Sual: Vehhabilerin Fethü’l-mecid kitabının 259. sayfasında, “Mescid-i nebeviye namaz kılmak için girenin, selam vermek için, kabre gitmesi yasaktır. Mescide her girişte, kabir-i Nebi’ye gitmeye, İmâm-ı Mâlik mekruhtur dedi. Sahabe ve Tabiîn mescide gelir. Namaz kılar ve çıkarlardı. Selam vermek için kabre gelmezlerdi. Çünkü, İslamiyette böyle bir şey emredilmemiştir. Meyyitin ruhunun, kendi şeklinde görünmesi yalandır. Böyle görünmek, yalnız Miraç gecesi olmuştur. Ashâbın yapmadıklarını, sonra gelenler yaptılar. Ashâbdan birkaçı, yalnız uzaktan gelince, yalnız selam vermek için kabre uğrardı. Abdullah ibni Ömer yoldan gelince, kabre uğrar selam verirdi. Başkasının böyle yaptığı görülmedi. Ahmed Rıfai’nin Peygamberin elini öptüğü yalandır, uydurmadır. Hucre-i saadet önünde duâ ederken, kabre dönmeyip kıbleye dönmek lazım olduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Hucre-i saadeti ziyaret için, uzak yerlerden gelmek hadis ile yasak edilmiştir” diyor. Bu sözlere ne cevap vermek lazım?
Cevap: Mîr’at-i Medine kitabında diyor ki:
Hadis-i şerifte, “Kabrimi ziyaret edene şefaatim vâcib oldu” buyuruldu. Bu hadis-i şerifi ibni Huzeyme ve Bezzar ve Ali DareKutni ve Süleyman Taberani “rahime-humullah” haber vermektedir. Bezzar hazretlerinin bildirdiği başka bir hadis-i şerifte, “Kabrimi ziyaret edene şefaatim helal oldu” buyuruldu. Müslim-i şerifteki ve Ebû Bekr bin Mekkari’nin “rahime-hullahü teâlâ” (Muceme) kitabında bildirilen hadis-i şerifte, “Bir kimse beni ziyaret etmek için gelse ve başka bir şey için niyeti olmasa, kıyamet günü, ona şefaat etmemi hak etmiş olur” buyuruldu. Bu hadis-i şerif, Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” ziyaret etmek için Medine-i münevvereye gelenlere, şefaat edeceğini haber vermektedir.
İmâm-ı Taberani’nin ve Dare-Kutni’nin ve diğer hadis imamlarının “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri hadis-i şerifte, “Hac edip kabrimi ziyaret eden kimse, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur” buyuruldu. İbni Cevzi “rahime-hullahü teâlâ” de, bu hadis-i şerifi haber vermektedir. Dare-Kutni’nin haber verdiği başka bir hadis-i şerifte, “Hac edip de, beni ziyaret etmeyen kimse, beni incitmiş olur” buyuruldu. Bu hadis-i şerifi İmâm-ı Mâlik “rahime-hullahü teâlâ” de bildirmiştir. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” ziyaret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevap kazanmaları içindir. İmâm-ı Beyheki’nin haber verdiği hadis-i şerifte, “Bir kimse bana selam verince, Allahü teâlâ, ruhumu geri verir. Onun selamına cevap veririm” buyuruldu. İmâm-ı Beyheki bu hadis-i şerife dayanarak, Peygamberler mezarlarında diridirler buyurdu. Mübarek ruhunun geri verilmesi demek, yüksek makâmında iken, selam verene cevap verir demektir.
Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mezarlarında diri olduğunu bildiren hadis-i şerifler o kadar çoktur ki birbirlerini kuvvetlendirmektedirler. Mesela, “Kabrimin yanında, benim için okunan salavâtı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir” buyurulmuştur. Bu hadis-i şerifi Ebû Bekr bin Ebû Şeybe “rahmetullâhi aleyhima” bildirmiştir ve altı büyük hadis imâminın kitaplarında vardır.
Abdullah bin Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma”dan ibni Ebiddünya’nın haber verdiği hadis-i şerifte, “Bir kimse, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selam verse, meyyit onu tanır ve cevap verir. Tanımadığı meyyite selam verirse, meyyit sevinir ve cevap verir” buyuruldu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, dünyanın her yerinde, aynı zamanda salât ve selâm edenlerin her birine ayrı ayrı nasıl cevap verir denilirse, güneşin bir ânda binlerce şehre ışık salması gibidir cevabı verilir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” hazretlerine selam verince, onu tanıdığı ve cevap verdiği anlaşılınca, bir müslüman için bundan büyük bir şeref ve saadet olabilir mi? İbrahim bin Bişar “rahmetullâhi aleyh”, “Hac ettikten sonra, kabir-i saadeti ziyaret için Medine’ye gittim. Hücre-i saadet önünde selam verdim. Vealeykesselam cevabını işittim” buyurmuştur. Şiir:
Sakın terk-i edebden, küy-i mahbûb-i Hudadır bu,
Nazargah-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafadır bu!
Muraat-i edep şartiyle gir Nabi bu dergahe,
Metaf-i kudsiyandır, busegah-i Enbiyadır bu!
