1. Menakıb: (Mesabih-i şerif) de Şeyhaynın [Ebû Bekr-i Sıddık ve Ömer-ül Fâruk] radıyallâhu anhüma” menakıbları babında, sahih hadislerde, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Fahr-i âlem ve Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (Bir adam öküzünü sürüp giderdi. Adam yoruldu. Öküze bindi. Allahü teâlâ öküze nutk verip, fasih lisan ile söyledi ki biz binilmek için halk olunmamışız. Biz ancak çift sürmek için halk olunmuşuz. İnsanlar bunu işitip, dediler ki Sübhânallah! Öküz konuştu.) Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki (Muhakkak ben öküzün konuşmasına inandım. Ebû Bekir ve Ömer de iman getirdiler.) Halbuki bu iki server, o mekanda hazır değil idiler. Onların orada olmadıkları hâlde, gıyablarında onlar için şahadet ettiler. Yine Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Bir çoban kendi koyunları içinde dururdu. O sırada bir kurt koşarak bir koyunu aldı, gitti. Sahibi yetişip, koyunu kurtardı. Allahü teâlâ hazretlerinin kudreti ile kurt konuşmaya başlayıp, seb’ günü koyunu kim güdecek. O bir gündür ki benden gayri koyuna çoban olmaz. İnsanlar işitip, dediler ki Sübhânallah! Kurt konuşuyor. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Muhakkak ben kurdun konuşmasına iman getirdim. Ebû Bekir ve Ömer de iman getirdiler. Halbuki onlar o mekanda hazır değil idiler. Seb’ gününde ihtilaf ettiler. Lakin sıhhatli olan mânâ budur ki seb’ günü o gündür ki fitne ve fesad çok olur. İnsanlar koyunları sahipsiz bırakıp, kurtların eline fırsat düşer.
2. Menakıb: (Mesabih) de yine aynı babda Hasan hadis-i şeriflerde, Ebû Saidil Hudri “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuştur ki: (Sizin gök yüzündeki ışıklı yıldızlara bakıp, gördüğünüz gibi, Cennet ehli de İlliyin ehline bakar. Muhakkak ki Ebû Bekir ve Ömer onlardandır. Lakin onlar bu mertebeden de yüksektirler. Naim Cennetine dâhil oldular.)
Yine hasen hadis-i şerif olarak, Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu mânâ ile alakalı hadis-i şerifte buyurdular ki (Ebû Bekir ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” Cennet erkeklerinin, enbiya ve mürselinden gayri seyyididir. “Alâ nebiyyinâ ve aleyhissâlatü vesselâm”. Yine Hasan hadis-i şerif olarak Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. Bu mefhum üzerine ki iktida edin [uyun] o 2 kimseye ki benden sonra halifedirler, onlar Ebû Bekir ve Ömer’dir “radıyallâhu anhüma”.) Yine Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” mescide dâhil oldukları zaman, Ebû Bekir ve Ömerden başka kimse başını yukarı kaldırmazdı. O ikisi hazret-i Resûle bakıp, tebessüm ederler idi. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” de onlara bakıp, tebessüm ederdi. Yine Hasan hadiste Abdullah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerinden rivayet edilmiştir: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bir gün çıktılar ve mescide geldiler. Ebû Bekir ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” biri sağında ve biri solunda idi. Hazret-i Resûlullah ara yerde, ikisinin elini tuttuğu hâlde, buyurdular ki “Kıyamet gününde böylece bas olunuruz.” [Kıyamet gününde böyle kalkarız.]
3. Menakıb: Yine (Mesabih-i şerif) de o babın Hasan hadis-i şeriflerinde, Abdullah bin Hatıye’den rivayet edilmiştir. Abdullah bin Hatıye tabiindendir. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”; hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer’i “radıyallâhu anhüma” gördükte, buyurdu ki (Bunlar gözdür ve kulaktır). Yani bu ikisi, Serverin menzil-i dinde, göz ve kulak menzilesindedir. Bazı ehl-i dirayet; hazret-i Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bu kavl-i şerifinin tevilinde, (Allahım! Bizi gözlerimiz ve kulaklarımızdan faydalandır!) hadis-i şerifindeki göz ve kulaktan murad, Ebû Bekir ve Ömer’dir “radıyallahü teâlâ anhüma”, demişlerdir.
Yine o babda Hasan hadis-i şerifte, Ebû Said hazretlerinden “radıyallahü teâlâ anh” rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular: (Her Peygamberin yer ehlinden iki gök ehlinden iki veziri olur. Benim gök ehlinden vezirlerim Cebrâil ve Mikâildir “aleyhimesselam”. Yer ehlinden vezirlerim Ebû Bekir ve Ömer’dir “radıyallahü teâlâ anhüma”.) Yine o babın Hasan hadisler kısmında, hazret-i Ebû Bekir’den rivayet olunmuştur. Bir adam, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine dedi ki rüyada gördüm. Gökten bir mîzan nazil oldu. Hazret-iniz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekir hazretleri vezn olundunuz, yani tartıldınız! Siz üstün geldiniz. Ebû Bekir ve Ömer hazretleri vezn olundular. Ebû Bekir üstün geldi. Ömer ve Osman hazretleri vezn olundular. Ömer üstün geldi. Sonra mîzan kalktı. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine bu rüyadan bir büyük üzüntü hâsıl oldu. Buyurdular ki; (Nübüvvete ait olan hilafetten sonra, Allahü teâlâ mülkü dilediğine verir.)
Tayyibi beyan etmiş ki bu rüya şuna işaret eder. Hak üzere olan hilafette kesinti olur ve sonra yok olur. Hadis-i şerifte bildirildiği gibi, hazret-i Ömer’in hilafeti de nübüvvete bağlı olarak devam eder. Şeyhaynın [hazret-i Ebû Bekir ve Ömer’in “radıyallâhu anhüma”] derecesine hiç kimse çıkamadı. Bunların yaptığı hizmet, başkalarına nasip olmadı. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” ve hazret-i Ali de “radıyallahü teâlâ anh” hak üzere halife idiler. Bunların zamanında fitne ve karışıklıklar çoğaldı. Kalplerde üzüntüler arttı. [Ehl-i sünnete göre, her ikisini de üstün bilmek ve sevmek şart oldu.] Osman ve Ali “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinden sonra melik-i adud oldu.
4. Menakıb: (Ravdat-ül ulema) kitabının sahibi, yazmış ki fakih Ebû Nasır fârisî dil ile hazret-i Aliden “radıyallahü teâlâ anh ve keremallahü vecheh” rivayet eder. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzuruna bir kişi geldi ve dedi ki ya Resûlallah! Filan yahudinin bir ısırıcı köpeği vardır. Her ne zaman cemaate gelmek için oradan geçerim, beni dişler [ısırır], elbisemi yırtar. O yahudiye emredin ki o kelbi [köpeği] hapsetsin. Resûlullah hazretleri kalkıp, o yahudinin evine gitti. Yahudi karşıladı. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” (Ya Ehal Yehud! Senin köpeğin bu kimseyi dişlemiş ve elbisesini yırtmış) buyurdu. Yahudi dedi ki: Benim köpeğim kendine eziyet etmeyene eziyet etmez. Eğer sen Allahü teâlâ hazretlerinin Resûlü isen, öyle zannedersin [ki öyledir], gel köpekten sor ki niçin eziyet eder. Rivayet eden diyor ki: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, yahudinin köpeğini gördü. Köpek kalktı. Ondan yana koşup, kuyruğunu oynatmaya başladı. O sırada o şahsı da gördü. O şahsın üzerine saldırdı. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki; nedir senin halin ya kelb. Niçin bu kimseye sebepsiz eziyet edersin. Hak Sübhanehü ve teâlâ kelbe konuşmak için izin verdi. Hatta fasih bir lisan ve güzel bir ibare ile konuşup, dedi ki ya Nebiyallah! Muhakkak, benim yanımdan her gün bin adam geçer. Hiçbirine zarar vermem. Bu adama o sebepten eziyet ederim ki Ebû Bekir ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerine buğz eder ve o iki serverin güzel suretlerini kapısının dehlizinde tasvir etmiştir. Evine girerken ve evinden çıkarken o suret-i şeriflere tükürür. Ya Resûlallah! Benim ile beraber buyurun, onun evine gidelim. Eğer ben yalancı isem, nefsim sana feda olsun. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri o şahsın evine gittiler. Baktılar ki kelbin [köpeğin] anlattığı minval üzere dehlizin kapısı üzerinde, mübarek resimlerin üzerinde tükürük izleri görünür. Resûl-i ekrem hazretleri o şahsa dönüp, buyurdular ki (Tövbe eyle, müslüman ol. Allahü teâlâ hazretleri tövbeni kabul eyleye.) O şahıs da tövbe edip, müslüman oldu. Sonra kelbin sahibi de müslüman oldu. Sonra kelb dedi ki: Selam Senin üzerine olsun ya Resûlallah! Sen Hak teâlânın gönderilmiş hakiki Peygamberisin. Sonra gözden kayboldu.
5. Menakıb: Yine (Ravdat-ül ulema) sahibi demiştir ki Salih bin Muhammed bin Salih el Sehaviden işittim. İsnad ile Ebul Cerrah’tan, o da Ebul Alkama’dan hikaye eder. Ebul Alkama dedi: Bir büyük kafile içinde bulundum. Emrimiz bir şahıs idi ki onun emri ile göçüp, onun emri ile konardık. Bir menzile vardık. O şahıs, Şeyhaynı “radıyallâhu anhüma” şetm etti [kötüledi, yakışmayan şeyler söyledi]. Biz nehy ettikçe kesmedi, vazgeçmedi. O gece rüyamda gördüm. Sabah olup yüklerimizi yükledik. Bendlerimizi ıslah ettik. Emrimiz tarafından emir bekledik. Kimse ses vermedi. Emrin yanına vardık ki görelim, hâli nedir ve ne yapar. Gördük ki bağdaş kurmuş, oturmuş. Ayaklarını bir örtü ile örtmüş. Ayaklarını açtık. Gördük ki neuzübillah, ayakları, hınzır ayaklarına dönmüş. Hayvanı eğerleyip, hayvanına bindirdik. Bir kilisenin yanına geldik ki orada domuzlar otlar. Hemen hayvanından aşağı sıçrayıp, iki ayağı üzerine durdu. 3 kere domuz gibi bağırdı, domuzlara karıştı. Onlar gibi domuz oldu. Hatta onlardan ayırmak mümkün olmadı. Neuzübillah. Kötü işlerimizden, nefslerimizin şerrinden Allahü teâlâya sığınırız.
6. Menakıb: (Ravdat-ül ulema) sahibi demiş ki Fakih Ebülleys Nasır Ahmed bin Muhammed Hayır dedi ki: Ben Buhara pazarından Tus pazarına gitmek üzere yola çıktım. Yolda Fergana köylerinden İskenderiyeli bir şahıs ile arkadaş oldum. Ben o şahsa dedim. Nereden gelirsin, nereye gidersin. O şahıs dedi ki Ferganeden gelirim, hacca giderim. Bir hanım için 300 dirheme hacca giderim. Ben ona bu zaman hac vakti değil, zira hacılar çıkmışlardır, sen onlara erişemezsin. Ferganeden Mekke-i Mükerremeye 300 dirheme nasıl hacca gidersin dedim. O şahıs dedi ki bizim için Tus’ta bir yer vardır. Ona meşhed denilir. Biz o bekaayı [o yeri] hac ederiz. O yerde hazret-i Alinin “keremallahü vecheh” sülale-i şeriflerinden Ali bin Musa el Rızanın kabri vardır. O kabri hac ederiz. Ona karşılık cevap verdim. Delil ve senetli cevap verdiğim hâlde, konuşmamız münakaşa şeklini alınca, onu Meşhette terkettim ve Tusa gittim. Kıssayı hakime söyledim. O sırada Ebul Fadl el edni hakim idi. Tusta hakim bana dedi ki niçin arkadaşlığını devam ettirmedin. Böylece, onların küfrü açığa çıksa idi. Biz de o sebeple onları bu şehrden ihraç ederdik [sürerdik]. Hakimden izin taleb ettim, dönüp Meşhede gittim. Birçok geceler onunla oldum. O kadar onunla düşüp-kalktım ki kendilerinden zannetti. Ben de onlardan oldum. Bana dedi ki ya falan, artık bizden oldun, artık bizim seyyidimizi ve imamımızı ziyaret etmez misin! Olur, dedim. İmamları bir şahıs idi ki tanıştık. Onlar ile namaz kılardı. Kurân-ı azimüşşanı, neuzübillahi teâlâ, hakiki kıraatinden başka bir şekilde okurdu. Hatta Kıyamet sûresini okudu. Meal-i şerifi (Ey Resûlüm! Kur’ân-ı Kerîmi kalbinde toplayıp, dilinde Sâbit kılmak bizim üzerimizdedir) olan 17. âyet-i kerimeyi okurken, değiştirip okudu. Ben kalbimden ona yalan söylüyorsun, dedim. O namazı yeniden kıldım. Sonra o şahıs beni büyüklerinden birinin yanına gizlice götürdü. Orada bir şahıs gördüm ki iki ayağı kelb ayağı gibi ve ağzı kelb ağzı gibi, kelb suretinde idi. Onlar derler ki o şahıs Allahü teâlâ hazretlerini zikir eder. Sonra o Ferganeli bana dedi ki bu seyyidimiz her gün Şeyhayn hazretlerine “radıyallahü teâlâ anhüma” neuzübillah, bin kere lanet eder. Emir geldi, bu mertebeye geldi. Ben de çıktım Tus şehrine geldim. Hakime hepsini haber verdim. Kalkıp Meşhede geldi. O taifeyi oradan çıkarmak için uğraştı. Mümkün olmadı.
7. Menakıb: Yine (Ravdat-ül ulema) sahibi “rahimehullahü teâlâ” diyor ki: Edip, Zahid-el Yusuf Yakup bin Yusuf’tan “rahimehullah” işittim. Der ki ben Mekke-i mükerreme yolunda Damigan’a vardım. Nişapurlu bir şahsa rast geldim. Bu şahıs, Damiganlı bir şahıs ile; Ebû Bekir ve Ömer’in “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerinin faziletleri konusunda münakaşa ediyorlardı. Damiganlıya Şeyhayn hazretlerinin faziletleri konusunda yardım etmek için, ben de onlara dâhil oldum. Edip Zahid şöyle nakletmiştir. Damiganlı, Nişapurluya dedi ki bu konuda benim sana söylediğim sözleri kimse söylememiştir. Lakin sana bu dalaletten dönmen için hiçbir şey fayda vermedi. Gel seninle fiili tecrübe edelim. Nişapuri dedi ki nasıl? Damigani dedi ki; Damigan’da bir hamam vardır. Emir hamamı denmekle meşhurdur. Damigan hamamlarında o hamam külhanından büyük ateşli bir külhan [ocak] yoktur. Varalım, külhancıya külhan kapısını açtıralım. Sen ve ben külhana girelim ve onun içinde zuhr [öğle] vaktine kadar eğlenelim. Eğer sen hak üzerine isen necat bulursun [kurtulursun], ben helak olurum. Eğer ben hak üzere isem, ben necat bulurum [kurtulurum], sen helak olursun. Kalktık, o hamama vardık. Külhancı bizim için külhan kapısını açmaktan imtina etti [çekindi]. Ta ki birkaç müslümanı bu kadıye üzerine şahit tuttu. Sonra, Damigani, Nişapuri’nin sağ elinin küçük parmağından tutup, kendi önce külhana [ocağa] girip, Nişapuriyi de çekti. İkisi beraber külhana girip, eğlendiler [beklediler]. Hamam yakınında olan camiin müezzini zuhr [öğle vaktinin] ezanı okuyunca, ben külhancıyı [ocakçıyı] çağırdım. Külhancı da o ikisine nida ettikte [seslenip, çağırdıkta], Damiganlı çıktı. Elbiselerinden bir parça bile yanmamış. Ateş asla tesir etmemiş. Nişapurlu ise, yanmış, kömür gibi olmuş. Ey mümin kardeşler. Şeyhaynın “radıyallâhu anhüma” fazileti hakkında, başka kıssa olmasa, bu acayip kıssa kifâyet eder.
8. Menakıb: Hazret-i Ömer bin Hattab’ın “radıyallahü teâlâ anh” adet-i şerifleri şu idi ki herkesten önce mescide giderlerdi. Bir gün mescide giderken gördü ki bir çocuk, acele ile önünden gider. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki ya sabi [çocuk], niçin bu kadar acele mescide gidersin. Sana henüz namaz dahi farz olmamış. Çocuk dedi ki ya Ömer, ben niçin acele etmiyeyim ki dünkü gün, benden küçük bir çocuk vefat etti. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” çocuktan bu sözü işitince, o şekilde ağladı ki gözünden yaş yerine kan geldi.
9. Menakıb: Bostan sahibi “rahimehullahü teâlâ” (Kitab-ül Bostan) da, bazı seleften nakletmiştir. Benim bir komşum vardı. Ebû Bekir ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerini şetm ederdi [kötülerdi]. Bir gece aşırı kötüledi. Tahammül edemeyip, dövüştüm. Sonra döndüm, hüzn ve üzüntü ile evime geldim. Yatsı namazını tehir edip, uyudum. Uykum içinde, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini gördüm. Dedim ki; ya Habîballah! Falan kişi senin Ashâbını seb’ eder [kötüler]. Buyurdu ki; kimi kötülüyor. Dedim, Ebû Bekir ve Ömer hazretlerini. Buyurdu ki; bu bıçağı al, bununla var onu boğazla. Ben de o bıçağı aldım. Onu yıkıp, boğazladım. Gördüm ki kanından elime bulaştı. Elimi yere sürdüm. Bu esnada uyandım. O şahsın evinden bağırmalar [figanlar] geldiğini işittim. Dedim ki bu figan nedir. Dediler, bu gece filan füc’eten ölmüş. Sabah oldu. Vardım, ona baktım. Boğazından bir hat çekilmiş, gördüm. Bu kıssa (Şevahid-ün nübüvve) den alınmıştır.
10. Menakıb: Sefine “radıyallahü teâlâ anh” rivayet eder. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Mescid-i şerifi bina etmeye başladı. Kendi mübarek eli ile bir taş koydu. Sonra, Ebû Bekir’e “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki Sen de taşını benim taşımın yanına koy. Sonra Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine de buyurdu ki ya Ömer! Sen de taşını Ebû Bekir’in taşı yanına koy. Buyurdu ki; Bunlar benden sonra halifelerdir. Bu da (Şevahid-ün nübüvve) den alınmıştır.
11. Menakıb: Rivayet olunmuş ki Sahabe-i güzinin “Rıdvânullahi aleyhim ecma’în” çocukları oynaşırken, hazret-i Ebû Bekir’in oğlu, hazret-i Ömer’in oğluna, uzun fikirlinin oğlu, dedi. Hazret-i Ömerin oğlu ağlayarak babasına varıp, Ebû Bekir’in oğlu bana böyle dedi, diye şikayet etti. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri de bu sözden üzüldü. Dedi ki mutlaka büyüklerinden işitip, öyle demiştir. Zira çocuk kendisi böyle söylemez, deyip, kalkıp, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzur-ı şeriflerine vardı. Durumu arz etti. Hazret-i Habîbullah, hazret-i Ebû Bekir’i davet etti. Hazret-i Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” da huzur-ı şeriflerine geldi. Ebû Bekir’e hitab edip, buyurdular ki: Ya Eba Bekir! Sen yatağa girdiğin vakit, ne düşünerek yatarsın. Ebû Bekir “radıyallâhu anh”, bir nefesi veririm, geri almak müyesser olur mu, olmaz mı. Bir nefesi ki alırım geri vermek, mümkün olur mu, ya olmaz mı, onu düşünürüm, dedi. Sonra hazret-i Ömere dönüp, buyurdu ki sen ne düşünerek yatağına girersin. Ömer “radıyallâhu anh” dedi ki sabaha çıkar mıyım, çıkmaz mıyım, onu düşünürüm. Sonra, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazret-i Ömere buyurdu; ya Ömer! Sen söyle; Ebû Bekir’in fikrine nisbetle senin fikrin ne miktar uzun olur. Hazret-i Ömer o karşılığı teslim edip, razı oldu “radıyallâhu anhüma”. Nasıl ki hazret-i Ömerin bir gece sabaha kadar fikri, bir nefese nisbetle uzundur. Lakin bizim gibilerin fikrine göre gayet kısadır. Yaşımız ilerledikçe emellerimiz uzar, amelimiz kısalır. Uzun emellerimizden [tul-i emelden] Allahü teâlâya sığınırız.
12. Menakıb: İmam-ı Begavi “rahimehullahi teâlâ”, [(Mealim üttenzil) adlı tefsirinde;] meal-i şerifi, “Namazda kıraatini cehr ve ihfa etme. Bu ikisi arasında bir yol tut!” olan İsra sûresinin 110. âyet-i kerimesinin tefsirinde beyan buyurmuşlardır. Ebû Osman Said bin İsmail, zikir olunan ravilerin rivayeti ile Ebû Katade’den “radıyallahü teâlâ anh” bize haber verdi. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine dedi: “Senin yanından geçtim. Halbuki sen Kurân-ı azimüşşan okurdun. Sesini çok azaltırdın”. Hazret-i Ebû Bekir dedi ki ben işittiririm o zata ki ona münâcat ederim. [Yani sesimi Allahü teâlâ işitir.] Hazret-i Resûlullah buyurdu ki “Sesini birazcık yükselt.” Ömer “radıyallâhu anh” hazretlerine dedi ki “Senin yanından geçtim. Sen Kurân-ı azimüşşan okurdun. Sesini yükseltirdin.” Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki (Uykuda olanları uyardım ve şeytanı tard ettim.) Server-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki; “Birazcık sesini alçalt!”
13. Menakıb: İmam-ı Begavi “rahimehullah” (Mesabih) de Şeyhaynın menakıbı babında, İbni Abbas “radıyallâhu anhüma” hazretlerinden sahih hadis olarak nakletmiştir. Buyurmuş ki; Ben bir kavmin içinde durmuştum. O kavm; Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine duâ ederlerdi. Halbuki hazret-i Ömerin mübarek cismi, vefatını müteakib gasl olunmak için, teneşir üzerine konulmuştu. Nagah bir şahıs arkamda dirseğini benim omuzum üzerine koyup, der idi: Allahü teâlâ sana rahmet etsin ya Ömer. Ben rica ederim ki Allahü teâlâ seni iki sahibin ile beraber kılsın. Zira çok kere olurdu, işitirim ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu; (Ben memur oldum. Ebû Bekir ve Ömer de memur oldu. Ben işledim. Ebû Bekir ve Ömer de işlediler. Ben ihrac olundum (çıkarıldım). Ebû Bekir ve Ömer de ihrac olundu.) Arkama baktım ki o Ali bin Ebû Talib’dir “radıyallahü teâlâ anhüm”.
14. Menakıb: Süfyan-ı Sevri “rahimehullah” buyurdu ki Kufede bizim yakınımızda ısırıcı bir köpek vardı. Bir gün, bir iş için geçerken o köpeği gördüm. Korkup, gitmeyip, durdum. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri o kelbe [köpeğe] nutk verip [konuşma hassası verip], fasih lisan ile söyledi ki ya Süfyan! Ne oldu sana ki durdun. Ben dedim ki senden korktum. Kelb, cevap verdi ki ya Süfyan! Benden korkma ki ben seni ısırmam. Beni senin üzerine musallat etmemişlerdir. Beni musallat etmişlerdir o münafık ve dinsiz üzerine ki; Ebû Bekir’e ve Ömer’e “radıyallahü teâlâ anhüma” seb’ eder [kötüler] ve onlara yaramaz sözler söyler.
15. Menakıb: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ile Ali “keremallahü vechehü ve radıyallahü teâlâ anh” hazretleri gidiyorlardı. Buyurdular ki “Ya Ali! Hiçbir kavim arasında [devamlı] sevinçlilik ve sürur olmadı. İlla ki o sevinçli hâlden sonra, onlara bir gam ve sıkıntı erişti. Ya Ali! Bütün dünya nimetleri kesilir. İlla Cennet nimetleri devamlı olur, kesilmez. Ya Ali! Sen istikâmet üzere olasın. İlk anda zarar görünse bile sonunda sevinç olur.” Bu sözleri söyler iken, hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömer “radıyallâhu anhüma” karşıdan geldiler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular, “Bu ikisi ümmetin müjdecileridir. Bunları sevmek, imandandır. Bunlara buğz etmek, nifaktandır.” Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki (Evet, ya Resûlallah! Ben onları severim. Onların sevgisi benim kalbimde, sizin bu sözünüzden sonra çoğaldı.)
16. Menakıb: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki “Gökte iki melek vardır. Birisi daima şiddet ve gazap ile buyurur. Birisi sühulet ile ve hilm ile buyurur. Her ikisi de hak üzerinedirler. Onların birisi Cebrâildir ve birisi Mikâildir. Resûllerde iki kimse vardır. Birisi lütf ile ve iyilik ile buyurur ve birisi katılık ile ve şiddet ile buyurur. İkisi de hak üzeredirler. Birisi hazret-i İbrahim ve birisi hazret-i Nuh aleyhimesselamdır. Benim Ashâbımdan da iki kimse vardır. Birisi rıfk ile ve merhamet ile emreder. Birisi sertlik ile ve şiddet ile emreder. İkisi de hak üzeredirler. Biri Ebû Bekr-i Sıddık ve biri Ömer-ül Fâruk’tur.” “radıyallahü teâlâ anhüma.”
17. Menakıb: Ebüdderda “radıyallahü teâlâ anh” nakletmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzur-ı şeriflerine, Ebû Bekir ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretleri geldiler. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: “Şükür ve hamd olsun Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine ki beni sizinle kuvvetlendirdi.”
18. Menakıb: Şuayb bin Harp diyor ki; Mâlik bin Muavvelden sordum ve dedim ki bana bir vasiyet et. Dedi ki Şeyhaynı sevmek senin üzerine olsun. Ben dedim, bana bir vasiyet et! Allahü teâlâ sana rahmet etsin. Müradım odur ki bu haberin isnadını beyan etsin. Mâlik, bize Rekkaşi Enes bin Malik’ten “radıyallahü teâlâ anh”, o da Enes’ten haber verdi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, buyurdular ki “Ben ümmetimden, Ebû Bekir’in ve Ömer’in muhabbetini, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kavli şerifini istediğim gibi isterim!”
19. Menakıb: Abdullah bin Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” rivayet eder. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bana Hamza ile Cafer “radıyallahü teâlâ anhüma” gösterildi. Gördüm, önlerinde zebercetten bir tabak. O tabaktan incir yerler. Sonra üzüm oldu. Üzümden yediler. Sonra taze hurma oldu. Hurmadan yediler. Onlardan sual ettim. Ne amel ile buldunuz, bu mertebeyi. (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah!) kavli ile bulduk, dediler. Dedim, ondan sonra ne amel ile. Dediler, sana salavat vermek ile. Dedim, ondan sonra ne amel ile buldunuz. Dediler, Ebû Bekr-i Sıddık ve Ömer-ül Fâruk’u sevmek ile “radıyallahü teâlâ anhüm”.)
20. Menakıb: İmam-ı Süyuti hazretleri (Tarih-ul-Hulefa) kitabında diyor ki: Hadis-i şeriflerde, “Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir’dir. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta en şiddetlisi Ömer’dir. Hayası en çok olanı Osman’dır. İslamiyetteki zorlukları en çok çözen Ali’dir. Ümmetimin en emini Ebû Ubeyde bin Cerrah’tır. Ümmetimin en zahidi Ebû Zer’dir. İbadeti en çok olan Ebüdderda’dır. Ümmetimin en halimi ve cömerti Muaviye bin Ebû Süfyan’dır” buyuruldu.]
21. Menakıb: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” rivayet eder. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: “Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddık’a, ondan sonra Ömer-ül Fâruk’a “radıyallahü teâlâ anhüm”, muti olunuz, doğru yolu bulursunuz. Onların izince giderseniz, olgun olursunuz!”
22. Menakıb: (Lübab-ül-elbab) da, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, ensardan bir kimseyi, mektup ile Yemen canibine [tarafına] Muaz bin Cebel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine gönderdi. Bu şahsın adı Sefine idi. Sefine yolda giderken, bir aslan onun karşısına çıktı. Güya onunla söyleşir gibi, sesler çıkarıyordu. Sefine “radıyallâhu anh” ona dedi: Ey aslan, benim yanımda Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mektubu var. Bunu işitip, uzaklaştı. Sefine Yemene vardı. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin cevabını Muaz bin Cebel hazretlerinden aldı. Dönüp, o mevzie gelince, yine o aslan onun önüne geldi. Yine yüzüne karşı gelip, güya konuşurdu. Sefine “radıyallahü teâlâ anh” yolu tutup, Medine-i Münevvereye geldi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzuruna vardı. Henüz hiçbir kelam etmezden evvel, Server-i âlem buyurdu ki: Ya Sefine, hadiseyi sen mi anlatırsın, ben mi anlatayım. Sefine dedi ki; ya Resûlallah! Hadiseyi sizden işitmek güzeldir. Senin mübarek ağzından, dinlemek daha hoş, daha güzeldir. Buyurdu ki: O aslan gidişinde ve gelişinde senin önüne çıktı. Sana ne dediğini anladın mı. Allahü teâlâ ve Resûlü bilir, dedi. Sana gidişinde, “Resûlullahı “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, Ebû Bekir’i ve Ömer’i “radıyallahü teâlâ anhüm” ne hal üzere bıraktınız” dedi. Abdullah bin Mesut “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, dedi ki ya Resûlallah! Yırtıcı hayvanlar [aslan] Ebû Bekir’in ve Ömerin faziletlerini bilirler mi? Buyurdu ki: Evet! Beni hak Peygamber gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki semavatı, 7 kat yeri, Cenneti ve Cehennemi, arş ve kürsü, melekleri ve cinleri, dağları ve deryaları, hayvanları ve yırtıcı hayvanları ve ağaçları ve bunun gibi eşyayı halk etti. Yani yarattı. Bunların hepsi hazret-i Ebû Bekir ile Ömer!in faziletini “radıyallahü teâlâ anhüm” bilirler.
23. Menakıb: Yine (Lübab-ül-elbab) da nakil olunmuştur. Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivayet eder. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Elbette Allahü teâlâ beni kendi nurundan yarattı. Benim nurumdan Ebû Bekir’i, Ebû Bekir’in nurundan Ömer’i ve Aişe’yi yarattı. Ömer’in nurundan, ümmetimin mümin erkeklerini, Aişenin nurundan da, mümin kadınlarını yarattı.) Sonra meal-i şerifi “Allahü teâlâ bir kimseye nur vermez ise, o münevver olamaz!” olan, Nur sûresinin 40. âyet-i kerimesini okudu. Yukarıdaki Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” sözleri mutlaka doğrudur. Bütün insanlar işlerindeki dürüstlüğü ondan almıştır. Mübarek vücutları devamlı ibadet ile meşgul olduklarından, daima temiz kalmıştır. Mübarek kalpleri, ismet [günahsızlık] ve hidayet üzere halk olunmuştur. Delilleri açıklamaları kuvvetli, mucizeleri müstekimdir. “Elbette sen doğru yolu göstericisin!” [Şura sûresi 52. âyet-i kerime meali.] buyurulmuştur. Hadis-i şerifte buyurdu ki: Allahü tebareke ve teâlâ beni kendi nurundan yarattı. Bu mutlak ve mücmel kelamdır. Tafsile [açıklamaya] muhtaçtır. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” her ne buyurmuş ise, ekseri rümuz yolu ile buyurmuştur. Kaide ve aslını beyan etmiştir. Şerhini, açıklamasını kendi ilmi varislerine bırakmış, havale etmiştir. Tefsir ve tevilini, istinbat ve ictihad ehllerine bırakmıştır. Eğer bütün söylediklerini açıklayarak buyursa idi, yüzbin kitap onun şerh ve beyanına kifâyet etmezdi. Buyurduklarını yanlış anlamamalıdır. Şura sûresi 11. âyet-i kerimesinde meâlen, “Ona benzer bir şey yoktur. O işitici ve görücüdür” buyuruldu. Hüda-i azze ve celle kadımdir ve sıfatları da kadımdir. Halk [yaratılanlar] ve yaratılanların sıfatları sonradan çıkmıştır, yani yaratılmıştır. Ne kadım muhtes olur. Ve ne muhtes kadım olur. Hadis-i şerifin mânâsı şöyledir ki Hak Sübhanehü ve teâlâ âlemi halk etmezden evvel, aziz ve latif ve has bir nur halk etti. O nurdan beni halk etti. Topraktan ve sudan Adem alâ nebiyina ve aleyhisselâm hazretlerini halk etti. Ve ateşi halk etti. Ve ateşten şeytanı yarattı. Ademden evvel rüzgarı (yeli) yarattı. O yelden onu yarattı. Ve o nuru yarattı. O nurdan melek yarattı. Ondan Allahü teâlâ tekaddes hazretleri o nuru kendi zât-ı pakine mudaf etti. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini de, o nura mudaf etti. Teşrifen ve tahsisan, nice ki Kâbe-i mükerremeyi kendi Zât-ı şerifine mudaf etti. Bu babda varid olan asarın zahiri ki Adem ve İsa alâ nebiyina aleyhimesselam hazretlerinin hadiseleridir [yaratılmalarıdır]. Allahü teâlâ hazretleri bir ruh yarattı. Yaratılmış ruhu Âdem aleyhisselâmın mübarek bedenine üfürdü. Hicr sûresi 29. âyet-i kerimesinde meâlen, “Ona kendi ruhumdan üfürdüğüm zaman, secdeye varınız!” buyuruldu ki Âdem aleyhisselâm içindir. Bir başka ruh da yarattı. O ruhu mahluku hazret-i Meryem’in gömleğinin yakasına üfürdü. Tahrim sûresi 12. âyet-i kerimesinde meâlen, “Biz ona ruhumuzdan üfürdük. O Rabbinin suhuflarına veya nazil olan kitaplarına veya Peygamberlerine vahyettiklerine veya levh-i mahfuzda yazılı olanlara inanıp, tasdik etti. Devamlı itaat eden kimselerden oldu.” buyuruldu ki hazret-i Meryem hakkındadır. Bunlar gibi, Allahü teâlâ hazretleri bir nur yarattı. O nurdan Muhammed Mustafa “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mübarek cesedini yarattı. Bu kelamı bu makamda bu vech üzerine takdir ve tafsil etmek rumun kostantiniyesini feth etmekten mühim ve evladır.
Fâruk zehi adalet aver,
adlile cihana verdi ziver.
Sıddıktan sonra, efdal odur,
her müslim eder, bu kavli ezber.
Kisrayı unuttu gitti âlem,
ol mertebe oldu adle Mazhar.
Fethetti cihanı, kıldı tathir,
vaz’ etti o şeh, hezar menber.
Hurşid-i hidayet ile âlem,
vaktinde seraser oldu enver.
Tevhid-i Cenab-ı Kirdigare,
(Taha)dan alıp haber o Daver.
Batıldan edince, hakkı tefrik,
Fâruk dedi, o şaha Server.
Fahrolsa sezadır ehl-i dine,
ol Zât gibi güzide gevher.