Sual: Sultan II.Abdülhamid tahttan indiğinde Osmanlı Devleti’nin sınırları kaç km² idi?
Cevap: Asya’da 3.582.112 km²; Afrika’da 5.213.180 km2 ve Avrupa’da 333.588 km² olmak üzere cem’an 9.129.880 km². Günümüzde Türkiye’nin yüzölçümü ise 783.562 km²dir.
Sual: Sultan Abdülhamid devrinde hiç toprak kaybedilmediği doğru mudur?
Cevap: Sultan Hamid’in saltanatının ilk yıllarında iktidar Mithat Paşa ve avanesinin elindeyken 1877 Osmanlı Rus Savaşı çıktı. Mağlubiyetle biten bu harb neticesinde imzalanan anlaşmalarla, çok toprak kaybedildi. Bunlarda Sultan Abdülhamid’in bir rolü yoktur. 1878’de iktidarı eline aldı. 1908’e kadar tek elden memleketi idare etti. Onun zamanında savaş ve toprak kaybı olmamıştır.
Sual: Sultan II.Abdülhamid’in zamanında rakı fabrikasının açılmasına izin verildiği doğru mudur?
Cevap: Gayrımüslimlerin içki içmesi, imal etmesi ve alıp-satması caizdir. Bunların açılmasına da hükümet izin verir. Günümüzde Almanya, İngiltere gibi memleketlerde müslümanların cami açarken bu devletlerden izin almaları gibi.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in dinî hocası veya manevî şeyhi var mıydı? Varsa hangi tarikata mensup idi? Bir ara Seyyid Fehim Arvasî ile görüştüğünü işittim. Yoksa Nakşî miydi?
Cevap: Sultan II. Abdülhamid’in Şâzelî Şeyhi Trabluslu Zâfir Efendi’ye mensup olduğu bilinen bir keyfiyettir. Zâfir Efendi’ye Yıldız aykınında bir tekke tahsis etmiştir. Şeyhin kabri de buradadır. Vefatından sonra Kâdirî şeyhi Halebli Ebulhüdâ Efendi’nin sohbetinde bulunmuştur. Daha evvel Nakşî meşâyihinden Gümüşhanevî Ziyaeddin Efendi’nin sohbetlerinde de bulunduğu malumdur. Seyyid Fehim Arvasî, hacca giderken İstanbul’a uğramış, padişah tarafından çk hürmet görmüş, kendisine İstanbul’da bir tekke bile teklif edilmiştir. Netice itibariyle Sultan II. Abdülhamid Şâzelî tarikatına mensup idi. Aynı zamanda Kadirî ve Nakşî meşrebli olduğu anlaşılıyor.
Sual: Bir tarihçi, Sultan Abdülhamid’in, Siyonistlerin Filistin için vaad ettiği parayı az bulduğundan dolayı kabul etmediğini söyledi. Ne dersiniz?
Cevap: Kitaplar böyle demiyor. Bu doğru olsa bile, onları oyalamak için veya alay etmek için söylemiştir.
Sual: Sultan II. Abdülhamid in Osmanlıcı mı, yoksa İslamcı mıdır?
Cevap: Bu gibi cereyanlar beşeridir ve hepsi zararlıdır. Sultan Abdülhamid, padişah ve halife sıfatıyla bu gibi cereyanlardan uzaktır. Zaten bir hükümdarın böyle bir cereyana mensup olması beklenmez. O, halifelik nüfuzunu kullanarak İslam birliğini müdafaa etmiş; dünya müslümanlarına faydalı olmaya çalışmıştır.
Sual: Sultan Hamid devrinde, memleketin yarı sömürge haline geldiği, dolayısıyla tahttan indirilmesinin iyi olduğu istikametinde görüş hakkında ne denebilir?
Cevap: Sultan Hamid zamanında Osmanlı Devleti eski gücünden çok şey kaybetmişti. Ama yine de dünyanın en büyük 5 devletinden biriydi. Sultan Hamid, askerî ve ekonomik gücü kâfi gelmediği için, diplomatik yollarla milletlerarası dengeyi gözetmiştir. Esas 1908’den sonra memleket yarı sömürge hâline gelmiştir. Almanya, I. Cihan Harbi’ni kazansaydı, Osmanlı Devleti’nin tam bir Alman müstemlekesi olacağı kuvvetle muhtemeldir.
Sual: Sultan II. Abdülhamid tarafından 1906’da Mustafa Kemal’e Mecidiye nişanı verildiği doğru mudur?
Cevap: Evet. Beşinci rütbeden. Rutin bir tatbikattır. Resmî vazifeli herkese verilir. Nişan verme salahiyeti padişaha aittir. Ama kendisi vermez; hükümet sırası gelene yollar.
Sual: Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretlerinin “Bu millet Sultan Aziz’in ahını çekiyor, Sultan Hamid’e daha sıra gelmedi” dediği rivayet ediliyor. Şimdi sizce Sultan Hamid’in ahına sıra geldi mi veya geçti mi?
Cevap: Sizce geçti mi? Sultan Aziz’i tahttan indirip öldürttüğü mahkeme kararıyla sübut bulmuş ve mahkum olmuş Mithat Paşa’nın nâmı her yerde hürmetle yaşatılıyor.
Sual: Abdülhakim Arvasi hazretleri “Bu millet Sultan Aziz’e yapılanların âhını çekiyor. Sultan Hamid’e sıra gelmedi” buyurmuş. Halkın bu olanlardaki suçu nedir?
Cevap: İnsanların çoğu fiilen veya kalben bu facianın yanında oldu. Olmayanlar da olanların hâsıl ettiği sıkıntılardan mecburen müteessir oluyor. Kurunun yanında yaş da yanar.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’i doğru anlamak cihetinden hangi kitapları tavsiye edersiniz?
Cevap: Sultan Hamid hakkında taraftar ve muhaliflerin çok eseri vardır. Çoğu sübjektiftir. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin “Behice Sultan’la Altı Ay” kitabı okunabilir.
Sual: Sultan Abdülhamid’e suikast tertiplendiği sırada, Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile birkaç dakika konuşması sayesinde padişah suikastten kurtuldu. Bu esnada ne hakkında konuşuyorlardı?
Cevap: Hamidiye Câmii’nin imamı, câminin akan çatısının tamirini arzediyordu.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in çarşafı yasaklattığı doğru mudur?
Cevap: Tam tesettürü temin etmediği ve suçlular çarşafa girip kaçabileceği için men etmiştir.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in peçeyi yasaklaması dine uygun bir hareket midir?
Cevap: Halife, maslahat icabı, mübahları emredebilir veya yasaklayabilir. Kadının yüzünü örtmesi lâzım değildir. Fitne zamanında örtmesi iyi olur demek, dinen müstehab olduğunu göstermez. Sultan II. Abdülhamid, peçeyi yasaklamadı.
İlk çıktığı zamanlar emniyet mülahazası ile çarşafı men etmek istedi. Kadınlar eskiden olduğu gibi ferace giyip yüzlerini hafif bir tül ile örtüyorlardı. Sonra çarşaf ve peçe yayıldı.
Sual: İslam Ansiklopedisi’nde Sultan II. Abdülhamid maddesinde şöyle bir cümle geçiyor: “Anne sevgisinden mahrum oluşu, babasının kendisine karşı soğuk davranması onu çocuk yaşından itibaren yalnızlığa mahkûm etmiştir.” Doğru mudur?
Cevap: Annesi Tirimüjgân Kadınefendi, oğlu 10 yaşında iken vefat etmişti. Sonra babası kendisini çocuğu olmayan zevcelerinden Perestu Kadınefendi’ye verdi. Bu hanım, Şehzâde’ye öz anne gibi davrandı; o da kendisine öz annesi imiş gibi hürmet ve muhabbet gösterdi; hatta tahta çıkınca valide sultan ilan etti. Dolayısıyla anne şefkati görmediği doğru değildir. Babası Sultan Abdülmecid’e gelince, annesini küçük yaşta kaybeden bu oğlunun zeki ve içli olduğunu görüp, çok alâka göstermiş; iyi yetişmesini temin etmiştir. Hatta padişah veremden vefat ederken, kimse korkudan yanına yanaşamadığı halde, Şehzâde Abdülhamid Efendi, babasını ziyarete gitmiş; kendisini görünce hıçkırıklara boğulmuştu. Babası “İçli oğlum benim” diyerek teselli etmişti. Sultan Hamid’in yalnızlığı, tahta çıktıktan sonra memleketi düzeltmeye çalışması sebebiyle çok düşman edinmesi ve bu düşmanlarından korunmak adına içine kapanmasıyla izah edilebilir.
Sual: Sultan Abdülhamid, 1908 yılında isyancıları neden katletmemiştir? Bu iş en azından hata değil midir? Şer’an hangi cezalar verilebilirdi?
Cevap: Katledememiştir; zira darbe ile gücü elinden alınmış; ertesi sene de tahttan indirilmiştir. İmkânı olsaydı, darbeyi önlerdi.
Sual: Sultan Abdülhamid’in, Taftazani’nin Şerhü’l-Akaid adlı eserinde “İmamet Kureyştendir” cümlesini çıkartarak yeniden bastırdığı doğru mu?
Cevap: Padişah tahttan indirildikten sonra, amme efkârını buna ikna edebilmek için böyle çok şey uydurulmuştur.
Sual: Sultan II. Abdülhamid devri için devlet kitaplarında bile istibdad kelimesinin geçmesini nasıl değerlendirmelidir?
Cevap: İstibdad kelimesi ile eğer parlamentonun bulunmadığı mutlakıyet idaresi kast ediliyorsa sözümüz yoktur. Ancak hakaret maksadıyla kullanılıyorsa, olacak şey değildir ki umumiyetle bu maksatla kullanılıyor. Sultan Hamid’i müstebid diye deviren İttihatçıların devri meşrutiyet ve tek parti devri de cumhuriyet diye anılıyor ki bunun da hakikatle alakası yoktur. Her ikisi de Sultan Hamid devrini mumla aratan hakiki birer istibdad devriydi.
Sual: Sultan Abdülhamid’in Hareket Ordusu önünde Hızır aleyhisselamı gördüğü ve zamanın Özbek kutbunun, “Halk zulme müstehak oldu, bu yüzden tahtı bırak” dediği şeklindeki rivayetleri nasıl anlamalıdır?
Cevap: Padişah, tahtını elbette bırakmak istemedi. Zaten vazifesi de budur. Fakat şartlar ona buna mecbur etti. Zira elinde mukavemet edecek gücü yoktu. Etrafında sadık kimse kalmamıştı. Bunlar manevî izahlardır. Hazret-i Osman’ın içtihadına uyarak, güçlü düşmana direnmeyen Sultan Hamid’in kansız ve huzur içinde geçen idaresinden sonra memleket, siyasi idamlar, suikasdler ülkesi oldu.
Sual: Hakiki Hamidiye Marşı hangisidir?
Cevap: Sultan Hamit devrinde çağırılan Hamidiye Marşı bugün popüler değildir. Mehter repertuarında yoktur. Mehter marşı tarzında söylenen ve “Döşetti Hicaza” diye başlayan marş, ‘Hamidiye Marşı değildir. Osmanlı Marşları adıyla yakın zamanda neşredilen bir CD’de Hamidiye Marşı’nın bir versiyonu çalınmıştır. Ey şehinşahı muazzam… diye başlayan sözleri bu kayıtta yoktur.
Sual: Sultan Hamid’e 1905 yılındaki suikastte Edward Jorris planlayıcı olarak yakalanıp mahkûm olduğu halde, cezası müebbed hapse çevrilip, sonra da istihbarat yapma kaydıyla Avrupa’ya gönderilmişti. O günün şartlarında hayranlık uyandıracak siyasi bir hamle olarak görülse de adam öldürme gibi, kişilerin zarar gördüğü suçlarda suçluyu devletin affedemeyeceğini nazara alırsak, bu hadiseyi nasıl değerlendirmelidir?
Cevap: Kısas suçunun cezasını devlet affedemez. Bu hadisedeki öldürme suçları kısas şümulüne girmiyor, ta’zire giriyor. Bunlar ceza kanununa tabidir. Burada da halifenin af ve tebdil salahiyeti vardır.
Sual: Sultan II. Abdülhamid 93 Harbine girilmesine mani olamaz mıydı?
Cevap: Hayır, iktidar o zaman onun elinde değildi.
Sual: Sultan Abdülhamid’in Yahudi bir banker ile faiz işi yaptığı; borsa oynadığı; içki (rakı) fabrikaları kurduğu; genelevler açtığı söyleniyor. Bunları nasıl karşılamak lazımdır?
Cevap: Sultan Hamid, Londra, Paris, Viyana gibi dârülharb memleketlerininin borsasında muamele yaparak para kazanırdı. Böylece servet elde edip, bunu dine ve millete hizmette kullanmıştır. Bu işi elbette bir banker yapacaktır. O zaman da bu işler Yahudilerin elindedir. İçki fabrikaları kurduğu ve genelev açtığı iftiradır. İçki fabrikasının açılması gayet tabiidir. Dârülislamda gayrimüslimler içki içebilirler, imal edebilirler, alıp satabilirler. Bunda bir beis yoktur. İslâmiyet buna izin vermiştir. Yasaklamak caiz değildir. Umumhaneler ise gayrı resmi olarak her zaman her devirde mevcut olmuştur. Bunu devletin engellemesi mümkün değildir. Padişahın umumhane açtığını söyleyene ancak la havle denebilir.
Sual: François Georgeon’un Sultan Abdülhamid kitabında, bu padişahın şehzâde iken tahsile meraklı olmadığını, dikkatini vermediğini, hatta onların babasına vaziyeti şikâyet ettiğini; padişah olunca da bu noksanı hissettiğini; Türkçe’nin incelik ve derinliğine vâkıf olmadığını, tahsilinin ilk mektep seviyesini aşmadığını Vambery’den naklen anlatıyor. Ne dersiniz?
Cevap: Bir ecnebi, padişahı ne kadar tanıyabilir? Sultan Abdülhamid, şehzâde iken Vambery’den Fransızca okudu. Kendisi, İngiltere ve Osmanlı Devleti için çalışan Yahudi asıllı bir ajandı. Sonradan uzaklaştırıldığı için padişah hakkında menfi söylemesi normaldir. Fâsıkın bile sözüne inanılmazken, gayrı müslime inanılır mı? Sultan Hamid’in iyi bir tahsil ve terbiye gördüğü her hâlinden bellidir. Bu güzide hocaların ismini Yılmaz Öztuna hususi bir başlık altında sayıyor. Arapça, Farsça ve Fransızcası çok iyidir; konuşamaz, ama okuduğunu gayet güzel anlardı. Türkçesinin de mükemmel olduğu bellidir. Dini ilimleri ve tarihi gayet iyi bilirdi. Fizikten anlardı; silahların menziline dair risale yazmıştır. Böyle bir insan nasıl cahil olabilir? Bu, her devirde olması beklenen hasımlarının yaptığı menfi propagandadan ibarettir. Sultan Hamid, aleyhinde en çok kitap yazılan şahsiyetlerden birisidir.
Sual: Halk, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid’in arkasında neden durmadı?
Cevap: O zamanın şartlarında buna imkânları yoktu. Olup bitenlerden zamanında ve doğru olarak haberdar bile değildi. Haberdar olanlar da, dezenformasyon sebebiyle yanlış tevcih edilmişti. Bilenler ve gücü yetenler de yanlış tercihlerde bulunup, sonradan bunun ceremesini bizzat çektiler.
Sual: Sultan Hamid’in Şâzelî Şeyhi Ebu’ş-Şâmât Mahmud Efendi’ye yazdığı 22 Eylül 1913 tarihli mektubunun düzmece olduğunu söyleyenlere ne denir?
Cevap: Bilemeyiz. Torunları Kuveyttedir. Mektup ellerindedir. Bunu geçenlerde bir gazetede gösterdiler. Uydurma olsa bile, muhteva tarihi hakikatlere muvafıktır.
Sual: el-Ehadisu’l-Arbain fi Vucubi Ta’ati Emiri’l-Mü’minin. (Beirut: 1312/1893) isimli eseri Sultan Hamid toplatmış mıdır?
Cevap: Sultan Hamid zamanında her türlü kitap Maarif Nezâreti’ndeki bir âlimler encümeninin tasdikinden geçmedikçe basılamazdı. Beyrut’taki Hıristiyan matbaalar veya İstanbul’daki Acem denilen İranlı matbaacıların ruhsatsız olarak bastığı dinî ve her çeşit kitap toplanır, hamam külhanında yakılırdı. Muhalifleri padişahın dinî eserleri yaktırdığını söyleyerek menfi propaganda yapmışlardır.
Sual: Bazıları Müslümanlar için güzel günlerin yakın olduğunu söylüyor; bazıları Osmanlı garba hamile olduğu gibi, şimdi de Müslümanlığa hamile olduğunu söylüyor. Bu hususta neler söylenebilir?
Cevap: Sultan Abdülhamid devri, İslamiyet’in parlak olduğu, dinin sertaç edildiği bir devirdi. Onun tahttan indirilmesi ile İslâmiyet pâymal oldu. Millet, sür’atle maneviyatını kaybetti. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyurdu ki, “Hazret-i Ömer gelse, 40 yıl halifelik yapsa, bütün Müslümanlar ona yardım etseler, Sultan Abdülhamid devrini geri getiremezler; yani onun zamanındaki dindarlığı geri getiremezler.” Şu şuna hamileydi gibi sözler, hakikati aksettirmeyen manasız sözlerdir. Mehdî’nin çıkacağı haktır. Ehl-i sünnet inancında böyledir. Ne zaman geleceği belli değildir. İslâm güneşi battı; Mehdi gelince yeniden doğacak. Buna fazla kafa yormaya lüzum yoktur. İnsan, kendi haline bakmalıdır. İslâmiyetin ferdî yaşanma zamanıdır.
Sual: Abdülhamid Han’ın kendisini tahttan indirenlere beddua ettiği ve hakkını helâl etmediği doğru mudur?
Cevap: Duymadık ama bundan tabii ne olabilir? Sevinecek hali yok neticede
Sual: Bir yazıda Sultan Hamid’in tahttan indirilmesinde Jön Türkleri destekleyen Yahudi lobisinden bahsediliyor. Bununla kimler kast edilmiştir?
Cevap: Bu lobinin başında banker Emanuel Carasso vardır. İtalyan Yahudisidir. Talat paşanın bankeridir. Bağdadlı David Sassoon Haskal ben Ezekiel, Jön Türklerin İngiltere ile ekonomik temasını yürütürdü. Milletvekili oldu. Sassoon’lar, Şark’ın Rothschildleri olarak tanınır. Beyrut’ta Anglo-Palestine Company mümessili Victor Jacobson; hahambaşı Haim Nahum; milletvekili Nesim Mizliyah, Maliye Nezareti müsteşarı Nesim Russo da bu lobinin önde gelenlerindendir. Dışarıdan Theodore Hertzl, David Wolffsohn, Ze’ev Jacotinsky bu lobiyle münasebet halindedir. Ayrıca gerçek Yahudi sayılmayıp Sabataist diye anılan ve İttihat ve Terakki Partisi’nde çok sayıda bulunan Yahudi dönmeleri bu devirde mühim rol oynamıştır. Sivil ve askeri bürokratlar Cemal Paşa, Cavid Bey, Mithat Şükrü Bleda, Dr. Nazım; gazeteciler Halide Edip Adıvar, Hüseyin Cahid Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Namık Zeki Aral bunlardandır.
Sual: Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek için Selanik’ten gelen hareket ordusunda Mustafa Kemal de var mıydı?
Cevap: Ordunun erkân-ı harb kumandanı idi. hatta orduya bu ismi veren de odur. Ayrıca Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Refet Bele gibi nice kumandanlar bu orduda idi.
Sual: Sultan Abdülhamid’in Mahmud Şevket Paşaya yazdığı söylenen bir dilekçe var. Gerçek midir?
Cevap: Sultan Hamid’e ait olduğu söylenen bu dilekçe, daha evvel Celal Bayar’ın hatıralarında da geçiyor. Sahih olduğuna dair bir delil yoktur. El konulan paraların haklı sebeplerle el konulduğunu göstermek için uydurulmuş olabilir. Üslup Sultan Abdülhamid’e ait değildir.
Sual: Sultan Abdülhamid’in, Sultan V. Murad iyileşinceye kadar vekâleten tahta oturduğu doğru mudur?
Cevap: Bu, Jön Türkler’in uydurmasıdır. Hatta bir de güya sened tanzim edip altını imzalatmışlar. Ben bu senedi Sultan Murad evladında gördüm. Ciddiye alınacak bir şey değildir.
Sual: Sultan Abdülhamid’in hükümeti ve sadrazamı sembolik bir şekle dönüştürüp, nâzırlıklarda ve sadaret makamında sık sık değişiklik yaparak kimseye güvenmediği doğru mudur?
Cevap: 1878 Rus mağlubiyeti sonrasında ipleri eline alıp, memleketi saraydan idare ettiği ve sadaret makamı ile nazırlıkları biraz pasifize ettiği doğrudur. Saraydan geçmeyen ve buranın tasvibini almayan hiçbir iş icraata sokulamazdı. Bunu biraz da mesuliyeti üzerinden atmak isteyen sadaret ve nezaretler bu hâle getirmiştir. Ancak sadrazamların ve nazırların sık sık değiştiği doğru değildir. Sultan Hamid’in sadrazamları, nazırları ve valileri ile diğer memurları çok uzun zaman vazife yapmalarıyla meşhurdur. Bazısı makamında vefat etmiştir.
Sual: “100 gram aklın 90 gramı Abdülhamid Han’da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir” sözü Bismack’a mı aittir?
Cevap: Duymadım. Uydurmaya benziyor. Bismark bunu söyleyecek biri değildi. Mütekebbirdi. Sultan Hamid’e de pek sıcak bakmazdı. Hatta Almanya ile Osmanlı Devleti’nin ittifakını önlemek için çalışmıştır. Sultan Hamid, ustaca bir manevra ile Kayzer ile bunun arasını bozmuştur. Belki bunu öğrenip, padişahın zekâsını takdir etmiş olabilir.
Sual: “Japon İmparatoru ile görüştüm ; basit buldum. İngiliz Kralı ile görüştüm; kendi ayarımda buldum. Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han ile görüştüm; heybeti, zekası ve nezaketi karşısında beni bir titreme aldı.” Alman İmparatoru II. Wilhem ‘İn böyle bir sözü var mı?
Cevap: Duymadım Kayzer bunu söyleyecek bir adam değildir. Son zamanlarda Sultan Hamid ve diğer padişahlar ile alâkalı çok garip söz ve hâdiseler naklediliyor, ciddiye almamalıdır.
Sual: 93 harbi kahramanlarından Ahmet Muhtar Paşa’nın, Abdülhamid Han’ın hal edilişinde bir payı var mıdır?
Cevap: Padişahın tahttan indirilmesine dair kanun takririni Muhtar Paşa vermiştir. Menfi hususiyetleri daha fazladır.
Sual: Sultan Hâmid mi, Hamîd mi?
Cevap: Abdülhamîd. Ancak Sultan Hamîd demek âdet olmuştur.
Sual: “Murad” ve “Yıldız” gibi kelimelerinin neşriyatta kullanılmasını Sansür Heyeti veya Sultan Abdülhamid gerçekten men etti mi?
Cevap: Hayır, men etmedi. Fakat gerek gazeteciler, gerek sansür, kraldan çok kralcılık yaparak veya aşırı tedbirli davranarak bunları kullanmazdı.
Sual: Sultan II. Abdülhamid zamanında Kanun-ı Esasî hazırlanırken, istifade için Avrupa anayasalarının tercüme ettirmesinin sebebi nedir?
Cevap: Kanun-ı Esasî, devletin teşkilatına dairdir. Şer’î hukuk, bu hususta teferruatlı hükümler getirmemiş; esas birkaç kaideye uygun hükümler koymak hususunda hükümdara salahiyet vermiştir. Bu hükümler, örf ve âdetler, yahud Avrupa kanunlarından ilhamla hazırlanabilir. Bunda dine aykırı bir husus yoktur. Nitekim Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ticaret, muhakeme usulü, ceza gibi kanunlar Avrupa kanunlarından da istifade ile hazırlanmıştır. Kanun-i Esasî de Prusya ve Belçika anayasalarından ilhamla hazırlanmıştır. Ama birer bir aynı değildir.
Sual: Kraliçe Victoria, Sultan II. Abdülhamid’e yazdığı mektubuna “Kardeşim” diye başlıyor ve mektubunu “Majestelerinin hemşiresi” diyerek imzalıyor. Kraliçenin padişaha böyle hitab etmesini nasıl anlamak lazımdır?
Cevap: Diplomatik anane bunu icab ettirir.
Sual: Sultan Abdülhamid’in sigara içtiği doğru mudur? Sarayda tütüncü başı makamı var mıdır?
Cevap: Her ikisi de doğrudur. Tütün içmek sıhhati ve kesesi müsait olana mubahtır.
Sual: Başvekalet arşivindeki bir vesikada Sultan II. Abdülhamid’in 26 Temmuz 1894 tarihinde Osmanlı ülkesine gelen ecnebilerin şapka yerine fes giymelerini istediği yazıyor. Bunu nasıl anlamalıyız?
Cevap: Bunun şapka kanunu ile alakası yoktur. Hükümet ecnebilere bazı kayıtlar koyabilir. Kabul etmezlerse gelmezler. Vatandaşa insan haklarına aykırı bir yasak veya emir konamaz. Şapka kanununun maksadı başkadır. Eskiden ABD’ye girerken imzalanan taahhütnamede, (Mormonlara reaksiyon olarak) birden fazla kadınla evlenmeye karşı olduğu ibaresi bulunur; bunu imzalamayanı ABD’ye almazlardı.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in Esad Erbili’yi sürgüne gönderdiği doğru mudur?
Cevap: Evet. İstanbul’daki bazı faaliyetleri sebebiyle memleketi olan Irak’a sürgün etmiştir. Meşrutiyet ilan edilince geri dönmüş; İttihatçılar da kendisini Meclis-i Meşayih reisi yapmıştır.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in yaptırdığı eserleri paylaşabilir misiniz?