Hadis-i şerifte, “Ben öldükten sonra, diri iken olduğu gibi anlarım” buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte, “Peygamberler kabirlerinde diri olup namaz kılarlar” buyuruldu. Bu hadis-i şerifler, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” kabirde, bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu göstermektedir. Evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Rıfai’nin ve birçok Velilerin “rahime-hümullahü teâlâ”, Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” verdikleri selâmın cevabını işittikleri ve Ahmed Rıfai’nin, Resûlullahın mübarek elini öpmekle şereflenmiş olduğu, çok sağlam kitaplarda yazılıdır. Bunlara yalandır demek güneşi balçıkla sıvamaya benzer. Seyyid Ahmed Rıfai, 578 [m. 1183] de Basra’da vefât etti. II. Abdülhamid Han “rahime-hullahü teâlâ” bunun türbesini ve mescidini tâmir ve fevkalede tezyin etti. İslam âlimlerinin büyüklerinden Celâleddîn Abdurrahmân Süyuti “rahime-hullahü teâlâ” (Şeref-ül Muhkem) adındaki kitabında muhaliflere vesikalarla cevap vermekte, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” kabrinde diri olup selam verenleri işittiğini ispat eylemektedir. Bu kitabında bildirdiği hadis-i şeriflerden biri (Miraç gecesinde, Mûsâ Peygamberi kabrinde namaz kılarken gördüm) dür. Bu hadis-i şerifi, (Hilye) kitabının sâhibi Ebû Nuaym “rahime-hullahü teâlâ” da bildirmektedir. Abdurrahmân Süyuti, 1505’de Mısır’da vefât etmiştir.
Ebû Yalanın “rahime-hullahü teâlâ” (Müsned) inde bulunan bir hadis-i şerifte, (Peygamberler, kabirlerinde diri olup namaz kılarlar) buyuruldu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” son hastalığında, (Hayber’de yimiş olduğum yemeğin acısını her zaman duyardım. O gün yediğim zehr, şimdi ebherimi, yani avort damarımı koparmaktadır) buyurdu. Bu hadis-i şerif, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” şehit olarak vefât ettiğini bildiriyor. Allahü teâlâ, Âli-i İmrân sûresinin 169. âyetinde meâlen, (Allah yolunda şehit olanları, ölü sanmayınız! Onlar diridirler) buyurdu. Resûlullah efendimizin de “sallallâhü aleyhi ve sellem” bütün şehitler gibi kabrinde diri olduğu buradan da anlaşılmaktadır.
İmâm-ı Süyuti “rahmetullâhi aleyh” kitabında, (Yüksek derecedeki Veliler “rahime-hümullahü teâlâ” Peygamberleri ölmemiş gibi görürler. Peygamber efendimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Mûsâ aleyhisselâmı mezarında diri olarak görmesi bir [Mucize] idi. Evliyânın da böyle görmeleri [Kerâmet] dir. Kerâmete inanmamak, cahillikten ileri gelir) buyurmaktadır.
İbni Habban ve İbni Mace ve Ebû Davudün “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri hadis-i şerifte, “Cuma günleri bana çok salavât okuyunuz! Bunlar, bana bildirilir” buyuruldu. Öldükten sonra da bildirilir mi denildikte, “Toprak, Peygamberlerin vücudunü çürütmez. Bir mümin bana salavât okuyunca, bir melek bana haber vererek, ümmetinden falan oğlu filan, sana selam söyledi ve duâ etti der” buyurdu. Bu hadis-i şerifler, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” mezarında, dünyadakilerin bilemediği bir hayat ile diri olduğunu göstermektedir. Zeyd bin Sehl “radıyallâhu anh” buyurdu ki bir gün Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” huzurunda oturuyordum. Mübarek yüzü gülüyordu. Niçin tebessüm buyurduklarını sordum. “Nasıl sevinmiyeyim? Biraz önce Cebrâil aleyhisselâm müjde getirdi: Allahü teâlâ buyurdu ki ümmetinden biri sana bir salavât söyleyince, Allahü teâlâ, ona karşılık 10 salavât eder dedi” buyurdu.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” diri iken, Ashâbına Allahü teâlânın bir rahmeti olduğu gibi, öldükten sonra da bütün ümmeti için, büyük nimettir. İyiliklere sebeptir
Mehal bin Amr diyor ki bir gün Saîd bin Müseyib ile birlikte “rahime-hümullahü teâlâ” Ümm-i Seleme “radıyallâhu anha” validemizin odasının yanında oturuyordum. Birçok kimse ziyaret için Hucre-i saadet önüne geldiler. Saîd, bunlara şaşıp, ne kadar ahmak adamlar! Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” kabirde sanıyorlar. Peygamberler kabirlerinde 40 günden ziyâde kalırlar mı? dedi. Halbuki Saîd Medinedeki Harre denilen felaket gününde, Kabir-i saadetten ezan sesi işittiğini haber vermiştir. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” evi sarıldığı zaman, (Ben Medine’den ve Resûlullahın yanından ayrılıp başka yere gitmem) buyurmuştur. Mehal bin Amr’ın Said’den işittim dediği söz doğru olsaydı, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” kabrini ziyaret için çağırmazdı. Şöyle ki: Bilâl-i Habeşi “radıyallahü teâlâ anh” Kudüsün fethinden sonra, rüyasında Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” aldığı emir üzerine Medineye gelip, Kabir-i saadeti ziyaret etti. Müslümanların halifesi olan Ömer bin Abdülaziz “radıyallahü teâlâ anh” Şamdan Medineye hususi memurla salât ve selâm gönderirdi. Hazret-i Ömer “radıyallâhu anh” Kudüsü aldıktan sonra, Medine-i münevvereye dönünce, önce Hucre-i saadete girip, Resûlullahı ziyaret etti ve salât ve selâm söyledi. [Saîd bin Müseyib, Medinedeki yedi meşhur alimden biri olup 91 [m. 710] de Medinede vefât etmiştir.]
Yezid bin Mehri diyor ki Şam’dan Medine’ye giderken, Mısır valisi olan Ömer bin Abdülaziz’e “radıyallahü teâlâ anh” uğradım. Bana dedi ki ey Yezid! Resûlullahı ziyaret saadetine kavuştuğun zaman benden salât ve selâm söylemeni rica ederim!
Abdullah ibni Ömer “radıyallâhu anhüma”, her seferden dönüşte, Hucre-i saadete girer, önce Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem”, sonra hazret-i Ebû Bekri, ondan sonra babası hazret-i Ömer’i “radıyallahü teâlâ anhüma” ziyaret edip, her birine selam verirdi. Bunu, İmâm-ı Nafi “rahime-hullahü teâlâ” haber vermektedir. Doğru olduğunu (Feth-ul Mecid) vehhâbî kitabı da yazmaktadır. Hem, Peygamberin kabrini ziyaret etmek, İslamiyette bildirilmemiştir diyor. Hem de, yalnız Abdullah bin Ömer ziyaret ederdi diyor. Başkaları ziyaret etmedi diyor. Halbuki Ashâb-ı kirâmın çoğunun “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ziyaret ettikleri, kıymetli kitaplarda bildirilmiştir. [Nafi, Abdullah bin Ömerin “radıyallahü teâlâ anhüma” azadlısı idi. 120 [m. 737] de, Medine’de vefât etti.] Abdullah ibni Ömer’in İslamiyette izin verilmemiş bir şeyi yaptığını söylemek çirkin bir iftirâdır. Kitabın yazarı, işine geldiği zaman, Ashâb-ı kirâmı çok övmekte, işine gelmediği zaman da, böyle çok çirkin iftirâ yapmaktan sıkılmamaktadır. Kabir-i saadeti ziyaret edip, salât ve selâm okumak câiz olmasaydı, Abdullah bin Ömer “radıyallâhu anhüma” böyle yapmazdı ve onu gören Ashâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yasak olduğunu ona söylerlerdi. Onun yapması ve görenlerin ses çıkarmamaları, câiz ve sevap olduğunu göstermektedir. İmâm-ı Nafi “rahmetullâhi aleyh” diyor ki Abdullah ibni Ömerin Resûlullahın kabri başına gelip, (Esselamü aleyke ya Resûlallah!) dedikten sonra, (Esselamü aleyke ya Eba Bekr!) dediğini ve sonra (Esselamü aleyke ya ebû) dediğini, belki yüzden fazla gördüm.
Hazret-i Ali “radıyallâhu anh”, bir gün mescid-i şerife girip, Fâtıma’nın “radıyallâhu anha” odası önünde çok ağladı. Sonra Hucre-i saadete girip, (Esselamü aleyke ya Resûlallah) dedi. Yine ağladı. Sonra, (Aleykümesselam ya ehaveye ve rahmetullah) diyerek, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer’e “radıyallâhu anhüma” selam verdi. Sonra çekilip gitti.
Bunun için, fıkıh âlimlerimiz “rahime-hümullahü teâlâ” hac vazifesini yaptıktan sonra, Medine-i münevvereye gelerek, Mescid-i şerifte namaz kıldılar. Sonra (Ravda-i mutahhera) ile minber-i müniri ve Arş-ı a’lâdan efdal olan Kabir-i şerifi, sonra oturdukları, yürüdükleri, dayandıkları yerleri, vahiy geldiği zaman dayandıkları direği ve mescid yapılırken ve tâmir edilirken çalışan ve para vermekle şereflenen Ashâb-ı kirâmın ve Tabiînin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” geçtikleri yerleri ziyaret ederler, görmekle bereketlenirlerdi. Onlardan sonra gelen âlimler, sâlihler de, hacdan sonra Medineye gelirler, fıkıh âlimlerimiz gibi yaparlardı. Bugüne kadar hacılar da, bunun için Medine-i münevverede ziyaretler yapmaktadırlar.
Âlimler, önce Medine’ye mi gitmeli, yoksa Kabir-i saadeti hacdan sonra mı ziyaret etmeli sualine başka başka cevap verdiler. Tabiînin büyüklerinden Alkama ve Esved ve Amr bin Meymun “rahime-hümullahü teâlâ” önce Medine’ye gitmeli dediler. İslam âlimlerinin güneşi olan İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ” önce Hac yapmak, sonra Mekke’den Medine’ye gitmek daha iyi olur buyurdu. Ebülleys-i Semerkandi’nin “rahime-hullahü teâlâ” fetvasında da böyle yazılıdır.
Sultan II. Abdülhamid Han “rahmetullâhi aleyh” zamanında bundan dolayı Osmanlı hacılarının 2 bayram arasında Medine-i münevvereye gidip, hac zamanı gelince, Medine’den Mekke’ye gitmeleri adet olmuştur. Hacıların bir kısmı da, önce Mekke’ye gidiyor. Arafat’tan sonra Medine’ye gelip ziyaretleri yapıyorlar. Buradan Yenbu iskelesine gelip vapurlara biniyorlar. Süveyş kanalı yolu ile memleketlerine dönüyorlardı.
