Sual: “Vehhâbîler şimdi yumuşadılar. Eskiden müslümanların mallarına, canlarına saldırıyorlardı. Şimdi böyle vahşet yapmıyorlar. Hatta, Ehl-i sünnet olduklarını söylüyorlar” diyenler işitiliyor. Bu sözler doğru mudur?
Cevap: Evet, açık Nassları değiştirmeyenleri için bu söz doğrudur. Bunlar her müslüman ile kardeştirler. Fakat, şimdi bütün dünyadaki müslümanların dinlerine, imanlarına saldırıyorlar. Eskiden müslümanların dünyalarını yok ediyorlardı. Şimdi, ahiretlerine, ebedî hayatlarına saldırıyorlar. Müslümanları ebedî felakete sürüklemek için bütün kuvvetleri ile çalışıyorlar. Medine-i münevveredeki medresenin müdiri, Abdülaziz bin Baz’ın (Tahkik ve izah) bozuk kitabının türkçesini hacılara dağıtarak, Ehl-i sünnet îtikadını yok etmeye çalışıyorlar. Ehli sünnet alimleri bu bozuk kitaba vesikalarla cevap vermiş, müslümanları büyük tehlikeden kurtarmıştır. (Rabitatül ’alemil-İslami) isminde bir merkez kurdular. Her İslam memleketinde bunun şubelerini açtılar. Dinleri ve ilimleri çürük olan din adamlarını bol para ile satın alarak, bunları vehhabiliği yaymak için kullanıyorlar. Her memleketteki din adamlarına ve din talebesine onların dillerinde bozuk kitapları parasız olarak dağıtıyorlar. Bu yolda her sene, milyonlarla altın sarf ediyorlar. İngiliz siyaseti ile 50 seneden beri kitapsız, câhil bırakılmış olan dünya müslümanları, bunlara aldanıyorlar. Hak olan ve hadis-i şerifler ile meth ve sena edilmiş olan Ehl-i sünnet mezhebi böylece unutuluyor, yok oluyor. Hak gidip, her yere batıl yerleşiyor. Müslümanlar için, hatta bütün insanlar için bundan daha kötü, bundan daha zararlı bir felaket, bir musibet olamaz.
Bazı kimseler, vehhâbîler için (Bunların birkaç yanlış inanışları varsa da, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden böyle anlıyorlar. Belki bidat ehli oluyorlar ise de, bidat ehlinin bu ümmetten oldukları hadis-i şeriflerde bildirildi. Bunlar da müslümandır. Ehl-i kıbledir. Müslümanları sevmemiz, vehhâbîleri de kardeş bilmemiz lazım değil mi?) diyorlar. Böyle düşünmek elbet doğrudur. Fakat bidat sahiplerini sevmek, onlara nasihat vermekle olur. Yukarıda isimlerini bildirdiğimiz 40 kitabı insaf ile okuyan ve anlayan kimsenin bu sözümüzde hiç tereddütü ve şüphesi kalmaz. Mesela Hindistan’ın büyük âlimlerinden Ahmed Rıza Han Berilevi, Fetavel-Haremeyn kitabında diyor ki (Taberani’nin ve başkalarının bildirdiği hadis-i şerifte, (Bidat sâhibine hürmet eden kimse, İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur) buyuruldu). Dinimiz bidat sahiplerini sevmemeyi, onları aşağılamayı emretmektedir. Onlara saygı göstermek haramdır. İslam âlimleri kitaplarında, mesela Şerh-i Mekasıd kitabında (Bidat sahiplerini sevmemek, onları aşağı tutmak, onları reddetmek lâzımdır) demişlerdir.
Muhammed Mâ’sûm-i Fârukî, Mektûbât-i Masumiye kitabının 2. cildi, 110. mektubunda, “Bidat sâhibinin meclisinde bulunma! Gâfil din adamlarından, yaltakçı hafızlardan ve câhil tekke şeyhlerinden kendini koru! İslamiyete uymakta gevşek davranan [mesela, Ehl-i sünnet îtikadında olmayan, karısını, kızını açık gezdiren, çalgı, içki kullanan mezhepsiz, sapık olan] din adamlarına yaklaşma! Onların sözlerini işitme! Hatta onların bulunduğu şehirden uzak ol ki zamanla kalbin onlara kaymasın! Onlara uymamalıdır. Onlar din adamı değil, din hırsızlarıdır. Şeytanın tuzaklarıdır. Onların yaldızlı, acıklı sözlerine aldanmamalı, aslandan kaçar gibi, yanlarından kaçmalıdır” buyurmaktadır.
Bidat yayıldığı ve zararının çoğaldığı zaman, bunu reddetmek, bunun kötülüğünü müslümanlara duyurmak farzdır. Hatta, farzların mühimlerinden olduğunda icmâ-i ümmet vardır. Selef-i sâlihin ve bunların halefleri hep böyle yaptılar. Bu farzı terk eden, icmadan ayrılmış olur. Hadis-i şerifte, “Fitne veya bidat yayıldığı ve Ashâbım kötülendiği zamanda, hakkı bilen, bilgisini müslümanlara duyursun! Hakki yani doğru yolu bildiği hâlde, müslümanlara duyurmayanlara, Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lanet eylesin! Allahü teâlâ, bu kimsenin farzlarını ve nâfile ibâdetlerini kabul etmez” buyuruldu. Bu hadis-i şerif, (Es-savaik-ul-muhrika) kitabının başında yazılıdır ve Hatib-i Bağdâdî’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (El-Câmi)inde bulunduğu bildirilmektedir. [Bidat ehli, bidat sâhibi demek, bidatini yaymak için, yani müslümanların imanlarını, ibâdetlerini bozmak için uğraşan bidat sâhibi demektir. Bunlara aldanarak bidat işleyeni sevmemek değil, ona acımak, nasihat vermek lâzımdır.]
