Sual: Reşid Rıza’nın, Muhaverat kitabında dinde reformcu diyor ki (İnsanlar âlim ve avam olmak üzere 2 sınıftır. Birinciler, delili bulur, ona tabi olur. İkinciler ise, muayen birini taklit etmemek üzere müctehid ve fakihlere tabi olur. Avamın muayyen mezhebi yoktur. Onların mezhebi, müftünin mezhebidir sözünün mânâsı da budur. Önceki âlimler yine diyor ki muayyen bir müftüye bağlanmak lazım değildir. Dilediğine sorup anlar. Avamın hadis ile amel etmeleri caizdir. Bu hususta imamlar ihtilaf etmemişlerdir. Hidaye’de, kan aldıranın orucu için diyor ki kan aldırdıktan sonra, orucu bozuldu sanarak yerse, hem kaza, hem de kefaret yapar. Çünkü bu zannı, dini bir delile dayanmamıştır. Müftü böyle fetva verirse, onun için delil olur. Eğer bir hadise uydu ise, yine böyledir. Kefaret yapmaz (Kâfi ve Hamidi). Resûlullahın sözü, müftününkinden aşağı olmaz. 4 imamın hepsi, sözümüzü bırakın, hadisi alın dedi. Kim, Kitap ve Sünnet ile amel etmek isterse, zındıktır diyorlar. Ebû Hanîfe, delilimi bilmeyenin, benim ictihadım ile fetva vermesi caiz değildir dedi. Böylece müslümanların Kitaptan ve Sünnetten yüz çevirip, kendi sözlerini taklit etmeleri için ictihad etmediğini bildirmiştir. Onun ictihad etmesi, Kitaptan ve Sünnetten nasıl hüküm çıkarılacağını müslümanlara göstermek içindir. İbni Abidin gibi, sonra gelenlerin sözlerine bakarak, Kitaptan ve Sünnetten hüküm çıkarmaya haram demek, Ebû Hanîfe’ye uymamak olur. Bu taklitçiler, amel fıkıh iledir, hadis ile değildir sözünü, kendileri gibi taklitçilerden naklettiler. Zahiriye kitabı, bu sözün avam için olduğunu bildiriyor ise de, bu söz, fıkıh var iken Kitap ve Sünnet ile amel caiz değildir demektir ki yanlış olduğu meydandadır. Böyle söyleyenler, cahil ve inatcıdırlar. Keydani, haram olan şeylerden onuncusu, namazda parmakla işaret etmektir diyor. Aliy-ül-kari, onun bu sözünün günah olduğunu bildirdi. Sözü tevil edilmese, kâfir olur dedi. Çünkü, Resûlullahın parmak kaldırdığı sabittir dedi). Buna ne cevap vermek lazımdır?
Cevap: Evet, müslümanlar 2 kısımdır. Birincisi ictihad derecesine kadar yükselmiş olan İslam alimleridir. İkincisi, bu dereceye yükselmemiş olan âlimler ve avamdır. Avam, dilediğini müftüye sorar demek, kendi mezhebinde olan müftüye sorar, kendi mezhebinde olan müftü bulamazsa, başka mezhepteki müftüye de sorabilir demektir. İbni Abidin, Reddü’l-muhtar’ın sonsözünde Hazanetü’r-rivayat’dan alarak diyor ki (Ayetten ve hadisten mânâ çıkarabilen âlimler, Ehl-i dirayedir. İctihad derecesindedir. Mezheplerine muhalif olsa da kendi mezheplerinin imamlarından gelen mercuh haberler ve zayıf rivayet ile de amel etmeleri caiz olur. Yapılmasında haraç olduğu zaman, avama da fetva verirler.)
