Sual: Musavi dininin esasları nelerdir?
Cevap: Yahudi dininin esasını tebliğ eden [ortaya koyan] Mûsâ “aleyhisselâm”dır. Mûsâ “aleyhisselâm” milattan tahminen 1705 sene evvel Mısır’da Memfis (Memphis) şehrinde tevellüd etti. Asıl tevellüd tarihi üzerinde muhtelif rivayetler olduğu için, o zaman Mısır’da hangi Firavun hüküm sürdüğü katî malum değildir. Firavun rüyasında, o sene doğacak bir erkek çocuğun kendisini öldüreceğini görmüş olduğundan, o sene doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmişti. Bunun için, Mûsâ aleyhisselâmın annesi, çocuğunu bir tabuta [tahta bir sandığa] koyarak, Nil nehrine bıraktı ve Allahü teâlâya emânet etti. Bu sandık, Firavunın zevcesi tarafından bulundu. Firavun de çocuğu gördü. Fakat, sandık su üzerinde görüldüğü zaman, zevcesinin kendisine, “Bu sandıkta mal varsa, senin, can varsa, benim olsun” diye yaptığı teklifi kabul etmiş olduğundan, bir şey yapamadı.
Mûsâ ismi (Sudan kurtarılmış) mânâsına gelmektedir. Hıristiyanlar (Moşe) ve (Möis) diyor. Mûsâ aleyhisselâmın annesi, kendisini süt anne olarak Firavunın sarayına aldırttı ve çocuğunu büyüttü. 40 yaşına gelince, akrabalarını öğrenip, onların yanına gitti. Kendisinden 3 yaş büyük olan Harun “aleyhisselâm” ile buluştu. Mûsâ “aleyhisselâm”, İbranilere karşı yapılan haksızlıklara isyan etti. Onları himaye etti. Bir gün, bir Mısırlı kâfirin [kıptinin] Beni İsrailden birine işkence ettiğini gördü. Kurtarırken kıpti öldü. Halbuki sadece kıptinin zulmüne mâni olmak istemişti. Bunun üzerine, Mısırdan hicret etmek zorunda kaldı. Medyen şehrine gitti. Orada, Şuayb aleyhisselâma, 10 sene hizmet etti. Kızı Safura (Tsippore) ile evlendi. 10 sene sonra, tekrar Mısra döndü. Mısır’a dönerken, Tur dağına uğradı. Orada, Allahü teâlânın kelâminı işitti. Bu esnada kendisine risâlet [peygamberlik] verildi. “Allahü teâlânın bir olduğu, Firavunun tanrı olmadığı” ve birçok şeyler bildirildi. Mısra, Firavuna geldi. Onu dine davet etti. Onu, tek mâbuda inanmaya çağırdı. Beni İsraile serbestlik verilmesini istedi. Firavun kabul etmedi. “Mûsâ büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor” dedi. Yanındaki vezirlere sordu. Onlar da, “Sihirbazları topla, Onu mağlub etsinler” dediler. Sihirbazlar geldiler. Mısır halkının önünde iplerini yere attılar. Her ip yılan görünüp Mûsâ aleyhisselâma doğru yürüdü. Mûsâ aleyhisselâm elindeki asayı yere atınca, büyük bir yılan olup bütün ipleri yuttu. Bunun üzerine sihirbazlar, şaşırdılar, “Bu Zât doğruyu söylüyor” diye Ona îman ettiler. Bu vaka, Kurân-ı Kerîmde, Araf sûresinde, 111-123. ayetlerde zikir edilmektedir. Firavun, bunun üzerine, büsbütün kızdı. “O, sizin ustanız imiş. Ellerinizi, ayaklarınızı keseceğim. Hepinizi hurma dallarına asacağım” dedi. “Biz Musaya inandık. Onun Rabbine sığınıyoruz. Yalnız Onun afv ve merhametini isteriz” dediler. Firavun, Beni İsrailin Mısırdan ayrılmasına izin vermiyordu. Çünkü, Beni İsrail Mısırdan ayrılınca kendinin ve kavminin kullanmakta oldukları bu hizmetçilerini, kölelerini kaybetmiş olacaklardı. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbağa yağdı. Cilt hastalıkları ve 3 gün karanlık oldu. Firavun, bu mucizeleri görünce korktu. İzin verdi. Mûsâ aleyhisselâm, Beni İsrail ile Mısırdan çıkıp, Kudüs’e doğru giderken, Firavun pişman oldu. Askerleri ile arkalarına düştü. Süveyş körfezi açılıp, müminler karşıya geçti. Firavun geçerken, deniz kapandı. Firavun askeri ile birlikte boğuldu. Mûsâ “aleyhisselâm”, bu büyük hicret esnasında, Tur dağında Allahü teâlâya çok yalvardı. Zât-ı ilâhiyyeyi görmek istedi. Allahü teâlâ, Onun yalvarmasını kabul etmedi. Fakat, onunla, (Tur-i Sînâ)’da tekrar konuştu. Mûsâ “aleyhisselâm” Tur-i Sinada 40 gün 40 gece kaldı ve oruç tuttu. Allahü teâlâ, Ona, Cebrâil aleyhisselâm vasıtası ile Tevratı levhalar üzerinde yazılmış olarak gönderdi. Kendisine îman edenlerin tâbi olmaları için ayrıca, 10 levha üzerinde yazılı, 10 emir verilmişti. Ta o zamandan beri yahudi kitaplarında ve Tevratın Tesniye kitabı 5. babının 6. ayeti ve devâmında ve Hurucun [Çıkış] 20. babının başında zikredilen (Evamir-i aşere) [10 emir] aşağıda yazılıdır:
1) Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Allah benim.