Edille-i şer’iyye 4’tür. Birincisi, Kurân-ı Kerîmdir. İkincisi, hadis-i şeriflerdir. Bu 2 delilin her biri kat-i veya zannî olur. İbni Âbidin, bagileri anlatırken diyor ki (Hârici denilen kimseler, zannî yani şüpheli olan [birkaç mânâ çıkarılabilen] delilleri [yani âyetleri ve hadisleri] yanlış (te’vil) ediyorlar. Yani mânâsı açıkça anlaşılamayan âyet-i kerimelere ve mütevatir olan hadis-i şeriflere, açık ve meşhur olmayan yanlış mânâlarını veriyorlar. Hazret-i Ali’nin askerinden ayrılarak, ona karşı harp edenler böyle idi. (Hakim ancak Allahtır. Hazret-i Ali, 2 hakemin hükmüne uyarak, hilafeti Muaviye’ye bırakmakla büyük günah işledi. Büyük günah işleyen kâfir olur) dediler. Onunla harp etmelerine bu yanlış te’vîlleri sebep oldu. Kendileri gibi inanmayanlara kâfir dediler. Bunlara (Hârici) denir. 1737 senesinde Necd’de ortaya çıkan Abdülvehhab oğlu Muhammed’e tâbi olanlar da, yalnız kendilerinin müslüman olduklarını söylüyorlar. Kendileri gibi inanmayanlara müşrik diyorlar. Onları öldürmek, mallarını, kadınlarını ganimet almak helaldir diyorlar. Bunlara Vehhâbî ve Necdi denilmektedir.
Vehhâbîliği ingilizler hazırladığı ve yaydığı gibi, Hicaz’ı Osmanlılardan alarak Suudi devletini kuran da, ingilizlerdir. Müncid’de diyor ki (İngiliz casusu Lawrence, 1914 de vehhâbî emri Faysala yardım ederek, Osmanlı devletinden ayrılmasına sebep oldu). Şüpheli [yani açıkça anlaşılamayan] delilleri yanlış te’vil ederek, Ehl-i sünnet îtikadından ayrılanlara, fıkıh âlimleri kâfir demediler. Bagi, âsî, bidat ehli olduklarını söylediler. Türkçede sapık denilmektedir. Katî, [açık olarak] anlaşılan tek bir mânâsı olan delillere inanmayan ise kâfir olur. Âlemin yok olacağına, ölülerin tekrar dirileceklerine inanmamak böyledir. Ali ilahtır, Cebrâil vahiy getirirken yanıldı diyen de kâfir olur. Çünkü bu sözler, mânâsı açıkça anlaşılamayan delilleri yanlış te’vil ederek, ictihad ile anlaşılan mânâlar değildir. Hazret-i Aişe’yi kazf eden ve babası hazret-i Ebû Bekir’in “radıyallâhu anh” sahabi olduğuna inanmayan da kâfir olur. Çünkü ikisi de, Kurân-ı Kerîmde açık olarak bildirilen delili inkardır. Hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer’i seb eden ve halifeliklerine inanmayanın te’vîli varsa, kâfir olmaz. Müslümanların mallarına, canlarına saldırmak gibi, katî açık olan haramlara, te’vil yaparak, helal diyen kâfir olur. [Vehhâbîler böyledir.] Kitaptan ve sünnetten, mânâsı açıkça anlaşılamayan bir delili te’vil ederek söyleseydi, kendince İslamiyete uymuş olup kâfir olmazdı).İbni Âbidin’in kelamı tamam oldu.
Görülüyor ki müslüman olduğunu söyleyip, ibâdetlerini yapan, yani ehl-i kıble denilen bir kimsenin, Ehl-i sünnete uymayan bir inanışı, mânâsı açık olan kat-i bir delili inkâr olursa, te’vil ile olsa da, olmasa da küfür olur. Buna mülhid denir. Bu inanışı, açık olmayıp, şüpheli olan bir delilin muhtelif mânâlarından açık ve meşhur olanını inkâr olursa ve te’vîli varsa, küfür olmaz. Bidat olur. Te’vîlden haberi olmayıp, bidat sâhibi olan âlimleri taklit ile veya nefsine uyarak, dünya çıkarları için ise, yine küfür olur.
İster Ehl-i sünnet olsun, ister bidat sâhibi olsun, dinini dünya çıkarlarına alet eden, yani dünyalığa kavuşmak için dininden veren câhillere yobaz denir. Hiçbir dine inanmadığı hâlde, müslümanları aldatarak imanlarını yok etmek, İslamiyeti içerden yıkmak için, müslüman görünüp küfre sebep olan şeyleri ispat etmek için delilleri yanlış te’vil edene zındık ve fen yobazı denir. Bidat sahiplerine ve mülhidlere ve bunların yolunda olan câhil taklitçilere mezhepsiz denir. Mezhepsizler ve îman hırsızları olan zındıklar, dinde reformcu olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Tavsiye Yazı –> Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı?