Sual: Abdülvehhab oğlu Muhammed (600 seneden beri dünyaya yayılmış olan müslümanların hepsi müşrik imiş, kâfir imiş. Doğrudan doğruya Allah’a ibadet etmek farz olduğundan, ibadet için, bir şey vesile edilmez. Allah’tan başkasına duâ etmek, yardım istemek, şirk olur ve hiç affedilmez. Peygamberlerden ve Evliyadan birini söyleyerek bunlardan yardım isteyenler ve türbelere, adak ve sadaka ve başka şeyler yaparak hürmet edenler hep müşriktir. Biz onların şefaatini umarız. Allahü teâlâya yaklaşmak için, onları vesile yapıyoruz demeleri, onları şirkten kurtarmaz. Resûlullahın zamanındaki müşrikler de, sıkışınca yalnız Allah’a duâ eder. Allah’a yalvarırlardı. Rahata kavuştukları zaman, meleklere, Evliyaya ve putlara duâ ederlerdi. Şimdiki müşrikler de sıkıştıkları zaman filan pire, falan şeyhe yalvarıyorlar. Bu müşrikler, eski müşriklerden daha kötüdürler. Bir şeyhe yalvaran müşrikler şöyle dursun, ya Resûlallah, bana şefaat et, imdadıma yetiş diyenler de kâfir olur). diyor. Bu sözler doğru mudur?

Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, buna cevaplar yazarak, bunun yanlış yolda olduğunu bildirdiler. Muhammed’in kardeşi olan Abdülvehhab oğlu Süleyman da, bunu kötüleyen büyük bir kitap yazdı. Savaık-ı ilâhiye ismindeki bu kitap İstanbul’da bastırılmıştır. Basra âlimlerinden Kabani ismi ile anılan meşhur molla Ali bin Ahmed Basıri Şâfiî’nin, Faslü’l-hitab ve Keşifü’l-hicab kitapları, bunun doğru yoldan saptığını ispat etmektedir.

Delail-i hayrat kitabında, Seyyidina, Mevlana gibi kelimeler bulunduğu için, bu kitabı yaktırdı. Halbuki II. Abdülhamid Han, her gün Delail-i hayrat okurdu. Abdülvehhab oğlu, elimden gelseydi, Hücre-i saadeti yıkardım. Kâbe üstündeki altın oluğu atar, yerine tahta oluk kordum derdi. Kendisine inanmayanlara kâfir derdi. Ömer bin Farıd ile Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin kâfir olduklarını söylerdi. “Ümmetimin mezheplere ayrılması rahmettir” hadis-i şerifi ile alay ederdi. Vakıflara inanmaz, İslamiyette evkaf yoktur derdi. Kadıların, hakimlerin aldıkları maaş rüşvettir derdi. Kabani Ali efendi, bunlara birer birer cevap yazmış, hepsini vesikalarla çürütmüştür.

İbni Teymiye, nehir, kaplıca, kaynarca, ağaç, dağ ve mağara gibi yerlere şifa için gitmek, mezarlara adak yapmak, hep günahtır, derdi. Kabir ziyareti ve türbelerde kurban kesilmesi ve ölülerden yardım istenmesi şirktir derdi.

Ehl-i sünnet âlimlerine göre, Resûlullahın kabrini ziyaret etmek sünnettir. Vâcip diyenler de oldu. İbni Abidin Dürrü’l-muhtar haşiyesinde diyor ki (İbni Teymiyye’den önce, hiçbir âlim kabir ziyaretini yasak etmedi. O, yeni bir bidat çıkardı. Bütün müslümanların gözünden düştü). Müslim’deki hadis-i şerifte, (Kabir ziyaretini yasak etmiştim. Şimdiden sonra, ziyaret ediniz!) buyuruldu. Necmeddin Ömer bin Hacci, El-cevap fi reddi alâ İbni Teymiyye kitabında türbeleri ziyaret etmek caiz olduğunu ispat etmekte ve İbni Teymiye’yi kuvvetli delillerle reddetmektedir. Burhaneddin İbrahim bin Muhammed de, aynı isimde güzel bir kitap yazmıştır. Bu iki kitap, Süleymaniye kütüphanesi, Beşir Ağa kısmında mevcuttur.

