İbadet yapmak için, toplanılan yerlere (Mabed) veya (İbadethane) denir. Yahudilerin mabedlerine (Sinagog) ve (Havra) denir. Hıristiyanların mabedine (Kilise) ve (Bia) veya (Savmea) denir. Müslümanların mabedine (Mescid) ve (Câmi) denir. Mabedlerde ibâdet yapılması ve dinlerin emirleri, yasakları, öğretilir. Şimdi mabedlerde konuşan vazifeliler iki şey üzerinde durmaktadırlar:
1) Parlak, yaldızlı sözlerle, acıklı hikayelerle, nağmeli hazin okumalarla, hatta çalgı ve hoparlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecana getirmek, kalpleri alarak, onların teslim olmalarını, bir gayeye sürüklenmelerini sağlamak.
2) Dinin emirlerini, yasaklarını öğretmek ve bunlara uyulmasını sağlamak.
Bugün hıristiyanların kiliselerinde ve yahudilerin havralarında, kalplerin, ruhların değil de, yalnız nefslerin, düşüncelerin birleştirilmesine çalışılmaktadır. Dini vecibeler olarak da, eski din adamlarının koydukları ve her zaman, her yerde başka olan şeyler öğretilmektedir. Bunun için, kiliseler, havralar, bir mabed değil, bir politika, bir konferans yeri olup insanları uyuşturarak, liderlerin, şeflerin arzu ve düşüncelerine sürüklemektedirler.
Camilerde de, din adamları arasına sızarak, böyle siyaset ve kazanc gayesi ile konuşanlar her zaman görülmüştür. Bunlar, İslam âlimlerinin kitaplarını okumamış, sapık kimselerin bozuk kitaplarına aldanmış din cahili (Yobaz)lardır. İslamiyetin icaplarını öğretmek ve yaptırmak şöyle dursun, kendileri bile öğrenememiş zavallı kimselerdir. Bunlar, doğru dürüst abdest ve gusül almasını, şartlarına uygun ve ihlas ile namaz kılmasını bilmeyen câhil kimseler olup her asırda müslümanları şaşırtmışlar, İslamiyete ve millete zararlı olmuşlardır. Uzun cübbe, büyük sarıkla, minberlerde, vaaz kürsülerinde teganni ile nota ile okuyup, yaldızlı sözlerle, heyecanlı hikayelerle konuşarak, dinleyicileri köksüz ve geçici bir tesir altına alabilen birer hatib, konferanscı olmuşlardır. Siyasi partilerin, diktatörlerin, faşist idarecilerin ve kiliselerin sözcüleri gibi, geçici heyecan vererek dindarları aldatmışlardır. Âlimlerimiz bunlara din adamı değil, din ve îman hırsızı, (Yobaz) demişlerdir. İslam âlimlerinin kitaplarından anlatan ve sözleri, halleri, işleri, bu kitaplara uygun olan hakiki din adamları, İslamiyeti bunların zararlarından korumuşlardır.
Ebussuud efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvasında buyuruyor ki “Bir köyde veya mahallede mescid olmayıp, cemaat ile namaz kılmasalar, hükümet bunlara zorla mescid yaptırmalıdır. Cemaati ihmal edenleri tazir etmelidir. [m. 1533] senesinde bu hususta her velâyete emir gönderilmiştir”. Mecmua-i cedide’de diyor ki “Eski bir mescid, cemaati alamazsa, mahalle halkı kendi paraları ile bunu yıkarak genişini yapmaları câizdir”.
Halebi-i kebir, 613. sayfada diyor ki “Mahalle mescidinde, cemaat az olsa dahi, namazı burada kılmak, cemaati çok olan büyük camide kılmaktan efdaldir. Mahalle camiindeki cemaati kaçıranın, başka camideki cemaate gitmesi efdaldir. Başka câmi cemaatine yetişemezse, yalnız kılmak için, mahalle mescidini tercih etmek efdaldir. Mahalle mescidinde imâm, müezzin bulunmazsa, cemaatten biri, bu vazifeyi yapar. Başka camie gitmezler. Mahalle mescidinin imamı, yatsı namazını, beyazlığın kaybolmasını beklemeyip, daha erken güneşin battığı yerde kırmızılık kaybolunca kılarsa, bununla birlikte, erken kılmayıp, beyazlığın da kaybolmasını bekleyip, yalnız kılmak efdaldir. [Yani daha iyidir. Yatsı ezanları (İşa-i evvele göre) erken okunuyor. İmâm-ı Âzâmın ictihadına uyulmıyor ise de, imameyn kavline göre okunduğu için, bu cemaat ile kılmak câizdir.] Mahallenin imamı fısk ile meşhur ise, yani büyük günah işliyorsa,[mesela, ezanı ahkâm-ı İslamiyyeye uygun olarak okumuyorsa] başka mescidin cemaatine gitmelidir. Çünkü, mekruhtan sakınmak, sünnet işlemekten daha önce gelir).
İbni Âbidin buyuruyor ki:
1) Câmi kapısını kilitlemek mekruhtur. Hırsız tehlikesi varsa, mekruh olmaz.
2) Câmi üzerinde cima, tahrimen mekruhtur. Kâbe-i muazzama ve câmi üzerine basmak da mekruhtur. Câmi üzerine cünüp çıkmak haramdır.
3) Câmi üzerine abdest bozmak tahrimen mekruhtur. [Camiin altına ve mihrap duvarının önüne abdesthane yapmanın mekruh olduğu Tergibü’s-salât’da yazılıdır.] Çünkü, camilerin üstü, semaya kadar mescittir. Altı da böyledir. Altını şadırvan, hamam yapmak câizdir.
4) Camiden bâzen geçmek câizdir. Yol haline getirmek mekruhtur. Özür olursa, mekruh olmaz. Her gün mescide ilk girişte Tehıyyet-ül-mescid namazı kılar. Sonraki girişlerinde kılmaz. Hamevi (Eşbah) şerhinde diyor ki “Camiye girenin (Tehıyet-ül-mescid) olarak, 2 rekat namaz kılması, söz birliği ile sünnettir. Bâzen, müstehab deyince sünnet anlaşılır. Kurân-ı Kerîm okunuyorsa, tehıyyet kılınmaz. Çünkü, Kurân-ı Kerîmi dinlemek farzdır. Farz-ı kifâye için dahi sünneti terketmek evladır. Kurân-ı Kerîmi teganni ile okumak ve bunu dinlemek haramdır”. Kadıhan’da diyor ki “İmam teganni ile okuyorsa, başka mescide gitmek efdaldir. Zani veya fâiz yiyici ise [veya başka haram işlediği, zevcesini, kızını açık gezdirdiği malum ise] başka mescide gitmelidir”. Zaruretsiz camiden geçmeyi adet eden, fasık olur.
5) Camilere necaset sokmak mekruhtur. Üzerinde necaset bulunan kimse, camiye giremez. Necis yağ ile kandil yakmak câizdir. Fetava-i fıkhiyye’de diyor ki “Mescitte necaset gören kimsenin, bunu hemen temizlemesi lâzımdır. Temizlemeyi özürsüz geciktirirse, günah olur. Namaz kılanın üzerinde, secde yerinde necaset görenin, bunu ona bildirmesi lâzımdır. Bunu haber vermek ve namazı geçecek olanı uyandırmak vâcib değildir, sünnettir”.
6) Necis su ile yapılmış harç ve çamur ile câmi sıvamak mekruhtur. Temiz su ile yapılmış, tezek karışık çamurla sıvamak mekruh olmaz. Çünkü, bunda zaruret vardır. [(Hindiye).]
7) Camide, kap içine abdest bozmak mekruhtur. Kan aldırmak da böyledir. Yel kaçırmak mekruh olmaz.
8) Necaset bulaştıracak olan deliyi ve [7 yaşından] küçük çocukları camiye sokmak haramdır. Necaset tehlikesi olmazsa, mekruhtur.
9) Camide pazar kurmak, yüksek sesle konuşmak, nutuk söylemek, kavga etmek, silah çekmek, ceza vermek tahrimen mekruhtur. [Cuma ve bayram hutbelerinde nutuk verir gibi okumak, konuşmak haramdır.]
10) Sokakta gezilen nalın, yani ayakkabı ile camiye girmek mekruhtur. Temiz mest ve nalın ile namaz kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir. Yahudilere muhalefet olur. [Naleyn, altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabıdır. Altı tahta naleyn ile gezmek mekruhtur].
Bir odası mescid yapılmış olan ev üzerine ve içinde mushaf bulunan oda üzerine abdest bozmak ve cima etmek mekruh olmaz. Cenaze ve bayram namazları kılınan yerler de böyle ise de, buralardaki imama, camideki cemaat uyabilir. Buralara, câmi avlularına, medrese ve tekkelere, haid kadın ve cünüp girebilir.
11) Camilerin kıbleden başka duvarlarını süslemek câizdir. Fakat, bu parayı fakirlere harc etmek efdaldir. Kıble duvarını kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekruhtur. Yan duvarların fazla süslü olması da mekruh olur.
Dürrü’l-muhtar’da namazın mekruhları sonunda buyuruyor ki “Camilerin efdali Kâbe-i muazzama, sonra bunun etrafındaki (Mescid-i haram), sonra Medine-i münevveredeki (Mescid-i Nebî)dir. Sonra, Kudüs’teki (Mescid-i aksâ), sonra, Medine-i münevvere şehri yanındaki (Kuba) mescididir. Mescid-i Nebinin 100 zra eni, 100 zra boyu vardı. 1 zra 0,5 metredir. Sonra, zamanla genişletildi. Şimdiki halinde de efdaldir”.
[En kıymetli toprak, kabir-i saadette, cesed-i Peygamberiye “sallallâhü aleyhi ve sellem” temas eden topraklar olup Arştan, Cennetlerden daha kıymetlidir. Ona yakın olan zaman, mekan, evladı, bütün eşya, Ona uzak olanlardan daha kıymetli, efdaldir. Camiler ve Peygamberler, bundan müstesnadır].
12) Camilerde, [sarkıntılık ederek] dilenmek haramdır.
13) Camide, sarkıntılık eden dilenciye sadaka vermek haramdır.
14) Kaybolan şeyleri, camide araştırmak mekruhtur.
15) Müminin hicvi, aşk, ahlaksızlık gibi haram şeyler bulunan şiiri okumak tahrimen mekruhtur. Vaaz, nasihat, hikmet, Allahü teâlânın nimetleri bulunan, müminleri metheden şiirleri [yani ilâhî ve mevlid] teganni etmeden okumak sevap ve tarihi şiirleri nadiren okumak mubah ise de, şiirle meşgul olmak makbul değildir. Camilerde ilâhî ve mevlidleri [namaz kılanlara mâni olmamak şartı ile], ara sıra okumak câizdir. Her zaman okuyup, adet haline getirmek câiz değildir.
16) Özrü olmayanların Kurân-ı Kerîmi dinlemeleri farz-ı kifâyedir. İş görenler, uyuyanlar ve camide namaz kılan, vaaz veren yanında yüksek sesle Kurân-ı Kerîm okumaya başlamak günahtır.
17) Camilere abdest suyu sıçratmak, balgam, sümük bulaştırmak mekruhtur. Camide hususi hazırlanmış yerde abdest almak câiz olur.
Zemzem kuyusunun etrafında abdest almak ve gusletmek câiz değildir. Çünkü, burası câmi içindedir. Buraya cünüp girmek câiz değildir.
18) Camilere, lüzumsuz ağaç dikmek mekruhtur. Camiin rutubetini çekmek, gölge yapmak gibi umuma faydası olursa, câiz olur. Şahsi menfaati için dikmek, mekruh olur.
19) Camide bir şey yemek, uyumak mekruhtur. Misafir olan müstesnadır. Misafir, camiye girerken (İtikaf)a niyet etmeli, önce tehıyyet-ül-mescid olarak, namaz kılmalıdır. Sonra, yiyebilir ve dünya kelamı konuşur. İtikaf eden yiyebilir, yatabilir. İtikaf sünnet-i müekkededir. İtikafı terketmek, 5 vakit namazın sünnetlerini özürsüz kılmamak gibi olduğu Berika’da yazılıdır.
Camide soğan, sarmısak gibi fenâ kokulu şeyleri yiyene [sigara içene] mâni olmalıdır. Kasapları, balıkçıları, ciğercileri, yağcıları, üzerleri pis ise ve pis kokarsa ve üzeri pis kokanları ve cemaati dili ile incitenleri, camiden çıkarmalıdır. İlac olarak kokulu şey özür ile veya unutarak yiyen, cemaate gelmez. Mazur olur. Pis koku insanlara ve meleklere eziyet verir.
20) Camide, alış veriş olan her akid [sözleşme] mekruhtur. Nikah yapmak ise müstehaptır.
21) İbâdet etmeyip, camide dünya kelamı ile meşgul olmak tahrimen mekruhtur. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, camide dünya kelamı konuşmak da, insanın sevaplarını giderir. İbadetten sonra, mubah olan şeyleri, hafif sesle konuşmak câizdir. İslamiyetin beğenmediği şeyleri konuşmak, her zaman câiz değildir.
