Sual: Kaç çeşit yobaz vardır?
Cevap: Yobaz kelimesi, kaba, câhil, bozuk ve sapık düşüncelerini ve siyasi kanaatlarını din bilgisi olarak ileri süren kimse demektir. Bozuk düşüncelerini, yanlış kanaatlarını kabul ettirmek için, din bilgilerini yanlış söyler. Bunlardan bâzıları, taşıdıkları etiketlerinden, sığındıkları kanun maddelerinden, çoğu da müslümanların imanlarını istismar etmekten güç alırlar. Büyük halk topluluklarını arkalarına takarak ihtilal çıkarmaya, bölücülüğe, kardeş kavgasına sebep olurlar. Yobazların en zararlısı ve en tehlikelisi, mal, para, makâm elde etmek için yabancı ideolojilerin, dinde reformcuların ve mezhepsizlerin propagandalarını yaparak, milletin imanını, ahlakını bozan, satılmış, din ve fen ve siyaset yobazlarıdır. Yobazları 3’e ayırabiliriz
1) Din ve dünya bilgilerinden mahrum olan, fakat kendilerini ilim adamı, akıllı sanan Câhil yobazlardır. Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk aldanıp, zararlı yollara kolayca sürüklenebilirler, Osmanlı tarihini kana boyayan Patrona Halîl, Kabakçı Mustafa, mehdi olduğunu iddia eden kızılbaş Celâli gibi kimseler bu kısım yobazlardandır.
2) Yobazların ikinci kısmı, Din yobazlarıdır. Bunlar kötü din adamlarıdır. İlimleri biraz varsa da, sinsi maksatlarına, mala ve mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini veya bildiklerinin tersini söylerler ve yaparlar. İslamiyetin dışına çıkarlar. Kötülük yapmakta, dini yıkmakta, câhillere numune olur, rehberlik ederler. İslam dininde büyük yaralar açan Abdullah bin Sebe ve Ebû Müslim Horasani ve Hasan Sabbah ve Osmanlı padişahlarının şehit edilmelerine fetva veren din adamları ve vehhâbîlik fitnesini ortaya çıkaran Necdli Abdülvehhab oğlu Muhammed ve Mısırdaki mason locası başkanı Cemaleddin-i Efgani ve Kahire müftüsü mason Muhammed Abduh ile çömezi Reşid Rıza ve Seyyid Kutub ve İstanbul’da İslamiyete saldıranlardan doktor Abdullah Cevdet ve Hindistan’da İngilizlerin İslamiyete hücumlarına vasıta olan münâfık Ahmed Kadıyânî ve Pakistanlı Ebülala Mevdûdî ve benzerleri, yeni türeyen reformcular ve mezhepsizler ve din adamı şekline girerek, Osmanlı Devletinin yıkılmasına çalışan meşhur ingiliz casusu Lawrence hep bu kısımdaki yobazlardandır. Bunlar, müslümanların din duygularını, imanlarını sömürerek, İslam dinini içerden yıkmaya çalışmışlardır.
Büyük İslam alimi İmâm-ı Ahmed Rabbânî “rahime-hullahü teâlâ”, Mektûbât kitabının 47. mektubunda, kötü din adamlarından acı acı şöyle şikayet etmektedir: “Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, [kitaplarını okumak], zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları, bulaşıcıdır. Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Geçmişte İslam devletlerinin başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” (Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek. Bunların 72’si Cehenneme gidecek. Yalnız 1 fırkası Cehennemden kurtulacak!) buyurdu. Doğru yoldan ayrılan bu 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü din adamları idi. Câhil bir yobazın zararının başkalarına bulaşması az görülmüştür. Câhil ve sapık tekke şeyhleri de, kötü din adamlarıdır. Bunların da zararları başkalarına bulaşır”.
33. mektubunda diyor ki Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, “Kıyamet gününde, en şiddetli azap görecek kimse, Allahü teâlânın kendi ilminden, kendisini faydalandırmadığı alimdir” buyurdu. Allahü teâlânın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim zararlı olmaz mı? Halbuki dünyaya düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir şeydir. O hâlde, Allahü teâlânın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harc etmek, çok çirkin bir iştir. Onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demektir. Açıkçası, Allahü teâlâya karşı durmak demektir. Ders vermek, vaaz etmek ve dini yazı, kitap, mecmua çıkarmak, ancak, Allah rızası için olduğu vakit ve mevki mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zaman faydalı olur. Böyle halis, temiz düşünmenin alâmeti de, dünyaya düşkün olmamaktır. Bu belaya düşmüş, dünyayı seven din adamları, hakikatte dünya adamlarıdır. Kötü âlimler bunlardır. İnsanların en alçağı bunlardır. Din, îman hırsızları bunlardır. Halbuki bunlar, kendilerini din adamı, ahiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. Allahü teâlâ bunlar için, Sûre-i Mücadelenin 18 ve 19. ayetlerinde meâlen, “Onlar, kendilerini müslüman sanıyor. Onlar son derece yalancıdır. Şeytan onlara musallat olmuştur. Allahü teâlâyı hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. Şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. Biliniz ki şeytana uyanlar ziyan etti. Ebedî saadeti bırakıp sonsuz azâba atıldı” buyuruyor. Büyüklerden biri şeytanı boş oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. Şeytan cevap olarak, “Zamanın din adamı geçinen, kötü âlimleri, insanları yoldan çıkarmakta, bana o kadar yardım ediyor ki bu mühim işi yapmama lüzum kalmıyor” demiştir. Doğrusu, zamanımızda İslamiyetin emirlerini yapmaktaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk niyetlerinden dolayıdır. [Hakiki din adamlarında 3 sıfat bulunur: Akıl sâhibi, ilim sâhibi, din sâhibi. Bu 3 sıfatı da birlikte taşıyan din adâmına (Din alimi) denir. Bir sıfatı noksan olursa, onun sözüne güvenilmez. İlim sâhibi olmak için, akıl ve nakil ilimlerinde mütehassıs olmak lâzımdır.]
Dünyaya gönül kaptırmayan, mal, mevki şöhret kazanmak, başa geçmek sevdasında olmayan din âlimleri, ahiret adamlarıdır. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” varisleri, vekilleridir. Mahlukların en iyisi bunlardır. Kıyamet günü, bunların mürekkebi, Allahü teâlâ için canını veren şehitlerin kanı ile tartılacak ve mürekkeb, daha ağır gelecektir. “Âlimlerin uykusu ibâdettir” hadis-i şerifinde methedilenler, bunlardır. Ahiretteki sonsuz nimetlerin güzelliğini anlayan, dünyanın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, ahiretin ebedî, dünyanın ise fânî, geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, Bâkî olana, hiç bozulmayan ve bitmeyen güzelliklere sarılmışlardır. Ahiretin büyüklüğünü anlayabilmek, Allahü teâlânın sonsuz büyüklüğünü görebilmekle olur. Ahiretin büyüklüğünü anlayan da, dünyaya hiç kıymet vermez. Çünkü, dünya ile ahiret birbirinin zıttıdır. Birini sevindirirsen öteki incinir. Dünyaya kıymet veren, ahireti gücendirir. Dünyayı beğenmeyen de, ahirete kıymet vermiş olur. Her ikisine birden kıymet vermek veya her ikisini aşağılamak olamaz. İki zıd şey bir araya getirilemez. [Ateş ile su bir arada bulundurulamaz.]
Tasavvuf büyüklerinden bazısı, kendilerini ve dünyayı tamamen unuttuktan sonra, birçok sebepler, faydalar için, dünya adamı şeklinde görünürler. Dünyayı seviyor, istiyorlar sanılır. Halbuki içlerinde hiç dünya sevgisi, arzusu yoktur. Sûre-i Nurun 37. âyetinde meâlen bildirdiği gibi, “Bunların ticaretleri, alış-verişleri, Allahü teâlâyı hatırlamalarına hiç mâni olmaz”. Dünyaya bağlı görünürler. Halbuki hiç bağlılıkları yoktur. Hâce Behâüddîn-i Nakşbend Buhârî “kuddise sirruh” buyuruyor ki “Mekke-i mükerremede Mina pazarında, genç bir tacir, aşağı yukarı, 50 bin altın değerinde alış-veriş yapıyordu. O esnada, kalbi, Allahü teâlâyı bir ân unutmuyordu”.
3) Yobazların üçüncü kısmı, elinde üniversite diploması bulunan, fen adamı olarak ortaya çıkan fen yobazlarıdır. Fen yobazları, gençlerin imanlarını bozmak, bunları dinden, İslamiyetten ayırmak için, uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıb bilgisi, ilericilik olarak anlatır ve yazarlar. Din kitapları bu fen bilgilerine uymadığı için yanlıştır, bu bozuk kitaplara inanmak, bunların gösterdiği yolda yaşamak gericiliktir derler. Din yobazları, din bilgilerini değiştirdikleri gibi, fen yobazları, fen bilgilerini değiştirerek İslamiyete saldırmaktadırlar. İslamiyeti iyi bilen ve üniversitede iyi yetişmiş olan akıllı bir kimse, bunların sözlerinin ilme, fenne uymadığını, fen ve din cahili olduklarını hemen anlar ise de, gençler, talebeler, bunların etiketlerine aldanarak, yalanlarına inanır, felakete sürüklenirler. Böylece İslam topluluğunu parçalarlar.
Yobazların yukarıda yazılı her 3 kısmı da, İslam memleketlerine ve tertemiz İslam dinine çok zararlı olmuş ve olmaktadırlar. İslamiyeti içerden yıkmaya çalışan böyle münâfıklar, zındıklar şimdi de vardır. Allahü teâlâya şükürler olsun ki eski güç ve kuvvetlerinden çok şey kaybetmişlerdir. Bugün İslam âlemi, Allahü teâlânın emrettiği gibi fennin bütün inceliklerini öğrenmeye çalışmakta ve ancak bu sayede Batının fen ve teknolojisine ulaşılacağını bilmektedir. Ne yazık ki Orta çağda ilim ve fende en önde olan müslümanlar, İslamiyete karşı olanların hilelerine aldandıklarından ve İslam dininin emirlerini ihmal ettiklerinden, son zamanlarda bu hususlarda geri kalmışlardır.
Tavsiye Yazı —> İslamiyet Bilime karşı mıdır?