2) Benden başka tanrın olmayacak. Ne gökte, ne yerde, ne de yer altında bulunan şeylerden hiçbirinin sûretini, oyma put yapmayacaksın. Hiçbir sûrette onlara tapmayacaksın.
3) Allah’ın ismini boş yere ağzına almayacaksın.
4) Haftanın 6 gününde çalışacak, 7. günde istirahat edeceksin. Cumartesi [Sebt] gününü dâima hatırlayıp, onu kudsi kılacaksın.
5) Anne ve babana hürmet edecek, itaat edeceksin.
6) Adam öldürmeyeceksin.
7) Zina [Allahü teâlânın yasak ettiği cinsi mukarenet] yapmayacaksın.
8) Kimsenin malını çalmayacaksın.
9) Komşuna yalan şahadette bulunmayacaksın.
10) Komşunun zevcesine, evine, tarlasına, kölesine, cariyesine, öküzüne, eşeğine ve hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Mûsâ aleyhisselâm, Tur-i Sina’dan geri döndüğü zaman, kardeşi Harun aleyhisselâma emânet ettiği kavmin hak yoldan ayrıldıklarını ve bir altın buzağı heykeli yaparak, buna tapmaya başladıklarını dehşet ile gördü. Mûsâ aleyhisselâm, gösterişli ve heybetli, keskin bakışlı bir Zât idi. Kendisi ile karşılaşanlar üzerinde büyük bir tesir yapıyordu. Fakat bir yaşında iken, Firavunın incilerle süslü sakalını yolarak, kızdırmıştı. Zevcesi Asiye hatunun şefaati ile öldürmeden önce, imtihan etmişti. İçinde altın ve ateş bulunan tepsiyi önüne koydukta, elini altına uzatırken, Cebrâil aleyhisselâm ateş tarafına döndürmüş, ateşi ağzına götürünce, dilinin ucu yanarak, ateşi atmıştı. Bu sebep ile önceleri konuşması kusurlu idi. Onun için, halka hitab etmek icap edince bu işi çok düzgün konuşan kardeşi Harun aleyhisselâma bırakırdı. Fakat, Peygamber olunca, bu kusuru zail oldu. Kendisine Harun aleyhisselâmdan daha güzel konuşmak ihsan olundu. Kendisi Tur-i Sina’da iken, Harun’un güzel sözleri kavminin doğru yoldan çıkmasına mâni olamamıştı. Mûsâ aleyhisselâm, tekrar Tur dağına giderek, Allahü teâlâdan, ümmetini affetmesini diledi. Ümmeti de, tövbe ettiler. Bunları alarak, Allahü teâlânın vaat ettiği, (Arz-ı mev’udu) bulmak için, çöllere girdi. Tam 40 sene Tih sahrasında kaldılar. Çölde Allahü teâlâ, onları kudret helvası (Men)ve bıldırcın eti (Selva) ile besledi. Mûsâ aleyhisselâm”, Arz-ı mev’udün görülebildiği Eriha şehri karşısında bulunan dağdaki Nebo tepesine kadar geldi ve orada, bir rivayete göre 120 yaşında vefât etti. Kardeşi Harun aleyhisselâm ise, ondan 3 sene evvel ölmüş bulunuyordu. Arz-ı mev’uda ve Arz-ı mev’utta bulunan Eriha şehrine girmek kendisinden sonra gelen Yuşa Peygambere nasip oldu.
