Sual: Dinde yenilik çıkarmak caiz midir? Bunun ölçüsü nedir? Mesela minare yapmak vs caiz değil midir? Caiz olmayan yenilikler nelerdir?
Cevap: Aşağıdaki 5 hadis-i şerif, imam-ı Muhammed Birgivi’nin Tarikat-i Muhammediye kitabından ve bunun Nablüsi şerhi olan Hadika’dan alınmıştır:
1) Buhari ve Müslim’in bildirdikleri hadis-i şerifte, “Bildirdiğim bu dinde bulunmayan bir şey, sevap umarak meydana çıkarılırsa, bu şey red olunur” buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki dinden ve ibadetten olmayan bir şeyin meydana çıkarılması bidat olmaz. Yemekte, içmekte, giyinmekte, ev yapmakta ve bineklerde olan yenilikler, değişiklikler, ibadet olan, yani Allahü teâlânın rızasını kazanmak için yapılan şeyler değildir. Böyle şeylerin yapılması, bir ibadeti bozmadığı veya dinin yasak ettiği bir şeyin yapılmasına sebep olmadığı zaman, bidat olmaz.
2) Taberani’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Müslümanlar, Peygamberlerinden sonra, Onun bildirdiği dinde bir bidat, herhangi bir yenilik yaparsa, bunun benzeri olan bir sünnet, aralarından kalkar” buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki dünya işlerinde, adet olan şeylerde, sevap beklemeden yapılan, yalnız dünyalık faydası olan veya dünya zararından koruyan, yahut zarar ve faydası düşünülmeyen inanış, söz, iş ve ahlaktan İslamiyetin yasak etmediği bir değişiklik, yenilik yapmak bidat olmaz. Böyle değişiklikler, sünnetin ortadan kalkmasına sebep olmaz.
3) Taberani’deki bir hadis-i şerifte, “Bidat sahibi, bidatinden vazgeçinciye kadar, Allahü teâlâ, tövbesini kabul etmez” buyuruldu. Her günahtan sonra (Tövbe etmek) lazımdır. Tövbenin doğru olması için, 3 şart vardır: Günaha son vermek, yaptığına pişman olmak ve bir daha hiç yapmamaya azmetmek, karar vermek. Eğer kul hakkı da varsa, hakkını ödeyip, helalleşmek da lazımdır. (Bidat sahibi) demek, bir bidati meydana çıkaran veya çıkmış bir bidati yapan demektir. (Bidat) demek, dinde bulunmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü veya ahlaki sonradan ortaya çıkarmak veya dinde sonradan ortaya çıkmış böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek demektir. Bir günahı yapan kimsenin, başka günah için yaptığı tövbesi kabul olur. Bidat sahibi, bu bidatinden sevap beklemekte, iyi bir iş yaptığını sanmaktadır. Bunun için, tövbe etmeyi düşünmez.
4) İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Bidat sahibi, bidatinden vazgeçmedikçe, Allahü teâlâ onun hiç bir ibadetini kabul etmez” buyuruldu. Dinden olan bir inanışı, ibadeti, sözü veya bir huyu değiştiren bir kimsenin, dinde reformcunun, doğru olan ibadetleri dahi kabul olmaz. Yani ibadetin faydalarından mahrum kalır. Bu bidatten vazgeçmesi lazımdır.
5) İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Bir bidat küfre yol açmasa bile bunu ortaya çıkaranın orucu, haccı, umresi, cihatı, tövbesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. Bu kimsenin, yağdan kıl çıkar gibi, müslümanlıktan çıkması kolay olur” buyuruldu. Şartlarına uygun olan farzları ve nâfileleri sahih olur, borçtan kurtulur ise de, kabul olmaz. Yani sevap verilmez. Bidati küfrüne yol açarsa, yani küfre sebep olan bir söz söyler, bir şey kullanır, bir iş yaparsa, imanı giderek, ibadetleri sahih de olmaz. Bidat sahibi, bidatini iyi ve sevap bilir. Bunun için dinden kolay çıkar. Bidat işleyen, bunu ibadet sanmakta, sevap beklemektedir. Günah işliyen ise, günahını suç bilmekte, Rabbinden utanmakta, azabından korkmaktadır. Bidatler, büyük günahtır. Fakat her günah bidat değildir.
Yukarıdaki 5 hadis-i şerifin asılları ve açıklamaları Nablüsi’nin Arabî Hadikatü’n-nediyye kitabında yazılıdır.
(Bidat) arabça bir kelimedir. Önceden olmayıp sonradan ortaya çıkarılan her şey demektir. Bu bakımdan, hem adette, hem de ibadette yapılan değişiklikler, reformlar bidat olur. (Adet) demek, karşılık olarak kıyamette sevap beklenilmeyen, yalnız dünya faydasını düşünerek yapılan şey demektir. (İbadet) bunun tersi olup kıyamette karşılığında sevap beklenen şeydir. Ashâb-ı kirâm ve tabiin zamanlarında bulunmayıp da, sonradan meydana çıkan her şey bidat olunca, âlimler bu bidatleri, mubah, müstehab, vâcip ve haram diye kısımlara ayırmışlar. Müstehab ve vâcip olanlara (Bidat-i hasene) demişlerdir.
Fakat, (Dinde bidat) demek, Ashâb-ı kirâm zamanından ve tabiin zamanından sonra, Resûlullahın izini olmadan, dinde yapılan eklemeler ve noksanlıklar, yani ibadet olarak yapılan, sevap olduğu düşünülen değişiklikler demektir. (Dinde reform) da, dinde bidat demektir. Adetlerde yapılan değişiklikler, bu bidatin dışında kalmaktadır. Hadis-i şeriflerde kötü olduğu bildirilen, dindeki bidatlerdir. Yani dinde reformlardır. Bunlar ibadetlere yardımcı değildirler. Hepsi, ibadetleri değiştirmekte, bozmaktadırlar.
Bidat, 2’ye ayrılır: İtikatta ve ibadet olan işlerde bidatlerdir. İtikatta olan reformlar, ya ictihad ile yapılır. Yani âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarılır. Yahut, akıl ile düşünce ile beğenilerek yapılır. İctihad yapabilmek için derin âlim, yani (müctehid) olmak lazımdır. Müctehid, itikat bilgilerinde ictihad yaparken yanılırsa, affolmaz. Suçlu olur. Yanlış anladığı inanılacak şey, dinde açıkça bildirilmiş ve cahillerin bile işitip bildiği, yayılmış bilgilerden ise, bu müctehid ve buna inananlar kâfir olur. Kâfir olduğu anlaşılan bir kimse, bu küfründen tövbe etmedikçe, mümin ve müslüman olduğunu söylese ve bütün ömrünü ibadetle geçirse de, küfürden kurtulamaz. Açık bildirilmiş, fakat herkesin işitmemiş olduğu bilgilerden veya açık bildirilmemiş bilgilerden ise, kâfir olmazlar. Bidat sahibi, dalalet ehli yani sapık olurlar. Bu yanlış inanışları, katl ve zina gibi büyük günahlardan da daha büyük günahtır. 72 türlü bidat fırkası bulunacağı ve sapık inanışları sebebiyle hepsinin Cehenneme gidecekleri, hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
Müctehid olmayan din adamlarının, kendilerini müctehid sanarak, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere mânâlar vermeye kalkışmaları ile veya kendi görüşleri ile söyledikleri itikat bilgisi, açık bildirilmemiş veya herkesin işitmediği bilgilerden olsa bile yanlış olursa, böyle yanlış inananlar kâfir olur. Mesela, Resûlullahın miraca çıktığına ve kabir sualine, ictihad yolu ile inanmayan bir müctehid, bidat sahibi, yani sapık olur. Kendi aklı, görüşü ile inanmayan müctehid olmayan bir din adamı ise, din bilgilerine kıymet vermemiş olacağından, kâfir olur.
İtikattaki ictihadlarında yanılmamış olan İslam âlimlerine ve bunlar gibi doğru inanan müslümanlara Ehl-i sünnet veya Sünni denir.
72 bidat ehlinin ibadetleri, sahih olsa da, kabul olmaz. İbadetlerinde, ictihad ile yapacakları bidatleri de ayrıca suç olur.
Ehl-i sünnet âlimlerinin ibadetlerde, ictihad ile buldukları bilgiler bidat değildir. Bu bilgileri bulurken yanılmaları suç olmaz. 4 mezhebin imamları, bu bilgileri, İslamiyetin sahibinin izini ile İslamiyetin bildirdiği delillerden, senetlerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler, İslamiyeti değiştirmiş değil, İslamiyete yardımcı olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmiş şeylerde ictihad yapılmaz. Bunlar, olduğu gibi kabul edilir. Açık bildirilmemiş bir işi gösteren delili ararken yanılmak suç olmaz. Fakat bu delil yani doğru yol açık olup da, müctehid bu delili bulmakta yanılarak veya bir delilden çıkarılmayıp, akla uyarak yapılan ibadetler, bidat olur, sapıklık olur. Böyle reformlar, bir müekked sünnetin ortadan kalkmasına sebep olursa, günahı daha çok olur.
Resûlullahın ibadet olarak yaptığı ve arasıra bıraktığı şeylere sünnet-i hüda veya müekked sünnet denir. Bunları arasıra yapmayanlara azap bildirilmedi. Hiç terketmediği ve terkedenlere azap yapilacağını bildirdiklerine vâcip denir. Arasıra yaptığı ibadetlere müekked olmayan sünnet veya müstehab denir. Adet olarak yaptıklarına sünnet-i zevaid veya edep denir. İyi şeylere sağdan, fenâ şeylere soldan başlamak ve sağ, sol elleri kullanmak edebdir.
Adetlerde değişiklik yapmak, bidat değildir. Vera sahiplerinin yapmaması iyi olur. Hadis-i şerifte, “Benim sünnetime ve benden sonra, hulefa-i raşidinin sünnetlerine sarılınız!” buyuruldu. Sünnet sözü, yalnız olarak söylenildiği zaman, İslamiyetin bildirdiği her şey demektir. Bu dinin sahibi olan Resûl “aleyhisselâm”, adetlerde bir şey bildirmedi. Çünkü Resûlullah, insanlara dinlerini bildirmek için geldi. Dünyada muhtaç oldukları şeylerin yapılmasını öğretmek için gelmedi. Hadis-i şerifte, “Dünya işlerinizi yapmasını siz daha iyi bilirsiniz!” buyuruldu. Dünyanıza faydalı olan şeyleri bulup yapmanız için benim bildirmeme lüzum yoktur demektir. Dini vazifelerinizi, ibadetlerinizi bilemezsiniz. Onları benden öğreniniz demektir. Bunun için adetler, İslamiyetin dışında kalmaktadır. İslamiyetin dışında olan şeylerde yapılan değişiklikler bidat olmaz.
Minare, mektep, kitap gibi sonradan yapılmış olan şeyler bidat yani dinde reform değildir. Bunlar dine yardımcı şeylerdir. İslamiyet bunlara izin vermiş, hatta emretmiştir. Böyle şeylere sünnet-i hasene denir. İslamiyetin yasak ettiği şeyleri meydana çıkarmaya sünnet-i seyyie denir. Bidatler, yani dinde reformlar, sünnet-i seyyiedir. Sünnet-i hasene yani dine yardımcı şeylerin (Sadr-ı evvel) de yani Ashâb-ı kiramın ve tabiin-i izamın zamanlarında yapılmaması, onların bu faydalı şeylere ihtiyaçları olmadığı içindi. Onlar, kâfirlerle cihat ediyor, İslamiyeti dünyaya yayıyorlardı. Onların zamanlarında bidat sahipleri çıkmamış veya çoğalmamıştı. Kıyamete kadar sünnet-i hasene meydana çıkarmak caizdir ve sevaptır.
İbadette bir bidati yapmak, bir sünneti terketmekten daha fenadır. Bidat işlemek haramdır. Sünneti özürsüz terketmek mekruhtur. Bir sünneti özürsüz terketmeyi sevap sanırsa, sünneti terketmesi de bidat olur. Bir inanışın, bir işin veya bir sözün sünnet veya bidat olduğu bilinemediği zaman, bunu yapmamak lazım olur. Çünkü, bidati terketmek lazımdır. Sünneti yapmak lazım değildir. Lazım olmayan şey yapılmazsa kaza olunamaz. Bunun için namazların kılınmamış sünnetleri kaza olunmaz. Allahü teâlânın haram ettiği şeylerden bir zerresini yapmamak, insanların ve cinnin bütün ibadetlerinden daha sevaptır. Bunun için, güçlük olan yerde vâcip de terkedilir. Fakat haram işlenemez denildi. Mesela başkasının yanında taharetlenilmez.
Bir asırda yaşamış olan müctehidlerin söz birliğine (İcma) denir. İcmaın bir delile senede dayanması lazımdır. Bu delil, âyet-i kerime ve bir kişinin dahi bildirdiği hadis-i şeriftir. Yahut bunlara dayanan kıyastır. Kıyas, ayette ve hadiste kapalı bildirilen şeyi açığa çıkarmaktır. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe hazretleri kıyas yolu ile ictihad buyurmuştur.
Bir kimse, hiç kitap okumadan arif, Velî olabilir. Âyet-i kerimeyi tefsir edebilir. Fakat bu kimse, rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihad derecesine yükselmiş olması ve marifette velayet-i hassa-i Muhammediye mertebesinde bulunması lazımdır. Rehberin [yani mürşidin] her hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyete uygundur. Yani, her şeyde Resûlullaha uymaktadır. Bunun için, Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı ve Resûlullahı sevmekten ileri gelmektedir. Bu sevgiye hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyete uymak demektir. Çünkü, Rehberin her sözü ve her işi İslamiyeti bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kamildir. Din düşmanlarının, müslümanlar için (Allahı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyeti bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu, buradan anlaşılmaktadır.
Ashâb-ı kirama uymak vâciptir. Ashâb-ı kiramın bildirdiği bir şey üzerinde kıyas yapmak caiz değildir. Fakat, bizim gibi mukallidlerin, yani ictihad derecesine yükselmemiş kimselerin, Ashâb-ı kiramın sözlerine uymaları caiz değildir. Ashâb-ı kiramın sözleri ve hareketleri, nassları ve kendi ictihadlarını gösterir. Bunları da, ancak ictihad derecesine yükselmiş olan derin âlimler anlayabilir. Mezhep imamlarımız, bunları anlamışlar ve anlayabileceğimiz kadar bizlere bildirmişlerdir. Görülüyor ki Ashâb-ı kirama uymak isteyenlerin, Ehl-i sünnet âlimlerine uymaları lazım gelmektedir.
Buhari’de yazılı hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, kulum bana farzları yapmakla yaklaştığı gibi, başka hiçbir şeyle yaklaşamaz. Bana nâfilelerle yaklaşan kulumu çok severim buyuruyor” buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki Allahü teâlânın ençok sevdiği ibadet, farzlardır. Hadis-i şerifte bildirilen nâfileler, farzlarla birlikte yapılan nâfilelerdir. Farzları yapıp, nâfilelere de devam edenleri, Allahü teâlâ çok sever demektir.
Allahü teâlâ, Mâide sûresinin 35. âyetinde meâlen buyuruyor ki “Bana yaklaşmak için, vesile arayınız!”. Meâlen demek, (İslam âlimlerinin anladıklarına göre) demektir. Vehhâbîler diyor ki (Vesile sebep, ibadetlerdir. Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için farz ve nâfile ibadetleri yapmak lazımdır. Tarikate girmek, bir şeyhin eteklerine yapışmak, ölülere, dirilere yalvarmak, insanı Allaha yaklaştırmaz. Bilakis uzaklaştırır). Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki (Evet! Vesile sebep, ibadetleri yapmaktır. Fakat, sahih, doğru, halis olan ibadetler, vesile olur. İbadetlerinin sahih olması için, doğru iman, temiz ahlak sahibi olmak ve şartlarına uygun yapmak lazımdır. Mesela, namazın sahih olması için, abdest almak, kullanılan suyun temiz olması, namazı vaktinde kılmak ve kıbleye karşı kılmak, namazdaki âyetleri, tesbihleri ve duaları doğru okumak ve daha nice şartları, vesileleri bilmek ve yapmak lazımdır. Her ibadetin de böyle şartları, vesileleri vardır. Bunlar, senelerce çalışarak öğrenilir. Bunlar düşünmekle, rüya ile öğrenilemez. Bunlara inanan, bilen ve yapan alimlerden işiterek veya kitaplarını okuyarak öğrenilir. Fen bilgileri de, profesörlerden uzun zamanda öğrenilmektedir. Böyle imanlı, kalbi temiz, doğru din âlimlerine müderris, muallim ve mürşid denir. Mürşid demek, su üstünde yürüyen, havada uçan, kaybolan şeyleri bilen, okuyup, üfleyerek hastalara şifa veren kimse demek değildir. Ahkâm-ı İslamiyyeyi, yani kalp, ruh ve beden ile yapılan ibadetleri bilen ve yapan ve başkalarına da öğreten Ehl-i sünnet alimi demektir. Her müslümanın, Mâide sûresindeki emre uymak için, böyle bir mürşidi veya kitaplarını araması, farz ve nâfile bütün ibadetleri Ondan öğrenmesi lazımdır.)
İslamiyeti bilmeyen cahil din adamlarının yanlış sözlerine ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumamış, bozuk düşünceli kimselerin taşkınlıklarına ve şaşkınların, herkesi şaşırtanların ve doğru yoldan kaymış olan zındıkların ve çürük akıllarına uyanların yaldızlı, parlak yazılarına aldanmamalıdır. İslam âlimleri, bilgilerini Kur’ân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden almışlardır. Bu sapıklar kendi kısa görüşlerine uyarak yazmakta ve konuşmaktadırlar. Bu reformculara ve bunları âlim sanıp, sözlerine, kitaplarına aldananlara yazıklar olsun! Bunlar, din ve iman hırsızlarıdır. Helalleri, haramları değiştiriyorlar. İslamiyeti bozuyorlar. Nablüsinin şerhinden tercüme tamam oldu.
İbni Abidin namazı bozanları anlatırken (yemek, içmek, giyinmek gibi adette olan bidatlerin mezmum, çirkin olanlarını, kâfirlerden görüp almak ve kötü olmayanları da, onlara benzemek için alıp kullanmak tahrimen mekruhtur. Kötü ve zararlı olmayanları, onlara benzemeye özenmeden yapmak, kullanmak mekruh olmaz. Resûlullah papazların kullandığı ayakkabıyı yaptırıp kullanmıştır) buyurdu.
Namazlardan ve dualardan sonra Fâtiha sûresini okumak bidat mıdır, değil midir? Bunun cevabını Berika kitabının 137. sayfasında uzun yazıyor. Kısaca bildirelim: Bidat diyenler ve değildir diyenler oldu. Çoğuna göre, duâ okuması bildirilen yerlerde, Fâtiha okumak daha iyidir. Namazlardan sonra duâ edilmesi de, hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. (Bidat) , İslamiyetin sahibinin izini olmadan yapılan ibadetlerdir. Fâtiha sûresi duaların en iyisini bildirmek için nazil oldu. Bunun namazlardan ve dualardan sonra okunmasına bidat diyen az değildir. Herkesin birlikte yüksek sesle okumaları yasaktır. İmam, Fâtiha dediği zaman, herkesin sessizce okumaları iyi olur. Çünkü, duaların sonunda hamd etmek müstehaptır. Hamd etmenin en iyisi de, Fâtiha okumaktır. Farzla sünnet arasında okumak ve isteklerine kavuşmak için okumak mekruhtur.
Tavsiye Yazı —> Müctehid ile Reformistin Farkı nedir?