Her gördüğü rü’yâyı değil, gördüğü iyi rü’yâları, bir âlime ve nasîhat ediciye anlatmak sünnettir. Mesâbîh şerhinde diyor ki: Sabahleyin kalkınca, zihnini dünya işleri ile meşgul etmeden, bir âlim veya nasîhat ediciye gidip, gördüğü rü’yâyı anlatmak müstehabdır.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Gördüğün rü’yâyı bir sevgili kula (velîye), yâhud bir akıllıya anlat» buyurdu. Bir rivâyette: «Gördüğün rü’yâyı bir sevgili kula, yâhud re’y sâhibi olan bir zâta anlat» buyurdu. Çünki bu ikisinden başkası, rü’yâyı kötü ta’bîr etme zararından kurtulamaz. Allahü teâlâ. Ya’kub aleyhisselâmdan hikâye ederek, Yûsüf sûresi 5. âyetinde: «Yavrum, rü’yânı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir hîle kurarlar» buyurdu.

Din büyükleri buyurmuşlardır ki, Levh-i mahfûz, âlem-i misâlde bir ayna gibidir. Onda sûretler görünür. Karşısına bir ayna konur ve aralarındaki perde kaldırılırsa, bu âlem-i misâl aynasında olanlar, bu aynada da görünür. Buna göre bir kimsenin başında olanı ve sırtındaki yarayı görmek mümkündür. İşte kalb de bir aynadır. İlimlerin resim ve süratlerini kabûl eder. Kulun şehvetleri ile meşgul olması ve duygularının gereğini yapması, kendisi ile. Melekût âleminden olan Levh-i mahfûzu okuması arasına sokuşturulan bir perde, bir engeldir. Eğer bir rahmet rüzgârı eser, bu perdeyi sallar ve kaldırırsa, kalb aynasında, Melekût âleminden, şimşek gibi birşey parlar. Bâzen bu kuvvetlenir ve devamlılık gösterir. İnsan uyanık olduğu müddetçe duyguları, şehâdet âleminden, yanî dünya işlerinden gelen şeylerle meşgul olur. Ancak Allahü teâlâ’nın, kendi katından te’yid eyledikleri, uyanık iken de, duygulannın hislerine kapılmaz, dünyâ işleri onların kalblerini meşgul eylemez.

Uyurken duyguların durgunlaştığı, kalbin duygu organlarından gelen haber ve etkilerden kurtulduğu, onları düşünmekten arındığı ye kendi cevherinde berraklaşıp, aradaki perde kalkınca, kalbde, Levhi’l-mahfuzdan, sıfatına uygun, bir şey vâki olur. Ancak uyku, hayâlin çalışma ve hareketine mâni olmaz. Demek ki, kalbe levhil mahfûzdan vâki olan şeyleri hayâl tutar ve yakın bir misâl ite ona anlatmağa çalışır. Hâfızasında, hayâline gelenler, diğerlerinden daha kuvvetli yer eder. Uykudan uyanınca ancak hayâlde olanları hatırlar. Bunun için rü’yâ gören, ferâsetle bakan bir kimseye, rü’yâsını anlatıp, ta’bîrini, gördüklerinin mânalarını öğrenmek ister. İşte bu sır sebebiyledir ki, rü’yâda bir şey görenin, rü’yâsını, bir âlim, ya da nasihat vericiye anlatması sünnettir. Bu tür vâkı’a ve rü’yâların hâlini daha iyi anlayabilmen için örnek verelim :

Adamın biri İbni Sîrîn’e (rahimehullah) gelip, rü’yâda elimde bir mühür gördüm. Onunla erkeklerin ağızlarını, kadınların terelerini mühürlüyordum dedi. İbni Şîrîn, bu rü’yâsını, «Sen müezzinsin, Ramazanda sabahdan önce ezan okursun» diye ta’bîr etti. Gelen de evet, doğru söyledin dedi. Dikkat buyurun! Mührün esası, gerçek mânası, men etmektir. Mühür bunun için istenir. Bir kimsenin hâli, Levhil mahfûzda nasıl ise, kalbde öyle görünür. Ramazanda sabah ezanının mânası, insanları yemek, içmek ve cima’dan men etmektir. Lâkin hayâl, bu yasağı bildirirken, mührün neticesi olarak, mâna bakımından mühürle bildirmiştir. Hâfızada ise, yalnız hayâlî olan sûret kalmıştır. Bildireceğimiz misalleri de buna benzetebilirsiniz.

