Sual: Osmanlı devleti nasıl yıkıldı? Elbette 6 asırlık bu koskoca devlet bir anda yıkılmadı. Bu yıkılmayı hazırlayan sebepler neydi?
Cevap: Son 3 asırda, Türk ve İslam âlemi, nerede bir ihanete uğramışsa, bunun altında mutlaka İngiltere vardır.
Osmanlı Devletini yıktılar. Osmanlı İmparatorluğu topraklarında 23 adet irili ufaklı devletler kurdular. Bunun sebebi müslümanların kuvvetli ve büyük bir devlet kurmalarına mâni olmaktı.
İslam düşmanları bilhassa İngilizler, her türlü vasıtaları kullanarak müslümanları ilimde ve fende geri bıraktılar. Müslümanların ticaret ve sanatlarına mâni olundu. İslam ülkelerindeki güzel ahlakı yıkmak, İslam medeniyetini ortadan kaldırmak, gençlerin İslam ilimlerini öğrenmelerine mâni olmak için içki fuhuş, eğlence, kumar, top oyunları gibi illetler yaygınlaştırıldı. Ahlakı bozmak için, rum, ermeni ve diğer gayrimüslim kadınlar birer ajan gibi çalıştırıldı. Bir debdebe içerisinde, moda evi, dans kursu, manken ve artist yetiştirmek gibi hilelerle, genç kızları tuzağa düşürerek, kötü yollara sürüklediler. Bu hususta müslüman anne ve babalara çok büyük vazifeler düşmektedir. Yavrularını, bu kâfirlerin ellerine düşürmemek için çok uyanık olmalıdırlar.
Osmanlı devleti son zamanlarda, Avrupa’ya tahsil için talebeler ve devlet adamları gönderdi. Bu talebeler ve devlet adamlarından bâzıları aldatıldı, mason yapıldı. Fen ve teknik öğrenecek olanlara, İslamiyeti ve Osmanlı imparatorluğunu yıkma teknikleri öğretildi. Bunlardan imparatorluğa ve müslümanlara en büyük zararı dokunan kimse, Mustafa Reşid paşa oldu. Londra’da bulunduğu zaman azılı ve sinsi bir İslam düşmanı olarak yetiştirildi. İskoç masonları ile el ele verdi. Sultan Mahmud Han, mason Reşid paşanın ihanetlerini görerek idâmını emretti ise de, ömrü vefa etmedi. Sultanın vefâtından sonra, İstanbul’a dönen Reşid paşa ve arkadaşları, İslamiyete ve müslümanlara en büyük zararı yaptılar.
1839’da padişah olan Abdülmecid Han, henüz 18 yaşındaydı. Genç ve tecrübesizdi. Etrafındaki âlimlerden, kendisini ikaz eden de olmadı. Bu hâl, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası olmuş, koca İslam devletinde “yok olma devrini” başlatmıştır. Saf, temiz kalpli padişah, azılı ve sinsi İslam düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, İskoç masonlarının yetiştirdikleri cahilleri işbaşına getirdi. Bunların devleti ve İslamiyeti içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamadı. Bir anlatan da olmadı. İslamiyeti yıkmak için İngiltere’de kurulmuş olan (İskoç mason teşkilatı) nın kurnaz üyesi Lord Rading İstanbul’a, İngiliz sefiri olarak gönderildi. Mustafa Reşid paşanın sadr-ı Âzam yapılması için, Lord Rading sultana çok dil döktü. (Bu aydın, kültürlü ve başarılı veziri sadr-ı azam yaparsanız, İngiltere imparatorluğu ile Devlet-i aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkar. Devlet-i aliyye ekonomik, sosyal ve askeri sahalarda ilerler) diyerek halifeyi aldattı.