(Şifa-i şerif) kitabının yazarı kadı İyad ve Şâfiî âlimlerinden İmâm-ı Nevevî ve Hanefi âlimlerinden ibni Hümam “rahime-hümullahü teâlâ” buyurdular ki Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” mübarek türbesini ziyaretin çok sevap olduğu, icmai ümmet ile belli olmuştur. Vâcib diyen âlimler de vardır. Kabir ziyareti sünnettir. Kabirlerin en kıymetlisi olan (Hucre-i saadet) i ziyaret, sünnetlerin en kıymetlisi olur.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Bâkî kabristanını ve Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. Hindistan’ın büyük âlimlerinden, Abdülhak-ı Dehlevî “rahime-hullahü teâlâ” fârisî (Medâric-ün-nübüvve) kitabında Uhud gazvesini anlatırken buyuruyor ki Ebû Ferde “radıyallâhu anh” buyurdu ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bir gün Uhud şehitlerini ziyaret etti. (Ey ibâdete lâyık olan Rabbim! Senin bu kulun ve Resûlün şahitim ki bunlar senin rızanı kazanmak için şehit oldular!) dedikten sonra, bize dönerek, (Bir kimse bunları ziyaret ederse ve selam verirse, bunlar o selam sâhibine cevap verirler. Kıyamete kadar, böyle cevap verirler) buyurdu. Peygamberimiz, Uhud şehitlerini ziyarete gider, (Sabır eddiniz. Size selam olsun!) buyururdu. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” de, halife iken, Uhud şehitlerini ziyaret ederek, böyle söylerlerdi. Fâtıma-ı Huzaiye “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki Uhud meydanından geçiyordum. (Ey Resûlün amcası Hamza “radıyallahü teâlâ anh”, sana selam olsun!) dedim. (Allah’ın selamı ve rahmeti ve bereketi sana olsun!) cevabını işittim. Utaf bin Hâlid Mahzumi “rahime-hullahü teâlâ” teyzesinden haber verdi ki Uhud şehitlerini ziyarete gitmişti. Şehitlere selam verdi. Selâmına cevap verdiler ve (Biz sizi tanıyoruz) dediler.
Nisa sûresinin 63. âyetinde meâlen, (Onlar nefslerine zulüm ettikten sonra, gelirler. Allahü teâlâdan afv dilerler. Resûlüm de, onlar için istiğfar ederse, Allahü teâlâyı elbette tövbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulurlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, Kabir-i saadeti ziyaret etmeyi emretmektedir. Bu âyet-i kerime, hem erkekler içindir, hem de kadınlar içindir. Kabir-i saadeti ziyaret ederken, bu âyet-i kerimeyi okumanın müstehab olduğu bildirilmiştir.
İmâm-ı Ali “radıyallâhu anh” buyurdu ki Muhammed bin Harb Hilali’den “radıyallahü teâlâ anh” işittim. Dedi ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” defnolunduktan 3 gün sonra, Hucre-i saadeti ziyaret edip, bir köşeye oturmuştum. Bir köylü gelip, kendini Kabir-i saadet üzerine attı. Kabir-i şerif üstünden toprak alıp, yüzüne gözüne saçtı. Ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Hak teâlâ senin için buyuruyor, diyerek yukarıdaki âyet-i kerimeyi okudu. Ben, nefsime zulüm ettim. İstiğfar için seni vesile ediyorum, dedi. Kabir-i saadetten bir ses gelerek, sana müjde olsun! Günahların affedildi dediği işitildi.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Uhud şehitlerini ziyaret için, Medine’den Uhud’a teşrif etmiştir. Bundan dolayı, Kabir-i saadeti ziyaret için, Medine-i münevvereye gitmek de elbette ibâdet olur. Bunun çok sevap olduğunu, İslam âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” söz birliği ile bildirmişlerdir.
“Yalnız 3 mescide ziyaret için gidilir” hadis-i şerifi, Kabir-i saadeti ziyaret için Medine-i münevvereye gitmenin çok sevap olduğunu göstermektedir. Bu ziyareti yapmayanlar, bu çok sevaptan mahrum kalırlar. Belki de, vâcibi terketmiş olacaklardır. Bu 3 mescitten başkasını ziyaret için, uzak yola çıkmak, Allah rızası için olursa câizdir. Başka niyetlerle olursa haramdır. [Bu 3 mescid: Mescid-i haram ve mescid-i Nebevi ve mescid-i Aksadır.]
Sual: İmâm-ı Hasan bin Ali “radıyallahü teâlâ anh”, Kabir-i saadet yanında ziyaretcilerin kabre yaklaşmalarına izin vermezdi. İmâm-ı Zeynelâbidin “radıyallâhu anh” de, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Evlerinizi mezarlık yapmayınız! Bulunduğunuz yerde bana salât ve selâm söyleyin! Söyledikleriniz bana bildirilir) buyurduğunu söyleyerek, Kabir-i saadete yaklaşmaya izin vermezdi. Buna ne dersiniz?
Cevap: Bu sözler, (yalnız 3 mescide ziyaret için gidilir) hadis-i şerifine uygun değildir. Fakat, bu 2 imâmın sözü, ziyarette saygısızlık yapanlar için olsa gerektir. Hatta İmâm-ı Mâlik “rahmetullâhi aleyh”, Kabir-i saadet yanında çokça oturmaya izin vermemiştir. İmâm-ı Zeynelâbidin “rahime-hullahü teâlâ” Hucre-i saadeti ziyaret ederdi. (Ravda-i mutahhera) tarafındaki direk yanında durup, selam verirdi. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek başının, hucrenin bu tarafında olduğu, bundan anlaşılırdı. Resûlullahın mübarek zevcelerinin “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları (Mescid-i saadet) içine katılmazdan önce, burası, ziyaret yeri idi. Hucre-i saadetin kapısı önünde durup selam verirlerdi.
