Sual: Vehhâbîlerin Fethu’l-mecid isimli kitabının, 75. sayfasında, “Abdülvehhab-i Şarani’nin kitapları ve Abdülaziz-i Debbağ’ın İbriz kitabı ve Ahmed Ticani’nin kitapları, Ebû Cehl’in ve benzerlerinin hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur” diyor. Bu iddialar doğru mudur?
Cevap: Ahmed Ticani “rahmetullâhi aleyh”, 1737’de Cezayir’de tevellüd, 1815’de Fasta vefât etmiştir. Halvetinin bir kolu olan Ticanilik yolunun rehberidir. Bu yolda yazılmış olan “Cevahirü’l-meani-fi feyz-i şeyh Ticani” kitabı meşhurdur.
İnsanların üstünlerinin, yani Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ ve teslimatühü aleyhim ecma’în”, meleklerin üstünlerinden daha yüksek olduklarını, bu vehhâbî kitabı da yazmakta, meleklerin tasarruf ve tesirlerine inanmakta, fakat Allahü teâlânın Evliyâsına “rahime-hümullahü teâlâ” kerâmet olarak, tesir ve tasarruf verdiğine ise inanmamakta, buna inananlara müşrik demektedir. Ehl-i sünnet âlimleri “rahimehümullahü teâlâ”, vehhâbîlerin ortaya çıkacaklarını, kerâmet olarak, bilmişler, bunlara, yıllarca önce cevaplar yazmışlardır. Bu âlimlerin başında, Muhyiddin-i Arabî ve Sadreddin-i Konevi ve Celâleddîn-i Rumi ve Seyyid Ahmed Bedevi [ve İmâm-ı Rabbânî] gibi Veliler “rahimehümullahü teâlâ” bulunmaktadır. Vehhâbîler, işte bunun için, bu Velileri beğenmiyorlar.
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî “kuddise sirruh” Mektûbât’ının 2. cilt, 50. mektubunda buyuruyor ki:
İslam dininin bir sûreti, bir de hakikati, özü vardır. Sûreti, önce îman etmek, sonra, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslam dininin sûretine kavuşanların nefs-i emmareleri inkarda ve isyan etmektedir. Bunların imanı, imanın sûretidir. Kıldıkları namaz, namazın sûretidir. Oruç ve başka ibâdetleri de böyledir. Çünkü, nefs-i emmare, insan varlığının temelidir. Herkes (Ben) deyince, nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefsleri îman etmemiş, inanmamıştır. Böyle kimselerin imanları ve ibâdetleri hakiki doğru olabilir mi? Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, yalnız sûrete kavuşmayı kabul buyurmuştur. Bunları, râzı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, Onun büyük ihsanıdır. Evet, Cennet nimetlerinin de, hem sûretleri, hem hakikatleri vardır. İslam dininin sûretine kavuşanlar, Cennetin sûretinden pay alacaklardır. Dünyada, İslam dininin hakikatine kavuşanlar, Cennetin hakikatine kavuşacaklardır. Sûrete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, Cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. Fakat, her biri başka tat alacaktır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin mübarek zevceleri “radıyallahü teâlâ anhünne” Cennette, Resûlullahın yanında olacak, fakat duydukları lezzet başka olacaktır. Eğer, başka olmasaydı, bu mübarek zevcelerin, bütün insanlardan daha üstün olmaları lazım gelirdi. Her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. Çünkü zevceler, Cennette zevclerinin yanında olacaktır. İslam dininin sûretine kavuşanlar, buna uydukları zaman, ahirette kurtulabileceklerdir. Buna uyanlar, umumî evliyâlığa, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş demektir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, (Velâyet-i hassa) denilen özel evliyâlığa kavuşabilecek kimse demektir. Bunlar, nefs-i emmarelerini itminana ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki bu velâyette, yani İslam dininin hakikatinde ilerliyebilmek için, İslam dininin sûretini elden bırakmamak lâzımdır.
Tasavvuf yolunda ilerlemek, Allahü teâlânın ismini çok zikretmekle olur. Bu zikir de, İslam dininin emrettiği bir ibâdettir. Zikretmek, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde övülmüş ve emredilmiştir. Tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için, İslam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şarttır. Farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. Tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir (Rehber=Mürşid) aramak da, İslam dininin emrettiği bir şeydir. Mâide sûresinin 35. âyetinde, “Ona kavuşmak için vesile arayınız” buyuruldu. [Vesilenin, insan-ı kâmil olduğu, kitaplarda uzun bildirilmiştir]. Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, İslam dininin sûreti de, hakikati de lâzımdır. Çünkü, evliyâlık üstünlüklerinin hepsi, İslam dininin sûretine uymakla ele geçer. Peygamberlik üstünlükleri de, İslam dininin hakikatinin meyveleridir.
Evliyâlığa kavuşturan yol tasavvuftur. Tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için, Allahtan başka her şeyin sevgisini kalpten çıkarmak lâzımdır. Allahü teâlânın ihsanı ile kalp hiçbir şeyi görmez olursa, Fenâ denilen şey hâsıl olur. Seyr-i ilallah tamam olur. Bundan sonra, Seyr-i fillâh denilen yolculuk başlar. Böylece, Bekâ denilen şey hâsıl olur ki aranılan da budur. İslam dininin hakikati buradadır. Buna kavuşan zata Velî denir ki Allahü teâlânın râzı olduğu, sevdiği kimse demektir. Burada Nefs-i emmare mutmainne olur. Nefs, küfürden kurtulup, Allahü teâlânın kaza ve kaderinden râzı olur. Allahü teâlâ da, ondan râzı olur. Kendini anlar. Büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur. Tasavvuf büyüklerinden çoğu, nefs itminana kavuşunca da, Allahü teâlâya âsî olmaktan kurtulamaz demişlerdir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir gazasından dönüşte, “Küçük cihatdan döndük. Büyük cihâtâ başlıyoruz” buyurdu. Bu büyük cihat, nefs-i emmare ile cihatdır demişlerdir. Bu fakir [yani İmâm-ı Rabbânî] böyle anlamıyorum. Nefs itminana kavuşunca, hiç isyanı, kötülüğü kalmaz diyorum. Nefs de, her şeyi unutmuş olan kalp gibi, Allahtan başka hiçbir şey görmez. Mevki rütbe, mal, hatta bunların vereceği tat ve acılıklardan kurtulmuştur. Nefs ezilmiş, yok gibi olmuştur. Allah için, kendini fedâ etmiştir. Hadis-i şerifte, (Cihat-ı ekber) buyurulması, bedeni meydana getiren maddelerin fizik ve kimyâ ve biyolojik isteklerine karşı olan cihat olsa gerektir. Şehvet, yani istek kuvvetleri, gazap, yani ürkmek, çekinmek istekleri, hep maddi isteklerdir. Hayvanlarda nefs yoktur. Fakat bu kötü istekler, onlarda da vardır. Her hayvanda bulunan şehvet, gazap, bir şeye çok düşkün olmak, hep maddelerin hassalarından ileri gelmektedir. [Bu isteklere (Sevk-ı tabiî) içgüdü denir.] İnsanların bunlarla cihat etmesi lâzımdır. Nefsin itminana kavuşması, insanı bu kötülüklerden kurtarmaz. Bunlarla cihatın çok faydası vardır. Bedeni de temizlemeye yarar.
Nefs itminana kavuşunca, (İslam-ı hakiki) nasip olur. Hakiki îman hâsıl olur. Yapılan her ibâdet hakiki olur. Namaz, oruç ve hac, hakiki yapılmış olur.
Görülüyor ki tasavvuf ve hakikat denilen şeyler, İslam dininin sûreti ile hakikati arasındadır. Velâyet-i hassaya kavuşamayan kimse, mecazi müslümanlıktan kurtulamaz. Hakiki İslama kavuşamaz.
İslam dininin hakikatine kavuşan ve İslam-ı hakiki ile şereflenen kimse, Peygamberlik üstünlüklerinden pay almaya başlar. (Âlimler, Peygamberlerin varisleridir) hadis-i şerifinde bildirilen müjdeye kavuşur. Evliyâlık üstünlükleri, İslam dininin sûretinin meyveleri olduğu gibi, Peygamberlik üstünlükleri de, İslam dininin hakikatinin meyveleridir. Velâyetin üstünlükleri, nübüvvetin üstünlüklerinin sûretleridir.
İslam dininin sûreti ile hakikati arasındaki fark, nefsten ileri gelmiş oldu. Velâyet üstünlükleri ile nübüvvet üstünlükleri farkı da, bedendeki maddelerden ileri gelmektedir. Velâyetin kemâlâtında, maddeler, fizik, kimyâ ve biyoloji özelliklerine uyar. Fazla enerji, taşkınlık yaptırır. Maddeler, gıda ister. Bu isteğe kavuşmak için, uygunsuz işler yapılır. Nübüvvet kemâllerinde, böyle uygunsuz işler de kalmaz olur. “Şeytanım müslüman oldu” hadis-i şerifi, bu hâli bildirmiş olabilir. Çünkü, insanın dışında şeytan olduğu gibi, içinde de vardır. Fazla enerji insanı azdırır. Kendini beğendirir. Bu ise, fenâ huyların en kötüsüdür. Bunun müslüman olması, bu kötülüklerden kurtulmasıdır. Peygamberlik kemâlâtında, hem kalbin, hem nefsin imanı, hem de bedendeki maddelerin düzeni ve dengesi vardır. Nefsin tam itminana gelmesi, bedendeki madde ve enerjinin dengeye gelmesinden sonradır. Bu itminandan sonra, artık kötülüğe dönemez. Bütün bu üstünlükler, hep İslam dininin üstüne kurulmaktadır. Ağaç ne kadar dallanır, meyvelenirse, yine köksüz olamaz. Her üstünlükte Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymak lâzımdır. 50. mektuptan tercüme burada tamam oldu.
Görülüyor ki vehhâbî kitabının yazarı, tasavvuftan haberi olmadığı için, Evliyâ-i kirâma “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” dil uzatıyor. Onları İslam dininin dışında sanıyor.