Abdülvehhab oğlu, İbni Teymiyye’nin yasak dediği şeylere küfürdür dedi. Türbelere adak yapanlara, türbelerde duâ edenlere, etrafında dönenlere, örtüsünü öpenlere, toprak alanlara ve Evliyadan yardım isteyenlere kâfir dedi. Bunları yapanlara kâfir demeyenler de kâfir olur dedi.

Keşfü’ş-şübühat kitabında, (Şefaat, yahut Allaha yakınlık niyeti ile Peygamberlere, Evliyaya istigase, yani tevessül edenlerin kanları ve malları helaldır) diyerek müslümanları öldürmeyi, mallarını yağma etmeyi emretmektedir. Bu kitabı türkçeye de çevrilmiştir. Halbuki dinde zaruri olarak bilinen şeylere, mesela Allahü teâlânın var ve bir olduğuna, 5 vakit namazın farz olduğuna inanmayan kâfir olur. Yoksa, açık bildirilmiş olan şeylere inanan bir müslümana, bir şüphe ile kâfir denilemez. İbni Teymiyye de; bunlara şirk demiş ise de, küçük şirk demek istemişti. Abdullahvehhab oğlu Muhammed ise, küfür demek olan şirktir diyor. Putlara tapınmak şirktir. Buna açık şirk denir. Şirk-i hafi denilen gizli şirk ise, Allahü teâlâdan başkasından bir şey istemektir. İnsanlar, bu gizli şirkten kurtulamaz. Peygamberler bile bu şirkten kurtulmak için, Allahü teâlâya yalvarmışlardır. Bu gizli şirkin çeşitleri vardır. Nefse, şehvete uymak, gizli şirk olduğu gibi, riya da, şirk-i hafidir. Gizli şirk, ibadetin sevâbını giderir. Fakat, (Riya yapan kâfir olur; bunu öldürmek, mallarını almak helal olur) diyen hiçbir âlim yoktur.

Güneşe, aya, yıldızlara, putlara, heykellere tapınarak secde etmek küfürdür. Başka şeylere, tapınmadan saygı secdesi yapmak küfür değildir. Günahtır. Bir şeye tapınarak onun için kurban kesmek de küfürdür. Fakat, Allahü teâlâya tapınıp da, başka şeylere tapınmadan kurban kesmek, küfür olmaz. Haram olur. İbadet etmek, yani tapınmak demek, her faydanın, her zararın ondan geldiğine, her şeyi onun yaptığına inanarak, ona yalvarmak demektir. Allahü teâlâya tapınanların türbelerden toprak almaları, türbe etrafında dönmeleri mekruh olur denilmiştir. Vehhâbînin kitabı ise, bunların hepsine şirk ve küfür diyor. Gelmiş geçmiş milyonlarca müslümana kâfir diyor. Müseyleme-i kezzab ile gaza ederken şehit olanların mezarlarını, tanınarak Fâtiha okunması için bir arşın kadar yüksek yaptıklarından dolayı, Ashâb-ı kirama da dil uzatıyor. Bu yazıları Müseylemeci olduğunu göstermektedir.