Adamın biri Saîd bin Müseyyeb’e (rahmetullahi aleyh), rü’yâda, bir yolda gidiyordum. Ama oturduğum zaman yol alıyor, yürüdüğüm zaman. hiç İlerlemiyordum gördüm dedi. Saîd bin Müseyyeb, ta’bîrinde, sen dokumacısın. Oturduğun zaman kazanırsın, kalkınca iş yapmazsın dedi. Gerçekten buyurduğu gibi idi.

Birisi rü’yâda, Resûlullah efendimizi (sallâllahü aleyhi ve sellem) görüp, hastalığından şikâyet etti. Lâ ve lâ’ya sıkı sarıl buyurdu. Uykudan uyandı. Şaşkındı. Meşhûr rü’yâ ta’bircisi İbni Sîrîn’e anlattı. Cevabında, zeytinyağı ye! Çünki Allahü teâlâ, onun için lâ şarkıyyetin ve lâ ğarbiyyetin buyuruyor dedi.

Abdullah bin Yezdî (rahimehullah) anlatır: Bir adam bana geldi ve: «Rü’yâda. Allahü teâlâ’nın gökleri ve yeri yarattığını gördüm» dedi. Bu rü’yâyı, bir başkası görmüş ve ta’bîrini sana sormuş olmasın dedim. «Hayır, ben gördüm» dedi. Bunun üzerine onu kadıya götürdüm. Kadı onun arkadaşı idi. Kadıya: «Kadı efendi, bu adam bana, şöyle bir rü’yâ gördüğünü anlattı. Kendisine bir de siz sorun; bu rü’yâyı bir başkası görmüş olabilir» dedim. Kadı sordu. Ona da, «hayır, ben gördüm» cevabını verdi. Kadıya; bu adam yalan söylüyor. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde: «Ben göklerin ve yerin yaratılışında ve kendilerinin yaratılışında onları şâhid tutmadım» buyuruyor dedim. Bunun üzerine iyice araştırdı ve dediğim gibi buldu.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) anlatır: Babam Ebûbekr-i Sıddika (radıyallahü anh), rü’yâda odama 3 ay indiğini gördüm dedim. «Evinde 3 seçilmiş defn olacaktır» buyurdu.

Bir hanım, rü’yâda parmağımda bir başak bitmişti deyince, Saîd bin Müseyyeb: «Sen, yün eğirmekten rızkını te’min edersin» buyurdu.

Adamın biri rü’yâsında, kendi başını kesip, iki ayağı arasına aldığını gördü. Bunun ta’bîrini sordu. Cevâbında: «Senin sarığın vardı, onu şalvar yaptın» dediler. Evet doğru söyledin dedi.

Abdullah bin Ca’fer (radıyallahü anh) rü’yâsında. Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem), minâresine bir karganın düştüğünü gördü. Saîd bin Müseyyeb (radıyallahü anh), «Haccâc, senin kızını tezvîc eder» dedi. Dediği gibi oldu. Bunu nereden anladın? dediklerinde. «Minâre, Medine’de bulunanların en şereflisidir. Karga ise, fâsıktır» dedi.

İbni Sîrîn’e, birisi: «Rü’yâda, bir zeytin ağacının köküne zeytinyağı döktüğümü gördüm» dedi. Cevâbında: «Sen annenle nikâhlısın» buyurdu. Araştırdılar. Bir de ne görsünler! Nikâhlısı, bir vakitler, babasının cinsî münâsebette bulunduğu câriye imiş.

Yine birisi İbni Sîrîn’e: «Sudan başka yerde yüzüyordum» dedi. Cevâbında, «emniyetin artar» buyurdu. Bir başkası da, rü’yâda tilki avlıyordum, ta’bîri nasıl olur? dedi. «Sen hîle, aldatma peşindesin» buyurdu. Bir başkası da: «Rü’yâda, komşumun güvercinini aldım, kanatlarını kırdım ve evimin damına inmekte olan bir kuzgun gördüm» dedi. Ta’bîrinde: «Sen, komşunun hanımına gidiyorsun ve siyah bir köle de senin evine gidip geliyor» buyurdu. Araştırdılar; buyurduğu gibi buldular. Bir başkası da: «Rü’yâda, namazda tatlı yediğimi gördüm» deyince, ta’bîrinde: «Tatlı helâldir. Ama namazda yenmesi câiz değildir. Sen oruçlu iken hanımını öpüyorsun» buyurdu. Gerçekten böyle idi. Bir başkası da rü’yâda, evimde bir hurma ağacı gördüm. Onu üzüm ağacı taşıyordu dedi. Ta’bîrinde, «hanımın, senden başkasından hâmiledir» buyurdu. Biri de. .rü’yamda, Mushafı çiğniyordum dedi. Ta’bîrinde, «mestinde, üzerinde âyet yazılı 1 gümüş para (dirhem) vardır. Üzerine basıyorsun» buyurdu. Hemen kontrol etti, gerçekten dediği gibi buldu.