Harun bin Mûsâ Hirevi, ceddi Alkamaya sordu ki Peygamberimizin mübarek zevcelerinin “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları Mescid-i saadete katılmazdan önce Kabir-i saadet hangi tarafından ziyaret olunurdu? Alkama, hazret-i Aişenin vefâtından önce, Hucre-i saadet kapısı kapatılmamış olduğundan, bu kapı önünden ziyaret olunurdu cevabını verdi.
Hadis âlimlerinden hafız Abdülazim Münziri “rahime-hullahü teâlâ, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız!) hadis-i şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyaret ediniz demektir, dedi. Yani, (Benim kabrimi, yılda 1-2 kere ziyaret etmekle bırakmayınız! Her vakit ziyaret ediniz!) demektir dedi. (Evlerinizi mezarlık yapmayınız!) hadis-i şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demektir dedi. Mezarlıkta namaz kılmak câiz olmadığı için, Abdülazim-i Münziri’nin sözü doğru olmaktadır. Âlimlerin çoğuna göre, Kabir-i saadeti ziyaret için, bayram günleri gibi belli zamanlar ayırmayın demektir dediler. Yahudiler ve hıristiyanlar Peygamberlerin mezarlarını ziyaret etmek için çalgılı, oyunlu toplantı yaparlardı. Abdülazim Münziri, 656 [m. 1257] de Mısırda vefât etti.
Bunlardan anlaşılıyor ki Kabir-i saadeti ziyaret için gelenler, selam verip duâ ettikten sonra, durmayıp gitmelidir. Müslümanlar, Kabir-i saadeti ziyaret etmeyi, ibâdet ve çok sevap bilmeli. Ne kadar uzak olursa olsun, ziyaret için Medine-i münevvereye gitmeli. Sık sık ziyaret etmeye çalışmalıdır. Yani hac farizası ömründe bir kere olduğu gibi, Medine-i münevvereye gitmeyi de, ömründe bir kereye bırakmamalıdır. Gücü yettikçe gidip ziyaret etmeli. Fakat, (Hucre-i saadet) önünde çok durmamalıdır.
İslam âlimlerinin güneşi Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ”, müstehapların en üstünlerinden olan, Kabir-i saadetin ziyareti, vâcib derecesine yakın bir ibâdettir buyurdu.
Kabir-i saadeti ziyaret etmeyi adak yapanların, Şâfiî mezhebine göre, bu adaklarını yapmaları lazım olur. Başka mezarları ziyareti nezir edenlerin, bu adaklarını yapmaları için söz birliği yok ise de, adaklarını yapmaları daha iyi olur.
Mescid-i haramı yürüyerek ziyareti nezir edenlerin, bu adaklarını yapmaları lâzımdır. Çünkü, (Mescid-i haram) içinde, hac farizeleri yapılmaktadır. (Mescid-i saadet) de ise, Kâbe-i muazzamadan ve Kudüsteki (Mescid-i aksâ) dan daha kıymetli olan (Kabir-i saadet) vardır. Bu mübarek mescide yürüyerek gitmeyi nezretmek, Kabir-i şerifi ziyaret etmeyi de niyet etmek olduğu için, bu nezri yerine getirmek de, elbet lazım olur.
(Kâbe-i muazzama) yı ziyaret için yapılan nezri yerine getirmek dört mezhepte de lâzımdır. Mescid-i saadet ile Mescid-i aksanın ziyareti için yapılan nezri yerine getirmek lazım olduğunda söz birliği olmadı. Bu ayrılık, Mescid-i saadeti ziyaret içindir. Kabir-i saadeti ziyaret için nezir yapanların, bu adaklarını yerine getirmeleri lâzımdır.
Sual: Ebû Muhammed bin Ebû Zeyd’den “rahime-hullahü teâlâ” soruldu ki vekil olarak hacca gönderilen ve Kabir-i saadeti de ziyaret etmesi emrolunan kimse, hac edip, Kabir-i saadeti ziyaret etmeden geri dönse, ziyaret için, kendisine verilmiş olan parayı geri vermesi lazım olur mu?
Cevap: İbni Zeyd “rahmetullâhi aleyh” cevabında buyurdu ki bu parayı geri vermesi lazım olur. [Abdullah Ebû Muhammed bin Zeyd, maliki âlimlerinin büyüklerindendir. 389 [m. 999] da vefât etti.]
Kabir-i saadeti ziyaret için İmâm-ı Mâlik “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki Mescid-i şerife girdikte, kıbleyi arkaya almalı, yüzünü Hucre-i saadete karşı dönmelidir. Edep ve saygı ile selam verip, salavât-ı şerife okumalıdır. Mescid-i şerife girince, önce 2 rekat (Tehıye-tülmescid) namazı kılmalıdır. Bunu (Ravda-i mutahhera) içinde kıldıktan sonra, (Muvacehe-i saadet) karşısında durup, önce Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem”, sonra hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömer’e “radıyallâhu anhüma” selam vermeli, sonra belli duâları okumalıdır. Çünkü, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ve her mümin, ziyarete gelenleri ve bunların selamlarını, dualarını işitirler. Dilediği gibi ve hatırına geldiğini söyleyerek duâ etmek câiz ise de, âlimlerin bildirdikleri belli duâları okumak daha faydalı olur.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe “rahmetullâhi aleyh” buyurdu ki ben Medinede iken, sâlihlerden Eyüb-i Sahtiyani “rahime-hullahü teâlâ” gelip, Mescid-i şerife girdi. Yüzünü Kabir-i nebeviye döndü. Kıble arkasında kaldı. Ayakta ağladı.