Mezarlar üzerine türbe, camilere minare yapmak, kaşık ile yemek bidattir dediler. Kerbela’daki hazreti Hüseyin’in türbesini yıkıp, içindeki milyonlar değerinde kıymetli eşyayı yağma ettiler. Taif şehrini yakıp, yıkıp, kadın, çocuk demeyip, Ehl-i sünneti öldürdüler. Mallarını yağma ettiler. Buhari ve Müslim gibi en kıymetli kitaplar, birçok hadis, fıkıh ve her fenden binlerce kitap, ayaklar altında kaldı. İçlerinde Kur’ân-ı Kerîm de vardı. Korkudan bunları kimse kaldıramıyordu. Yerleri bile kazıp mal aradılar. Şehri yangın yerine çevirdiler. Mekke-i mükerremedeki türbeleri yıktılar. Mevlidünnebi olan evi ve hazreti Ebû Bekir’le hazreti Ömer’in ve hazreti Fâtıma’nın mevlidleri olan mübarek yerleri yıktılar. Müezzinlerin ezandan sonra salât ve selam okumalarına şirk dediler. Sigara kutularını ve çalgıları yaktılar. Vehhâbîlerin Taif’teki müslümanlara yaptıkları zulmler ve işkenceler, kitaplarda uzun yazılıdır.
(Sizlere fayda ve zararı olmayan, Allahtan başkasına duâ etmeyiniz) ve (Allahü teâlâ ile birlikte başkasına duâ etmeyiniz!) meallerindeki âyet-i kerimeleri ve (Duâ, ibadetin özüdür) hadis-i şerifini göstererek, Allahtan başkasından bir şey isteyen kâfir olur dediler. Halbuki âyet-i kerimede yasak edilen duâ, ilim dilinde kullanılan duâ demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu duâ , ancak Allahü teâlâya olur. Fakat, bir kimse, yalnız Allahü teâlâya tapınilacağını, yalnız Ona duâ edileceğini, Allahü teâlâdan başka kimsenin yaratıcı olmadığını, her şeyi Onun yaptığını bilerek, Peygamberleri ve Evliyayı vesile eder, onların Allahü teâlânın sevgili kulları olduklarını ve Allahü teâlânın, onların ruhlarına, insanlara yardım edebilmek kuvvetini verdiğini düşünerek, ruhlardan yardım beklerse, caiz olur. Onlar, mezarlarında, bilmediğimiz bir hayatla diridirler. Ruhlarına, kerametler ve tasarruf kuvveti ihsan edilmiştir. Böyle inanan kimseye müşrik denemez. Böyle olmakla beraber, müslümanlar, Evliyanın ruhlarından, kalplerinin temizlenmesini, feyiz, marifet ister. Resûlullahın mübarek kalbinden, onun kalbine kadar, kalpten kalbe akıp gelmiş olan bilgilerden, kendisine de vermesini ister. Mal, mevki gibi dünyanın geçici şeylerini istemezler. Bunları düşünmezler bile.

Allahü teâlâ, Zümer sûresinde, (Allahü teâlâdan başka şeylere tapınanlar, bunlara ibadetimiz, ancak Allahü teâlânın yanında bize şefaat etmeleri içindir derler) mealindeki âyet-i kerimede, bu sözlerinin onları Cehennemden kurtaramayacağını bildiriyor. Ehl-i sünneti putlara tapınan kâfirlere benzeterek, Allahü teâlâya yaklaşmak için, Allahın sevgili kullarını vesile yapıyoruz demeleri, onları şirkten kurtarmaz diyorlar. Evet, puta tapınanlar müşrik olduğu için, müşriklerin bu sözleri, kendilerini şirkin cezasından kurtarmaz. Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile yaparak duâ etmek şirk değildir ki Ehl-i sünnetin şirkten kurtulmaya ihtiyaçları olsun. Bir kimse, bir adamı kasten öldürse, mahkemede (Bu adamı öldürmeyi düşünmemiştim. Adam öldürmenin suç olduğunu biliyordum) derse bu sözü dinlenmez. Cezası verilir. Halbuki bu sözü doğrudur. Cezası, bu sözleri için değil, adam öldürdüğü için verlimiştir. Suçsuz birisi de, bu sözleri söylese, bunun bir düşmanı, bunu mahkemeye verip (Bu sözleri söylemiş olana ceza vermiştiniz. Buna da ceza verin!) derse, buna ceza verilmez. Çünkü, önceki kimseye verilen ceza, adam öldürdüğü içindi. Kâfirlerin Cehenneme gitmeleri de, bu sözleri söyledikleri için değildir. Allahü teâlâdan başka şeylere tapındıkları içindir.

Müşrikleri bildiren bu âyet-i kerimeye benzeterek, müminlere kâfir denemez. Çünkü, kâfirler, müşrikler, Allahü teâlânın iyilik ve kötülükleri yarattığını, her şeyi yalnız Allahü teâlânın yaptığını söyleseler de, Lat ve Uzza denilen heykellere ve meleklere tapınıyor, onların tapınmaya hakları olduğuna, her istediklerini Allahü teâlâya yaptıracaklarına inanıyorlar. Bu inançla onlara secde ediyor, onlar için kurban kesiyor ve adak yapıyorlar. Müslümanlar ise, Resûlullaha ve Evliyanın ruhlarına kurban kesmez. Allahü teâlâ için keser. Sevâbını Velînin ruhuna gönderir. (Şefaat ya Resûlallah) demek, ya Resûlallah, seni çok seviyorum. Çünkü, Allahü teâlâ, seni sevmeyi emrediyor. Seni sevdiğim için, Allahü teâlâ, beni senin şefaatine kavuştursun demektir. Bunu kısa söylemek, Kur’ân-ı Kerîmdeki (Köye sor!) âyet-i kerimesine benzemektedir. Hazret-i Ömer, tavaf ederken, Hacer-i esved taşına karşı, (Sen bir şey yapamazsın! Fakat, Resûlullaha uyarak seni öpüyorum) dedi. Hazret-i Ali bunu işitince, Resûlullahın (Hacer-i esved, kıyamet günü, insanlara şefaat eder) buyurduğunu söyledi. Hazret-i Ömer de, hazret-i Ali’nin bu sözüne teşekkür etti. Bir taşın faydası olunca, Peygamberlerin ve Allahü teâlâya sevgili olanların faydaları olmaz mı? Allahü teâlâ, sevdiklerinin dualarını, şefaatlerini kabul edeceğini bildirdi.