Ebû Mûsâ, rü’yâsında, başının üzerinde, Arşı taşıdığını gördü. Sabahleyin uyanınca, bu rü’yâdan hayrete düştü, mânasını çıkaramadı. Bâyezîd-i Bistâmî’ye (kuddise sirruh) gitti. Ta’bîrini soracaktı. Bâyezîd’i ölü buldu. Cenâzesini taşıdıklarında, tabutun başı çok kalabalık oldu. Cenâzesini taşıyacak, tabutuna tutacak fırsat bulamadı. Bunun için insanların bacaklarının arasından cenâzenin altına girdi. Kalktı ve cenâze başı üzerine geldi. Cenâzeden bir ses duydu: Ey Ebâ Mûsâ, işte rü’yânın ta’bîri» diyordu.

Bu mevzu’da en güzel misallerden biri de, Yâfiî târihinde bildirilen şu hikâyedir: Hasan-ı Basrî (rahmetullahi aleyh) rü’yâda kendini, yün giymiş, belinde mecûsî kuşağı, ayağında zincir ve üzerinde bal renkli bir kaftan olduğu halde bir çöplükte ayakta duruyor ve elindeki tanburu çalıyor ve Kâ’beye yaslanıyor halde gördü. Bunu İbni Sîrîn’e anlattı. İbni Şîrîn: «Giydiğin yün zühdüne, belindeki kuşak Allah’ın dînindeki kuvvetine, bal rengi Kur’ân-ı kerîmi sevmene ve insanlara tefsir etmene, ayağındaki zincir vera’daki sebâtına, çöplükte durman ise dünyaya ve Allahü teâlâ’nın onu senin ayaklarının altında bulundurmasına, tanbur çalman, insanlar arasında Kur’ân-ı kerîmin hikmetini yaymana, Kâ’beye dayanman da Allahü teâlâ’ya yönelmene, sığınmana işârettir» buyurdu.

Adamın biri İbni Sîrîn’e, rü’yâda bir kuşun mesciddeki taşı aldığını gördüm dedi. Ta’bîrinde: «Rü’yan doğru ise. Hasan ölür» buyurdu. Çok geçmeden Hasan-ı Basrî (rahimehullah) vefât eyledi. Cenâzesi çok kalabalık oldu. O mescidde namaz kılanlar, oraya devam etmez oldu. İkindi namazı bile câmi’de kılınmadı. İslâmın o şehre gelişinden bugüne kadar, bu câminin, bu kadar boş, tenhâ olduğu bilinmemiştir.

İbni Sîrîn’e, birisi, rü’yâda, baldırımı çok kıllı gördüm dedi. Ta’bîrinde «Borçlanırsın ve zindanda ölürsün» buyurdu. Bu rü’yâyı, senin için gördüm dedi ve döndü. Denir ki, o adam zindanda can vermiş ve üzerinde 40.000 dirhem borç kalmıştı. Bu borcunu sâlihlerden biri ödedi.

Rızâ dedi ki: Lübnân dağına çıktım. Orada bir derviş gördüm. Bana Gün gece, rü’yâmda, birisinin : Ey, bilerek vezirliği terk eden Talha oğlu, Bir dirheme zühd edene, sakın hayret eyleme! dediğini duydum. Sabahleyin Şeyh Muhammed bin Talha’nın yanına gittim. O fıkıhda derin âlim olup, bu kavmin ulularından idi. Önce vezir olup, sonra vezirliği bırakmış, kendini toparlamış, zühdünü yapmış, kibâr-ı meşâyıhdan olmuş idi. Evine gidince, sultan Melik Eşrefi kapısında bekler, içeri girmek için izin ister halde gördüm. Oturdum. Sultan girip çıktıktan sonra, ben içeri girdim ve o dervişin söylediklerini ona anlattım. «Rü’yâsı doğru ise, ben 11 güne kadar öleceğim» dedi. Ve dediği gibi oldu.

İmam Yâfiî (rahimehullah) der ki, bunu ölümle ta’bîr etmesi ve şu kpdar gün içinde demesi, insanı hayrete düşürebilir. Herhalde, bu mânayı, dervişin sözündeki, «Esâbel ma’denâ»daki harf sayısından çıkarmıştır. Bu ise onbir harftir. Anlam yönünden bu ölüme daha uygundur. Çünki, ıma’den sözü, ölümden sonraki büyük seâdet, ni’met ve mutlak zenginliktir, anlamını taşımaktadır.

Rü’yâsını, câhile veya kadına anlatmamalıdır. Bir hadîs-i şerîfde: «Rü’yâ, ta’bîr olunmadıkça, bir kuşun ayağında bağlı durur. Ta’bîr olununca, vâki’ olur» buyuruldu. Yanî rü’yâ, ta’bîr olunmadıkça, bir kuşun ayağına bağlı olup, nereye düşeceği bilinmiyen bir şey gibidir. Ta’bîr olunmadıkça bilinmez. Ta’bîr olununca da, ta’bîrine uygun takdîr ile istikamet kazanır. Ta’birden sonra vuku’unu bekler.

Gördüğü her rü’yâyı anlatmamalıdır. Çünki şeytanın karıştığı rü’yâ olabilir. Katâde (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirir: «Sâlih rü’yâ Allahü teâlâ’dandır. Kötü, bozuk rü’yâ ise şeytandandır. Sizden biriniz sevdiği birşeyi rü’yâda görürse, onu sevdiğinden başkasına anlatmasın. Beğenmediği birşeyi rü’yâda görürse, onun ve şeytanın şerrinden Allahü teâlâya sığınsın, 3 kere tükürsün. Hiç kimseye söylemesin. O zaman o rü’yâ ona asla zarar vermez» buyurdu. Yanî sâlih rüyâ, Allahü teâlâ tarafından hayırlı bir müjdedir. Kötü, bozuk rü’yâ, karışık şeyler olup, aslı yoktur; bunun için şeytandandır denildi. Halbuki, ikisi de Allahü teâlâ’nın kazâsı iledir.

Ebû Seleme (radıyallahü anh) der ki, dağdan daha ağır rü’yâlar gördüm, ama bu hadîs-i şerîfi işitince, böyle rü’yâlara önem vermedim. Bir rivâyette şöyle geldi: öyle rü’yâlar görürdüm ki, derdimden hastalanırdım. Sonra Resûlullah’ın bu hadîs-i şerifini duyunca, o tür rü’yâlara aldırmadım. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle yazmaktadır.

Kötü bir rü’yâ görünce, soluna tükürsün, yâhud hafifçe 3 defa sol tarafına tükürsün. Tükürmek ile, tü tü gibi nefes vererek tükürür gibi yapmak ayrı şeylerdir. İkincisi beğenilmiyen bir şey için yapılır. Mânası, bu rü’yâyı beğenmediğini .göstermek için dilinin ucundan 3 defa tükürür gibi yapıp tü tü tü demek ve şeytanı koğmaktır. Sonra gördüğü şeyin şerrinden, 3 defa Allahü teâlâ’ya sığınsın ve şeytanın karışık rü’yâlarından kurtulmak için, öbür tarafına dönüp yatsın. Sonra kalkıp 2 rek’at namaz kılsın. Gördüğü bu rü’yâdan kimseye bahsetmesin.

Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde böyle bildirilmektedir. Muhammed bin Sîrîn’in şu sözünden de alınmış olduğu söylenir: «Rü’yâ 3 kısım olur: Birisi, hadîs-i nefsdir. Bir işte, bir tutku içinde bulunan kimsenin, kendini bu işte görmesi gibi. Aşıkın ma’şûkunu görmesi böyledir. İkincisi, şeytanın insanla oynayıp, onu üzecek şeyleri ona göstermekle, onu korkutmasıdır. Allahü teâlâ Mücâdele süresinde: «Öyle fısıltı, muhakkak şeytandandır. İmân edenleri üzmek içindir» buyuruyor. Şeytanın insanla oynamalarından biri de, gusle sebeb olan ihtilâm rü’yâsıdır. Bu ikisi de ta’bîr edilmez. Üçüncüsü, Allahü teâlâ tarafından müjde olup, meleğin levhi’l-mahfûzdan getirip göstermesidir. İşte bu sahîhdir. Bundan başkası, karışık, bozuk, şeytanî, mânâsız rü’yâlardır.
Bir kimse beğenmediği bir rü’yâ görürse, kimseye söylemesin, kalkıp namaz kılsın demiştik. Mesâbîh sâhibi, rü’yâ üçdür kavli de, Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) hadîsinden olup, Muhammed ibni Sîrîn’in sözünden değildir diyor. Mesâbîh şerhinde böyle yazmaktadır.