Ebülleys-i Semerkandi’nin İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’den “rahime-hümallahü teâlâ” haber verdiğine göre, kıbleye dönülür. Hucre-i saadet arkada kalır. Şeyh Kemâleddin ibni Hümam, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin “rahime-hümallahü teâlâ” Müsnedinde bildirdiği usûle bakılırsa, Ebülleys ile ona uyanların bildirdikleri, İmâm-ı Âzâm’ın önceki ictihadı olduğu anlaşılır. Sonra, Hucre-i saadete karşı ziyaret edilmesini bildirmiştir. Abdullah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” de, Hucre-i saadete dönerek selam vermelidir dedi.
İbni Cemaa “rahime-hullahü teâlâ” (Menasik) kitabında, ziyaret eden, Resûlullahın mübarek başı bulunan köşeyi sol tarafına ve kıbleyi sağ tarafına alıp, köşeden 2 metre kadar uzakta durmalıdır. Sonra kıble duvarını yavaş yavaş arkaya alıp, (Muvacehe-i saadet) penceresine karşı oluncaya kadar dönmelidir. Tam Kabir-i saadete dönünce selam vermelidir) demektedir. [Muhammed ibni Cemaa, Şâfiî âlimlerinden olup 733 [m. 1333] de Şamda vefât etti.]
Görülüyor ki Hucre-i saadetin, Ravda-i mutahhera köşesi ile kıble duvarı arasına gelip mübarek başı sol tarafa almalı. 2 metre uzak durmalı. Sonra yavaş yavaş, Hucre-i saadete doğru dönmeli ve Kıbleyi arkaya almalıdır. Sonra salât ve selâm verip, duâ etmelidir. İmâm-ı Şâfiî ve başka imamlar “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, böyle ictihad buyurmuşlardır. Şimdi de böyle ziyaret edilmektedir.
Resûlullahın mübarek zevcelerinin “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları, Mescid-i saadete katılmadan önce, Hucre-i saadetin kıble tarafında yer pek azdı. Muvacehe-i saadete karşı durmak güçtü. Ziyaretçiler, Hucre-i saadetin Ravda-i mutahhera duvarındaki kapısı önünde kıbleye karşı durup, selam verirlerdi. Sonra İmâm-ı Zeynelâbidin “rahime-hullahü teâlâ” Ravda-i mütahherayı arkaya alıp, selam verirdi. Mübarek zevcelerin odaları, mescide katıldıktan sonra, (Muvacehe-i şerife) penceresi önünde durup ziyaret edildi.
Din imamları, Medine-i münevverede kalacaklar ve ziyaretçiler için birçok edep ve şartlar bildirmişlerdir. Bu şartlar ve edepler, fıkıh ve menasik kitaplarında yazılıdır. (Mîr’at-ül-Haremeyn) kitabının yazarı Eyüp Sabri paşanın “rahime-hullahü teâlâ” (Tekmile-tül-menasik) kitabında hepsi yazılıdır.
İslamiyette ilk yapılan türbe, Resûlullahın medfun olduğu (Hucre-i muattara) dır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz, çok sevdiği zevcesi Âişe “radıyallâhu anha” validemizin odasında, hicretin 11. [m. 632] senesi, Rebiulevvel ayının 12. pazartesi günü, öğleden önce vefât etti. Çarşamba gecesi, bu odaya defnedildi.
Âişe “radıyallâhu anha” hazretlerinin odası, 3 metre yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmıştı. Biri garb, öteki şimal tarafında 2 kapısı vardı. Garb kapısı, Ravda-i mutahhera tarafındadır. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” halife iken, 17 senesinde, Mescid-i saadeti genişletirken, Hucre-i saadetin etrafına kısa bir taş duvar çevirdi. Abdullah bin Zübeyr “radıyallahü teâlâ anh” halife iken, bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açık olup şimal tarafında bir kapısı vardı. Abdullah bin Zübeyr, 73 [m. 692] de şehit edildi. Hazret-i Hasan “radıyallahü teâlâ anh”, 49 senesinde vefât edince, vasiyeti gereğince, hazret-i Hüseyin, kardeşinin “radıyallâhu anhüma” cenazesini Hucre-i saadet kapısına getirip, duâ ve istigase edeceği zaman, buraya defnedeceklerini sanarak, içeri sokmasını istemeyenler oldu. Gürültüyü önlemek için, içeri sokulmayıp, Bâkî kabristanına defn olundu. İleride böyle haller olmaması için, duvarın ve odanın kapısını duvarla örüp kapattılar.
Emevi halifelerinin 6.sı olan Velid “rahime-hullahü teâlâ” Medine valisi iken, duvarı yükseltti ve üzerini küçük bir kubbe ile örddü. 3 kabir, dışardan görülemez ve içeri girilemez oldu. Ömer bin Abdülaziz “rahmetullâhi aleyh”, Medine-i münevvere valisi iken, 88 [m. 707] de, halife Velidin emri ile zevcat-ı tahiratın “radıyallahü teâlâ anhünne” odalarını yıktırıp, Mescid-i saadeti genişletirken, etrafına 2. bir duvar yaptırdı. Bu duvar 5 köşeli idi. Hiç kapısı yoktu.