Görülüyor ki kendi mezhebindeki kolay yolu gösteren ictihada da uymak, müctehid-i fil mezhep için her zaman, avam için ise, haraç [meşakkat] olduğu zaman caiz olmaktadır. İbni Abidin yine önsözünde buyuruyor ki (Avamın mezhebi olmaz. Onun mezhebi, müftüsünin mezhebidir. İbni Hümamın Tahrir kitabının şerhinde bu sözü açıklarken mezhep taklit etmek, mezhebin ne olduğunu bilen, anlayan yahut bir mezhebin kitabını okuyup bu mezhep imamlarının fetvalarını anlayan kimse içindir. Böyle olmayan kimsenin, hanefi veya Şâfiî olduğunu söylemesi, bu mezhepte olduğunu göstermez denilmektedir. Bundan anlaşılıyor ki avamın mezhep değiştirdim demesi bir şey ifade etmez. Başka mezhepteki müftüye sorunca, mezhebi değişmiş olur. İbni Hümam Feth-ül-kadir kitabında diyor ki müftünin müctehid olması lazımdır. Müctehid olmayan âlime Nakil, yani haber iletici denir. Müctehid olmayan müftüler de mukallittir. Bunlar ve avam, hadis-i şeriflerden doğru mânâ çıkaramaz. Bunun için, müctehidlerin anladıklarına uymaları, yani onları taklit etmeleri lazımdır. Bu hususta imamlar ihtilaf etmemişlerdir.)
Oruçlu iken hacamat yapmaya gelince, hanefi mezhebinde, bunun orucu bozmadığı şüphesizdir. Bozuldu zannederek, yerse, kaza ve kefaret lazım olur. Orucun bozulmadığını bilmiyecek kadar cahil olana ami veya avam denir. Hanbeli müftüsü bozuldu dedi ise veya bozulacağını bildiren bir hadis işitip tevil edemezse, orucu bozmadığı şüpheli olur. Sonra, bir şey yiyince, kefaret lazım olmaz. Çünkü, avamın mezhebi, sorduğu müftünin mezhebidir. Bu misal, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin ictihadıdır. Hanefi mezhebinde olan kimsenin İmam-ı Âzamın ictihadına uyması lazım geldiğini bildirmektedir. Dinde reformcunun yazdığı bu misal, kendisinin haksız olduğunu göstermektedir. İbni Hümam, Hidaye’deki (dini delile dayanarak) sözünü (Orucu bozan bir şeye benzetmek) diyerek açıklamaktadır. Böylece açıklaması ve müftünin fetvasının da delil olduğunun bildirilmesi, yine dinde reformcunun haksız konuştuğunu gösteriyor. Dinde reformcu, müslümanları aldatmak için kazmış olduğu kuyuya kendisi düşmektedir. Mezhep imamlarının, benim sözümü bırakın, hadise uyun buyurmaları, kendi talebeleri için idi. Talebeleri de müctehid idi. Müctehidin kendi ictihadına uyması lazım gelir.
Hiçbir fıkıh alimi, (Kim Kitap ve Sünnet ile amel etmek isterse zındıktır) dememiştir. Bu sözü, dinde reformcu uydurmaktadır. Bu sözünün doğrusu, kim Kitap ve Sünnetten kendisinin anladığına göre, amel etmek isterse, zındıktır buyurmuşlardır. Doğrusu da budur. Çünkü, ictihad derecesine varmayan kimse, Kitaptan ve Sünnetten doğru mânâ çıkaramaz. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, yanlış mânâ çıkaranların kâfir olacağını bildirdi. Bu büyük tehlike karşısında, mezhep imamı bile Kitabın ve Sünnetin mânâsını Ashâb-ı kiramdan öğrenmiş ve bu doğru manaya göre ictihad eylemiştir. Bu doğru manayı ve doğru ictihadı beğenmemek, Muhammed aleyhisselâma inanmamak olur. Bu da zındıklıktır. İmam-ı Âzamın, delilimi bilmeyenin benim ictihadım ile fetva vermesi caiz değildir buyurması, müftünin müctehid olması lazım geldiğini gösteriyor. Bu da, İbni Abidin’in, sözünü, İmam-ı Âzamdan almış olduğunu gösteriyor. İbni Abidin’in kitabının, itimata şayan, çok sağlam olduğunu ispat ediyor. Mezhep imamlarını taklit etmek, Kitaptan ve Sünnetten yüzçevirmek demek değildir. Kitaptan ve Sünnetten yanlış mânâ çıkarmaya kalkışmayıp, mezhep imamının kavuştuğu doğru manaya tabi olmak demektir. Mezhep imamları, Kitaptan ve Sünnetten nasıl hüküm çıkarılacağını bildiren usûl ve kaideler koymuşlar ve bunları mezheplerinde bulunan müctehidlere öğretmişlerdir. Mukallidler ve hele mukallidlerin avam kısmı, bu usûl ve kaideleri bilmekten ve anlamaktan ve ictihad yapmaktan çok uzaktırlar. İbni Abidin müctehidlerin Kitaptan, Sünnetten hüküm çıkarmalarına asla haram dememiştir. İctihad derecesine yükselmemiş olan cahillerin hüküm çıkarmasına haram demiştir.
