Sual: İmanın 6 şartından birisi olan “Ahirete Gününe İman” nasıl olmalıdır?
Cevap: Türpüşti Risalesi’nde bu mevzu hakkında deniyor ki;
Kitâblara ve Peygamberlere îmândan sonra âhirete inanmalıdır. Çünki bütün semâvî kitâplarda Âhır [son] günden ve âhiret hâllerinden bahsetmektedir. Peygamberler “aleyhimüsselâm” ümmetlerini tevhîde [Lâ ilâhe illallah tevhîd kelimesine inanmağa] çağırdıkdan sonra, onlara buyurdular ki, bu dünyâ bir gün bitecek, kıyâmet kopacak, bütün insanlar öldükten sonra dirilecek ve her birine dünyâda yaptıklarından suâl olunacak ve yaptıklarına göre karşılık verilecekdir. Bütün dinlerin temeli bunların üzerinde idi. Bunlara hakkıyla inanmayan ve bunları tasdîk etmeyen kimse kâfir olurdu. Allahü teâlâ âhirete îmânı, kendine îmânla birlikte bildiriyor ve Tevbe sûresi 29. âyetinde meâlen, “Kendilerine kitâp verilenlerden Allaha ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün harâm kıldığını harâm saymıyan ve hak dîni kendine din edinmiyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!” buyuruyor. Buna benzer âyetler Kur’ân-ı kerîmde çoktur.
Biz önce âhiret gününü anlatalım. Allahü teâlânın, âhir [son] gün buyurduğu günden maksad, dünyâ günlerinin sonuncusudur. Bu dünyâ hayâtına dünyâ denir. Nitekim Allahü teâlâ Tâhâ sûresi 131. âyetinde meâlen, “Dünyâ hayâtının süsleri” [mal, evlâd, makâm…] ve Âl-i İmrân sûresi 185. âyetinde meâlen, “Bu dünyâ hayâtı aldatma metâından başka birşey değildir” buyuruyor. İşte Allahü teâlâ, bu âlemdeki ilk hayâta dünyâ buyurdu. Dünyânın kelime manâsı çok yakın demektir. Çok yakından maksad ilk hayât demektir. Sonra beka [sonsuzluk] âlemi gelir. Dünyânın günleri kısa, sayılı ve çabuk geçicidir. Haşrden sonraki hayâta, âhiret buyurdu. Çünki âhir [son] evvelin karşıtıdır. Bir de âhir [son] günden sonra, bir başka gün gelmeyeceği için son gün denildi. Buradan anlaşılıyor ki, bu günün sonu ve zevâli yoktur.
Allahü teâlâ insanı bu cihânda yokdan yarattı ve buna Vâkı’a sûresi 62. âyetinde bildirildiği gibi, “And olsun. İlk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” buyuruyor. Öbür dünyâda insanlara yaptıklarının karşılığını vermek için, dökülmüş, çürümüş bedenlerini bir araya getirir ve onları eski hâllerinde iâde eder. Ona da Necm sûresi 47. âyetinde bildirildiği gibi, “Şüphesiz tekrâr dirilecekdir” buyuruyor. Dünyâya ilk yaratılış, âhirete son yaratılış denmesi, dünyânın bu cihân hayâtı olmasından olup, dünyâ hayâtında faydalanılan ni’metler ve lezzetlere de bunun için dünyâ buyurulmuştur.
Âhir gün [son gün], yanî âhıret günü, bütün bu dünyâ denilenlerin geçtiği ve kalmadığı gün demektir. Bazıları da demişdir ki, son gün, kıyâmetin koptuğu gündür. Gökler yarılır, parçalanır, güneş kursundan ve yörüngesinden çıkıp dağılır, gece ve gündüz kalmaz olur. Çünki güneş gökyüzünde durdukça, dünyânın üstüne kaldığı zamân gündüz, altına, yanî ufkun altında olduğu süreye gece denmiştir. Bu hey’eti bozulursa, ne gündüz kalır, ne gece! Dediğimiz sebeplerden dolayı buna son gün denirse de, müslümânlarca Kitâb ve sünnette bildirilmiş olana uymamaktadır. Zîrâ kıyâmet hâllerinden son günde görüneceklerden sonra, belki çok sonra insanlar dirilecekler. İşte o dirilme olunca, artık dünyâ bitmiş, âhiret başlamıştır. Çünki dünyâ, bu âlemdeki hayâta denir. Hayât kalmayınca, dünyâ ismi de kalmaz.
Ehl-i hak olanlarca sözbirliği vardır ki, ölen bir dahâ dünyâya gelmez. O hâlde ölü haşr edildiği zamân, dünyâ haşrden önce, bitmiş olur. Dünyânın son günleri hakkında söyledikleri bu tefsîr, açıklama, haşrden sonra olacaktır. O zamân son gün, bizim dahâ önce söylediğimizdir. Ancak âhir [son] güne, dünyâ günlerinin sonuncusu değildir diyenler, âlemin devâm ettiği son günleridir ve âlemin nizâmı bozulduğu gün, son gün olur. Çünki göklerin, yıldızların, gezegenlerin, yerin, dağların, denizlerin hâlâ yerinde durdukları son gündür. Bu hâllerinin değiştiği güne, bu bakımdan son gün denir diyorlar. Yoksa o da âhiret günlerinin başlangıcındandır. O hâlde ondan sonrası yoktur. Demek ki, kendinden sonra gün gelmediği için ona son gün demiyorlar, belki onun için diyorlar ki, ondan sonra bu vaziyet ve hâlde başka bir gün olmaz. O hâlde böylesi de bir ihtimâldir. Eğer Âdem oğluna nisbetle konuşursak, son günün ma’nâsı önce söylediğimiz olur ve bu bütün manâlardan önce gelmeğe lâyıkdır.
Âhiret gününe îmân, bu dünyâ yok olacak, bu âlem binâsı yıkılacak diye inanmaktır. Bu dünyânın yok olacağına inanan, zarûrî olarak kabûl eder ki, bu dünyâ yok idi ve yok iken yaratıldı. Çünki kadîm olanın nihâyeti olmaz ve kadîm olan değişmez. Bu bilinince, şimdi diyelim ve insanlara söyliyelim; biliniz ki, Allahü teâlâ Peygamber efendimizin dili ile bildiriyor ki, gökler yarılacak, güneş o yüksekliğinden en aşağıya atılacak, yıldızlar yayılıp dökülecek, yeryüzü başka bir hâl alacak, dağlar hallac pamuğu gibi atılıp, savrulacak, denizler ateş gibi parlıyacak. Gerçekden böyle olacağına inanmalıdır. Zîrâ Allahü teâlâ böyle buyurdu. Onun sözü hakdır, va’dı gerçektir. Kim bu haberleri hakîkatten mecâza taşır ve görünüşlerinin hilâfına bir başka manâ vermeğe kalkışırsa, bunun gibi bir başkası da bunları inkâr ederse, ikisi de küfürde aynıdır. Âhirete inanmış olsalar da, küfürden kurtulamazlar. Zîrâ sâate îmân [kıyâmetin kopmasına inanmak] lâzımdır. Sâat Kur’ân-ı kerîmde iki manâda kullanılmaktadır. Biri dünyânın son sâati, yanî kıyâmetin kopmasıdır. Nâziat sûresi 42. âyetinde meâlen, “Ey Habîbim, sana sâatten [kıyâmetin kopmasından] sorup, ne zamân kıyâmet kopar derler” buyuruldu ki, bunu bildirmektedir. Diğeri âhiretin başlama zamânıdır. Rûm sûresi 55. âyeti meâlen, “Kıyâmet koptuğu gün, kâfirler yemîn ederler” buyurulması, bunu haber vermektedir. İşte dünyânın bu nizâmı bozulup, başka hâl alınca, bu değişmelerden sonra hepsi yok olur. Yâhud Allahü teâlâ bir müddet onları o hâl üzere bırakır, yâhud bir başka şekle çevirir. Bu husûsda kesin konuşmak doğru olmaz. Çünki bu hâllerin ötesinde ne olacağını Allahü teâlâ bize bildirmedi. Allahü teâlânın işlerinde bilmeden konuşmak ise harâmdır. Evet, şöyle inanmalıdır ki, bu sayılan şeyleri Allahü teâlâ dilerse yok eder, dilerse bırakır, yâhud da bir başka şekle ve hâle çevirir. Velhâsıl O nasıl dilerse öyle olacak, ne zamân isterse o zamân olacak. Allahü teâlâ dilediğini yapar ve dilediği gibi hükmeder.
Tavsiye yazı —> Çocuğumuzu nasıl yetiştirmeliyiz?