Cevap: Sultan II.Abdülhamid’in yaptırdığı eserler Aydın Talay’ın, Hizmetleri ile Sultan Abdülhamid ve Hilmi Işık’ın Eshab-ı Kiram kitabının 296. sayfasında uzun yazıyor. Çanakkale ile Erenköy arasında 10 tabya ve bataryada 80 top yerleştirildi. Anadolu Yakası’nda Mecidiye, Hamidiye, Mesudiye, Namazgâh, Yıldız, Ertuğrul ve Orhaniye tabyaları yapıldı. Bolayır’daki tabyalar yenilendi.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in Ramazan-ı şerif ayının son on gününde Ertuğrul Tekke Câmii’ne gelip, ikinci katta bulunan üç metrekarelik odada ekmek, su gibi zaruri ihtiyacı bulunmadan çıkmayıp itikâfa girdiği doğru mudur?
Cevap: Sultan Hamid gibi bir hükümdarın, onca işin arasında 10 gün itikâfa gireceğini zannetmiyorum. Câmide bir an bu niyetle bulunmak da itikâf için kâfidir; müstehabdır.
Sual: Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan kitabında (s: 239) Sultan Abdülhamid Han’ın, ampulü bulan Edison’a Türkiye’ye gelip çalışmalarına buradan devam etmesini teklif ettiği ve Amerika’da kazandığı paranın 20 mislini teklif ettiği iddia ediliyor. Bunun aslı var mıdır?
Cevap: Hiç bir vesikada rastlanmayan bu iddianın mübalağa olduğu anlaşılıyor. Bahsettiğiniz kitap hüsnü niyetle yazılmış olmakla beraber, umumu cihetiyle ciddi ve muteber değildir. bu gibi işler, Sultan Hamid düşmanlarının eline koz vermekten başka bir şeye yaramıyor.
Sual: Ulu Hakan kitabında geçen Flora Kordiyle Sultan Abdulhamid Hanın şehzadeliğinde gizlice evlendiği doğru mudur?
Cevap: Bu kitaptaki bilgilerin bazısı doğru değildir.
Sual: Sultan Abdülhamid tahttan indirildikten sonra Yıldız Sarayı yağmalandı. Saraydaki hanedan mensuplarına, padişahın hanımlarına, çocuklarına ne yapıldı?
Cevap: Hepsi tahliye edilerek sokağa atıldılar. Aile mensupları sağa sola sığındı. Haremdeki hizmetkârlar ve cariyeler, bir kısmı ailelerinin yanına döndüler, bir kısmı Darülaceze’ye gittiler, bir kısmı sokaktan gecen bekçi, kayıkçı, hamal gibilerce nikâhlandı, bir kısmı sokaklara düştüler.
Sual: 1905’de Mustafa Kemal’in mezuniyetinde sultan Abdülhamid’in diplomayı verirken, demek sen geldin ha, dediği doğru mudur?
Cevap: Hayır. Padişahların diploma merasiminde bulunduğu hiç vâki değildir. İkisi hiç görüşmemiştir.
Sual: Ahmet Semih Mümtaz’ın Sultan Abdülhamid hakkında verdiği malumatlar muteber midir?
Cevap: Mabeynde çalışmış olsa da, şiddetli bir muarızıdır. Hadiseleri çarpıtması ve tahrif etmesi ile bilinir. Asla muteber değildir.
Sual: Bazı tarihçiler Sultan Hamid zamanında çok mektep kurulduğunu, ama bunların muvaffak olmadığını, verilen tahsilin kifayetsiz bulunduğunu söylüyor. Maarif politikasının ani değişmesi sebebiyle sistemin oturmadığını, bilhassa liyakatsiz muallimlerin bulunduğunu söylüyor. Kazım Karabekir de hatıratında bu meseleye temas ediyor. Ne dersiniz?
Cevap: Maarif ıslahatı, Sultan Hamid ile başlamış değildir. Sultan III. Mustafa devrine kadar uzanır. Bu sebeple sistemin oturmadığından bahsetmek yersizdir. Her ıslahatın aksayan cihetleri, her sistemin aksak tarafları olabilir. Mali imkânsızlıklar, siyasi ve sosyal şartlar bazı meseleler hâsıl etmiş olabilir. Ama bugün bile iyi kötü işleyen maarif sisteminin kurucusu Sultan Hamid’dir. Sultan Hamid’in maarifteki hizmetlerini inkâr edemeyenler, bu sefer böyle lekelemeye çalışıyorlar. Kazım Karabekir Sultan Abdülhamid’in şuurlu bir düşmanıdır; hatta öldürmeye bile teşebbüs ettiğini hatıralarında anlatıyor. Ona inanılır mı? Ben rüştiye mezunu insanlar gördüm, kültür ve edebleri ile bugünkü üniversite mezunlarını okutacak seviyede idiler.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in 93 harbini engelleyebilecek gücü olmadığını söylemiştiniz. Padişahın alınan kararı veto etme hakkı mevcuttu. Bu kararı veto edemez miydi?
Cevap: İki padişahı tahttan indirmiş; bir tanesini öldürmüş; orduyu elinde tutan, İngilizleri arkasına alan bir çete iktidarda iken, bunlara karşı hangi veto hakkını kullanabilirdi?
Sual: Bazıları Sultan Abdülhamid’i 93 Harbinde savaşı saraydan idare etmeye çalıştığı için tenkit ediyorlar. Ne dersiniz?
Cevap: Meşrutiyet devri idi. Padişahın salahiyeti elinde değildi. Harbe darbeciler girdi, sonra yüzüne gözüne bulaştırdılar. Padişah, toparlamaya çalıştı. Sonra da mağlubiyetten padişahı suçladılar.
Sual: Sultan Abdülhamid ve Sultan Vahideddin kravat takmış mıdır?
Cevap: Evet. O devirde İstanbulin denilen yakalı ceket giyilmemişse, yüksek tabaka mutlaka kravat takardı.
Sual: Theodor Herzl Abdülhamid ile yüz yüze görüşmüş müdür?
Cevap: Hayır. Vasıta ile görüşmüştür.
Sual: Sultan Abdülhamid, Sultan Aziz’in katlinden dolayı suçlu bulunup Taif’e sürülen Midhat Paşa’yı öldürtmüş olabilir mi?
Cevap: Zaten idama mahkûm olmuştu; istese burada idam ettirirdi. Mithat Paşa’nın katil olduğu mahkeme kararı ile sabittir. İngilizlerin kaçırma tehlikesi zuhur edince, Muhafız Osman Paşa tarafından resen (padişahın emri olmaksızın) idam edildiği tahmin edilmektedir.
Sual: Sultan Abdülhamid’in Gazi Osman Paşa’yı aslında sevmediği, vefatından sonra hakkında kötü sözler söylediği doğru mudur?
Cevap: Bilemeyiz. İki kızını oğullarına verdi. Sarayda en yüksek mevkide tuttu, servete boğdu. Arap İzzet Paşa, sonradan neşredilen hatıratında zikrediyor ki, itibara şayan değildir.