1846’da sadr-ı azam olan mason Reşid paşa, iş başına gelir gelmez, 1253 de, hariciye nazırı iken, Lord Rading ile el ele verip, hazırlamış olduğu ve 1255 de ilan ettiği (Tanzimat) kanununa istinat ederek, büyük velâyetlerde mason locaları açtı. Casusluk ve hiyanet ocakları çalışmaya başladı. Gençler, din cahili olarak yetiştirildi. Londradan alınan planlarla, bir yandan idari, zirai, askeri değişiklikler yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, İslam ahlakını, ecdat sevgisini, milli birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. Bu senelerde Avrupa’da, fizik, kimyâ üzerinde dev adımlar atılıyor. Yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor. Büyük fabrikalar, teknik üniversiteler, modern harp vasıtaları kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hatta, Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi derslerini büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi lazım değildir diyerek, bilgili âlimlerin yetişmelerine mâni oldular. Sonradan gelen İslam düşmanları da, din adamları fen bilmez, din adamları cahildir, gericidir diyerek müslüman yavrularını İslamiyetten uzaklaştırmaya çalıştılar. İslamiyete ve müslümanlara zararlı olan, İslamiyetin öğrenilmesine mâni olan şeylere asrilik, ilericilik dediler. Çıkardıkları her kanun müslümanların, aleyhine idi. Vatanın asıl sâhibi olan müslüman türkler, 2. sınıf vatandaş haline getirildi.
Askere gitmeyen müslümanlara, çok kimsenin ödeyemeyeceği büyük bir para cezası getirilmişken, gayrimüslimlerden çok cüzi bir para alındı. Bu vatanın evlatları, İngilizlerin tezgahladıkları harblerde şehit olurken, Reşid paşanın ve yetiştirdiği masonların oyunları neticesinde, memleketin sanayi ve ticareti gayrimüslimlerin ve masonların eline geçti.
İngilizler, Rus çarı I. Nikola’nın, Kudüs’te katoliklere karşı ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdenize inmesini istemeyen Fransa imparatoru III. Bonapart’ı da, Türk-Rus Kırım Harbine sürüklediler. Kendi çıkarları için yaptıkları bu işbirliği, Türk milletine, mason Reşid paşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. Düşmanların bu yaldızlı reklamlar ve sahte dostluklarla örtmeye çalıştıkları imha hareketlerini, herkesten önce anlayan sultan, çok zaman sarayında hüngür hüngür ağlardı. Memleketi, milleti kemren düşmanlara karşı koymak için tedbirler arar ve Allahü teâlâya yalvarırdı. Bu sebeple, mason Reşid paşayı, bir kaç kere sadr-ı azamlıktan uzaklaştırdı ise de, kendisine (koca), (büyük) gibi isimler takan bu kurnaz adam, rakiblerini devrip, tekrar işbaşına gelmesini becerirdi. Ne yazık ki sultan keder ve üzüntüsünden tüberküloza yakalanıp genç yaşında vefât etti. Sonraki senelerde, devlet koltuklarını kapışanlar ve üniversite hocalıklarına, mahkeme başkanlıklarına getirilenler, hep mason Reşid paşanın yetiştirmeleridir. Böylece (Kaht-ı rical) devri açılmasına ve Osmanlılara (Hasta adam) denilmesine sebep oldu.
İktisad profesörlerinden Ömer Aksu, 22 Ocak 1989’da Türkiye gazetesinde neşredilen beyanatında, (Bizde batılılaşma hareketinin başlangıcı olarak 1839 Tanzimat fermanı gösterilir. Biz batıdan almamız gereken şeyin teknoloji olduğunu, kültürün ise, milli olması gerektiğini görememişiz. Batılılaşma hareketine, hristiyanlığı benimseme olarak bakmışız. Mustafa Reşid paşanın İngilizlerle yaptığı ticaret anlaşması, sanayileşmemize en büyük darbeyi vurmuştur) demektedir.
Osmanlı imparatorluğunda, İskoç masonlarının hakimiyeti devam etti. Padişahlar şehit edildi. Vatanın ve milletin hayrına olan her işe karşı çıkıldı. İsyanlar, ihtilaller birbirini takip etti. Bu vatan hainleri ile en büyük mücadeleyi yapan Cennet mekan Sultan II. Abdülhamid Han oldu. Bunun için, masonlar tarafından (Kızıl Sultan) ilan edildi. Sultan Abdülhamid, imparatorluğu iktisaden yükseltiyor, pek çok mektepler ve üniversiteler açıyor, memleketi imar ediyordu. Viyana’dan başka bir eşi Avrupa’da bulunmayan modern tıp fakültesi yaptırdı. 1876’da Siyasal bilgiler fakültesi yapıldı. Hukuk fakültesi ve Sayıştay’ı kurdu. Yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi kurdu. Avrupa’ya tahsil için giden talebelerin masonlar tarafından aldatılmalarına mâni olmak için, Avrupalı profesörler ve fen adamlarını, çok yüksek maaş vererek İstanbul’a getirtti. Bu üniversitelerde ders verdirdi. Kız talebelerin de, bu hocalardan fen dersleri okumasını temin etti. Vatanına, milletine, dinine bağlı ilim ve fen adamları yetiştirdi. Terkos gölünün suyunu İstanbul’a getirtti. Bursa’da ipekçilik mektebini, İstanbul’da Halkalı ziraat ve baytar mektebini açtırdı. Hamidiye kağıt fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yaptırdı. Osmanlı sigorta şirketini kurdurdu. Ereğli, Zonguldak kömür ocaklarını tesis etti. Akıl hastahanesi ve Şişlide Hamidiye Etfal hastahanesi ve Dar-ül-acezeyi yaptırdı. Orduyu yeniden kuvvetlendirdi. Zamanında dünyanın en büyük kara ordusunu tesis etti. Eski gemileri Halice çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdat) ve (Adana-Şam-Medine) demiryollarını tesis etti. Osmanlı devletinde, dünyanın en büyük ve en uzun demiryolu şebekesi kuruldu. Cennet mekanın bu eserleri bugün bile ayaktadır. Bugün tren ile seyahat edenler, bir baştan bir başa memleketteki bütün tren istasyonlarının Abdülhamid hanın yaptırdığı istasyonlar olduğunu iftihar ile görür.
Yahudiler, İngilizlerin himayesi ve teşviki ile Filistin topraklarında bir yahudi devleti kurmak istiyorlardı. Bu tehlikeyi ve siyonistlerin faaliyetlerini va arzularını da çok iyi bilen Abdülhamid Han, Filistin toprağından yahudilere satılmamasını emretti. Dünya siyonizm teşkilatının reisi Theodor Herzl ve Haham Moşe Levi, sultan Abdülhamid’i ziyaret ederek, yahudiler için toprak satmasını istediler. Sultanın cevabı, (Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelseler ve bütün hazinelerini dökseler, size bir karış yer vermem. Ecdadımın kanlarıyla aldıkları ve bugüne kadar muhafaza edilen bu vatan, para ile satılmaz), olmuştur.
Yahudiler, ittihat ve terakkî fırkası ile işbirliği yaptılar. Bütün şer güçler, sultana karşı birleştiler. 1909’da tahttan indirerek, bütün müslümanları öksüz bıraktılar. İttihat ve terakkînin başında bulunanlar, din düşmanlarını ve masonları devletin en yüksek mevkilerine getirdiler. Hatta, Şeyh-ül-İslam yaptıkları Hayrullah ve Mûsâ Kazım bile mason idi. Memleketi kana buladılar. Bu İngiliz uşaklarının sebep oldukları, Balkan, Çanakkale, Rus ve Filistin cephelerinde, haince, alçakça hazırlanmış İngiliz planları ile Abdülhamid hanın yetiştirmiş olduğu, dünyanın birinci kara ordusu yok edildi. Yüzbinlerce vatan evladı şehit edildi. İngilizlerin hileleri ile devletin başına geçen masonlar, vatanın en çok birliğe ve müdafaaya muhtaç olduğu bir zamanda, milleti sahipsiz bırakıp kaçtılar. Hâin olduklarını böylece de ispat ettiler.
Osmanlı imparatorluğunda açılan misyoner mekteplerinde ve kiliselerde aldatılan gayrimüslim vatandaşlar, Osmanlaya karşı ayaklandırıldı. Mekteplere muallim ve kiliselere papaz ismi ile Avrupa’dan gelen siyah cübbeli casuslar, gazeteciler, her geldikleri yere para, silah ve fitne getirdiler. Büyük isyanlar oldu. Tarih sayfalarında, insanlık lekesi, vahşeti olarak duran, Ermeni, Bulgar ve Yunan mezalimi yapıldı. Yunanlıları İzmir’e taşıyanlar da İngilizlerdi. Allahü teâlâ, Türk milletine merhamet buyurarak, büyük bir istiklal mücadelesi sonunda, bugünkü güzel vatanımız kurtarılabildi.
Osmanlı devleti parçalanınca, dünya birbirine girdi. Osmanlı imparatorluğu tampon gibi bir devletti. Müslümanlar için bir hami ve kâfirlerin birbirlerine girmemesi için de, bir mâni idi. Sultan Abdülhamid handan sonra, hiç bir memlekette rahat ve huzur kalmadı. Avrupa devletlerinde, birinci cihan harbinde, sonra II. cihan harbinde, daha sonra da komünizm istilası ve zulmü altında, kan ve katliam hiç bitmedi.
İngilizlerle birleşip Osmanlıları arkadan vuranlar, hiç rahat yüzü görmediler. Sonra yaptıklarına pişman oldular. Hatta, hutbeleri tekrar Osmanlı halifesi adına okutmaya başladılar. İngilizler tarafından Filistin’e İsrail devleti kurulunca, Osmanlıların kıymeti anlaşıldı. Filistinlilerin İsrail zulmü altında hangi vahşetlere uğradıklarını gazeteler yazıyor, dünya televizyonları gösteriyor. 1990 senesinde, Mısır hariciye nazırı İsmet Abdülmecid, (Mısır en rahat ve huzurlu günlerini, Osmanlılar zamanında yaşadı) demiştir.
Hristiyan Avrupa devletlerinin ve Amerika’nın menfaatinin bulunduğu her yerde, hristiyan misyonerleri bulunur. Misyonerler, hristiyanlığı yaymak, haşa tanrı dedikleri Îsâ aleyhisselâma hizmet, huzur, sulh ve sevgi götürmek gibi sözler arkasına gizlenmiş, menfaat avcıları, huzur bozuculardır. Daha mühim vazifeleri ise, gittikleri memleketleri hristiyan devletlerine bağlamaktır. Misyonerler gidecekleri memleketin dillerini, örf ve adetlerini gâyet iyi öğrenirler. Her gittikleri devletin siyasi, askeri, coğrafi, iktisadi ve dini yapısını en ince teferruatına kadar öğrenerek, hristiyan devlete jurnal ederler. Her yerde, kendilerine dost olacak kimseleri bulur ve bunları satın alırlar. Bu kimseler, yerli ahalinin isimlerini taşır, fakat ya hristiyanlaştırılmış bir câhil veya satın alınmış bir haindir.
Misyoner olacak kimse, vazife göreceği memlekette yetiştirilir veya o memlekette yetişmiş bir misyoner tarafından yetiştirilir.
Mason Reşid paşanın hazırladığı, (Gülhane Fermanı) ndan sonra, Osmanlı devletindeki misyoner faaliyetleri arttı. Anadolunun en güzel yerlerine kolejler açıldı. Fermandan 21 sene sonra, Harputta, [m. 1859] da (Fırat Koleji) açıldı. Bu bina yapılırken hiç bir masraftan kaçınılmadı. Bu arada misyonerler, Harput ovasında 62 merkez kurmuşlardı. 21 kilise yapılmıştı. Altmışaltı ermeni köyünden 62’sinde misyoner teşkilatı kurulmuş ve her 3 köy için bir kilise yapılmıştı. Yediden yetmişe, bütün ermeniler müslümanlara ve Osmanlı’ya karşı düşman edilmişti. Misyoner kadınlar da, ermeni kadınlarını ve kızlarını bu hususta yetiştirmek için, büyük gayret sarf etmişlerdi. Meşhur kadın misyoner Maria A.West, daha sonra neşrettiği (Romance of Mission) kitabında, (Ermenilerin ruhuna girdik, hayatlarında ihtilal yaptık) demektedir. Bu faaliyet ermenilerin bulunduğu her yerde yapıldı. Gaziantep’te, (Antep Koleji) ve Merzifon’da, (Anadolu Koleji), İstanbul’da ise (Robert Koleji), bunların başlıcalarındandır. Mesela Merzifon Kolejinde, hiç Türk talebe yoktu. 135 talebeden 108’i ermeni, 27’si de rumdu. Bunlar leyli [yatılı] olarak Anadolunun her yerinden toplanmış talebelerdi. Müdürü, diğerlerinde olduğu gibi, bir rahibdi. Bu arada, Anadolu kaynamaya başladı. Ermeni komiteciler, müslümanları insafsızca katlediyor, müslüman köyleri yakıyor, vatanın bekçisi ve sâhibi Osmanlıya hayat hakkı tanımıyordu. Bu ermenilerin takibi sonucu, 1893 senesinde yaptıkları büyük katliamlarda komitacıların bu kolejde yuvalandıkları, bütün faaliyetlerinin hazırlığını burada yaptıkları ve reislerinin Kayayan ve Tumayan adlı kolej muallimleri olduğu ortaya çıkarıldı. Bunun üzerine misyonerler, bütün dünyayı ayağa kaldırdılar. Bu 2 hâin ermeniyi kurtarmak için, Amerika’da ve İngiltere’de çok büyük nümayişler tertip ettiler. Bu sebep ile İngiltere ile Osmanlı devletinin arası açıldı. İşin tuhafı, 1893’de, İngiliz misyonerlerin tertip ettiği bu nümayişlerde Merzifon Anadolu Kolejinin müdüri de, Londra’da bunların içinde idi. Anadoluda, müslümanlara karşı yapılan katliamlar, hristiyan kitaplarında aksine çevrilerek, yazıldı. Bu yalanlardan biri, Beyrut’ta hazırlanan (El-müncid) Arabî lugat kitabında, Mer’aş kelimesinde yazılıdır.
Gâzîanteb’in sabık defter-i hakani memuru Eyüb Sabri efendinin 1978’de İstanbul’da neşredilen (Esaret hatıraları) kitabında diyor ki (İngilizlere göre, müslümanlara zulüm ve hakaret etmek, milli bir vazifedir. 20.000’den fazla müslüman esirin 1919 da, Mısırın Abbasiye hastahanesinde gözleri oyulmuş, kolları, ayakları kesilmiştir. Esirleri anadan doğma soyarak, ingiliz binbaşının önünden geçirirlerdi. Esirler arasından, hoca Abdullah efendi, hiç olmazsa edep yerlerimizi mendil ile örtmeye izin verin diyerek, çok yalvardı. İzin vermediler. Alay ettiler. Yafa belediye reisi Ömer Baytar efendi ve Akka mebusu ve 4. ordu müfettişi Esad Şakir efendi ve bir çok âlim ve şerifler ve Nablüs idare meclisi azasından Seyfeddin efendi de aramızda idi. Geçmiş asırlardaki vahşetler ve Engizisyon zulmleri, ingilizlerden çektiğimiz işkenceler yanında hiç kalır. Dünyada hiçbir milletin yapamayacağı zilleti, alçaklığı, ingilizler yaptılar).
Misyonerler 1893 senesinde ermeni vatandaşlara 3 milyon İncil [Kitâb-ı mukaddes] ve 4 milyon hristiyanlığa ait diğer kitaplardan dağıttı. Buna göre, yeni doğan çocuklar da dâhil, her ermeniye 7 kitap verilmiş demekti. Sadece Amerikan misyonerleri senede 285.000 dolar harcıyorlardı.
Misyonerlerin bu muazzam parayı, din gayreti ile harcadıklarını düşünmek de saflık olur. Çünkü, misyonerler için din bir ticarettir. Bu parayı Anadolu’ya, İslamı yıkmak, Osmanlı’yı ortadan kaldırmak için sarf eden misyonerler, Türkler, ermenileri katlediyor, onlara yardım edelim propagandaları ile yüzlerce mislini toplamışlardı.
Yine o senelerde, kolejlerde, kiliselerde, misyonerlerin aldatması ve teşviki ve ingiliz ordusunun muazzam yardımı ile rum vatandaşlar da, Atina’da ve Yeni-şehirde isyan ederek, yüzbinlerce müslümanı, çocuk, kadın demeden, vahşiyane katlettiler. Bu isyan, Ethem paşanın emrindeki kuvvetlerle, 1895 senesinde tenkil [men’ ve izale] edildi. Bu zafer, yalnız yunanlılara karşı değil, bunları kışkırtan ingilizlere karşı kazanıldı.
Yazımızı, mübarek ismi ile bereketlenmek için, İngilizler hakkında, efradını câmi, ağyarına mâni en güzel tarifi yapmış olan, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin “rahmetullâhi aleyh” şu sözleriyle bitiriyoruz:
(İslâmin en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslamiyeti bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler, fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da, bunlara düşman olur. Fakat, bu ağaç bir gün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslümanlar da, onu sever. Fakat, gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki bir daha süremez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek müslümanları aldatır. İngilizin, İslama böyle zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi, nefsânî arzular karşılığında satın aldığı yerli münâfıkların, soysuzların elleri ile İslam âlimlerini, İslam kitaplarını, bilgilerini ortadan kaldırmasıdır.)
Tavsiye Yazı –> İngilizlerin İslam düşmanlığı