Irakta Zengilerin idare ettiği Atabekler devletinin veziri, yani başvekili ve Salahuddin-i Eyyübi’nin amcası oğlu olan Cemaleddin-i İsfehani “rahime-hullahü teâlâ”, 584 [m. 1189] senesinde, Hucre-i saadetin dış duvarı etrafına sandal ve abanos ağaçlarından bir parmaklık yaptırdı. Parmaklık, mescidin tavanına kadar yüksekti. Fakat, birinci yangında yandı. (688 [m. 1289]) senesinde demirden yapılıp yeşile boyandı. Bu parmaklığa (Şebeke-i saadet) denir. Şebeke-i saadetin kıble tarafına (Muvacehe-i saadet), şark tarafına (Kadem-i saadet), garb tarafına (Ravda-i mutahhera) ve şimal tarafına (Hucre-i Fâtıma) denir. Mekke-i mükerreme şehri, Medine-i münevvere şehrinin cenubunda olduğu için, Mescid-i nebinin ortasında, yani Ravda-i mutahherada, kıbleye dönen kimsenin sol tarafında Hucre-i saadet, sağ omuzu tarafında ise, Minber-i şerif bulunur.
232 [m. 847] senesinde, Şebeke-i saadetin bulunduğu yer ile dış duvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. Mermerler, zaman zaman değiştirildi. Son olarak sultan Abdülmecid Han “rahime-hullahü teâlâ” döşetti.
Hucre-i saadetin 5 köşeli duvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmıştı. Bu kubbeye (Kubbe-tün-nur) denir. Osmanlı padişahlarının “rahime-hümullahü teâlâ” gönderdikleri (Kisve-i şerife) bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbe-tün-nur üzerine gelen, Mescid-i saadetin büyük yeşil kubbesine (Kubbe-tül-hadra) denir. Şebeke-i saadet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, Kubbe-i hadra altındaki kemerlere asılırdı. Bu iç ve dış perdelere (Settare) denir. Şebeke-i saadetin şark, garb, şimal taraflarında birer kapısı vardır. Şebeke-i saadet içine harem-i şerif ağalarından başka kimse giremez. Duvarların içine ise, hiç kimse giremez. Çünkü kapıları ve pencereleri yoktur. Yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup tel kafes ile kapalıdır. Bu deliğin hizasında olarak, Kubbe-i hadraya da bir delik açılmıştır. Mescid-i şerif kubbesi 1253 [m. 1837] senesine kadar kurşun renginde idi. Sultan Mahmud-i Adli hanın “rahmetullâhi aleyh” emri ile yeşile boyandı. 1289 [m. 1872] da, sultan Abdülaziz hanın “rahmetullâhi aleyh” emri ile yeniden boyandı.
Mescid-i saadeti tâmir ve tezyin için sultan Abdülmecid Han “rahime-hullahü teâlâ” kadar çok para harc eden ve gayret eden hiçbir kimse olmamıştır. Haremeyni tâmir için 700.000 altın sarfetmiştir. Tâmir 1277 [m. 1861] de tamam olmuştur. Her gün Resûlullaha bir hizmette bulunmuştur. Bu yolda keşif ve kerâmetleri de görülmüştür. Sultan Abdülmecid Han, Mescid-i nebevinin eski şeklini, İstanbul’da Hırka-i şerif camiinde bulundurmak için emir buyurmuş, bunun için, 1267 senesinde, mühendis mektebi hocalarından binbaşı ressam hacı İzzet efendi “rahime-hullahü teâlâ” Medineye gönderilmiştir. İzzet efendi her yeri ölçerek 53 defa küçültülmüş bir modelini yapıp İstanbul’a gönderdi. Sultan Abdülmecid hanın yaptırdığı (Hırka-i şerif) camiine kondu.
Abdülmecid hanın tâmirinden sonra, kıble duvarı ile Şebeke-i saadet arası yedipuçuk metre, şark duvarından Kadem-i saadet şebekesine altı metre, Şebeke-i Şami genişliği on bir metre, Muvacehe-i şerife şebekesi genişliği 13 metre, Muvacehe-i şerife şebekesi ile şebeke-i Şami arasındaki uzunluk 19 metredir. Mescid-i nebevinin kıble tarafında genişliği 77 metre, Kıble duvarından, duvar-ı Şamiye kadar uzunluğu 117 metredir. Hucre-i saadet ile minber-i şerif arası olan (Ravda-i mutahhera) genişliği 19 metredir. Bu ölçüler, 1 Medine zraı 42 cm olduğuna göredir. Hanefi fıkıh kitaplarındaki şeri zra ise, 48 cmdir.
Süud oğullarından Abdülaziz, Osmanlıların Haremeyn-i şerifeyne olan muazzam hizmetlerini gizlemek, Osmanlıların gözleri kamaştıran ziynetli, kıymetli eserlerini yok etmek için, 1368 [m. 1949] tarihinde emrederek, Mescid-i nebeviyi yeniden tâmire ve tevsia başladılar. 1370 de başlayıp, 1375 de bitirdiler. Bütün sahası 11648 metre-kare oldu. Bundan evvel 9000 metre-kare idi. Şark ve garb duvarlarının uzunluğu 128, şimal duvarının uzunluğu 91 metre oldu. Ravaklar yani kemerler içinde 232 direk vardır. Yeni yapılan 2 minareden her biri 70 metre yüksekliktedir. Mekke’deki Mescid-ül-haram 1375 [m. 1955] de genişletildi. 29127 metre-kare iken 160168 metre-kare oldu. 7 minaresi 90 metre yüksektir. Safa ve Merve tepelerinin üzerleri de örtülerek, Mescid-ül-haram ile birleştirildi. Birçok yerlerin isimlerini değiştirip kendi isimlerini koydular.