22) Camide kendine muayyen yer ayırmak mekruhtur. Fakat, dışarı çıkarken, kimse oturmasın diye, yerine ceketini bırakırsa, gelince oraya tekrar oturabilir. Umumî yerlerde, Mina’da, Arafat’ta, [vapurda, otobüslerde de] böyledir. Yani oturmayı adet ettiği yere başkası oturmuş ise, kaldıramaz. Kendine, ihtiyacından fazla yer ayırırsa, fazlasını başkası alabilir. Bu yerin fazlasını, iki kişi isterse, hangisine verirse, o oturur. İkisi de istemeden, bu fazla yere biri oturursa, bundan alıp ikincisine veremez. Fakat, burayı, onun emri ile onun için ayırttım, kendim için ayırmadım diye yemin ederse, kaldırabilir. Satıcıların pazar yerinde yerleştikleri yer de böyle olup önce geleni sonra gelen yerinden kaldıramaz. Bütün bu umumî yerlerde, ilk oturan, herkese zararlı olmuş ise, kaldırılabilir.
Namaz kılanlar sıkışıyorsa, kılmayanları kaldırabilirler.
Mahalle mescidi dar geliyor ise, o mahalleden olmayanları, dışarı çıkarabilirler.
Mahalle camiinin gelirini toplaması, tâmirini, masraflarını idare etmesi için, mahalle halkının bir (Mütevelli) tayin etmesi câizdir [ve lâzımdır].
Camiin bir tarafında hafız Kurân-ı Kerîm okuyor, bir tarafta da Ehl-i sünnet olan sâlih bir kimse vaaz veriyor ise, vaaz dinlemek efdaldir. [Hele hafız fasık ise, teganni ile okuyorsa, dinlemek câiz değildir. Câmi, kubbesi, minaresi olan bina demek değildir. İçinde, her gün 5 kere, cemaat ile namaz kılınan bina demektir. Namazdan evvel veya sonra, bu cemaate vaaz vermek de câizdir. Vaaz, Ehl-i sünnet itikadında olan bir zâtın, Ehl-i sünnet âlimlerinden birisinin bir kitabına bakarak okuduğu veya ezberden söylediği bir sözünü açıklaması demektir. Bozuk din adamlarının ve misyonerlerin konuşmalarına vaaz denmez, nutuk ve konferans vermek denir. Camilerde nutuk ve konferans vermek ve bunları dinlemek câiz değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin her sözü, Kurân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin tefsirleri, izahlarıdır.]
Camilerdeki yarasa ve güvercinleri kovmak ve yuvalarını dışarı atmak câizdir. Çünkü, camileri kirletirler. Camilerin temiz olması için bunlar çıkarılır. Fetava-i kariü’l-Hidaye’de ve Cevahirü’l-fetava’da diyor ki “Camileri kirleten kuşları çıkarmak mümkün olmazsa, öldürmek câizdir. Eziyet veren hayvanlar her yerde öldürülebilir”. Câmi dışındaki kuş yuvalarını bozmak, câiz değildir.
Kadıhan “rahmetullâhi aleyh” fetvasında diyor ki “Bir şehirde, bir köyde, bir mahallede ezan okunmazsa, hükümetin zorla okutması lâzımdır.” Fetava-yı Hindiye’de diyor ki “Ezan, camiin dışında veya minarede okunur. Yüksekte okumak ve sesini çoğaltmak için kendini zorlamamak sünnettir”. Görülüyor ki ezan ve ikâmeti hoparlör ile okumaya lüzum yoktur. Çünkü, her mahallede ezan okunmaktadır. İbadetleri teyp, radyo ve hoparlörle ve televizyonla yapmak bidattir. Bidat büyük günahtır. [Müezzin ezanı ve imâm efendi kıraati câmi civarında bulunan ve camideki cemaate işittirecek kadar tabiî sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekruhtur. Hoparlör [Mizmar] kullanmaya lüzum olmadığı buradan da anlaşılmaktadır. (Müncid)de diyor ki her türlü ses çıkaran aletlere (Mizmar) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ud, hoparlör, teyp, televizyon, birer mizmardır. İbni Hacer-i Mekki (Keffür-rea ân muharremat-ilâ lehvi vessima) kitabında diyor ki (Hadis-i şerifte “Davulu ve mizmarı yok etmek için emrolundum” ve “Bir zaman gelir ki Kurân-ı Kerîmi mizmarlardan okurlar. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder” buyuruldu.) Ezan ve mevlid okumak da böyledir.
Bi-vefadır ey deni dünya senin her nimetin.
Sarsar-ı bad-ı ecel, mahveyliyor her rif’atin!
Kaynak: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye