Sual: Vehhabilerin Fethü’l-mecid kitabında 414. sayfada, (Allahtan başkasına duâ etmek, başkasından sıkıntısını gidermesini istemek, ihtiyaçlarını başkasından beklemek, mezarları büyük bilmek, onları putlaştırmak, üzerine türbe yapmak, türbelerde namaz kılmak, türbedekilere ibâdet etmek, kalp ile söz ile ibâdet ile ölülerden bir şey beklemek büyük şirktir. Cehennemde sonsuz kalmaya sebeptirler. Allah adı ile yalan yemin etmekten korkmuyorlar. Ahmed Bedevi adı ile yalan yemin etmekten çekiniyorlar. Bu ise, onu Allahtan daha üstün, daha kuvvetli bilmektir) diyor. Buna ne cevap vermek lazımdır?
Cevap: Kitabın müellifi, doğru ile yanlışı karıştırmaktadır. Kuru yanında yaşı da yakmak istemektedir. Allahü teâlâyı bırakıp da, başka bir ölüden veya diriden bir şey beklemek, başkası adı ile yalan veya doğru yemin etmek, elbet şirk olur. İmanı giderir. Fakat, birkaç kişi böyle yapıyor diyerek, kabir ziyaret etmeye, türbede, Kâbeye karşı, Allah rızası için namaz kılıp, sevâbını meyyite hediye etmeye, Allahü teâlânın sevdiği kulunu, Allah’ın yaratması için vesile etmeye şirk demek, bunun için türbeleri, mezarları yıkmak, İslamiyete ve müslümanlara iftirâ olur. Müslümanlara kâfir diyen kimse, bunu düşmanlık ile inat ederek söylüyorsa, kendisi kâfir olur. Şüpheli olan Nassları yanlış te’vil ederek söylüyorsa, kâfir olmaz ise de, bidat sâhibi olur. Kitabın bu yazısı, camilere hırsızlık yapmak için veya mezhepsizlik propagandası için gidenler, vaizlere, hatib efendilere, iftirâ ederek ihbar yapmak için, göze girmek için, iyi tanınmak için gidenler var, o hâlde, camileri yıkmalıdır demeye benziyor. Böyle söyleyen, bilmez mi ki camiler, o kötü işler için yapılmamıştır. Namaz kılmak, vaaz etmek, Kurân-ı Kerîm dinlemek için yapılmıştır. Böyle, birkaç kötülük için, camileri yıkmak değil, kötülük yapanları camilere, iyi insanlar arasına sokmamak lâzımdır. Kötü, bozuk kimseleri ileri sürerek, Ehl-i sünnet olan temiz müslümanlara müşrik demek, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” ve Velilerin, Âlimlerin “rahime-hümullahü teâlâ” türbelerine saygısızlık yapmak, İslam düşmanlığıdır.
Büyük âlim Abdülgani Nablüsinin “rahime-hullahü teâlâ” (Hadika) kitabının 153. sayfasından başlayarak, sayfalarca yazdıklarının özeti şöyledir: (Edille-i şer’iyye) yani din bilgilerinin kaynağı 4’tür: Kitap, sünnet, kıyas ve icmâ. Kıyas ile icmâ, Kitaptan ve sünnetten çıkmıştır. Şu hâlde, din bilgisinin ana kaynağı Kitap ve sünnettir. Bu ikisinden alınmayan her bilgi, her iş, (Bidat) dir. Bidat olan inanışlar, bilgiler ve işler, sapıklıktır. İnsanı felakete götürür. Mesela, tasavvufçu, tarîkatçı olduğunu söyleyen kimseler, bir münkeri, yani icmâ ile bildirilenlere uymayan bir şeyi yapınca, (biz bâtın bilgilerini biliyoruz. Bu iş bize helaldir. Siz kitaptan öğreniyorsunuz. Biz ise, Muhammed aleyhisselâmdan sorup anlıyoruz. Onun sözüne güvenmezsek, Allahtan sorup öğreniyoruz. Şeyhimizin himmeti bizi mârifetullaha kavuşturuyor. Kitaptan, üstattan bir şey öğrenmeye ihtiyacımız yoktur. Allah bilgilerine kavuşmak için kitap okumamak, mektebe gitmemek lâzımdır. Bizim yolumuz bozuk olsaydı, nurlar, Peygamberler, ruhlar, bize görünmezlerdi. Biz yanılırsak, haram işlersek, rüyada bize bildirilir, doğruları öğretilir. İlim adamlarının kötü gördükleri şeyler, bize rüyada kötülenmedi, iyi bildiğimiz için yapıyoruz) diyorlar. Bu gibi saçma sözler, zındıklıktır, sapıklıktır. İslamiyet ile alay etmektir. Kurân-ı Kerîme ve hadis-i şeriflere hakaret etmek, güvenmemektir. Bunlarda yanlış ve zamana uymayan şey bulunduğunu söylemektir. Böyle bozuk sözlere inanmamalıdır.
Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” buyuruyor ki (İlham) vasıtası ile ahkâm anlaşılamaz. Yani, Allahü teâlânın, Velilerin “rahime-hümullahü teâlâ” kalplerine verdiği bilgiler, helal ve haramlar için delil, senet olamazlar. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” mübarek kalbine ilhâm, her müslüman için senettir. Herkesin bunlara uyması lâzımdır. Evliyânın ilhamı İslamiyete uygun ise, yalnız kendisine senettir. Başkalarına senet olamaz. İlham, Kitabın ve Sünnetin mânâlarını anlamaya yardım eder. İlham, sâlih müminlerde olur. Bidat sahiplerinin ve fasıkların kalplerine şeytanın vesveseleri gelir. Kalbe gelen bilgilere (İlm-i ledünni) denir. Bu ilim ruhani veya şeytani olur. Birincisine (İlham), ikincisine (Vesvese) denir. İlham Kitaba ve Sünnete uygun olur. Vesvese, bunlara uygun olmaz. Rüya da, rahmani veya şeytani olur. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Peygamber olduğu bildirilmeden önce, 6 ay, rüya ile amel etti.
Tasavvuf büyüklerinden yüksek Velî Cüneyd-i Bağdâdî “rahime-hümullahü teâlâ” (İnsanları, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak yol, yalnız Muhammed aleyhisselâmın yoludur. Bundan başka olan dinler, mezhepler, tarîkatler, rüyalar çıkmaz sokaktır. İnsanı saadete kavuşturmazlar. Kurân-ı Kerîmin ahkâmını öğrenmeyen ve hadis-i şeriflere uymayan kimse, câhil ve gafildir. Buna uymamalıdır. Bizim ilmimiz, mezhebimiz, Kitap ile Sünnettir) buyurdu. Muhyiddin-i Arabî “rahime-hüllahü teâlâ” buyuruyor ki (Bir Velî, İslamiyete uydukça ilerler. İlhamları artar. Fakat, Velilere gelen ilhamlar, Kitap ve Sünnetin üstüne çıkamaz.) Sırrı-i Sekati (Tasavvufun 3 mânâsı vardır. Birincisinde sufinin kalbinde Allahü teâlâya olan mârifeti, veraının nurunu söndürmez. Kalbinde olan mârifet nuru ile maddenin ve enerjilerinin hakikatlerini, özlerini anlar ve Allahü teâlânın isimlerinin, sıfatlarının tecellîlerine kavuşur. Bedeninde olan vera nuru ile İslamiyetin ince bilgilerini anlar. Her işi, İslam ahkâmina uygun olur. 2. mânâsına göre, sufinin kalbinde, Kitaba ve Sünnete uymayan ilim bulunmaz. Uygun olup olmadığını, zâhir ve bâtın bilgilerinde derin âlim olup tasavvuf büyüklerinin kullandıkları kelimeleri anlayanlar ayırabilir. Tasavvufun 3. mânâsına göre, sufinin kerâmetleri, İslam bilgilerinin hiçbirine aykırı olmaz. İslam ahkâmına uymayan şeyler, (Kerâmet) olmaz. Bunlara (İstidrâc) denir) buyurdu.
Evliyânın sözlerinin, işlerinin İslam ahkâmına uygun olup olmadığını her ilim sâhibi anlayamaz. Tasavvuf bilgilerini iyi bilmek ve tasavvuf büyüklerinin sözlerinin mânâsını iyi anlamak lâzımdır. Mesela, Bâyezîd-i Bistâmî “rahime-hullahü teâlâ” (Sübhâni mâ Âzama şani) buyurdu. Yalnız zâhiri bilgileri olanlar bu sözü, (Mahluklardaki kusurlar bende yoktur. Benim şanım çok büyüktür) demek sanır.