Medinenin bir tanecik (Bâkî) kabristanına ilk olarak Osman bin Mazun “radıyallâhu anh” defnedildi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu süt kardeşinin kabrine mübarek eli ile büyük bir taş dikti. Kabir taşı dikmek sünnet olduğu bundan anlaşılmaktadır.
Medine-i münevveredeki türbeleri mezhepsizler yıkmıştı. II. Mahmud Han, hepsini yeniden yaptırdı. Birinci cihan harbinden sonra, İngilizler burasını Osmanlılardan alıp, Abdülaziz’e verdiler. Tekrar hepsini yıktırdı. Mübarek binaları, hatta Zemzem kuyusu üzerinde, birinci Abdülhamid hanın “rahime-hullahü teâlâ” yaptırmış olduğu sanat eseri binayı yıktılar. Resûlullahın dünyaya teşrif ettiği mübarek evi de yıktılar. Yerine çarşı yaptılar.
Hucre-i saadetten sonra ilk yapılan türbeler, Bâkî kabristanında, Resûlullahın mübarek zevcelerinin kabirleri üzerine yapılmış olan kubbedir. Zeyneb bint-i Cahş “radıyallâhu anha” validemiz pek sıcak günde vefât etmişti. Hazret-i Ömer, kabir kazılırken, cemaati güneşten korumak için, kabir üzerinde çadır kurdurdu. Çadır, uzun zaman kabir üzerinde kaldı. Bundan sonra, kabirler üzerine çadır, çardak, zamanla, türbeler yapıldı. İslamiyette ilk tabut da, yine Zeyneb validemiz için yapıldı. Hazret-i Ömer “radıyallâhu anh”, cenazeye mahremlerinden başkasının gitmesine izin vermemiş, Ashâb-ı kirâm bundan üzülmüştü. Esma bint-i Ümeys, (Habeşte tabut gördüm. Cenazeyi örtüyor) dedi. Bunun anlattığı şekilde tabut yapılıp, bütün Ashâb ile birlikte gidilerek defnedildi.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz, her sene Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. (Hurre-i Vakum) denilen yerde durup, şehitlere selam verirdi. Hicretin 8. senesinde ziyarete gidince, her birine ayrı ayrı selam verdi. (Bunlar şehittir. Ziyaret edenleri tanırlar. Selam verince işitir, cevap verirler) buyurdu. Fâtıma-tüz-Zehra “radıyallâhu anha” hazretleri de, hazret-i Hamza’nın “radıyallahü teâlâ anh” kabrini her 2 günde bir ziyaret eder, yeri unutulmamak için, işaret kordu. Her Cuma gecesi gidip, uzun namaz kılar, çok ağlardı.
İmâm-ı Beyheki “rahime-hullahü teâlâ” bildiriyor ki Abdullah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” buyurdu ki Cuma günü, güneş doğmadan önce, babam hazret-i Ömer ile şehitleri ziyarete gittik. Babam hepsine selam verdi. Selâmına cevap işittik. Bana, sen mi cevap verdin dedi. Hayır, şehitler cevap verdiler dedim. Beni sağ tarafına geçirip, her birine ayrı ayrı selam verdi. Her kabirden, üçer defa cevap işittik. Babam, hemen secdeye kapandı. Allahü teâlâya şükretti. Hazret-i Hamza ile kızkardeşinin oğlu Abdullah bin Cahş ve Mus’ab bin Umeyr “radıyallâhu anhüm ecma’în” bir kabirdedir. 70 şehitten, geri kalanları da, ikisi üçü bir kabirdedir. Birkaçı da Bâkî kabristanındadır. [Bu şehitlerin hepsinin isimleri, (Mîr’at-i Medine) de yazılıdır.]
Fethü’l-mecid kitabının 257. sayfasında, (Ebû Davud’ün rivayet ettiği hadiste bana salavât okuyunuz! Her nerede okursanız okuyunuz, bana bildirilir denildi. Demek ki uzakta yakında okumak arasında ayrılık yoktur. Kabri bayram yeri gibi yapmaya hâcet yoktur) diyor.
Hucre-i saadeti ziyarete ihtiyaç olmadığını göstermek için, Resûlullahın, salât ve selâmdan haber aldığını yazmış, farkında olmayarak, kendi kendisini yalanlamıştır. Ölü his etmez, duymaz diyordu. Şimdi de, haber aldığını yazıyor.
416. sayfasında ise, (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden duâ , şefaat istemek, ona tapınmak olur) diyor.
Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kendisine okunulan salavâttan haberdar olduğunu yazması ve yukarıdaki yazısı, birbirlerine uymamaktadır. Bundan başka, Ebû Davüd’deki hadis-i şeriflerden birini yazıyor. İkincisini yazmak işine gelmiyor. Hadis âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî “rahime-hullahü teâlâ”, Medâricü’n-nübüvve kitabının 378. sayfasında diyor ki Ebû Davud’un Ebû Hüreyre’den “radıyallahü teâlâ anhüma” haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse bana selam verince, Allahü teâlâ, ruhumu bana geri verir. Onun selamını işitir, cevap veririm) buyuruldu. İbni Asakir’in “rahime-hullahü teâlâ” haber verdiği hadis-i şerifte, (Kabrim yanında, bana salavât okununca, o salavâtı işitirim) buyuruldu.