[Büyük İslam tarihçisi ve hukukçusu Ahmed Cevdet paşa “rahime-hullahü teâlâ”, Kısas-ı Enbiyâ kitabında diyor ki:
İbrahim aleyhisselâmın oğlu İshak idi, onun da oğlu, Yakup idi “aleyhimesselam”. Bunun asıl ismi (İsrail) idi. Bunun soyundan olanlara, (Beni İsrail) denildi ki (İsrail oğulları) demektir. Yakup aleyhisselâmın 12 oğlundan biri olan Yusuf aleyhisselâm da peygamber idi. Yusuf aleyhisselâmdan sonra, Beni İsrail, Yakup ve Yusuf aleyhimesselâmin dinlerine uyarak Mısırda yaşadılar. Mısır’ın eski ahalisi olan (Kıbt) kavmi ise, yıldızlara ve putlara, yani heykellere taparlardı. Beni israili köle gibi kullanırlardı. Beni İsrail, Firavunların işkencelerinden kurtulup, dedelerinin yurdu olan (Ken’ân) diyarına gitmek isterlerdi. Fakat, Firavunlar müsaade etmezdi. Çünkü, Beni İsraile ağır işler yaptırıyor, yeni yeni şehirler ve binalar inşa ettiriyorlardı. İmran oğlu Musa’yı annesi sandığa koyup Nil nehrine attı. Firavunın zevcesi (Asiye), bunu alıp oğul edindi. Mûsâ aleyhisselâm kaza ile bir kıbtiyi öldürünce, Mısırdan hicret edip (Medyen) şehrine geldi. Burada on sene kaldı. Şuayb aleyhisselâmın kızı ile evlenerek Mısra döndü. Yolda (Tur) dağına uğradı. Burada Allahü teâlâ ile konuşmak ile şereflendi. Kendisine Peygamberlik verildi. Firavunı dine davet etmesi emir olundu. İman etmedi. Mûsâ aleyhisselâm Beni İsraili toplayıp Mısırdan çıktılar. (Süveyş) denizinden geçerek (Eriha) beldesine doğru yürüdüler ise de, Beni-İsrail biz gidemeyiz, (Amalika) ile harp edemeyiz dediler. Bunlara beddua etti. Kendinden 3 yaş büyük olan kardeşi Harun aleyhisselâmı bunlarla bırakıp (Tur-i Sînâ) ya gitti. Allahü teâlâ ile yine konuştu. Kendisine (Tevrat) kitabı verildi. Kavmi tövbe edip Lut gölünün cenubuna geldiler. Şeria nehrinin şark tarafına Eriha şehrine karşı yerleştiler. Yuşa aleyhisselâmı yerine vekil bırakıp vefât etti.
Mîr’at-ı Kainat’da diyor ki (Mûsâ “aleyhisselâm” 3 kere Tur dağına gitti. Birinci gidişinde, kendisine risâlet verildi. İkincisinde, (Tevrat-i şerif) ile (Evamir-i aşere) nazil oldu. Tevrat 40 cüz idi. Her cüzde bin sûre, her surede bin âyet vardı. Şimdi, elde bulunan Tevratlarda bu kadar âyet yok. Çünkü, Tevratın ve İncilin sonradan tahrif edildiklerini, değiştirildiklerini Kurân-ı Kerîm haber vermektedir. Cebrâil aleyhisselâmın Mûsâ aleyhisselâma getirdiği Tevratı yalnız Mûsâ, Harun, Yuşa ve Uzeyr ve Îsâ aleyhimüsselâm ezberlemiştir.)
Kamusü’l-alam’da diyor ki “Asuri hükümdarı Buhtunnasar, Kudüs’ü alıp, Mescid-i aksayı yıktığı zaman, Tevrat nüshalarını yaktı. 70 bin yahudi alimini esir edip,Babile gönderdi. Aralarında Danyal ve Uzeyr aleyhimesselam da vardı. [Uzeyr aleyhisselâma yahudilerin Azra dedikleri (Müncid) de yazılıdır. Ancak, bugünkü (Kitâb-ı mukaddes) in Ahd-i atik kısmındaki (Azra) kitabını ve diğer bazı kitapları yazan, İbrani haham ve din adamı Azradır. Uzeyr aleyhisselâm değildir.] Yahudiler Tevratı unuttular. Azdılar. Nasihat için gönderilen Peygamberlere inanmadılar. Çoğunu şehit ettiler. İran şahı Behmen Keyhusrev, Asurileri bozguna uğrattı. Yahudi esirleri ve Danyal aleyhisselâmı serbest bıraktı. Mescid-i aksada ibâdet edenler çoğaldı. Büyük İskender Kudüsü alınca, yahudilere içlerinden Hirodes’i Vâli yaptı ise de, bu hâin yahudi Yahya aleyhisselâmı şehit etti. Çok zulüm yaptı. Bundan sonra Kudüs Romalıların eline geçti. Yahudiler isyan edince, miladın 135. senesinde, Adriyan Kudüs’ü tahrib ve yahudileri katletti. Kaçanlar her tarafa yayıldı. Gittikleri yerlerde, hıristiyanlardan çok zulüm ve cefa gördüler. İslamiyet zuhûr edince, huzura ve rahata kavuştular. Kudüs şehri Bizans imperatorları tarafından tâmir edilip, (İlya) denildi. Şehri ve Mescid-i aksayı Emevi halifelerinin 5.si Abdülmelik yeniden yaptırdı. Hıristiyanlar, haçlı seferlerinde tahrib ettiler. Salahaddin-i Eyübi tecdid etti. Osmanlı halifeleri, tâmir ve tezyin ettiler”.
Yahudilerin Tevrattan sonra mukaddes kitapları (Talmud) dur. Mûsâ aleyhisselâm, Tur-i Sinada, Allahü teâlâdan işittiklerini Harun’a, Yuşaa ve El-iazara bildirmiş. Bunlar da, sonra gelen Peygamberlere ve nihâyet mukaddes Yehudaya bildirmişler. Bu da, miladın 2. asrında, bunları 40 senede, bir kitap haline getirmiş. Bu kitaba (Mişna) denilmiş. Miladın 3. asrında Kudüs’te ve 6. asrında Babil’de, Mişna’ya birer şerh yazılmış. Bu şerhlere (Gamara) denilmiş, 2 Gamaradan birini Mişna ile bir kitap haline getirip, bu kitaba (Talmud) demişlerdir. Kudüs Gamarasından meydana gelene (Kudüs Talmudu), Babil Gamarasından meydana gelene (Babil Talmudu) demişlerdir. Hıristiyanlar, bu 3 kitaba düşmandırlar. Îsâ aleyhisselâmı asmak için hazırladıkları çarmıhı taşıyan ve çarmıha germe hadisesine karışan Şem’un, Mişna’yı rivayet edenler arasındadır derler. Yukarıda ismi geçen (El-iazar) ın, Şuayb aleyhisselâmın oğlu olduğu (Mîr’at-ı Kainat) da yazılıdır.]
Hıristiyanların (Kitâb-ı mukaddes) dedikleri kitap, (Ahd-i atik) ve (Ahd-i cedid) dedikleri 2 kısımdan meydana gelmiştir. Yahudiler, bunun yalnız Ahd-i atik kısmına inanırlar ve buna (Kitâb-ı mukaddes) derler. Buna Ahd-i atik denilmesini kabul etmezler. Buna (Tanah) derler. Tanah’ı 3’e ayırırlar. Bunun birinci kısmına (Tevrat) derler. Bunların (Tevrat) dedikleri kitap, 5 kısımdan meydana gelmiştir:
1) Tekvîn (Genesis),
2) Huruc (Çıkış, Exodus),
3) Levililer (Leviticus),
4) Adad (Rakamlar, sayılar, Numeri),
5) Tesniye (Deuoronomium).
(5 kitaba birden verilen isim: Pentateuch)
Kurân-ı Kerîmin İsra sûresi 2. âyetinde meâlen, “Biz Musaya kitap verdik” buyurulmaktadır. Bugün elimizde bulunan Tevratın içine birçok yabancı yazılar ilave edilmiştir. Bunların, Mûsâ aleyhisselâma nazil olan hakiki Tevrat ile bir alakası yoktur.
Hakiki Tevratta, Allahü teâlânın, Muhammed “aleyhissalavâtü vetteslîmât” isminde bir son peygamber göndereceği yazılıdır. Mûsâ aleyhisselâmın, ikinci defa olarak Allahü teâlâya münâcatında, dalâlete düşmüş kavmi için afv dilediği Araf sûresi 155-157. ayetlerinde meâlen şöyle bildirilmiştir: “Mûsâ: Rabbim, şayet dileseydin, daha önce beni ve onları helak ederdin. Aramızdaki sefih, aşağı kimselerin kötü amellerinden ötürü bizi helak eder misin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Sen, onunla dilediğini dalâlette bırakırsın ve dilediğini hidayete, doğru yola kavuşturursun. Bizim dostumuz sensin. Bizi affet! Bize merhamet et! Sen affedicilerin en iyisisin. Bizim için bu dünyada güzel bir itaat ve maişet, ahirette de, Cennetini ihsan et! Biz sana tövbe ve rucu ettik!” dedi. Allahü teâlâ Ona, “Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım. Merhametim, her şeyi kaplamıştır. Bu rahmetim, [ahirette] müttekilere [küfürden ve günahlardan sakınanlara], zekatlarını verenlere ve bizim ayetlerimize îman edenleredir. Onlar, ümmi bir Peygamber olan Resûle tâbi olurlar. O resûlün [ismini ve vasıflarını] yanlarında bulunan Tevrat ve İncilde yazılmış bulurlar. O Peygamber iyiliği, imanı emreder ve kötülüğü, küfrü nehy eder. Temiz şeyleri helal ve murdar şeyleri haram kılar. Onların yüklerini indirir ve ağır külfetleri hafifletir. Bu Peygambere inanan, Ona tazim eden, Ona yardım eden, Onunla gönderilen nura [Kurân-ı Kerîme] uyanlar, işte onlar, sonsuz saadete kavuşacak olanlardır”.
Yahudilerin son Peygambere îman ettikleri ve Onun gelmesini bekledikleri muhakkaktır. Hatta, bazı tefsirlerde, yahudilerin muharebelerde, “Ya Rabbi! Geleceğini bize vaat ettiğin son Peygamber “aleyhissalavâtü vetteslîmât” hürmetine, bize yardım et” diye duâ ettikleri ve o muharebelerde muzaffer oldukları yazılıdır.
Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İbranilere gelen Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” arasında, Davud ve Süleyman “aleyhimesselam”, hak dinin yayılmasına çok yardım etmişlerdir. Yahudi dininin esasını şöylece hülâsa etmek kabildir:
İman: Bir tek Allah vardır. Kendiliğinden vardır. Doğmamıştır ve doğurmaz. Her şeyi görür ve bilir. Affetmek veya cezalandırmak, ancak Onun kudretindedir.
Ahlak: Ahlak esasları 10 kudsi emir, yani (Evamir-i aşere) dir. İnsanların bu on emre harfi harfine uyması lâzımdır. İnsanın vücudu ayrı, ruhu ayrıdır. Ruh kıyamete kadar ölmez. Ahiret hayatına îman etmek lâzımdır.
Din esasları: Yahudi olmayan milletler, putperest (puta tapan) sayılır. Bunlardan uzak durmalıdır. Onlardan, mümkün olduğu kadar, alakayı kesmelidir. Kanlı veya kansız kurban kesilmelidir. [Yahudiler, her hayvanı, hatta güvercini, fakat en çok koyun, keçi ve sığırı kurban ederlerdi. Zamanla tuzsuz ekmekten yapılan çöreklerle, hamursuz adı verilen pideler de kurban yerine geçti. Bunları dağıtmak da, kansız kurban kesmek sayıldı.] Kısasa karşı kısas yapılır. Bir fenâlık yapana, aynı sûretle mukabele edilir. Erkek çocuklar, haham [yahudi din adamı] tarafından sünnet edilir. Eti yenilecek hayvanların kesilmesi lâzımdır. Başka şekilde öldürülen hayvanın eti yenmez. [Bugün bile Avrupa ve Amerika’da, yahudi kasabların dükkanlarında (Kaşer) adı verilen bir işaret bulunur ki bunun mânâsı, o dükkanda satılan etin, hahamların gösterdiği tarzda kesilen hayvanların eti olduğudur. Yahudiler, ancak bu tarzda hazırlanmış bir eti yiyebilirler. Müslümanlar da, ancak Allahü teâlânın ismi söylenerek kesilmiş olan hayvanın etini yerler. Domuz etini hiç yemezler.] Yahudi kadınları evlendikten sonra, saçlarını örtmeye mecburdur ki bu işi bugün yahudi kadınları, Avrupada başlarına peruk takarak yerine getirmektedirler. Domuz eti yemek, yahudilere de, haramdır.
Yahudilerin ibâdet tarzı birçok usûllere bağlıdır. Kudsi gün, Cumartesidir. Bu günde iş görülmez ve ateş yakılmaz. Yahudiler bugünü bayram kabul eder ve ihya ederler. İsmi (Şabat)dır. Yahudilerin, ayrıca Pesah, Şavvot, Roş-ha-Şanah, Kipur, Suhkot, Purim, Hanuka ve daha birçok bayramları vardır. Pesah, yahudilerin Mısır esaretinden kurtuluşlarının hatırasıdır. Şavvot, gül bayramıdır ki Tevratın ve evamir-i aşerenin verilişinin hatırasıdır. Kipur, büyük oruç günü olup yahudilerin tövbe edip affedilmelerinin hatırasıdır. Suhkot, kamış bayramıdır. Çöldeki hayatın hatırasıdır.
Hahamların, hıristiyan papazları gibi, günah affetmek yetkileri yoktur. Ancak, ibâdetleri idare ederler. Allahü teâlânın huzurunda, bütün yahudiler birdir ve aralarında hiçbir fark yoktur.
Dini ayinleri ve hahamların ibâdeti idare tarzı, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gelen Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” tarafından daha çoğaltılmış ve değiştirilmiş, yeni esaslar ilave olunmuş, Davud aleyhisselâmdan sonra, Ona gönderilen (Zebur) un da ayinlerde okunması veya çalgı ile çalınması ibâdete eklenmiştir.
Davud aleyhisselâm, milattan tahminen 1000 sene evvel dünyaya gelmiştir. [Avrupalı tarihçiler, Davud aleyhisselâmın hükümdarlık tarihini M.Ö. 1015-975 olarak kaydetmişler ise de, katî değildir.] Evvela çobanlık yapan Davud aleyhisselâmın çok güzel sesi olduğundan [bugün dahi, Davudi ses tabirini kullanıyoruz.] bir müddet sonra, devlet reisi olan Talut’un [milletlerarası ismi: Saul] huzuruna çıkarılmış ve onun rübab (zither) çalıcısı olmuştur. Önceleri, aralarında büyük bir dostluk kurulmuşken ve Talut Onu kendine nedim yapmışken, Davud aleyhisselâmın gün geçtikçe büyük şöhret kazanması ve 30 yaşında iken muharebede dev gibi Calut’u [Goliath] bir sapan taşıyla öldürmesi ve böylece halkın Ona hayran kalması, Talut’u korkutmuş ve Davud’u yanından uzaklaştırmıştır. Fakat, Talut ölünce, Davud “aleyhisselâm” halkın arzusu üzerine onun yerine geçmiş ve ilk defa olarak, Kudüs’ü İsraillilerin merkezi yapmıştır. Davud “aleyhisselâm”, 40 yıl hükümdarlık etmiştir. Kendisine (Zebur) isminde bir kitap verildiği Kurân-ı Kerîmin Nisa sûresinin 163. âyetinde ve İsra sûresinin 55. âyetinde yazılıdır. Bunda, Davud aleyhisselâmın Allahü teâlâya yalvarma ve Ondan afv dilemelerinin bulunduğu muhakkaktır. Bugünkü Kitâb-ı mukaddeste mevcûd olan Zeburda ise, bunların yanında, başkaları tarafından eklenmiş parçalar da bulunmakta olduğundan, Allahü teâlânın göndermiş olduğu şeklini tamamen gayb etmiştir. Allahü teâlâ, Davud aleyhisselâma büyük ihsanlarda bulunmuştur. Sebe sûresinin 10. âyetinde meâlen, “Biz Davud’a tarafımızdan [diğer insanlar ve peygamberler üzerine] fazilet, [Peygamberlik, kitap, saltanat, güzel ses ve demre elinde şekil verme gibi] üstünlük verdik. Ey dağlar ve kuşlar, siz de Onunla beraber tesbîh edin dedik. Ona demri [mum gibi] yumuşak kıldık” buyurulmuştur. Ve Sad sûresi 17-19. ayetlerinde meâlen, “Ey Muhammed! Kâfirlerin söylediklerine sabret. Kulumuz, kuvvet sâhibi Davudü hatırla! O, her zaman, Allaha tövbe ederdi. Doğrusu biz akşam sabah onunla tesbîh eden dağları ve kuşları onun emrine vermiştik” ve Sad sûresi, 25. âyetinde de meâlen, “Katımızda Onun yüksek makâmı ve güzel geleceği vardır” buyurulmuştur. Bugün elimizde bulunan Tevrat ve İncilde, Davud aleyhisselâmın maiyetinde bulunan Uria adlı bir subayın Batşeba [Bathseba] adlı zevcesi ile macerası diyerek, 2. Samuelin 11. babında yazılı olan çirkin hikaye doğru değildir.
Tavsiye Yazı: Tevrat ve İncillerde Gayrı Ahlaki kısımlar mı Var?
Davud aleyhisselâmın oğlu Süleyman aleyhisselâm [hükümdarlık zamanı, tahminen, M.Ö. 965-926] babasının yerine İsrail oğullarının Peygamberi ve hükümdarı oldu. Cin, vahşi hayvan ve kuşlarla konuşurdu. Süleyman aleyhisselâmın zamanı, İsraillilerin en parlak zamanlarıdır. Süleyman aleyhisselâm zamanına kadar İsrail hükümdarları saray nedir bilmezlerdi. Yukarıda ismi geçen Talutun evi, en âdi bir köylü evinden farksızdı. Süleyman aleyhisselâm, ilk olarak Kudüs şehrini kurdu ve bir saray yaptı. Birçok binalar, saraylar, bahçeler, havuzlar, kurban kesme yerleri, ibâdet yerleri yaptırdı. Kudüs’te yaptırdığı en ihtişamlı mabed, (Mescid-i Aksâ = Beyt-i Mukaddes = Kudsi ev) adını taşıyordu. Bu binayı Finikeli mimarlara yaptırmıştı. Cinniler de hizmet etmişti. Bu mescidin inşaasında çok kıymetli malzeme kullanılmıştı. Uzaktan bakılınca, bir altın parçası gibi pırıl pırıl parlıyor, görenleri hayran bırakıyordu. Yapılması 7 sene sürmüştü. Ne yazık ki bu güzel mescid, Asuri hükümdarlarından II. Buhtunnasar Kudüs’ü zabt ettiği zaman, onun tarafından yaktırıldı. Tevrat nüshaları da yanıp, hiç kalmadı. Keyhusrev tâmir etti ise de, sonra Romalılar yaktı. (Kamus-ül-alam) da diyor ki (Bu tahrib ile Kudüs’ün mûsevîlere ait mamuriyeti hitam bulup, daha sonra Kostantiniye rum Bizans imparatorları, Mescid-i aksayı tâmir edip, Kudüs’e (İlya) ismini verdiler. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Mescid-i aksada namaz kılmıştır. Kudüs, hicretin 16. senesinde, Ömer “radıyallâhu anh” zamanında müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Abdülmelik “rahime-hullah” zamanında şimdiki mescid yeniden bina olunmuştur). Arta kalan temel duvarları, bugün yahudiler tarafından (Ağlama duvarı) adıyla anılmakta ve bu duvar önünde duâ etmektedirler.
Süleyman aleyhisselâm zamanında, Kudüs dünyanın en zengin, en güzel şehri olmuştu. Süleyman aleyhisselâmın yaptırdığı saraylar, bu sarayların içindeki daireler, burada bulunan kıymetli eşyalar hakkında birçok hikayeler vardır.Denebilir ki dünyada şimdiye kadar hiçbir hükümdar, Süleyman aleyhisselâm gibi muhteşem ve masallara benzeyen bir hayat sürmemiştir. Süleyman aleyhisselâmın müteattid zevceleri ve cariyeleri vardı. Süleyman “aleyhisselâm” ticarete çok ehemmiyet verdiğinden, zenginliği günden güne artmış ve sarayını yeni ve kıymetli güzel eşyalarla süslemiş, birçok kıymetli atlar, kuşlar ve sair hayvanlar beslemiştir. Sarayda günde 30 sığır, 100 koyun, düzinelerle geyik ve ceylan kesilirdi. Süleyman “aleyhisselâm” dâima sulh arzu etmiş, komşularıyla iyi geçinmeye ve dostluk kurmaya çalışmıştır. Komşusu Mısır Firavunının kızı ile evlenmiş, ayrıca Saba Melikesi Belkis’i de hak dine çağırmış ve onunla dostluk kurmuş, İslam tarihçilerinin rivayetine göre, onunla da evlenmiştir. Belkisin Süleyman aleyhisselâmdan davet aldığı, Kurân-ı Kerîmin Neml sûresinin 29-32. ayetlerinde zikir olunmaktadır.
Süleyman aleyhisselâm da, bütün Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gibi, son derece âdil bir hükümdardı. (Süleyman adaleti), Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” adaleti gibi, bütün dünyada adalet misali olarak kabul edilmiştir. Süleyman aleyhisselâm, diğer inanışlara karşı da müsamahalı davranmış, fanatik yahudilerin protestosuna rağmen, başka din mabedlerini de yaptırmıştır. Bu yüzden dünyanın her tarafında büyük bir saygı ve sevgi kazanmış, adeta cihana numune olmuştur. Babası Davud aleyhisselâmın dinini devam ettirmiştir.
Süleyman aleyhisselâmın ahvali Kurân-ı Kerîmde yazılıdır. Sebe sûresinin 12. âyetinde meâlen, “Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman’ın emrine verdik. Onun için, su gibi erimiş, bakır akıttık. Rabbinin izini ile iş gören bir takım cinleri de, Onun emri altına verdik ve bunların içinde emirlerimizden çıkan olursa, ona alevli ateşin azabını tattırdık” buyurulmuştur.
Sad sûresinin 30-39. ayetlerinde meâlen, “Davud’a, Süleyman’ı bahşettik. O, güzel bir kul idi. Çünkü O, dâima [zikir ile tövbe ile] Allahü teâlâya teveccüh eder. Onu çok tesbîh ederdi. Ona bir akşam üstü çok hızlı giden, kıymetli cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman: Ben bu iyi mallar ile meşgul olarak Rabbimin zikrinden mahrum kaldım, akşam oldu demişti. Çok üzüldü. Onları bana geri verin! diyerek, bacaklarını ve boyunlarını kesti. [Etlerini fakirlere dağıttı.] Sonra, eski haline döndü. Rabbim, beni bağışla. Bana benden sonra hiç kimsenin erişemeyeceği bir hükümranlık ver. Sen, şüphesiz dâima ihsanda bulunansın! dedi. Biz de bunun üzerine istediği yere Onun emri ile giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve demir halkalarla bağlı olan diğerlerini, Onun emrine verdik. İşte bizim ihsanımız budur. İstersen, başkalarına da ver, istersen verme! Bizim ihsanlarımız hesapsızdır dedik. Doğrusu dünyada verdiğimiz bu nimetler gibi, ahirette de yüksek bir makâmı ve güzel geleceği vardır” buyurulmuştur.