Derin âlim, Mevlana Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Risale-i Hâlidiye kitabında buyuruyor ki “Müslümanlar bir sebebe yapışırken, bunun, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olduğunu düşünür. O işi sebeplerin yapacağını düşünmezler. Müşrikler ise, o işi putların yapacaklarına veya Allahü teâlâya yaptıracaklarına inanır. Bu iki inanış arasını ayıramayanlar, inkar girdabına sürüklenerek helak olmaktadırlar.”

Şevahid-ül-hak’da, Seyyid Ahmed Dahlan’ın Hülasa-tül-kelam kitabından alarak diyor ki Resûlullah ile ve başka Peygamberler ile ve Evliya ile tevessül eden ve kabirlerini ziyaret ederken, (Ya Resûlallah, senden şefaat istiyorum) diyen müşrik olur diyorlar. Kâfirler için gelmiş olan, (Allahtan başkasına duâ etmeyiniz!) ve (Allahtan başkasına duâ edenden daha sapık kimdir?) ve (Allahtan başka duâ ettikleriniz, hiçbir şey yapamazlar. Onlardan isterseniz, işitmezler. İşitseler de cevap veremezler. Kıyamet günü, sizin şirkinizi inkar ederler) mealindeki âyet-i kerimeleri ileri sürerek, müminlere müşrik diyorlar. Abdülvehhab oğlu Muhammed, (Bu âyetler, kabre karşı söyleyenin, şefaat isteyenin müşrik olduğunu gösteriyorlar. Müşrikler de, putlarının bir şey yaratmadıklarını, her şeyi yaratanın yalnız Allah olduğunu söylüyorlardı. Fakat, putlarımız Allah yanında bize şefaat edeceklerdir derlerdi. Böyle söyledikleri için müşrik oldular. Mezardan, türbeden şefaat isteyenler de, böyle müşrik olmaktadır) dedi. Bu sözleri çok yanlıştır. Çünkü müminler, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor. Onları Allahü teâlâya şerik yapmıyorlar. Bunların mahluk olduklarına, âciz kul olduklarına inanıyorlar. İbadet olunmaya hakları vardır demiyorlar. Bir şey yaratabilir, fayda ve zarar verir demiyorlar. Onlar, Allahü teâlânın sevdiği kullar oldukları için, Allahü teâlâ onları seçmiş olduğu ve Onların bereketleri ile kullarına merhamet ettiği için, Onlarla bereketlenmek istiyorlar. Halbuki yukarıda yazılı âyet-i kerimelerin bildirdiği müşrikler, putların ibadete hakları vardır diyorlar. Böyle inandıkları için müşrik oluyorlar. Putların fayda ve zarar yapmadıkları kendilerine söylenince, Allahın yanında bize şefaat etmeleri için tapınıyoruz diyorlar. Müminleri putlara tapan kâfirlere benzetmelerine doğrusu çok şaşılır.