Sual: Tarihi yazılar yazan bir gazeteci Sultan Hamid’in servetini yolsuzlukla edindiği, Sultan V. Murad’ın servetine el koyduğunu söyledi. Buna ne dersiniz?
Cevap: Hakikat tam aksidir. Sultan V. Murad tahta çıkınca, darbeciler Sultan Abdülaziz’in bütün para ve mücevherlerine el koydular; hem yeni padişahın borçlarını ödediler; hem de darbeyi finanse ettiler. Sultan V. Murad tahttan ayrılırken birkaç milyon borcu vardı. Bunu da Sultan II. Abdülhamid ödedi. Bu çok bilinen bir şeydir. Sultan II. Abdülhamid şehzadeliğinden beri meşru yollardan servet sahibi olmuştur. Buna da İttihatçılar el koymuştur.
Sual: Bir yerde okuduğuma göre, “Sultan Hamid, Jön Türklerin siyasî taleplerini zamanında dikkate alsaydı; 1908 ihtilaline gerek kalmazdı ve tahtını da kaybetmezdi. Ne dersiniz?
Cevap: Hâdise bu kadar basit midir? Sultan Hamid bu talepleri kabul etseydi, çözülme daha evvel olurdu kanaatindeyim. Çünki maksad sadece parlamento değil; başka bir zümrenin hâkimiyetini kurmak ve emellerini gerçekleştirmekti.
Sual: Sultan Abdülhamid’in, Arthur Conan Doyle’un eserlerini okumasının, muvaffakiyetinde ne gibi tesiri olabilir?
Cevap: Muvaffakiyetle alakası yoktur. Zihnini dinlendirmek, istirahat etmek için okur. Mamafih bu kitaplarda zekice vak’a tahlilleri vardır. İnsan bunlardan istifade edebilir; zekâyı parlatır.
Sual: 93 harbine girildiği zaman Sultan Abdülhamid’in hiç salahiyeti olmadığını söylüyorsunuz. Ama savaş başlamadan evvel Midhat Paşa’yı azledip sürgüne gönderdi. Hiç salahiyeti olmasa bunu yapabilir miydi?
Cevap: Harbi başlatan Midhat Paşa oldu. Sürgün kararı alındığında, harb hâli başlamıştı. Midhat Paşa’nın azil ve sürgünü, Kanun-i Esasi’ye muhaliflerini sindirebilmek maksadıyla koydurttuğu 113. maddeye göredir. Midhat ve ekibinin tasfiyesi bir anda olmamıştır. Bu ilk adımdır.
Sual: Sultan Abdülhamid’in Güneydoğu Anadolu için petrol haritası çıkarttığı, buradaki petrol olan bölgeleri tespit ettirip buralarda çalışmalar yapıldığı doğru mu?
Cevap: Evet. Ama bu harita ve tedkikat ne kadar sıhhatlidir bilemiyoruz. Ama o zaman için petrol çıkartılmıyordu.
Sual: Sultan Hamid devrinde niçin Mızraklı İlmihal, Kısas-ı Enbiya, Mukaddime, Evliya Çelebinin meşhur Seyahatnâmesi gibi dinî hüviyetli ve muteber kitaplar, sansüre uğramış veya yasak edilmiştir?
Cevap: Acem matbaalarının ruhsatsız olarak bastığı kaçak kitaplar, içlerinde fahiş baskı hataları olduğu için yasaklanmış ve yakılmıştır.
Sual: Sultan Abdülhamid’in annesi Tirimüjgan Sultan Ermeni mi, Çerkes midir?
Cevap: Bir gayrımüslimin halife sarayında ne işi var. Tirimüjgân Kadınefendi, saraydaki hanımların hemen hepsi gibi Çerkez asıllıdır. Şapsığ kabilesindendir. Sultan Hamid’den yüz bulamayarak yurt dışında aleyhinde kitaplar yazan Ahmed Saib, güya halkın gözünden düşürmek maksadıyla Sultan Hamid’in annesinin Çandır adında Ermeni bir kadın olduğunu yazmıştır. Şu kadar ki, Osmanlı kültüründe bir Müslümanın hangi ırktan olduğu mühim değildir. Zira insan ırkını seçemez.
Sual: Akif’in câmide çok ağlayan birini gördüğü, bu kişinin Sultan Hamid zamanında askerlikten ayrıldığı için rüyasında Peygamber Efendimizi görerek, Sultan Hamid’e atfen, ‘Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik’ dediği hâdise gerçek midir?
Cevap: Hâdise, başka bir menkıbenin, uyarlanmış hâlidir. Akif taraftarlarının, Sultan Hamid düşmanlığın güya nâdim olduğunu göstermek için tertip ettiği bir hâdise olduğu çok açıktır. Menkıbe, Halife Harun Reşid zamanında, ibadetle meşgul olmak üzere, halifenin istememesine rağmen memuriyetten istifa eden birinin gördüğü rüyaya dairdir. Yerine geçen Müslümanlara zulmettiği için, rüyasında Peygamber Efendimiz kendisinden yüz çevirmiş ve halifeye senin istifasını kabul ettiğin kimsenin biz de istifasını kabul ettik buyurmuş; o da gidip istifasını geri almıştır.
Sual: Sultan Hamid, tahtan indirildikten sonra Sultan Reşad ile hiç görüştü mü?
Cevap: Hayır.
Sual: İslâm hukukuna en uygun idare şeklinin meşrutiyet olduğunu yazmışsınız. O devrin neşriyatından da anladığımız üzere Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi, Said Nursi, Manastırlı İsmail Hakkı gibi simalar da bu fikirdedir. Şu halde Halife Sultan II. Abdülhamid neden meşrutiyete karşı idi?
Cevap: Hakkında kitap yazılacak bir meseleye burada cevap vermenin kolay olmadığını takdir edersiniz. Bunların istediği meşrutiyet farklıdır. Avrupaî bir meşrutiyettir. Parlamentonun, hükümdarın salahiyetlerini tahdit ettiği bir konstütüsyonel monarşidir. İslâm hukukuna uygun olan meşrutiyet bu değildir. Halife, şer’î kanunlar ve maslahat prensibi çerçevesinde icraatta bulunursa, buna meşrutiyet denir. Sultan Abdülhamid devri gerçek manada bir meşrutiyet idi. Sultan Abdülhamid meşrutiyete karşı değildi. Kanun-i Esasî’yi ilan eden padişah odur. Ama sonra bunun memlekette yürümediğini, din ve millet düşmanlarının oyunlarına alet olduğunu gördü ve bundan uzak durdu. Bu şahsiyetlerin, o zamanın icaplarını idrak etmeleri, kabiliyetleri nisbetinde olabilmiştir. Bazısı cumhuriyeti bile müdafaa etmiştir.
Sual: Sultan II. Abdülhamid devrinde şark vilâyetlerinde mektepler kurulduğunu biliyoruz. Bu devirde İngilizlerin Şâfiî Arapları, “Halifeler Kureyş’tendir” hadis-i şerifini kullanarak Osmanlı hilâfetine karşı kışkırtması tehlikesine binaen, padişahın Şarkta Hanefîleştirme siyasetini başlattığı iddiası doğru mudur?
Cevap: Sultan Abdülhamid devrinde memleketin her yerinde halkın irfanını arttırmak ve devletin ihtiyacı olan memurları yetiştirmek maksadıyla mektepler kuruldu. Bunlar din mektepleri değildir. Dinî sahada medreseler hâlâ faaliyettedir. Şark’taki medreseler, yakın zamana kadar Şâfiî mezhebine göre tedrisata devam etmiştir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, bugün Şarkî Anadolu’da tek bir Şâfiî’nin bulunmaması gerekirdi. Bahsettiğiniz hadis-i şerifi kullanarak İngilizler Araplar arasında propaganda faaliyeti yürütmek istemişler; ama bizzat Arab âlimleri buna karşı çıkmıştır. Hem hadis-i şerif kışkırtıcılık bakımından mezhepler üstüdür. Yani gerekirse bir Hanefî veya Mâlikî’yi de kışkırtabilir. Üstelik Osmanlı ülkesindeki Müslümanların yarıdan fazlası Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe mensup iken, böyle bir teşebbüs akıl alacak iş değildir. Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebi Ehl-i sünnetin dört koludur. İnançları aynıdır. Burada kasdedilen belki Şiîlerdir. Yahud şu olabilir: Hanefî mezhebinde halife fâsık bile olsa vazifeden alınamaz. Şâfiî mezhebinde alınır. Belki İngilizler bunu kullanmak istemiştir. Fakat Sultan Abdülhamid için fâsık vasıflandırmasına da doğrusu kimse inanmaz. Halifenin meşruluğu için mezheb mühim değildir. Bu iddialar, İslâm inanç sistemini ve mezhebler tarihini iyi bilmemekten kaynaklanıyor zannederim.
Sual: Bir gazete yazarı “Batılılaşma Mikrobu” başlıklı yazısında, “Abdülhamid dindar ve İslâmcılık siyaseti izleyen bir hükümdardı. Fakat medreseyi yüzüstü bırakıp modern hukuk fakültesini açtıran, orada geleneksel fıkhın yanında Avrupa kanunlarını ve Roma hukukunu okutturan odur. Fıkıh hükümlerinin aksine, şahitlikte kadın-erkek ve Müslüman olan-olmayan eşitliğini getiren usul kanunlarında onun imzası vardır. Şer’iye mahkemelerine dokunmadan seküler nizamiye mahkemelerini ülkeye yayan da odur. Niye? İhtiyaç olduğu için ve bu ihtiyacı geleneksel fıkıh ve medrese karşılayamadığı için.” Bu ifadeye ne söylenebilir?
Cevap: Evet, hukuk fakültesini açtı, çünki gayrı müslim vatandaşlardan hâkim ve memurlar vardı. Bunlar ise medreseye alınmıyordu. Hukuk nosyonu kazanmaları gerekiyordu. Hukuk mektebini ilk kuran Sultan Abdülaziz’dir. Hukuk fakültesi de en az medrese kadar şer’îdir. Şer’î devletin bütün müesseseleri şer’îdir. Fakülte müfredatı fıkıh dersleriyle doludur. Usul kanunlarında şahitlik meselesi ise Mecelle’ye atıf yapıyor. Yani şeriata göredir. Bunun hiç bilinmediği anlaşılıyor. Nizamiye mahkemeleri 1840’da kuruldu. Şer’î olduklarını, yani şeriata aykırı olmadıklarını Ahmed Cevdet Paşa yazdığı bir risâlede izah etti. Mahkeme sistematizasyonunun şeriatla alakası yoktur. Hükümdar dilediği gibi mahkeme kurar. Önce ve onun zamanında fıkıh tam aksamıyla tatbik edilmiştir.
Sual: Bir akademisyen, Abduh’un daha sonra Efgani ile yollarının ayrıldığını, Sultan Abdülhamid’e mektup yollayıp onunla yardımlaştığını söyledi. Şu halde Abduh’un modernist fikirleri değişmiş midir?
Cevap: Mektup, Abduh’un, Sultan Hamid’e hulûs çakarak, Mısır’da bazı dinî reformlar yapmak için destek arama arayışında olduğunu gösteriyor. Efganî ile yollarının ayrıldığını göstermiyor. Abduh, ölene kadar üstadının yolundan ayrılmamış; İslâm dünyasında modernizmin üç rüknünden birini teşkil etmiştir. Önceleri Efganî’nin İslâm birliği idealinin! Osmanlılarla olabileceği fikrini, sonradan değiştirmiş; Arab asıllı bir lider arayışı içine girmiştir. Nitekim İngilizlerin yardımı ile, istediği reformlara muvaffak olabilmiş; kaç asırlık Ezher Üniversitesi’ni sıradan bir dinî mektep hüviyetine dönüştürmüştür. Efganî ile aralarını ayıran, ölüm olmuştur. Kaldı ki Efgani de önceleri Sultan Hamid’e yanaştı. Padişah kendisini teşhis ederek, göz hapsinde tuttu.
Sual: Yıldız Sarayı’nı yağmalayanların listesi hakkında malumat almak istiyorum?
Cevap: Bu listeyi 1919 tarihli bir İkdam gazetesi neşretti. Kadir Mısıroğlu’nun Sultan Hamid kitabında da olması lâzımdır.
Sual: Sultan Abdülhamid’in hacda görüldüğü doğru mudur?
Cevap: Sultan Abdülhamid ve hiç bir Osmanlı padişahı hacca gitmemiştir. Hac, padişahlara farz değildir. Vekil gönderirler. Bir hatıratta böyle yazıyorsa da, rüya olsa gerektir.
Sual: Sultan Abdülhamid’in hal’inden önce tahttan indirileceğini sezip, devletin Avrupa bankalarındaki gizli hesaplarında yatan paraları alıp yeni bir hafiye teşkilatı oluşturup, 4 üst düzey hafiyeyi Avrupa’ya gönderdiği doğru mudur? Eğer doğru ise şu an bu teşkilat aktif midir?
Cevap: Hayal mahsulüdür.
Sual: Sultan II. Abdülhamid’in denge siyaseti malumdur. Ama bu siyasette Almanlara yakınlık göstermek gerekli miydi? Bu yakınlaşma İngilizleri Osmanlı Devleti’ne karşı soğutmuş olabilir mi?
Cevap: Sultan Hamid, İngiliz, Fransız, Alman ve Rus bloklarına eşit mesafede yakınlık göstermiş, İngilizlerle ve Ruslarla hep iyi geçinmiş, onlara karşı koz olarak Almanlarla yakınlık kurmuştu. Sultan Mahmud da İngilizleri hizaya getirmek için Ruslara yanaşırdı. İttihatçılar bunun dozunu ayarlayamadı. İngilizlerin yüz çevirmesine sebep oldu. Bu yakınlıkların dozu ayarlanamazsa, zararlı olabilir. Adnan Menderes’in Amerika’ya karşı Rusya’ya yakınlaşması, İngiltere’ye karşı Irak’ın Arab birliği politikasını desteklemesi, iktidarına ve canına mâl oldu. Kıbrıs’ta Makarios’un Amerika’ya karşı nisbet olarak Rusya’ya yanaşması, 1974’te Nikos Sampson darbesine ve Kıbrıs’ın işgaline sebebiyet verdi.
Sual: Sultan II. Abdülhamit’in cuma selâmlıklarında kendi yerine İsmet Bey’i görevlendirmesinin sebebi nedir?
Cevap: Sultan Hamid birkaç defa bronşit, zâtürree ve böbrek sancısı gibi ağır rahatsızlıklar geçirdi. Bu zamanlarda Cuma selâmlığına çıkmamasının, bazı mahzurlar doğuracağını ve yanlış düşüncelere yol açacağını düşünerek, çok itimat ettiği sütkardeşi ve Esvabçıbaşı İsmet Bey’i yerine geçirerek merasimleri ifa ettirdi. Hâdise bundan ibarettir.
Sual: Sultan II. Abdülhamid Kıbrıs’ı tamamen İngilizlere mi devretmiştir?
Cevap: Kıbrıs’ta İngilizlere askerî üs verilmiş; bu vesileyle geçici bir askeri idare kurulmuş; adanın resmi statüsü, mahkemeler, vakıflar, kanunlar eskisi gibi devam etmiş; adanın varidatı Osmanlı hazinesine yollanmıştır. Ancak İngiltere her zamanki taktikle, zamanı geldiğinde adayı boşaltmaya yanaşmamış, savaşı göze alamayan Osmanlı hükümeti, bu emrivakiye karış gelememiştir. İttihatçıların İngiltere’ye karşı harbe girmeleri üzerine, İngiltere 1914’te Kıbrıs’ı ilhak etmiş; Lozan Muadedesi ile bu ilhak tanınmıştır.
Sual: Sultan Abdülhamid’in Fransa’da Peygamber Efendimiz ile alay eden bir tiyatronun oynanmasını engellediği doğru mudur?
Cevap: Diplomatik yollardan mani olmuştur.
Sual: Bir yazınızda Abdullah Cevdet’e ait olduğunu iddia ettiğiniz “Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım” sözünün kaynağı nedir?
Cevap: Bunlardan inandım dediği, Harbiye talebelerinin ayağına taş bağlanarak Sarayburnu’ndan denize atılmasıdır. Bu söz, o zamanki Jön Türk matbuatının tamamında geçiyor. Abdullah Cevdet’in bu sözünü çok kişi rivayet ediyor. Bunlardan biri Konya’da kütüphane müdürü Lütfü İkiz Bey’dir. Kendisi zamanının en kültürlü ve sika şahsiyeti idi. O da bu sözü hem Evrenosoğlu Sami Bey’den hem de Dârülfünun edebiyat fakültesi mezunlarından muallim Halid Turhan Bey’den naklederdi. Ayrıca Hilmi Işık Bey, aynı sözü Yemen Kahramanı Miralay Celal Sığındere’den rivayet etmiştir. Sazı hatıratlarda Abdullah Cevdet’ten ve matbuatın Sultan Hamid aleyhtarlığı anlatılırken zikrolunur.
Sual: Sultan II. Abdülhamid tahttan indirilip Selanik’e gönderildiğinde kendisine sert muamele edildi mi?
Cevap: Şaka mı bu? Elinden bütün servetini aldılar. Çoluk çocuğundan ayırdılar. Mefruşatsız bir eve kapattılar. Dışarıdan kimseyle görüşmesine ve gazete okumasına imkân vermediler. Muhafızlar kendisine ve ailesine sert ve kaba davrandılar. Beylerbeyi’ne getirildikten sonra da bu muamele devam etti. Yalnızca bayramda ailesinin kısa müddetle ziyaretine izin verildi.
Sual: İttihat ve Terakki cemiyeti ilk kurulduğu yıllarda, tıbbiye ve askeri mekteplerle tahkikat yapılıp, fakat hükümet bunu basit bir talebe hadisesi olarak gördüğü için affedildiği doğru mudur?
Cevap: Maalesef, Sultan Abdülhamid devri ricalinin merhamet ve toleransı ya da ileri görüşlü olmamaları sebebiyle bu gibi gayrı meşru işler yüz bulup inkişaf etmiştir.
Sual: Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi’nin Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke Günlükleri (1909-1922) kitabında Sultan Abdülhamid’in üvey annesi Servetseza Kadın’ın kahvesine zehir koyup öldürdüğü yazıyor. Bununla alakalı ne dersiniz?
Cevap: Sultan II.Abdülhamid hakkında İttihatçı kalemler külliyatlı kitaplar yazmış, nice sözler söylemişlerdir. Bunların büyük ekseriyeti uydurma ve iftiradır. Ürgüplü Hayri Efendi, Mason klübüne girdiği söylenen, militan bir İttihatçı idi. Şeyhülislamlık ve evkaf nazırlığı yaptı. Bu devrede, eski vakıfların yağmasında; medreselerin dejenerasyonunda ve ulemanın gücünün zayıflatılmasında büyük rol oynadı. Bu cihetle cumhuriyet sonrası vakıflar talanın pişdarı sayılır. Servetseza Kadınefendi’nin, Sultan Abdülhamid’i her ziyaretinde, tahtı bırak ta, biraz da Sultan Murad saltanat sürsün dediği için zehirlendiği iddiası çok gülünçtür.
Sual: Sultan Abdülhamid devrinde, Rus konsolosu sivil şekilde Türk askerinim önünden geçerken asker selam vermediği için konsolos üzerine yürümüş ve hakaret etmiş; bunun üzerine asker konsolosu vurmuş. Konsolos ölmüş. Sonra o konsolosu vuran ve yanındaki asker Divan-ı Harbe verilmiş ve idam edilmiş. Bu hadiseyi nasıl anlamalıdır?
Cevap: Bu hadiseyi, Enver Paşa ve Kazım Karabekir gibi İttihatçılar anlatıyor. Sultan Hamid devrini kötülemek için muazzam bir jön Türk yalan edebiyatı teşekkül etmiştir.
Benzer Suallerin Cevapları İçin Tıklayınız