Muhyiddin-i Arabî “rahime-hullahü teâlâ”, bu söz için, Allahü teâlânın büyüklüğünü, hiç kusurlu olmadığını en iyi olarak bildirmektedir dedi. Tenzîhin tenzîhidir buyurdu. Şöyle ki Allahü teâlâyı Ona lâyık olarak tenzîh ve tesbîh edemediğini gördü. Allahü teâlâ tam münezzeh olarak tecellî ettiği gibi, Onun istidadı ve gücü kadar yaptığı tenzîhe ve tesbîhe uygun tecellîler de olmaktadır. Bu tecellîleri tesbîh etmesini, kendi istidadını tesbîh etmek görüp, kendimi tesbîh ediyorum dedi. Böylece, Sübhâni dedikten sonra, başkalarının tesbîhlerinin, daha aşağı olduğunu, onların tenzîhlerine göre olan tecellîlerde görerek, kendi tesbîhinin daha uygun olduğunu görünce, (Benim istidadım daha büyüktür) dedi. Görülüyor ki bu sözü ile İslamiyete uygun olan bir şeyi anlatmak istemiştir. Sekr halinde olduğundan, başka kelime bulamamış, ince bilgilerini, herkesin anlayamayacağı kelimelerle bildirmiştir. Yine bu büyük Velî, Bistam şehrinde talebesini alarak, velî olduğu söylenilen bir kimseyi görmeye gittiler. Zühtü, takvâsı dillerde dolaşan o kimsenin yanına gidince, kıble tarafına tükürdüğünü gördü. Selam vermeyip, yanından uzaklaştı. (Bu adam Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” karşı lazım olan edeblerden birini gözetmedi. Velî olmak için lazım olan edepleri de gözetemez) dedi. Kıbleye karşı edebsizlik, kötü bir şeydir. Ehl-i sünnet âlimleri, yatarken ve otururken kıbleye karşı ayak uzatmaya mekruh dedi. Allahü teâlâ, Kâbeyi tavaf etmeyi ve tavafta temiz olmayı emretti. Muhyiddin-i Arabî “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki dualarının kabul olduğunu söyleyen bir kimse, İslamın edeblerinden bir edebi gözetmezse, çok kerâmetleri görülse de, ona inanılmaz. Yine Bâyezîd-i Bistâmî buyurdu ki (Bir kimse, Velî olduğunu söylerse, hatta havada oturursa, ibâdetleri yapmasına ve haramlardan sakınmasına ve İslamiyete uymasına bakmadan sözüne inanmayınız). [Şimdi, din kitabı yazanları da, böyle kontrol etmeli, İslamiyete uymayanların din kitaplarını okumamalıdır!] [Bâyezîd-i Bistâmî, Hazer denizi cenubunda Bistam’da, Muhyiddin-i Arabî 638 [m. 1240] da Şamda vefât etmişlerdir.]
Abdürraüf-i Münavi “rahime-hullahü teâlâ”, (Camiussagir) şerhinde diyor ki avâmın yani müctehid olmayanların, Sahabe-i kirâmı taklit etmelerinin câiz olmadığını, âlimler söz birliği ile bildirmişlerdir. Bu söz birliğini, İmâm-ı Ebû Bekr-i Razi “rahime-hullahü teâlâ” haber vermektedir. Müctehid olanın, 4 mezhepten başka olan ictihadlara uymaları câizdir. Fakat, uyarak yaptığı işte, onun bütün şartlarını gözetmesi lâzımdır. Ebû Süleyman-ı Darani “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki (Çok vakit, kalbime düşünceler geliyor. Kitaba ve Sünnete uygun bulursam kabul ediyorum.) Zünnun-i Mısrî “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki (Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti, bütün ahlakta ve bütün işlerde, Onun sevgili Peygamberine “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” uymaktır.) [Abdürraüf Münavi, 1031 [m. 1621] de Mısırda, Ebû Süleyman, 205 [m. 820] de Şamda, Zünnun-i Mısrî, 245 [m. 860] de vefât etmişlerdir.]
Tavsiye yazı: Keramet hak mıdır?
Tavsiye yazı: Evliyanın en üstünleri kimlerdir?
Müellif, (Allahü teâlâyı sevmenin on sebebi vardır. 9.su, Allah’ı sevenlerle beraber bulunmak, onların sözlerinden dökülen tatlı meyveleri toplamak, onların yanında, ancak lazım olunca konuşmaktır. Bu on sebebe yapışmakla, muhabbet dereceleri aşılır. Sevgiliye kavuşulur) diyor.
Biz de, böyle inanıyoruz. Tasavvuf büyüklerini bunun için seviyoruz. Allahü teâlânın sevdiği Velilerin yanına onun için üşüşüyoruz. Onları bunun için övüyoruz. Böyle yapanlara, niçin müşrik diyor anlayamıyoruz.