Gördüğü kötü rü’yâ için bir şey sadaka eder. Allahü teâlâ ondan gelecek şerri çevirir.

Rü’yâyı, olduğu gibi anlatmalı, içine hiç yalan katmamalıdır. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Rü’yâda görmediğini gördüm diye anlatmak en büyük iftirâlardandır» buyurdu. İsâ (aleyhisselâm), Rü‘yâsına yalan katıp anlatanı, Allahü teâlâ, kıyâmette arpa bağlamakla meşgul eder buyurdu. Bunu İhyâ yazmaktadır. Başka kitablarda da vardır. Belki te’vîlinde beğenmediği bir şey, ona ekliyebilir. Sonra âlimin ta’bîr ettiği şekilde meydana gelir (ve onun ilâvesinin doğru olmadığı anlaşılır). Yûsuf aleyhisselâmın hapishane arkadaşına hükmettiği gibi. Yûsuf aleyhisselâm olan oldu buyurdu ve o kimsenin, ben bir şey görmedim, gözüme iftira ettim demesi bir fayda vermedi. Şöyle olmuştu:

Yûsuf aleyhisselâmı zindana attıklarında, beraberinde hükümdarın ekmekçisi ve sâkîsi de zindana atılmıştı. Mısır hükümdarı ikisine de kızmış, zindanda habsetmişti. Sâkî, Yûsüf aleyhisselâma, rü’yâda, bir üzüm bağına girdim. Bağda güzel bir asma gördüm. Üç dalı ve her dalında üç salkım üzüm vardı. Üzümler yetişmişti. Koparıp, şırasını bir tasa sıktığımı, sonra hükümdara getirip sunduğumu gördüm dedi. Öbürü de, rü’yâda başımın üstünde üç ekmek sepeti bulunduğunu ve kuşların bunlardan yediğini gördüm dedi. Nitekim Allahü teâlâ bunu haber veriyor ve Yûsuf sûresi 36. âyetinde: «Yûsuf aleyhisselâmla beraber zindana 2 genç daha girdi. Biri, ben rü’yâmda, kendimi şarab olacak üzüm sıkıyor gördüm dedi. Diğeri, ben rü’yamda başımın üzerinde ekmek taşıdığımı ve kuşların ondan yediğini gördüm dedi. Bize rü’yânın ta’bîrini bildir. Çünki biz seni iyilik edenlerden görüyoruz dediler» buyuruyor. Buradaki iyilik, sözünde doğru olandır. Âlim mânasındadır diyenler de oldu.*

Rü’yâlarının ta’bîrinde buyurdu ki: Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine şarab içirecektir. Yanî Yûsuf aleyhisselâm, sâkîye, sen zindanda 3 gün daha kalır, sonra çıkar, eski işine döner, efendine sâkîlik yaparsın. Ekmekçiye gelince, sen de üç gün sonra çıkarsın ve asılırsın dedi. Rü’yâlarının te’villerini, ta’bîrlerini kendilerine söyleyince, ikisi de, biz bir şey görmedik dediler. Yûsuf aleyhisselâm bunun üzerine: «Hakkında fetvâ istediğiniz mes’ele böylece tamam oldu» buyurdu. Yanî siz görün veya görmeyin bana sordunuz, danıştınız. Bana söylediniz, ben de size söyledim. İş size dediğim gibi olacaktır.

İbrâhîm-i Nehâî Alkama’dan, Alkarna Abdullah bin Mes’ûd’dan (radıyallahü anhüm) bildirir: Bu 2 genç, Yûsuf aleyhisselâmı denemek için anlaşmışlardı. Rü’yâlarını ta’bîr edince, biz oyun yaptık dediler. Bunun üzerine Yûsuf aleyhisselâm: «Fetvâ sormakta olduğunuz mes’ele böylece tamam oldu» buyurdu. Ebülleys tefsirinde de böyle yazıyor.