Yahudi ve hıristiyan yayınları şimdi ellerinde bulunan Kitâb-ı mukaddes, yani Tevrat ve İncil dedikleri kitabın 3 kısmının Süleyman aleyhisselâmın kitabından alınmış olduğunu iddia ederler. Bunlar (Ahd-i atik) in, (Süleyman’ın meselleri, vaiz ve Neşideler neşidesi) kitaplarıdır. Tevratta, Süleyman aleyhisselâmın rüzgara, kuşlara ve sair hayvanlara emrettiği, onların dilini anladığı, kuş ve hayvanların da Onun emirlerini derhal yerine getirdiği, emri altında bulunan cinler sayesinde yaptırdığı bütün binaların büyük bir sürat ile meydana çıktığı, zikir edilmektedir.
Süleyman aleyhisselâm zamanında, Davud aleyhisselâm zamanındaki medeni haklar daha genişletildi. Yeni ahkama göre, babaların çocukları üstünde sınırsız hakları vardı.Bir çocuk, kaç yaşında olursa olsun, babasının emirlerini yerine getirmekle mükellef idi. Büyük çocuk mirasta 2 kat pay alıyordu. Nişanlanma, evlenme gibi hususlar, ancak aile büyükleri tarafından kararlaştırılmakta, evlenecekler kendileri için seçilen eşleri kabule mecbur bırakılmakta idiler. Boşanan kadın, zevcinden (Mehr) adında bir para alırdı. Çocuksuz veya çocuğu ölmüş bir dul kadın kaynı ile evlenmek zorunda idi. Bu evlenmeden sonra doğan ilk çocuk, ölen zevcin çocuğu sayılır, onun mirasını alırdı. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine müsaade olunuyordu.
Süleyman aleyhisselâmın vefâtından sonra, Beni İsrail, 12 kabileye ayrılmış, birbirlerine düşmüşlerdir. Bu ayrılış, daha Süleyman aleyhisselâm hayatta iken başlamış, fakat Süleyman aleyhisselâm, Allahü teâlânın ihsanı ile kabileleri bir arada tutabilmişti. Süleyman aleyhisselâmın yerine oğlu Rehoboam geçti. 12 kabileden yalnız ikisi ona sâdık kaldı. İsrail devleti 2’ye ayrıldı. Bu devletlerden biri, (İsrail) olup 10 kabileyi topladı. Geri kalan 2 kabileye (Yehuda) devleti denilir. Kudüs’te kaldı. Azdılar. Allahü teâlânın gazabına uğradılar. Bir müddet Asuri devletine bağlı olarak kaldılar. Asuri hükümdarı Buhtunnasar (Nebukadnezar), milattan 587 sene evvel, Kudüs’ü yakıp yıktı. İsrailoğullarını zorla Kudüs’ten çıkararak Babil’e sürdü. Ancak İran Şahı Keyhusrev [Kirüs], Asurileri mağlub edince, yahudilerin tekrar Kudüs’e dönmelerine izin verdi. Yahudiler Kudüs’e dönerek, yanmış olan bu şehri biraz tâmir ettiler. Evvela İranlıların, sonra, Makedonyalıların idaresi altında yaşadılar. Milattan önce 64 senesinde Romalılar Kudüs’e girdiler. Şehri yeni baştan yakıp yıktılar. Romalılar bir kere daha, milattan 70 sene sonra, Kudüs’ü yerle bir ettiler. Roma İmparatörü Titüs, Kudüs’ü tamamen yaktı.
Yahudiler, Romalıların idaresi altında iken, Îsâ aleyhisselâm dünyaya geldi. Bu felaketler sırasında hakiki Tevrat nüshaları yok edildi. Tevrat diye çeşitli kitaplar yazıldı. Bunlara birçok yabancı parçalar, hurafeler ilave edilmiştir. Bunun için Allahü teâlâ, yahudilere [ve sair insanlara] doğru yolu göstermek için Îsâ aleyhisselâmı Peygamber olarak gönderdi. Yahudiler, Îsâ aleyhisselâmı Peygamber olarak tanımak istemediler. Halbuki onlar, Tevratta yazılı olduğu gibi, bir peygamber geleceğini biliyorlar ve bekliyorlardı. Fakat, bu Peygamberin “aleyhissalatü vesselâm” gâyet kudretli, cesur, tuttuğunu koparan bir insan olmasını, onları Romalıların elinden kurtarmasını düşünüyorlardı. Çok yumuşak olan Îsâ aleyhisselâmı beğenmediler. Ona yalancı Peygamber dediler ve annesi hazret-i Meryem’e iftirâ ettiler. Bugün dünyada yahudi olarak kalmış 15 milyon kadar insan vardır. İçlerinde hakiki Tevrata tâbi olan hiç yoktur. Milletler arası bir istatistik olan (Britannica of the year) Almanağına göre, bunların hepsinin dinlerinin müşterek olduğundan şüphe edilmektedir. Çünkü, yahudilerin içinde çok çeşitli fırkalar vardır.
Tavsiye Yazı —> İbrahim aleyhisselam kavmini nasıl imana davet etti?