Peygamberimiz “Kur’ân-ı Kerîmden ve benim hadislerimden kendi reyi ile hüküm çıkaran kâfir olur” buyurdu. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe de, ictihad derecesinde olmayan cahillerin fetva vermesinin caiz olmadığını bildirdi. Bunu, dinde reformcu da, yukarıda yazmaktadır. O hâlde, İbni Abidin hazretleri bu sözünde yerden göğe kadar haklıdır. 4 mezhebin inceliklerine vakıf, derin âlim, velîyi kamil ve mükemmil Seyyid Abdülhakim Efendi, “Hanefi mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi, en faydalısı ibni Abidin hazretlerinin Reddü’l-muhtar kitabıdır. Her sözü delil, her hükmü senettir” buyurmuştur.
İslamiyetin böyle temel kitabına dil uzatan, onu hafif göstermek isteyen kimse, zındıktan başka ne olabilir? İbni Abidin, hanefi mezhebinde büyük fıkıh alimidir. Her sözünü, her hükmünü müctehidlerden, onlar da İmam-ı Âzamdan, o büyük İmam da, Kitaptan ve Sünnetten almıştır. Görülüyor ki ibni Abidin’in bildirdiği hükümlere tabi olan her müslüman Kitaba ve Sünnete tabi olmaktadır. İbni Abidin’e tabi olmak istemeyen ise Kitaba ve Sünnete tabi olmayıp, kendi hevasına, nefsinin arzularına tabi olan bir kimsedir. Böyle kimsenin Cehenneme gideceğini Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler haber vermektedir. Tekrar edelim ki (Fıkıh var iken, Kitap ve Sünnet ile amel caiz değildir) sözünü dinde reformcular, zındıklar uydurmuştur. Bu sözün doğrusu, kitap ve sünnetten kendi anladığına göre amel etmek caiz değildir. Fıkıh kitaplarında bildirildiği gibi amel etmek lazımdır.
Namazda parmak kaldırmaya gelince, Pakistanlı Yusuf-i Bennuri, Mearif-üssünen kitabının 3. cildinde, bunu uzun anlatıyor. Birçok kitaplardan misaller vererek, işaret edilmesini tercih ediyor. Fakat, imam-ı Rabbânî, 1. cildin 312. mektubunda, mezheplerin usûl ve kavaidine derin nüfuzunu ve müctehidlerin yüksekliklerini bildiriyor. Parmak kaldırılacağını gösteren hadis-i şerifleri yazdıktan sonra, bunun haram ve mekruh olduğunu bildiren kıymetli fetvaları da yazıyor. Kuvvetli delillerle, parmak kaldırmamanın ihtiyatlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu hükmünde, yine beşerin efendisi olan Resûlullahın hadis-i şerifine istinat ediyor. Mektubat kitabında, bu mektubu okuyanlar, din imamlarının hadis-i şerife uymak için, kılı kırk yararcasına incelediklerini pek iyi anlar.
Hindistan’daki İslam âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerinden Ahmed Said-i Fârukî Dehlevi, parmak kaldırmakta, fıkıh âlimlerinin sözlerini çok güzel anlatıyor. 63. mektubunda buyuruyor ki “Bazı âlimler, haberlerin çok olduğunu görerek, sünnet olduğunu bildirdi. Bazıları da, haberlerin birbirlerine uymadığını görerek, parmak kaldırılmaz dedi. Bir iş için, iki türlü fetva olunca, her ikisi de yapılabilir. Birini yapanın, ötekini ayıplamaması, ötekini yapanlara dil uzatmaması lazımdır”.
Görülüyor ki fıkıh âlimleri, mezheplerin birbirlerine saygılı olmalarını emretmişlerdir. Aliy-ül-karinin, Keydani’nin fıkıh kitabına dil uzatmasını çok görmemelidir. Onun, imam-ı Şâfiî ve imam-ı Süyuti ve imam-ı Mâlik gibi dinin direklerine de sataştığı ve hak ettiği cevabı şeyh Muhammed Miskinden aldığı, Fevaidü’l-behiye’de uzun yazılıdır. Ebeveyn-i Nebeviyi tekfir için müstakil bir risale yazıp, Şifa’ya yaptığı şerhinde bu risalesi ile övünen bu zâtın birçok kıymetli kitaplara yaptığı şerhlerin ve haşiyelerin, kendisinin dinde söz sahibi olduğunu gösterecek değerde olmadıkları meydandadır. Dinde söz sahibi olmak için, müctehid olmak lazımdır. Müctehid olmayanların, din büyüklerini muhakemeye kalkışmaları edep sınırlarını aşmak olur.
El-Müstenedü’l-mutemed kitabında diyor ki Aliyyül-kari, Minahu’r-ravd kitabında, Resûlullahın mübarek ana ve babasının mümin olarak öldüklerini inkar etmekte ve (Bunu red için ayrıca bir risale yazdım. Bu risâlemde, imam-ı Süyuti’nin 3 risalesindeki yazılarını, Kitaptan, Sünnetten, kıyastan ve icmaı ümmetten topladığım vesikalarla reddettim) demektedir. İmam-ı Süyuti’nin, Ebeveyn-i kerimeynin mümin olarak öldüklerini bildiren altı risalesi vardır. Bu konu, fıkıh bilgilerinden değildir. Yani (Ef’âl-i mükellefîn) dediğimiz helal, haram olmak, sahih ve fasid olmak gibi bilgilerden değildir. Bunun için, burada kıyas yoktur. İcma ise, hiç yoktur. Bu konuda âlimlerin ihtilafları meydandadır. Büyük İslam alimi imam-ı Süyuti’nin sözleri tam yerindedir. Aliyyül-kari’nin Kitaptan delil getirdim demesi de şaşılacak şeydir. Kur’ân-ı Kerîm bunu açık ve kapalı bildirmedi. Böyle konuları, âyet-i kerimelerin inmelerine sebep olan şeylere bağlamak için de, hadis-i şerifle ispat etmek lazımdır. İmam-ı Süyuti, Aliyyül-kari gibilerle ölçülemeyecek kadar, çok yüksek bir İslam alimidir. Hadis-i şerifleri tanımakta, illetlerini, ricalini, ahvalini bilmekte, Aliyyül-kari gibilerinden katkat yüksektir. Onların, bunun sözlerine teslim olmaktan veya susmaktan başka çareleri yoktur. Bu büyük imam, sözlerini ezici, susturucu delillerle ispat etmektedir. Bu delillerin kuvvetlerini dağlar anlamış olsalardı, erirlerdi. Müstened’den tercüme tamam oldu.
Müstened’in yazarı olan Ahmed Rıza han Berilevi 1921’de, Hindistan’da vefat etmiştir. Hanefi mezhebi âlimlerindendir. Kendi mezhebinde olan Aliyyü’l-karinin haksız olduğunu, dinde söz sahibi olmadığını bildirmekte, buna karşı, Şâfiî mezhebindeki imam-ı Süyuti’yi, savunmakta ve övmektedir. İslam âlimleri mezhep farkı gözetmeksizin, her zaman haklıyı savunmuşlardır. Şimdiki dinde reformcular ise, Ehl-i sünnet düşmanlarının kitaplarındaki iftiraları ve bu mezhepsizlerin tarihlerindeki asılsız hikayeleri ele alarak, Ehl-i sünnete saldırmaktadır. Fıkıh âlimlerini ve mezheplerin en kıymetli kitaplarını lekeleyebilmek için, Aliyyül-kari gibi, Resûlullah efendimizin mübarek anasına, babasına kâfir diyecek kadar taşkınlık gösteren birini, kendine şahit göstermektedir. Aliyyül-kari, Hirat’ta tevellüd ve 1606’da Mekke-i mükerremede vefat etmiştir.
Tavsiye Yazı –> Aliyyül Kari Ehli sünnet midir?