Hazret-i Enes’in (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Salih kimsenin gördüğü güzel, yanî sahîh rü’yâ, peygamberliğin 46 cüz’ içinden bir cüzdür» buyuruldu. Sahîh rü’yâ demek, şeytanî değil, Rahmânî olan rü’yâ demektir. Belki de görünüş olarak güzel rü’yâ demektir. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Güzel bir rü’yâ gören, sevinsin. Onu sevdiğinden başkasına anlatmasın. Kötü rü’yâ gören, kimseye anlatmasın» buyurdu. Yukarıda bildirilen sâlih kişi, mizâcı îtidal üzere olup, hayâli can sıkıcı işlerden ve vehme âid lezzetlerden uzak olan kimsedir denilmiştir. Peygamberliğin ilminin cüzlerinden biri de rü’yâdır. Çünki onda, gaybdan haber vermek vardır. Peygamberlik devamlı değildir. Lâkin ilmi devam eder. Bu da, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Peygamberlik gider, alâmet ve müjdecileri kalır» kavline benzemektedir. Bâzı âlimler, bu ilimden maksad, rü’yâ ta’bîridir dediler. Yûsuf aleyhisselâma verildiği gibi. Ama peygamberliğin cüzlerinin açıkça 46 olarak bildirilmesini hakîkat olarak kabûl ederiz ve nasıl olduğunu bilmeğe çalışmaktan uzak dururuz. Meşârık şerhinde de böyle diyor.

Bir hadîs-i şerîfde: «En doğru rü’yâ, seher vakitlerinde görülen rü’yâdır» buyuruldu. Seher vakti, sabahdan biraz önceki zamandır. Bir hadîs-i şerîfde de: «En sâdık rü’yâ göreniniz, sözü en doğru olanınızdır» buyuruldu. Bundan anlaşılan «En güzel konuşanınız, en doğru rü’yâ göreninizdir» anlamındadır demişlerdir. Kadı, bâzı âlimlerden nakleder: Bu âhir zamanda, âlimlerin öldüğü zaman olacaktır.

Nevevî buyurdu ki: Bu mutlak olarak bildirilmiştir. En sağlam söz de budur. Çünki, sözü yalan olanın hâli rü’yâsına karışır. Hayâli uygunsuz sûretler meydâna getirir ve rü’yâ yalan olur. Şerh-i Meşârık’da da böyle diyor.

İbni Şîrîn gibi meşhûr rü’yâ tâbircileri diyorlar ki: Rü’yâ ta’bîr etmek için en uygun zaman ikidir: Biri, ilkbaharın ilk günleri, diğeri sonbaharda meyvelerin olgunlaştığı günlerdir. Bu günler, gece ve gündüzün birbirine eşit olduğu zamandır. Çünki gece ve gündüz senede iki defa eşit olur. Biri ilkbaharın başı, yanî nevruz günü, diğeri sonbaharın ilk günü, yanî mihircan günüdür. Bu günlerde, gece ve gündüz, uzunluk ve kısalık bakımından eşit olur. Zamanın mutedil olduğu günler ve vakitlerde mizaçlar da mu’tedil olur demişlerdir. İşte böylece rü’yâlar, karışık olmaktan kurtulur ve vuku’u gerçek olur.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve ve sellem) bildirir: «Gece ile gündüz birbirine yaklaştığı zaman, mü’minin rü’yâsı yalan olmaz» buyurdu. Buradaki zamanın iktirabı, birbirine yaklaşması, gece ve gündüzün eşit olmasıdır diyenler oldu. Nitekim Musannif (rahimehullah) böyle buyuruyor. Kimi de kıyâmetin yaklaşmasıdır dedi. Kimi de, zamanın kısalması, iki yanının yaklaşmasıdır dedi. 1 yıl 1 ay gibi, 1 ay 1 hafta, 1 hafta 1 gün, 1 gün 1 hafta gibi olur. Bu hazret-i Mehdî’nin zamanıdır.

Kimi de, bundan murâd, insanın yaşı ilerlediği zaman, bozuk düşünceler, zararlı şehvet ve arzûlardan kurtulur ve rü’yâlan doğru çıkar demektir. Gece görülen rü’yâ gündüz görülenden daha sağlamdır; en güzef zamanı da seher vaktidir demişlerdir. Şerh-i Mesâbih’de böyle diyor.