Müminlerin tevessül etmeleri şirk olsaydı, Resûlullah ve Ashâbı ve Selef-i salihin hiç tevessül etmezlerdi. Halbuki Resûlullah duâ ederken, (Ya Rabbi! Senden isteyip de verdiğin kullar hakkı için, bana da ver!) derdi. Böyle söylemenin, tevessül etmek olduğu meydandadır. Bu duâyı Ashâbına öğretmişti ve (Böyle duâ ediniz!) buyurmuştu. İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Camie gitmek için evden çıkarken bu duâyı okuyunuz!) buyurulmuştur. Bu hadis-i şerifi Celaleddin-i Süyuti, Camiul-kebir kitabında yazmaktadır. İslam âlimleri bu duâyı her gün okurlardı. Resûlullahın, hazret-i Ali’nin annesi Fâtıma bint-i Esedi kabre korken, (Ya Rabbi! Anam Fâtıma bint-i Esedi, Peygamberin ve ondan önceki Peygamberlerin hakkı için, mağfiret eyle!) dediğini Taberani ve İbni Habban ve Hakim bildirmektedirler. Ayrıca, İbni Ebû Şeybe ve İbni Abdil-Berr de, daha geniş olarak bildirmişlerdir. Hepsi Süyutinin (Camiul-kebir) inde yazılıdır. Daha yukarıda bildirdiğimiz, Osman bin Hanifin haber verdiği hadis-i şerif, Tirmizi’de, Nesai’de ve Beyheki’de ve Taberani’de ve Buhari tarihinde yazılıdır. Resûlullahın bir amaya öğrettiği bu duada açıkça tevessül olunmaktadır. Bunlar ise, Resûlullahın bu duâsını yasak etmekte, bunu okuyan kâfir olur demektedirler. Resûlullah hayatta iken, Ashâb-ı kirâm bu duâyı hep okurlardı.

Abbasi devletinin 2. halifesi olan Cafer Mansur, Mescid-i nebevide ziyaret yaparken imam-ı Malike sordu: (Duâ ederken, kıbleye mi döneyim? Yoksa Resûlullahın kabrine mi döneyim?) dedi. Çünkü, duâ ederken, Kıble ile Hucre-i saadet arasında durulmaktadır. İmam-ı Mâlik: (Resûlullahtan yüzünü nasıl ayırabilirsin? O, senin için ve baban Adem “aleyhisselam” için vesiledir! Yüzünü Ona çevir ve Onunla istişfa eyle!) dedi. İbni Hacer-i Mekki hazretleri, Cevher-ül-munzam’da, bu haberin çok sağlam olduğunu, dil uzatılamayacağını bildirmektedir. İmam-ı Malikin, Resûlullahın kabrine dönerek duâ etmek mekruhtur dediğini söyleyenler, bu yüce İmama iftira etmektedirler.

(Yalnız Peygamberlerle tevessül olunur. Peygamberlerden başkası ile tevessül olunmaz) demek de doğru değildir. Çünkü, hazret-i Ömer, yağmur duâsı yaparken, hazret-i Abbas ile tevessül etti. Orada bulunan Ashâb-ı kiramın hiçbiri buna karşı bir şey söylemediler. Resûlullah efendimiz, (Allahü teâlâ doğruyu Ömerin diline ve kalbine yerleştirmiştir) buyurduğu için, hazreti Ömer’in hazret-i Abbas ile tevessül etmesi, kuvvetli senet, sağlam vesikadır. Hazreti Ömer’in, yağmur duâsında: Resûlullah ile tevessül etmeyip de, hazreti Abbas ile tevessül etmesi, Peygamberlerden başkaları ile de tevessül etmenin caiz olduğunu herkese anlatmak için idi. Çünkü, Peygamberler ile tevessül edilmenin caiz olduğunu herkes biliyordu. Başkaları ile tevessülün caiz olmasında şüphe edenler vardı. Hazreti Ömer, bunun da caiz olduğunu anlattı. Hazreti Ömer, Resûlullah ile tevessül etseydi, başkaları ile yağmur duâsı yapmanın caiz olmadığı anlaşılırdı. Buna bakarak, ölü ile tevessül olunmaz demek doğru olmaz. Resûlullahın vefatından sonra, Ashâb-ı kiramın çoğu Onunla tevessül etmişlerdir.

Bir yandan, (Allahtan başka hiçbir şey tesir etmez. Tesir eder diyen kâfir olur) diyorlar. Öte yandan da, (Diri ile tevessül olunur, ölü ile olunmaz. Diri tesir eder, ölü tesir etmez) demektedirler. Sözleri birbirini tutmamaktadır. Müminler ölüyü de, diriyi de vesile sebep bilirler. Her şeyi yaratan, tesir eden yalnız Allahü teâlâdır derler.

Tevessül etmek şirk olur derken, cahil halkın bazı sözlerini ileri sürüyorlar. Veliye, (şu işimi yap) diyenler oluyor. Velî olmayan bayağı kimseleri Velî sanıp onlardan keramet bekliyorlar. Her ne kadar, böyle yanlış söyleyen ve sanan cahiller de, Allahtan başka hiçbir kimsenin fayda ve zarar yapamayacaklarına inanmaktadırlar. Bereketlenmek için tevessül etmektedirler. Fakat, bunların yanlış ve şüpheli sözlerini önlemek istediklerini söylüyorlar. Onlara deriz ki böyle yanlış, şüpheli şeyler söyleyenlerin hiçbiri, Allahtan başkasının fayda ve zarar vereceğini hatırlarına bile getirmezler. Hepsi, bereketlenmek için tevessül etmektedirler. Evliya yaptı deyince, Onlar tesir ediyor demezler. Şüpheli sözleri önlemek istiyorsanız, bütün müminlere niçin müşrik damgası basıyorsunuz? Her nasıl olursa olsun, tevessül eden kâfir olur diyorsunuz. Yukarıdaki sözünüzü doğru söylüyorsanız, yalnız şüpheli gördüğünüz sözleri yasaklamalısınız! Tevessül ederken edebli olmayı sağlamalısınız! Hem de, sizin şirk şüphesi olduğunu ileri sürdüğünüz sözler, mecazi [iki manalı] kelimelerdir. Bu yemek beni doyurdu. Bu ilaç ağrıyı durdurdu demek gibidir. Ehl-i sünnet âlimleri, böyle sözlere akla ve İslamiyete uyan mânâlar vermişlerdir. İnsanı doyuran yemek, ekmek değil, Allahü teâlâdır. Yemek, Allahü teâlânın yarattığı bir sebeptir demişlerdir. Mümin, müslim, böyle bir şeyin tesir ettiğini anlatan söz söyleyince, bunu işiten, mecaz mânâsı vermelidir. Söyleyenin Mümin ve Müslim olması, bu mânâ ile söylediğine alâmettir. Meani ilminin âlimleri, böyle olduğunu, söz birliği ile bildirmektedirler.

İbni Teymiyye ve talebesi, tevessül etmeye haram dedi. Vehhâbîler, tevessül etmek şirktir dediler. Halbuki Peygamber efendimiz ve Ashâb-ı kirâm ve bütün müslümanlar tevessül etmişlerdir. Bütün ümmetin haram ve küfür işleyecekleri olacak şey değildir. Hadis-i şerifte, “Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez!” buyuruldu. Âli-i İmrân sûresi 110. âyetinde, “Siz ümmetlerin en iyisi oldunuz” buyurdu. Böyle bir ümmetin dalalet, sapıklık üzerinde birleşecekleri düşünülebilir mi?

Hanefi âlimlerinden ibni Hümam, (Duâ ederken, Kabir-i şerife dönmek, kıbleye dönmekten efdaldir) buyurdu. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin (Kıbleye dönmek efdaldir) dediğini söylemek, bu yüce İmama iftiradır. Çünkü, İmam-ı Âzam, Müsned kitabında, Abdullah ibni Ömer’in (Kabir-i şerife dönmek ve kıbleyi arkaya almak sünnettir) buyurduğunu yazmaktadır. İmam-ı Âzam, (Kabir-i şerife dönmek müstehaptır) dediğini bütün hanefi âlimleri bildirmektedir. Resûlullah, mübarek kabrinde diridir. Ziyaret edenleri tanır. Hayatta iken yanına gelen, mübarek yüzüne karşı dururdu. Kıble bunun arkasında kalırdı. Kabir-i şerifini ziyaret ederken de, elbet böyle olacaktır. Bir kimse, Mescid-i haramda, kıbleye karşı duran hocasının, babasının yanına gelip bir şey söylese, elbet buna karşı söyler, Kâbe, arkasında kalır. Resûlullahın mübarek yüzüne karşı durmak, babaya, hocaya karşı durmaktan elbet daha lazımdır. 4 mezhebin âlimleri, ziyaret ederken Kabir-i şerife dönmek lazım olduğunu söz birliği ile bildirdiler. İmam-ı Sübki, Şifaü’s-sikam kitabında, 4 mezhep âlimlerinin bu yazılarını ayrı ayrı bildiriyor. Şifa-üs-sikam kitabı, 1975 senesinde İstanbul’da ofset yolu ile yeniden basılmıştır.

Alusi Tefsiri’nin, İmam-ı Âzam’ın tevessül etmeye karşı olduğunu yazması doğru değildir. Hanefi âlimlerinden hiçbiri, İmam-ı Âzam’ın böyle dediğini haber vermemiştir. Hepsi, tevessülün müstehab olduğunu bildirmişlerdir. Alusinin yazısına aldanmamalıdır.
Mevahibü’l-ledünniye şerhinde, Zerkani diyor ki (Ya Rabbi! Sana senin Peygamberin ile istişfa’ ediyorum. İnsanlara rahmet olan ey Peygamber! Rabbin huzurunda bana şefaat et! deyince, Cenab-ı Hak, yapılan duâyı kabul buyurur). Zerkani’nin Mevahibü’l-ledünniye şerhi 8 cilt olup 1973’de Lübnan’da 3. baskısı yapılmıştır.

Yukarıda bildirilen vesikalar, ortaya çıkan bidati kökünden çürütmektedir. İmam-ı Beyheki bildiriyor ki bir köylü, Resûlullahın huzuruna gelip, yağmur yağması için duâ etmesini istedi ve (Senden başka sığınağımız yoktur. İnsanların koşacakları yer, ancak Peygamberleridir) dedi. Resûlullah buna karşı bir şey söylemedi. Hatta, Enes bin Mâlik diyor ki Resûlullah hemen kalkıp minbere çıktı. Yağmur yağması için duâ etti. Duâ bitmeden yağmur yağmaya başladı. Buhari’de diyor ki: Resûlullahın yanına bir köylü gelip kahtlıktan şikayet etti. Resûlullah, duâ etmeye başladı. Hemen yağmur yağdı. Resûl “aleyhisselâm”, bunun üzerine (Ebû Talib sağ olsaydı çok sevinirdi) buyurdu.

Büyük âlim ibni Hacer-i Mekki, Hayratü’l-hisan kitabında diyor ki (İmam-ı Muhammed Şâfiî, Bağdatta bulunduğu günlerde, imam-ı Ebû Hanîfe’nin kabrine gelir, selam verir, dileğinin hâsıl olması için, İmamı vesile yaparak duâ ederdi). İmam-ı Ahmed de, İmam-ı Şâfiî ile tevessül ederdi. Hatta, oğlu Abdullah buna şaşınca, (Ey oğlum, imam-ı Şâfiî, insanlar içinde güneş gibidir. Bedenlerin afiyeti gibidir) buyurmuştu. Batı memleketlerinde duâ ederken imam-ı Mâlik ile tevessül ederlerdi. İmam-ı Şâfiî bunu işitince, inkar etmedi. İmam-ı Ebül-Hasan-ı Şazili buyuruyor ki (Allahü teâlâdan bir şey isteyen, duâ ederken imam-ı Gazali ile tevessül eylesin!). İmam-ı Şâfiî’nin her zaman, Ehl-i beyt-i nebevi ile tevessül ettiği, ibni Hacer-i Mekki’nin Savaık-ı muhrıka kitabında yazılıdır.

Allahü teâlâ taatleri, ibadetleri, saadete ve yüksek derecelere kavuşmak için vesile kıldığı gibi, seçtiklerini, sevdiklerini ve sevmemizi ve saymamızı emrettiği Nebîleri, Velileri ve Salihleri de duaların kabul edilmesi için sebep yapmıştır. Bunun içindir ki Ashâb-ı kirâm ve önce ve sonra gelen âlimler duâ ederlerken istigase, yani tevessül eylemişlerdir. Hiçbiri bunu inkar etmemiştir. Dinde reformcular, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış mânâ vererek ve birçok sahih haberleri inkar ederek, müslümanların imanlarını bozuyorlar. Ehl-i kıbleyi doğru yoldan ayırmaya uğraşıyorlar. Allahü teâlâ, her kime hayır ve saadet nasip etti ise, yukarıda yazılı vesikaları öğrenerek bidat ehline aldanmak felaketinden kurtulur. Şevahidü’l-hak’dan tercüme tamam oldu. Yukarıda adı geçen Hülasatü’l-kelam kitabının 2. kısmı 1975’de, İstanbul’da ofset yolu ile bastırılmıştır.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler