü bike min şerrihi ve şerri mâ suni’a lehü.» Mânası: Allahım, hamd sana mahsustur. Sen bana bu elbiseyi giydirdin. Senden onun hayırlı olmasını ve ne için yapılmış ise, onun da hdyırlı olmasını dilerim. Onun şerrinden ve ne için yapılmış ise o şeyin de şerrinden sana sığınırım.
Diğer bir hadîs-i şerîfde; «Elbise giydiğinde, Elhamdü lillâhillezî kesânî hâzâ ve rezakanîhi min ğayri havlin minnâ ve lâ kuvveh diyen kimsenin geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır» buyurulmuştur.
Elbise giydiğinde hamd edip hayırlı olmasını istedikten sonra Allahü teâlâ’dan takvâ elbisesi istemelidir. Giyinmeye başlarken Besmele çekmelidir. Hadîs-i şerîfde: «Cinnîler insanların elbiselerinden ve mallarından fâidelenmek isterler. Onun için yeni elbise giydiğiniz zaman Besmele çekin. Böylece Allahü teâlâ’nın ismi ile elbisenizi mühürleyin» buyurulmuştur. Peygamber efendimiz yeni elbisesini, günlerin seyyidi olan cum’a günü giyerdi. Bir evden diğerine intikali cum’a gecesi yapardı. Bir kimsenin yeni elbise giydiğini görünce: «Yeni olarak giy, hamd edici olarak yaşa, şehîd olarak öl» buyururdu. Ev elbisesini giyerken Fâtiha okumalıdır. İzârını, iç çamaşarını giyerken haramdan korunmayı niyet eder, Feth sûresini okur. (İnnâ fetahnâleke…) veya (İzâ câe nasrullahi…) sûrelerinden biri kasd edilmektedir. İkincinin kasd olunduğu daha çok umulur. İzârı topuklarından yukarı baldırının yarısına kadar olmalıdır. İzârını uzun yapdırıp da çekerek yürümek kibir alâmetidir.
Karnisi serâvîlden önce giymek Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) âdetidir. Serâvîli ayakta giymek, insanların buğzuna veya bir âfet ile karşılaşmasına sebebdir. Onun için serâvîli oturarak giymelidir. Vesâyal kudsiyye’de diyor ki: Sofiyye’den birinin komşusunun evine hırsız girdi. Sofi, onun çalınan malını ben ödeyeceğim. Çünki dün serâvîlimi ayakta giymiştim dedi. Hazret-i Alî (radıyallahü anh)’ın başına beklenmedik bir olay geldiğinde: «Serâvîlimi ayakta giymedim. Koyun sürüsünü kesmedim. Kalemin berâetini çiğnemedim. Bu elem nereden geldi?» buyururdu.
Eskiyen elbiseleri yama yapmadan atmamalıdır. Peygamber efendimiz, Âişe (radıyallahü anhâ)’ya: «Yâ Âişe, elbiseyi yamamadan atma. Yamadıktan sonra bir müddet giyersin» buyurmuştur. Eskiyen elbiseleri satmayıp bir fakîre vermelidir. Böylece sağlığında ve ölümünde Allahü teâlâ’nın hıfz ve himâyesinde olur.
Bir elbise edinmeli, 2 elbisesi olduğunda birini fakîre hibe etmelidir.
Avârİf’de Harîrî’den anlatıyor: Bağdad câmiinde bir kimseyi yaz-kış hep aynı elbise ile görürdük. Sebebini sorduğumuzda şöyle anlattı: Ben önceleri çok elbise giyerdim. Bir gece rü’yamda Cennete girdim. Fakîrlerden bir cemâat sofrada oturuyorlardı. Ben de oturmak istedim. Melekler elimden tutup kaldırdılar. Bunların bir elbiseleri vardır. Senin 2 elbisen var. Bunlarla beraber oturamazsın dediler. Uyandım. O zamandan beri tek elbise giyerim. Allahü teâlâ’ya kavuşuncaya kadar bir elbise giyeceğimi de nezr ettim dedi.
Çıkardığı elbiseyi, şeytanın giymemesi için katlamalıdır. Burada hakîkî veya mecaz mâna düşünülebilir. Katlanmayan elbisenin bereketi gider düşünülebilir.
Çıkardığı elbiseyi gelişigüzel atmamalı, uygun şekilde bir yere koymalı veya aşmalıdır. Elbisenin şöyle dediği bildirilmiştir: «Sen. beni gece süsle, ben de seni gündüz süsleyeyim.»
2 veya daha fazla renkli, nakışlı elbise giymekten, bilhassa üzerinde canlı resmi olan elbiseleri giymekten kaçınmalıdır. İpek ve ibrişimli elbise giymemelidir. «Dünyâda ipek giyenler, âhirette giyemezler» hadîs-i şerifini İbni Zübeyr (radıyallahü anh) rivâyet etmiştir. Eğer ipek helâldir diyerek giyerse, kâfir olur, Cennete giremez, ipek elbise giyemez. Haram olduğunu bilerek giyerse hadîs-i şerif «Dünyâda ipek giyenler, bu günahlarından temizlenmedikçe Cennete giremezler» diye te’vîl edilir. O zaman yâ tevbe ederek, veyâ Allahü teâlâ’nın afv etmesi ile veya günâhı kadar yanıp temizlendikten sonra Cennete girerek ipek elbise giyerler (Mazhar).
Kadınlar, altındaki âzanın şekli belli olacak şekilde ince elbise giymemelidir. Entarisi erkekten bir karış kadar uzun olup ayağının üstünü örtmelidir. Diken ile de olsa izârını bağlamalıdır. Kadınlara benzememek ve erkeklere yakışmayan koku ile kokmamak için usfur ile elbiselerini boyamamalıdır. Sarı renkli çiçeklerden elde edilen boya ile boyanmış elbiseleri giymemelidlr. Bâzılarına göre boyama, yalnız sarı renk için yasaklanmıştır.
Evde 3 döşekten fazla olmamalıdır. Biri kendisi, biri zevcesi, üçüncüsü de müsâfir içindir. Hadîs-i şerîfde bildirildiği gibi dördüncüsü şeytan içindir. Buradan anlaşılıyor ki, ihtiyâcı kadar yatak olmalıdır. Fazlası israftır. İsraf ise şeytan işidir. Misâfiri fazla geliyorsa, ona göre evde yatak bulundurulur. Döşek çok sert ve çok yumuşak değil orta derece olmalıdır. Böylece sünnete daha yakın olur. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) döşeği, içi lif dolu deri idi. Yastığı da deri idi.
Erkekler ayakkabıyı birden fazla edinebilir. Çünki ayakkabılar erkeklerin binekleridir. Bir hadîs-i şerîfde: «Ayakkabılarınızı çoğaltın. Çünki erkekler ayakkabı giydiği müddetçe binekli sayılır» buyurulmuştur. Mest giymek ayakkabı giymekten farklıdır, binekli sayılmaz, çıplak ayaklı gibi düşünülür. Peygamber efendimiz, mesti harbde de. başka zaman da giymişlerdir. Hadîs-i şerîfde: «Sarı ayakkabı giyen, onu giydiği müddetçe neş’eli olur» buyurulmuştur. Ayakkabı ve mest önce sağ ayağa giyilir, çıkarırken önce sol çıkarılır. Bu şekilde giyinip çıkaran kimsenin dalak ağrısı görmeyeceği Hayâtü’l-hayvan’da yazılıdır. Dalak ağrısı olan hastaya Mümtehıne sûresi yazılıp suyu içirilirse biiznillâh iyi olur. Ayakkabı ve mesti oturarak giymelidir. Çünki ayakta zor giyilir. Ayakta kolay giyilebilen ayakkabılar için bu nehiy yoktur. Ağaçtan yapılan türk tibi na’linler, ayakkabılar böyledir. Ancak Kunye’de tahtadan ayakkabı yapmak mekruhdur denilmiştir. Tek ayakkabı veya tek mest ile yürümemelidir. Hadîs-i şerîfde: «Tek ayakkabı ile yürümeyin ve arka üstü yatarken bir ayağınızı diğerinin üstüne atmayın» buyurulmuştur. Tek ayakkabı ile yürümenin zararı ve yürüyenin aklının az olduğu açıktır. Arka üstü yatarken ayak ayak üstüne atarken avret yeri açılabilir. İbni Şîrîn: «Erkeğin karnı üzerine, kadının da arkası üstüne yatması mekrûhdur» demiştir. 2 elinden birini yeninden çıkarmak, ridâsını omuzlarından birinin üzerine atmak mekruhdur.
Mest veya ayakkabıyı giymeden önce, içinde haşere, akrep, yılan gibi şeylerin kalmaması için silkelemelidir.
Allahü teâlâ’ya karşı tevâzu’u göstermek üzere ara sıra yalın ayak yürümek de İslâmın sünnetlerindendir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) de bâzen böyle emrederlerdi. Umulur ki, bu emir, ayakkabı ni’metinin kıymetini bilmek, şükrünü daha fazla yapmak ve tevâzu’u kendine mal ettirmek içindir. Hulâsa, bâzen yalın ayak yürümekle 3 şey yapılmış olur: Tevâzu’, ayakkabı ni’metine şükür ve emredilen sünnet ile amel etmek.
Müsliman kardeşine ayakkabı veya mest bağışlamak İslâmın sünnetindendir. Bunun sevabı Allah yoluhda cihâd edene at bağışlamak gibidir. Oturacağı zaman ayakkabılarını çıkarıp yanına koymalıdır. Mescidde de olsa, emniyyet ve huzur içinde olması, aklının ayakkabıda kalmaması için böyle yapmalıdır.
Gümüş yüzük ve akik taşından yüzük takmak sünnettir. Gümüşden başka yüzük erkeklere haramdır. Hadîs-i şerîfde: «Akîkden yüzük kullanın. Çünki o mübarektir, taş değildir» buyuruldu. Mühim olan halka kısmıdır. Bu kısmı gümüşten olmalıdır. Taş kısmı her taştan olabilir. Taşı çok kıymetli olan yüzükleri sultanlar, hâkimler takar. Hüküm sâhibi olmayanlar, böyle sırf süs olan kıymetli taştan gümüş yüzükleri takmamalıdır. Yüzüğü sol elin küçük parmağına takmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem)in yüzüğü sağ ele takma emri İslâmın ilk zamanlarında idi. Sonraları bu fesad ehlinin alâmeti oldu (Hulâsa).
Zamanımızda sol elin küçük parmağına takılmalıdır. Enes (radıyallahü anh), Peygamber efendimiz yüzüğü buraya takardı diyerek sol elin küçük parmağını işâret etmiştir. Yüzüğün sol ele takılması, faziletli işlerden mahrûm olmasından ve kibir ve ucubdan uzak olmasındandır. Çünki sol elin görünen hareketi daha azdır. Küçük parmağa takılması, onun en zayıf olmasındandır. Alî (radıyallahü anh) da, orta ve şehâdet parmaklarını göstererek. Peygamber efendimiz yüzüğü bu parmaklara takmamızı nehy etti buyurdu. Yüzük üzerine hikmetli sözler yazmanın bir mahzûru yoktur. İbni Ömer (radıyallahü anhümâ) diyor ki: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), erkeklere haram olmadan önce altın yüzük kullandı. Sonra onu bırakıp gümüş yüzük taktı. Üzerinde (Muham- medün Resûlullah) yazılı idi. «Yüzüğümün nakşı gibi kimse nakşettirmesin» buyurdu. Burada, kendisinden sonra ismi aynı olsa da Peygamber gelmeyeceğine işâret vardır. Evlâ olan yüzüğün halkasının ve kaşının gümüş olmasıdır. Resûl-i Ekrem efendimiz böyle yapardı. Yüzüğünün kaşını da avuç içine çevirirdi. Böylece kibirden ve zîneti göstermekten kaçınırdı’. Yüzük 1 miskalden (4.8 gramdan) hafif olmalıdır. İsrafdan uzak ve tevâzu’a daha uygun olur (Şerh-i Tahâvî).
Hadîs-i şerîfde: «Akîk taşından yüzük edinin. Zira o sizde bulundukça size hiç bir gam gelmez» buyurulmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Zümrüt yüzük kullanmak fakirliğe engel olur» buyurulmuştur..
Hadîs-i şerîfde: «Altın müşriklerin, gümüş müslümanların, demir de Cehennem ehlinin süsüdür» buyurulmuştur. Cehennemliklere zincir ve bukağı ile azâb olunur. Bunlar da âdet olarak demirden yapılmaktadır (Şerh-i Mesâbîh).
Erkekler gümüş yüzük takmalıdır. Altın yüzük takmaları haramdır (Hulâsa). Altın ve gümüşten başka demir, bakır, pirinç gibi madenlerden yapılan yüzükleri takmak erkeklere ve kadınlara mekrûhdur. Cünki bunlar Cehennem ehlinin süsüdür (Şerh-i Nikâye).
Büreyde (radıyallahü anh) diyor ki: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem). parmağında demir yüzük olan birini gördü. «Neden sende put kokusu duyuyorum?» buyurdu. O kimse parmağındaki yüzüğü çıkarıp attı. Putlar genellikle demirden yapıldığı için Peygamber efendimiz demir yüzüğü kerîh görmüştür. Demir, bakır, pirinç gibi madenlerle mutfak eşyası yapmak câizdir (Mesâbîh şerhleri).
Yüzük ancak sultanlar için câizdir. Ebû Reyhane’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde de böyledir. Ancak bu nehy tenzihidir, tahrîmî değildir. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ve Hulefâ-i râşidînin (radıyallahü anhüm) zamanında Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân) yüzük takmışlar, Peygamber efendimiz ve büyük halîfeleri bunlara birşey dememiştir. Bu delîl ile hadîs-i şerîfin nesh edilmiş olduğu söylenmiştir.
Misk ve benzeri kokuları sürünmek de sünnettendir. Kadınların, evlerinde koku kullanmaları mubahtır. Kocalarına güzel görünmek maksadı ile olursa müstehabdır. Evden çıkarken başkaları kokusunu alsın diye sürünürse, haramdır. ‘Böyle niyeti yoksa haram değildir (Şerh-i Meşârık). Misk hevayı temizler, vebaya fâideli olur. Zihni açar, ferahlık verir. Kalb çarpıntısına, bağırsak gazlarına, zehirlenmeye iyi gelir. Misk, ceylândan elde edilir. En iyisi Horasan, sonra Çin, sonra Hind’de yapılanıdır. Sevdevî hastalığa tutulanlara yiğitlik verir.
Verilen kokuyu almalıdır. Erkekler kokusu duyulan, rengi görünmeyen kokuyu kullanırlar. Kadınlar, bunun aksinedir. Hadîs-i şerîfde böyle bildirilmiştir. Miskin de rengi olduğu için erkeklerin kullanmaması gerektiği anlaşılıyor ise de, esas olan, erkeklerin kadınlara benzememesidir. Sarı, kırmızı ve başka renkli kokuları kadınlar süs ve .cemâl için kullanmaktadırlar. Böyle niyet olmadan misk, anber ve kâfur gibi kokuları erkekler de kullanabilirler (Mazhar).
Gözlere sürme çekmek de sünnettir. Hadîs-i şerîfde: «Sırmataşı ile sürmelenin. Çünki o gözleri parlatır, kuvvetlendirir, kirpikleri büyütür» buyurulmuştur. Ya’nî insan için zînet olan kirpikleri bitirir buyurulmaktadır. Her göze üçer kere sürmelidir. Hadîs-i şerîfde: «Aşûra günü sürme çekenin gözleri hiç hastalık görmez» buyurulmuştur. Yağ sürünmek, yanî esans kullanmak ve saç taramak da sünnettir. Hadîs-i şerîfde : «Saçı olan, ona ikrâm etsin» buyurulmuştur. Yanî saçı olan yağlanmalı, taramalı, yıkayıp temizlemelidir. Kirli ve dağınık tutmamalıdır. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Yağlandığınız zaman kaşlarınızdan başlayın. Çünki bu, baş ağrısını giderir» buyurulmuştur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) sol avucuna yağı döker, kaşlarına, bıyığına, sakalına ve saçlarına sürerdi. Saçlarını gün aşırı tarardı. Hadîs-i şerîfde: «Kaşlarına tarak süren vebâ’dan muâf olur» buyuruldu. Peygamber efendimiz saçlarını taramak için açarken Elem neşrahleke sûresini okurdu.
Saç, sakal boyamak kavlen ve fiilen sünnettir. Kavlen, yanî söz ile sünnet olması, Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği: «Yehudî ve nasrânîler saçlarını boyamazlar. Siz onlara muhalefet edin» hadîs-i şerîfidir. Fiil ile sünnet olması, İbni Ömer’in (radıyallahü anh), «Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) sakalını vers (*) ve za’feran (**) ile sarıya boyardı» sözüdür.
[(*) Vers: Güzel kokulu sarı bir ottur. Yemende yetişir.
(**) Za’ferân: Meşhur güzel kokulu çiçektir.]
Mecma’u’l-fetâvâ’da diyor ki: Resûl-i Ekrem (sallâllahü aleyhi ve sellem)’in ömründe saç veya sakalını boyadığı ihtilâflıdır. Sahîh olan, ihtiyacı olmadığı için sakalını boyamadığıdır. Saçına kına yakması ise meşhurdur. Baş ağrısını ve harareti gidermesi için birkaç kere başına kına koymuştur. Musannifin (rahimehullah) fiilen sâbit olması sözünden de mübârek başına kına yaktığı kasdedilmiştir. Bir hadîs-i şerîfde: «Boya kullanın. Çünki melekler mü’minin boya kullanmasına sevinirler», diğer bir hadîs-i şerîfde ise: «Ak saçı en güzel kına ve ketem değiştirir» buyurulmuştur. Kına ile boyanınca kırmızı, ketem ile boyanınca yeşil gibi olur. Saç ve sakalı bu ikisi ile boyamakta bir mahzur olmadığı Hazâne’de yazılıdır. Ketem, Mersin yaprağı gibi bir yapraktır. Sıhâh’da, visme ile karıştırılıp boya yapılır denilmektedir, Hattâbî’de diyor ki: Kına ve ketem ayrı ayrı kullanılmalıdır. Zira birlikte kullanınca renk siyah olur, bu da nehyedilmiştir. Ebû Bekir (radıyallahü anh) bâzan kına, bâzan ketem kullanırdı. Siyah boya kullanmamalıdır. Hadîs-i şerîfde: «Ak saçları değiştirin, fakat siyah boyadan kaçının» buyurulmuştur. imâm-ı Nevevî (rahimehullah) dedi ki: Saç, sakal boyama hususunda çeşidli kaviller, sözler vardır. Sahîh olan, erkek ve kadının ak saçlarını kırmızı ve sarıya boyaması müstehab, siyaha boyaması haramdır. Muhît’de, bu harb zamanı dışındadır. Gazâlarda gâzîler düşmanı daha heybetli görünmek için saç ve sakallarını siyaha boyayabilirler. Süs için boyamak haramdır. Osman, Hasen ve Hüseyin (radıyallahü anhüm)’heybetli görünmek için sakallarını siyaha boyadıkları rivâyet olunmuştur. (Şerh-i Meşârık).
Mecma’u’l-fetâvâ’da diyor ki: Bâzı âlimler kaçkınların ve câriyelerin yalnız süs için siyahdan başka renge boyamaların^ men’ etmişler ise de, esah olan bir mahzuru olmamasıdır. Ebû Yûsuf (rahimehullah), hanımımın bana karşı süslenmesi bana nasıl hoş geliyorsa, benim süslenmem de hanımıma hoş gelir buyurmuştur.
Saç ve sakalı siyaha boyamak hakkında büyük tehdîd gelmiştir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Âhir zamanda siyah renkle boyanacak kimseler olacaktır. Bunlar Cennetin kokusunu duymayacaklardır» buyurmuştur. Bu, ak saçlarını veya sakalını siyaha boyayanlar için kuvvetli bir tehdîddir. Yine bir hadîs-i şerîfde: «O siyah renk Cehennem ehlinin boyasıdır», diğer bir hadîs-i şerîfde: «Siyah ile boyanmak kâfirlerin boyanmasıdır» buyurulmuştur. İlk defa siyah boya kullanan Fir’avn olmuştur (İhyâ). Saç ve sakalı sarı veya kırmızıya boyarken, beyaz saçları kerih görmemeli, bilâkis onlara saygı duymalıdır.
Beyaz saç ve sakalı koparmamalıdır. Çünki mü’minin nûrudur. Zamanımızda genç görünmek ve dünyanın geçersiz arzularına kavuşmak için, beyaz kılları koparmaktadırlar. Böyle niyeti olmadan ak saç ve sakalı koparmakta bir mahzur yoktur (Hazânetü’l-fetâvâ).
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ak kılları koparmayın. Çünki müslümanın nûrudur. Saçını İslâm dîninde ağartan kimseye Allahü teâlâ bir sevab yazar, bir hatâsını örter, bir derece yükseltir» buyurmuştur. Ak kılların çıkması, ihtiyarlık, akıllı kimseyi gururdan alıkoyar, sürür verir, şehvetleri kırar ve tâat yapmağa meyl ettirir. Bunların hepsi mü’mini âhirette nûra garkedecek, sevab kazanmasını gerektirmektedir. Yine bir hadîs-i şerîfde: «Saçını İslâm dîninde ağartan kimsenin bu ak saçları, Kıyâmet gününde bir nûr olur» buyurulmuştur (Şerh-i Mesâbîh).
Beyaz saçlar mü’minin nûru ve vekarıdır. İnsan oğlundan sakalına ilk ak düşen Halîlullah Ibrâhîm aleyhisselâmdır. Sakalında ak görünce, yâ Rabbî bu nedir? dedi. Allahü teâlâ, bu vekardır buyurdu. İbrâhim aleyhisselâm, yâ Rabbî vekârımı arttır dedi.
Başın yanlarındaki aklık, vera’ (takvâ) işâretidir. Çünki onları gören müsliman ihtiyarlık geldi diyerek takvâ yoluna sarılır. Başın ön kısmında ve kulaklar ile ense arasındaki (kazâl) kısımlarda görülen aklık kerem alâmetidir. Başın arka kısmında görülen aklık ise, işe yaramaz.
Bıyıklardaki aklık da göze iyi görünmez. Saçları 2’ye ayırmak ve yanları taramak da sünnettendir. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ) diyor ki: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kendisine bir hüküm indirilmediği hususlarda Ehl-i Kitâb’a uymasını severdi. Kitablarında bildirilmiş olduğu için öyle yaptıkları ihtimalini gözönüne alarak Ehl-i Kitaba uymayı müşriklere uymaktan evlâ sayardı. O zaman Kitâb ehli, saçlarını 2’ye ayırmadan aşağı sarkıtırlardı. Müşrikler ise 2’ye ayırarak aşağı sarkıtırlardı. Önceleri Peygamber efendimiz ve Eshâbı (radıyallahü anhüm) Kitâb ehli gibi kâkül bırakırdı. Sonra Cebrâil aleyhisselâm geldi. Saçları 2’ye ayırmayı emr etti. Bütün müslümanlar da saçlarını ayırdılar. Ümm-i Hânî (radıyallahü anhâ), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) Mekke’ye geldiğinde saçında 4 örgü bulunduğunu rivâyet etmiştir. Peygamber efendimiz saçlarını bâzen bükülmüş bâzen da bükülmemiş olarak salardı.
Erkeğin başını tamamen traş etmesi de sünnettendir. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) saçları hususunda değişik rivâyetlerin olması, çoğu zaman değişik şekillerde olmasındandır. Bâzen uzatırlar, bâzen da keser kısaltırlardı.
Kadınların başını traş etmeleri, ancak bir yara, bir özür sebebiyle câizdir. Yoksa erkeklere benzeme olacağı için mekruhdur. Kadının sakalı çıkarsa, traş etmesi müstehabdır. Saçları traş edip de yanlarında bir parça bırakmamalıdır. Peygamber efendimiz bunu nehy etmiştir. Hulâsa temizlik için traş etmekte bir mahzur yoktur. Saç bıraktığı zaman da temiz tutup taramalıdır.
Bıyıkları kısaltmak da sünnet-i râtibe’dendir. Yanî müekked, kuvvetli sünnettir. Öğle namazının sünneti gibidir. İkindi namazının sünneti, sünnet-i gayr-i râtibedir. Dudakların üstünden almalı, dudaklar görünmelidir. Böylece bıyıklar ağzı örtmez ve yemek bulaşmaz. Bıyıklar kaşlar kadar olmalıdır. İhyâ’da: Bıyıkları yanlara uzatmakta beis yoktur. Çünki ağzı örtmez ve yemek artığı kalmaz. Ömer (radıyallahü anh) böyle yapardı. Muhit kitâbında, harb zamanında mücâhidlerin tırnaklarını ve bıyığını uzatmaları, düşmana heybetli görünmek için mendubdur. Normal zamanda bıyıkları kısaltmak ve tırnakları kesmek sünnettir denilmektedir.
Kasık kısmını traş etmek de sünnettendir. Cünüb iken traş olmamalıdır. Hâlid (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde: «Gusl etmeden önce göz taşı kullanıp kasık traşı olana, her kıl gelip yâ Rabbî, neden beni zâyi’ etti diye ona süâl et derler» buyurulmuştur. Göğüs ve sırt kıllarını traş etmek Kunye’de bildirildiği gibi edebi terkdir. Muhît’de diyor ki: Boğazdaki kıllar traş edilmez. İmam Ebû Yûsuf (rahimehullah) ise, bunları traş etmenin mahzuru yoktur demiştir. Ayrıca kadın kılıklı erkeklere benzeme niyeti olmadıkça, kaş ve yüzdeki kılları almakta da bir mahzur yoktur demiştir. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (rahimehullah) hacamat esnasında başın arka kısmını traş etmek mekruhdur demiştir.
Koltuk altını yolmak da sünnettendir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfden, koltuk altını traş etmenin değil, yolmanın sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Zîra traş olunca kıllar kalın çıkar ve kötü bir koku hâsıl olabilir. İmam Nevevî (rahimehullah) dayanabilenler için koltuk altını yolmak daha efdaldir demiştir.
Hikâye olundu ki, İmâm Şâfiî (rahimehullah) koltuk altını traş etmişti. Yolmanın sünnet olduğunu biliyorum. Fakat acısına dayanamam, buyurdu. Abdullah bin Beşir’in (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerifde: «Burunda olan kılları yolmayınız. Âkile hastalığına sebeb olur, lâkin kısaltınız» buyurulmuştur.
Her hafta gusl etmeli, tırnak kesmeli, bıyık kırkmalı, kasık ve koltuk altı traşı olmalıdır. 15 günde bir de olur. 40 günü geçirenin özrü, kabûl edilmez, vaîde müstehak olur (Künye).
Sakalın da her hafta eninden boyundan alıp düzeltmeli, bir tutamı geçmemelidir. Peygamber efendimiz her perşembe veya cum’a günü bunu yaparlardı. Hadîs-i şerîfde: «Sakalları bırakın, bıyıkları kısaltın» buyurmuştur. Yabancılar ve Avrupalılar, sakallarını kısaltır veya tamamen keser, bıyıklarını ise uzatmaktadırlar. Nehâî (rahimehullah) dedi ki: Akıllı olup da sakalı uzun olan kimseye hayret ederim. Nasıl olur da uzun ile kısa sakalın ortasını bulamaz. Her şeyde orta olmak güzeldir. Onun için «İşlerin hayırlısı orta olanıdır» denildi. Yine bu sebeble «sakalı uzun olanın aklı kısadır» denilmiştir.
Hadîs-i şerîfde: «Tırnaklarını her cum’a günü kesenin parmak uçları dağılmaz» buyurulmuştur. İmam Kadıhan diyor ki: Cum’a günü traş olmayı ve tırnak kesmeyi âdet edinen kişi, tırnakları uzadığı ve başka günde kesmenin câiz olduğunu bildiği halde cum’a gününü beklerse, tırnakları çok fazla uzamışsa mekruh olur. Çünki tırnağı uzun olanın rızkı dar olur. Tırnağı çok fazla uzun değilse cum’a günü tırnak kesmenin fazîletini düşünerek teberrüken ertelerse müstehab olur. Cünki hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Cum’a günü tırnak keseni Allahü teâlâ diğer cum’aya kadar 3 gün de fazlası ile belâlardan korur» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Kesilen tırnakları ve saçları, sihir yapanların oynamaması, şeytanların düğümlememesi için yere gömmelidir. Bâzı nüshalarda «Şeytanların uzanan kısımlara oturmaması için» şeklinde geçmektedir. O zaman Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ebû Hüreyre’ye (radıyallahü anh): «Yâ Ebâ Hüreyre, tırnaklarını kes. Çünki şeytan, tırnakların uzanan kısımlarına oturur» buyurmasına da uygun düşer. Ancak o zaman cümlede bozukluk meydana gelmektedir.
Gunyetü’l-fetâvâ’da diyor ki: «Kestiği tırnakları ve saçları gömmelidir. Eğer atarsa bir beis yoktur. Helâya veya banyoya atmak mekruhdur, hastalığa sebeb olur». Tırnakları dişi ile yolma! baras ve cünûn (delilik) hastalıklarına yol açar. Makas ile kesmelidir Hadîs-i şerîfde: «Göz ağrısı, baras ve cünûn’dan şikâyeti olmasını istemeyen tırnaklannı perşembe günü ikindiden sonra kessin» buyurulmuş tur. Tırnakları kesmeğe sol elin küçük parmağından başlamalıdır. Tırnak kesmenin sırası hususunda 2 kavil vardır: 1. Cevâhir’de anlatıldığı gibidir: Sağ elin küçük parmağından başlanır. Orta parmak ve başparmağın tırnakları kesilir. Sonra küçük parmağın yanındaki parmak, da ha sonra şehâdet parmağının tırnakları kesilir Sol elde ise baş parmak orta parmak, küçük parmak, şehâdet parmağı ve küçük parmağının yanındaki parmak sırasına göre tırnaklar kesilir. Ayak parmaklarının tırnakları da aynı sıra ile kesilir. Bu tertip hakkında meşhur bir nazım vardır:
Men kallemel ezfare bissünneti vel edeb,
Yemînühâ havâbis, yesârühâ ev haseb.
Mânası: Tırnaklarını sünnet ve edeb ile kesmek isteyen sağ elinde (Havâbis), sol elinde de (Ev haseb) kelimelerinde geçen harfleri baş harl kabûl eden parmakların sırasına göre kesmelidir. Sağ el için: Hı, hınsır = küçük parmak. Vav, vustâ = orta parmak. Elif, ibhâm = baş parmak be, bınsır = küçük parmağın yanındaki parmak, sin, sebbâbe = şehadet parmak. Sol elde ise Elif, vav, hı, sin, be harfleri bulunmaktadır
2. İhyâ kitâbında anlatıldığı gibidir: İmam Nevevî (rahimehullah) de bu sırayı bildirmiştir. Ayak parmaklarından önce ellerin tırnaklarını kesmek müstehabdır. Bu sırada önce sağ elin şehâdet parmağının tırnağı kesilir. Sonra orta parmak, yanındaki parmak, küçük parmak,, sol ele geçince küçük parmaktan başlanır. Baş parmağa kadar atlamadan devam edilir. En son sağ elin baş parmağının tırnağı kesilir. Ayak parmaklarında ise, sağ ayağın küçük parmağından başlanıp sol ayağın küçük parmağında bitirilir.
Parmaklardaki eklem yerlerini, diş diblerini ve aralarını, kulak deliklerini ve ağzın yanlarını elden geldiği kadar temiz tutmalıdır. Buraları kirli olan kimselerden melekler uzak durur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem)’in: «Başı yıkamak aklı arttırır, kir, unutkanlığa yol açar» buyurduğu Tıbbı’n-nebevî’de yazılıdır.
Sünnet olmak da sünnettendir. İmâm-ı A’zam (rahmetullahi aleyh) böyle demiştir, imâm Şâfiî ve âlimlerin çoğu da sünnet olmağa vâcib demişlerdir. Çünki bu İslâm şiarındandır. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ) bu konuda daha da tâvizsiz davranmış, sünnetsizin namazı, şehâdeti ve kurbanı kabûl edilmez demiştir. İbni Şüreyh (rahimehullah) diyor ki: Setr-i avretin ittifakan vâcib olduğu bilinmektedir. Eğer sünnet vâcib olmasa idi, avret yerini açmak câiz olmazdı. Avret yerini açmanın câiz olması, sünnet olmanın vâcib olduğuna delil olmaktadır. Erkeklerin sünnet olması sünnettir. Zeynü’l-arab’da 14 Peygamberin (aleyhimüsselâm) sünnetli doğduğu bildirilmiştir. Bu Peygamberler: Âdem, Şît, Nûh, Lût, Hûd, Sâlih, Şuayb, Yûsüf, Mûsâ, Süleyman, Zekeriyya, İsâ, Eshâb-ı Ress’in Peygamberi olan Hanzala bin Safvân ve bizim Peygamberimiz Muhammed (sallâllahü aleyhim ve sellem)’dir. Elimize geçen nüshalarda bu peygamberlerden ikisi bulunamadı. İleride Musannif (rahimehullah) bütün peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetli ve göbeği kesilmiş olduğunu, onlara ikrâm olarak kimsenin, avret yerlerini görmemeleri için böyle doğdukları anlatılacaktır. Yalnız İbrâhim aleyhisselâm sünnetli doğmamıştır. O kendi kendisini sünnet ederek ondan sonra sünnet olmanın sünnet olmasına vesile olmuştur.
Nûre (göz taşı) denen Kils ve Zımıh alaşımını su ile karıştırılıp traş olmak, hadîs-i şerîf ile sabit olmuştur. Başka bir hadîs-i şerîfde İse, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) göztaşı kullanmadığı, demirden bir âlet ile traş olduğu bildirilmiştir. Katâde (radıyallahü anh). Peygamber efendimizin ve Hulefâ-i râşidînin (radıyallahü anhüm) göztaşı kullanmadıklarını bildirmiştir. Çünki cildi yumuşatır. Bu da erkeklerin değil, kadınların istediği bir şeydir. Ebû Mûsâ (radıyallahü anh), ilk hamama giren ve nûre (göztaşı) kullanan Süleyman bin Dâvud (aleyhimesselâm) olduğu Tıbbı’n-nebevî’de bildirilmiştir.
Kadınların kına yakması sünnettir. Erkeklerin bir özrü olmadıkça kına yakmaları mekruhdur. Böylece kadınlara benzemiş olur. Kadınların erkeklere benzemeleri de aynı şekilde mekruhdur. Peygamber efendimiz, kendisini erkeklere benzeten kadınlara lâ’net etmiştir.
Bir kadın saçını başka kadının saçı ile birleştiremez. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Saçını yabancı bir kadının saçı ile birleştirene ve bunu isteyene Allahü teâlâ lâ’net etsin» buyurmuştur. Kadınlar, yüzlerindeki kılları iplik veya cınbız ile almamalıdır. Peygamber efendimiz: «Yüzündeki kılları alan veya aldıran kadınlara Allahü teâlâ lâ’net etsin» buyurmuştur. Kadınlar dişlerini törpüleyip etrafını inceltemez. Resûl-i Ekrem (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dişlerinin etrafını törpüleyen veya törpületen kadına Allahü teâlâ lâ’net etsin» buyurmuştur. Kadınların eline, bileğine veya başka yerine ismini yazdırarak veya bir nakış yaptırarak dövme yaptırması veya yapması da nehyedilmiştir. Peygamber efendimiz: «Dövme yapan veya yaptıran kadına Allahü teâlâ lâ’net etsin» buyurmuştur.
Hamama gitmeğe Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kadınlara değil de, erkeklere ruhsat vermiştir. İleride bu konu anlatılacaktır. İmam Gazâlî (rahimehullah), Ihyâ’da diyor ki: Eshâb-ı kirâm (aleyhimür-rıdvan)dan bâzıları Şam hamamlarına girdiler. Ne güzel yer, hem insanı temizliyor, hem de Cehennemi hatırlatıyor, dediler. Bunlardan ikisi Ebüdderdâ ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (radıyallahü anhümâ) idi. Bir kısmı da: «Hamam ne kötü evdir. Hem insanın avreti meydana çıkıyor, hem de hayasını gideriyor» dediler. Bu rivâyet hamamın âfetini, birinci rivâyet ise, iyi tarafım bildirmektedir. Âfetinden kaçınmak şartı ile fâidesini taleb etmekte bir mahzûr yoktur. Erkeklere hamama izin verilmesi, ancak peştemal kullanmak şartı iledir. İzarsız, peştemalsız hamama girmek câiz değildir. Peştemalsız suya, nehre, denize de girilmez. Câbir (radıyallahü anh) Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahü teâlâya ve âhiret gününe îmân eden, hamama peştemalsız girmesin» buyurduğunu rivâyet etmiştir (Mazhar).
İbrâhim Hârisî (rahimehullah)a: «Nebiz içip serhoş olmayan kimsenin arkasında namaz kılınır mı?» diye süâl edildi. Kılınır cevabını verdi. Peştemalsız hamama giren kimsenin arkasında- namaz kılınır mı? diye süâl edildi. Kılınmaz cevabını verdi. Çünki nebiz içmek ihtilaflıdır, fakat peştemalsız hamama girmek icma’ ile haramdır (Şerh-i Hatîb).
Hamama girmek Cehennemi hatırlatır. Hamamın sıcaklığını duyunca, Cehennem ateşinden, sıcak suyu dökünce, Cehennemdeki kaynar su olan hamîm’den ve elbiselerini soyunduğunda, Kıyâmet gününde çıplak kalmaktan Allahü teâlâ’ya sığınmalıdır. Yüzünü duvara döndürmeli, gözünü, başkasının avretini veya başka bir harâmı görme ihtimâlinden saklamak için kapamalıdır. Bunun için bâzı âlimler buyuruyor ki: «Hamama girmekte bir mahzûr yoktur. Lâkin 2 izar kullanmak gerekir. Birini avret mahalline, birisini de başına örtmelidir. Böylece hem kendi avretini kimse görmez, hem de o gözlerini haramdan muhafaza eder. Bilinmelidir ki İhyâ ve diğer kitablarda bildirildiği gibi hamama girmenin vâcibleri ve sünnetleri vardır. Vâcib olanlar şunlardır: Gözünü kapamak, avret mahallini setr etmek, başkasının da avret yerini açmaktan nehy etmek. Söylediği zaman dövülüp sövülme korkusu olmadıkça başkalarının haram işlemesine söz ile engel olur.
Sünnet olanlar şunlardır: Hamama dünya sebebiyle, nefsin boş ar- zûları için değil, mahbûb için temizlenmek, namaz için süslenmek için girmek, hamama girmeden ücretini vermek, girerken: Eûzü billâhi miner-ricsi-n-necs-il-habîs-il-muhbisi mineş şeytânirracîm demek, hamama sol ayak ile girmek. Besmele çekip, tenhâ zamanda girmek. Girerken ellerini yıkamak, içerdekilere selâm vermemek, verilen selâmı, .başkaları alıyorsa almayıp sükût etmek, mutlaka alması gerekiyorsa âfâkellahü demek. Hamama giren, orada olanlara âfâkellahü diyebilir. Çok konuşmamak. Kur’ân-ı kerîmi ancak gizli okumak. Sıcak bölmeye iyice terleyince geçmek. Âdetten fazla kalmamak ve su dökmemek. Suyu ihtiyacı kadar harcamak. Suyu fazla harcamak israf olur. İsraf da haramdır.
Hamama, akşam ile yatsı arasında veya akşama yakın zamanda girmek mekruhdur. Çünki bu zamanlar şeytanların yayılma zamanıdır. Sabah erkenden hamama gitmek de mürüvvetten sayılmamıştır. Çünki bunda, gizlenmesi gereken şeyi açığa vurmak ve cemâati kaçırmak vardır. Göbek ile diz arasını örtmek şartı ile tellâklara bedenini keseletebilir, masaj yaptırabilir. Çünki bakması haram olan avret yerine dokunmak da haramdır. Ancak elbise üzerinden dokunulabilir. Hamamda âzaları masaj yapmak, sıkmak mekruhdur da denildi. Çünki bu, çok refah hayat süren kibirli insanların âdetidir. Masaj yapan, oğan kimse bâzan bunu şehvet ile de yapabilir. Ancak ağrısı olmak veya yorgun olmak gibi bir özrü olursa mahzuru olmaz. Ağrısı, hastalığı veya başka bir özrü olmadığı zaman, hamama gitmemek daha evlâdır. Çünki insanlar ne kadar dikkat etseler, birbirlerinin avret yerlerini görme ihtimali vardır. Bunun için İbni Ömer (radıyallahü anhümâ) hamama girdiğinde gözlerini bağlardı.
Kadınların hamama gitmelerine, fitne olacağı için engel olmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Allahü teâlâ’ya ve âhiret gününe îmân eden, hanımını hamama göndermesin» buyurmuştur. Kadınların bütün âzaları avrettir. Avret yerini açmak, ancak gusl etmek, helâya gitmek ve bunlar gibi zarurî haller dışında haramdır. Hamama gitmekte ise bir zarûret yoktur. Evinde yıkanabilir. Ancak hasta olup tedâvî olması için, lohusa olup iyice temizlenmek için, şiddetli soğuk olup hamamdan başka yerde yıkandığında hasta olma korkusu olduğunda hayzın akabinde ve cünüblükten kurtulmak için hamama gidilebilir (Mazhar).
İmam Gazâlî (rahimehullah), İhyâ’da diyor ki: Erkeğin hanımına hamam parası vermesi, mekruh bir işde ona yardımcı olması bakımından, mekruhdur.
Musannif (rahimehullah) buraya kadar hamama gitmeyi şer’î yönden inceledi. Şimdi tıp yönünden almakta ve şöyle demektedir:
Hamamdan çıktıktan sonra ayakları soğuk su ile yıkamak baş ve ayak ağrılarına iyi gelir. Hamamdan çıkarken başa soğuk su dökmek ve soğuk su içmek iyi değildir.
Nûre’den sonra kına yakan, cüzzamdan emîn olur denildi. Her ay bir kere nûre kullanmak harareti söndürür, rengi güzelleştirir.
Kışın hamamda ayakta su dökmek, ilâç içmekten daha fâidelidir denildi. Yazın hamamdan sonra uyumak, ilâç içmek gibi şifâ verir (İhyâ).
Ebü’l-ferec (Eğânî-yil-kebîr) adlı kitâbında diyor ki: Hind, Rum ve Fars doktorları hamama girerken bir yudum soğuk su içen kimsenin başında, kendisine eziyet veren hiç bir şeyin kalmıyacağında ve yine hamama girerken başına 5 avuç sıcak su döken kimsenin baş ve göz ağrısı görmiyeceğinde fikir birliğine varmışlardır.
Aynaya veya sâf suya, üstünü başını, şeklini düzeltmek için bakmak sünnettir. Aynaya veya benzeri şeylere baktığında: «Güzel değilsem, adalet eden, güzel isem ikrâm eden ve beni müslüman kılan Allahü teâlâ’ya hamdolsun. Yâ Rabbî, bedenimi güzel (kusursuz) yarattığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir» demelidir.