Rü’yâ ta’bircisi, korkulu olsa da, rü’yâyı en güzel şekilde ta’bîr etmelidir. «Hayrını göresin», yâhud «Şerrinden sakınasın» demelidir. Yanî kendisine anlatılan rü’yâ iyi ise, hayrım göresin, gözün aydın demeli; kötü ise, şerrinden korunasın demelidir. Bundan maksad, Allahü teâlâ, seni onun şerrinden muhafaza etsin demektir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) buyurdu ki: «Sizden biriniz bir rü’yâ görür ve arkadaşına anlatırsa, arkadaşı ona, bizim için hayırlı düşmanlarımız için şer olsun demelidir.»

İyiye, güzele te’vil, ta’bîr ve yorum yapmalıdır dedik. Buna şöyle bir misâl getirelim. Bir hanım, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), rü’yâda evimin tavan direği yıkılmıştı dedikte: «Hayırdır, inşâallahü teâlâ, Allahü teâlâ yanında olmıyan birini sana kavuşturur» buyurdu. Buyurduğu gibi oldu. Zevci seferden döndü. Sonra zevci yine yolculuğa çıktı. Hanımı aynı rü’yâyı bir daha gördü. Yine Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) geldi. Fakat onu bulamadı. Ebûbekr-i Sıddîk ile Ömerü’l-Fâruk’u (radıyallahü anhümâ) buldu. Rü’yâyı onlara anlattı. Kocan ölecek dediler. Dedikleri gibi oldu.

Bostan kitâbında diyor ki: Bu kadın, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) geldi. Resûlullah ona: «Rü’yânı bir kimseye anlattın mı?» buyurdu. Evet, anlattım dedi. O zaman: «Ta’bîrinde sana ne söylenmişse, öyle olacaktır» buyurdu. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Rü’yâ, ta’bîr edildiği gibi çıkar» buyururdu. Bâzı rü’yâ ta’bircileri, bu hadîs-i şerîfi hüccet alarak: «Rü’yâ, benim ta’bir ettiğim gibidir» demişlerdir. Hakîkata erişmiş derin âlim ve velîler: Rü’yânm hükmü, bir câhilin ta’bîri ile değişmez. Nitekim kendisine fıkıhdan bir mes’eie sorulan câhilin, verdiği cevâbı sebebiyle, o mes’elenin fıkıhdaki hükmü değişmez. Rü’yâ mes’elesi de böyledir. Resûlullah’ın ta’bîrine gelince, onunla değişir. Çünki Allahü teâlâ onun sözünü hep doğru çıkarır» demişlerdir. Bostan’ın yazısı burada bitti.

Peygamber efendimizi (sallâllahü aleyhi ve sellem) rü’yâsında gören doğrulanır. Çünki onu görmek haktır. Bunu ancak bid’at sâhibi kabûl etmez. Bir hadîs-i şerîfde: «Rü’yâda beni gören, elbette beni görmüş olur. Çünki şeytan benim ve Kâ’be’nin şekline giremez» buyuruldu. Kadı (rahimehullah) buyurdu ki: Bu, Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) hayatta iken bilinen sıfatları ile gördüğü zaman demektir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) en güzel ve mükemmel şekilde yaratılmıştı. Mübârek yüzü, ondördüncü gecedeki ay gibi parlardı. Orta boylu idi. Kırmızı-beyaz tenli idi. Mübârek alnı geniş idi, kaşları ince idi. İki kaşı arasında bir damar vardı, öfkelendiği zaman belli olurdu. Mübârek burnu yüksekçe idi. Gözleri hilkatten sürmeli idi. Mübârek sakalı gür idi. Yanakları düz idi. Mübârek ağzı büyükçe idi. Mübârek dişleri seyrek idi. Mübârek boynu, mafsalları ve parmakları uzunca İdi. İki kürek kemiği arasında, peygamberlik mührü vardı. Güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımsı, renkte olup, sağ omuzu tarafına biraz daha yakındı. Bu, peygamberlik alâmetlerinden bir alâmet, bir nişan idi. Mübârek ayakları az etli idi.

İşte Kadı (rahimehullah) der ki: Bir kimse, ResÛluilah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) rü’yada görür de, yukarıda bildirildiği şemâiline uygun görmezse, şerîatinin suretini görmüş olur ve öylece ta’bir olunur. Meselâ Onu (sallâllahü aleyhi ve sellem) köse, yâhud kısa boylu görse, bu, görenin dindeki kusur ve eksikliğine delildir. Şeyh Muhyiddin İbni Arabi’nin (rahimehullah) şu hikâyesi buna hüccet getirilir: Muhyiddin-i Arabî, Re- sûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem), magrib mescidlerinden birinin köşesinde ölü olarak gördü. Bu rü’yâsından korktu ve bunu oranın sâlih kimselerine anlattı. «Bu mescidi yaptıran sultan, senin Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) ölü gördüğün köşeyi gasbetmiş, sâhibinin rızâsı olmadan almış olduğundan ve bunun için, orada onun (sallâllahü aleyhi ve sellem) şerîati yaşamadığından, Onu orada ölü gördün» dediler. Bunu İmam Yâfiî Târih’inde bildiriyor.

İmam Mâzerî (rahimehullah) der ki: Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) rü’yâda, hayattaki sıfatından başka şekilde görmek de sahihdir. Bir kimse. Onu beyaz sakallı görebilir. Çünki bu rü’yâyı gören, Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) beyaz sakallı sanmaktadır. Bunu Meşârık şerhi yazıyor.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Beni rü’yâda gören, uyanık iken de görecektir» buyurdu. Bundan murad, kendi zamanının insanlarıdır denildi. Mânası: Beni rü’yâsında gören, henüz hicret etmemiş ise, Allahü teâlâ ona hicreti ve beni uyanıkken görmeyi ihsân eder demek oiur. Beni uyanıkken görecektir mânasında, dünyada can verirken görecektir de denildi. Bu halde olanlar bunu bilir. Buradaki uyanıklıktan murad, âhiretteki uyanıklıktır diyen âlimler de vardır Nitekim Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar» buyuruyor. Yâhud orada Onu görmek demek, ona çok yakın olarak onu görmektir.

Musannif: «Beni bildiği sıfatlarla, yâhud daha güzel halde görür» buyuruyor. İmam Mâzerî’ye (rahimehullah) muvâfakat ediyor. Yanî, beni rü’yâda gören, gerçekten beni görmüştür. Lâkin bende olduğuna inandığı sıfatlara uygun, yâhud onlardan daha güzel halde ve şekilde görmüştür.

«Şeytan benim şeklime giremez» hadîs-i şerîfinin mânası, yalnız Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (sallâllahü aleyhi ve sellem) mahsus değildir. Belki bütün peygamberler, (aleyhimüsselâm) rüyâda ve uyanıkken, şeytanın kendi şekillerine girmesinden mâsumdurlar. Yoksa hakla bâtıl karışabilir. Hattâ melekler, Kâ’be, güneş, ay, beyaz bulut, Mushaf ve benzeri lûtf ve hidâyet mazharı, aynası olan şeylerin de şekline giremez. Meşârık ve Mesâbîh şerhlerinde de böyle diyor.

Korkulu rü’yâları gidermede, onlardan kurtulmadaki en güzel yol, Muhammed bin Sîrîn’in (rahimehullah): «Uyanıkken Allahü teâlâ’dan kork ve rü’yâda gördüklerine de aldırma» sözüdür. İbni Şîrîn (rahimehullah) Tâbiînin büyüklerindendir. Rü’yâ ta’bir eden din imam ve âlimlerinin reisidir. Hazret-i Osman’ın (radıyallahü anh) hilâfetinin son 2. yılında dünyaya gelmiş, hicrî 110 (m. 728) yılında, Hasan-ı Basrî’den (rahimehullah) 100 gün sonra vefât etmiştir.

Kendisine bir kadın gelip: «Rü’yamda, ayın Süreyya yıldız kümesine girdiğini gördüm. Arkamdan birisi, İbni Sîrîn’e git ve bunu ona anlat dedi. Biri de İbni Şîrîn eli karnında ölür dedi» diye anlattı. İbni Şîrîn, vah, bir daha söyle, nasıl gördün? buyurdu. Hanım bir daha anlattı. İbni Sîrîn’in yüzü sarardı, karnını tutarak kalktı. Kızkardeşi kendisine, sana ne oldu dedi. Bu gelen hanım, yedi güne kadar öleceğimi söylemeğe geldi dedi ve: «Bugünden itibaren sayınız!» buyurdu. Gerçekten 7. gün defn edildi. Târih-i Yâfi’de böyle diyor.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler