Sual: Mezhepsizlerin bozuk kitaplarından tercüme edilmiş yazıları okuyan biri diyor ki (Kurân-ı Kerîm tefsirlerini okumalıyız. Dinimizi, Kurân-ı Kerîmi anlamayı, din âlimlerine bırakmak, tehlikeli ve korkunç bir düşüncedir. Kurân-ı Kerîmde (Ey din âlimleri) denmez. (Ey îman edenler), (Ey insanlar) gibi hitablar kullanılır. Bunun için, her müslüman, Kurân-ı Kerîmi kendisi anlayacak, başkasından beklemeyecektir).
Bu kimse, herkesin tefsir, hadis okumasını istiyor. İslam âlimlerinin, Ehl-i sünnet büyüklerinin kelam, fıkıh ve ilmihal kitaplarını okumayı tavsiye etmiyor. Diyanet işleri başkanlığının yayınladığı Mısırlı Reşid Rıza’nın 1974 tarih ve 157 sayılı (İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri) kitabı da, okuyanları büsbütün şaşırttı. Bu kitabın birçok yerinde, mesela 6. konuşmasında diyor ki:
(Müctehid imamlarını Peygamberler “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kadar yükselttiler. Hatta, Peygamberin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hadisine uymayan bir müctehidin sözünü tercih edip, hadisi bıraktılar. Bu hadisin nesh edilmiş olması veya imamımızın nezdinde başka bir hadisin bulunması muhtemeldir dediler.
Bu taklitçiler, hükümde hata etmesi veya bilmemesi câiz olan kimselerin sözü ile amel edip de, hatadan beri olan Peygamberin hadisini terketmekle, müctehidleri taklitten de ayrılmış oluyorlar. Kurandan bile ayrılmış oluyorlar. Müctehid imamdan başka kimse Kuranı anlayamaz diyorlar. Fıkıhcıların ve diğer taklitçilerin bu gibi sözleri, yahudilerden ve hristiyanlardan intikal ettiğini gösteriyor. Halbuki Kuranı ve hadisi anlamak, fıkıhcıların yazdığı kitapları anlamaktan daha kolaydır. Arapça kelime ve üslubları hazm edenler, Kuranı ve hadisi anlamak için zorluk çekmezler. Allahü teâlânın kendi dinini açıkça anlatmaya kâdir olduğunu kim inkâr eder? Resûlullahın Allah’ın muradını herkesten iyi anladığını ve anlatmaya başkalarından daha muktedir olduğunu kim inkâr edebilir? Hz. Peygamberin açıklamaları ümmete kâfi değildir demek, Onun tebliğ vazifesini tam olarak ifa edemediğini söylemeye varır. İnsanların çoğu, Kurân-ı Kerîmi ve sünneti anlayamasalardı, Cenâb-ı Hak, o kitap ve sünnetteki hükümler ile bütün insanları mükellef kılmazdı. İnsan, inandığı şeyleri, delilleri ile bilmelidir. Cenâb-ı Hak taklitçiliği takbih etmiştir. Baba ve dedelerini taklit etmelerinin mazur görülmiyeceğini açıklamıştır. Âyetler gösteriyor ki taklit Allah katında asla makbul değildir. Dinin füru kısmını delillerinden anlamak, îman kısmını anlamaktan daha kolaydır. Güç olanı teklif edince, güç olmayanla nasıl mükellef kılmaz? Bazı nâdir hadiselerin hükmünü çıkarmak güç olur ise de, bunları bilmemek ve yapmamak özür sayılır. Fıkıhcılar, kendiliklerinden bir takım meseleler icad ettiler. Bunlar için hükümler ihtas ettiler. Bunlara, rey, kıyas-ı celi, kıyas-ı hafi gibi şeyleri delil getirmeye kalkıştılar. Bunlar, akıl yolu ile bilgi edinmek mümkün olmayan ibâdetler sahasına da taşırıldı. Böylece dini genişleterek, birkaç katına çıkardılar. Müslümanları külfete soktular. Ben kıyası inkâr etmiyorum. İbadet sahasında kıyas yoktur diyorum. İman ve ibâdetler, hazret-i Peygamber zamanında tamamlandı. Kimse, bunlara bir şey ilave edemez. Müctehid imamlar, insanları taklitten men etmiş, taklidi haram kılmışlardır.) diyor.
Reşid Rıza’nın (İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri) kitabından özetlediğimiz yukarıdaki yazılar, mezhepsizlerin bütün kitapları gibi, müslümanların 4 mezhep imâmını taklit etmelerini men ediyor. Herkesin tefsir ve hadis öğrenmesini emrediyor. Buna ne dersiniz?
Cevap: Mezhepsizlerin yazıları dikkat ile okunursa, sapık düşüncelerini ve bölücü görüşlerini, çürük mantık zincirleri ile ve yaldızlı kelimelerle süsliyerek müslümanları aldatmaya çalıştıkları hemen görülür. Câhiller, bu yazıları mantık, akıl çerçevesinde, ilme dayanıyor sanarak inanır, arkalarına takılırlar ise de, ilim ve keskin görüş sahipleri, asla bunların tuzaklarına düşmez.
Müslümanları sonsuz felakete sürükliyen mezhepsizlik tehlikesine karşı gençleri uyarmak için İslam âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, 14 asırdan beri binlerce kıymetli kitap yazmışlardır. Yukarıdaki suale cevap olmak üzere, Yusuf Nebhani’nin (Huccet-ullahi alel-âlemin) kitabının 771. sayfasından başlayarak, bir miktar tercüme etmeyi uygun gördük:
Kurân-ı Kerîmden ahkâm çıkarmak, herkesin yapabileceği şey değildir. Müctehid imamlar bile Kurân-ı Kerîmdeki ahkamın hepsini çıkaramayacakları için, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Kurân-ı Kerîmdeki ahkamı, hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Kurân-ı Kerîmi, ancak Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” açıkladığı gibi, hadis-i şerifleri de, yalnız Ashâb-ı kirâm ve müctehid imamlar anlayabilmişler ve açıklamışlardır.
Bunu anlayabilmeleri için, Allahü teâlâ, müctehid imamlara akli ve nakli ilimleri ve idrâk kuvveti ve keskin zihin ve ziyâde akıl ve daha nice üstünlükler ihsan eylemiştir. Bu üstünlüklerin başında, takvâ gelmektedir. Bundan sonra, kalplerindeki nur-u ilâhî gelmektedir. Müctehid imamlarımız, bu üstünlükler yardımı ile Allahü teâlânın ve Resûlullahın kelamlarından onların muradlarını anlamışlar, anlayamadıklarını (Kıyas) ile bildirmişlerdir. 4 mezhep imâmının her biri, kendi reyi ile konuşmadığını bildirmiş ve talebelerine (sahih hadise rastlarsanız, benim sözümü bırakın. Resûlullahın hadisine uyun!) demiştir. Mezhep imamlarımız, bu sözü, kendileri gibi müctehid olan derin âlimlere söylemişlerdir. Bu âlimler, 4 mezhebin delillerini bilen, tercih ehli olanlardır. Müctehid olan bu âlimler, mezhep imâmının ictihadının delili ile yeni öğrenilen sahih hadisin senetlerini, ravilerini ve hangisinin sonra varid olduğunu ve daha birçok şartları inceliyerek hangisinin tercih edileceğini anlarlar. Yahut müctehid imâm, bir meseleye delil olacak hadis-i şerif kendisine ulaşmadığı için, kıyas yaparak hüküm eylemiştir. Talebeleri bu meseleye senet olacak hadis-i şerifi öğrenerek, başka türlü hüküm vermişlerdir. Fakat talebeleri böyle ictihad yaparken, mezhep imâmının kaidelerinden dışarı çıkmazlar. Daha sonra gelen müctehid müftüler de, böyle fetva vermişlerdir. Bütün bu yazılanlardan anlaşılıyor ki 4 mezhep imamlarını ve bunların mezheplerinde yetişmiş olan müctehidleri taklit eden müslümanlar, Allahü teâlânın ve Resûlünün hükümlerine tâbi olmaktadırlar. Bu müctehidler,Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden başkalarının anlayamayacağı hükümleri anlamışlar, anladıklarını bildirmişlerdir. Müslümanlar da, onların kitap ve sünnetten anlayıp bildirdiklerini taklit etmişlerdir. Çünkü, Nahl sûresi 43. âyet-i kerimesinde meâlen, (Bilmiyor iseniz, bilenlerden sorunuz!) buyuruldu.
Bu âyet-i kerime, herkesin Kitabı ve Sünneti doğru anlayamayacağını, anlayamayanların da bulunacağını göstermektedir. Anlayamayanların, Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden anlamaya çalışmalarını değil, anlamış olanlardan sorup öğrenmelerini emretmektedir. Kurân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin mânâlarını herkes doğru anlayabilseydi 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Bu fırkaları çıkaranların hepsi de derin âlim idi. Fakat hiçbiri, Nassların, yani, Kurân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin mânâlarını doğru anlayamadı. Yanlış anlayarak, doğru yoldan ayrıldılar. Milyonlarca müslümanın felakete sürüklenmelerine de sebep oldular. Nasslardan yanlış mânâlar çıkarmakta, bâzıları o kadar taşkınlık yaptılar ki doğru yoldaki müslümanlara kâfir, müşrik diyecek kadar sapıttılar.Türkçeye tercüme ederek, el altından yurdumuza sokulan (Keşfü’ş-şübühat) ismindeki vehhâbî kitabında, Ehl-i sünnet îtikadında olan müslümanları öldürmek ve mallarını yağma etmek mubahtır denilmektedir.
Allahü teâlâ, mezhep imamlarının ictihad etmelerini ve mezheplerini kurmalarını ve bütün müslümanların bu mezhepler üzerinde toplanmalarını, yalnız sevgili Peygamberinin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ümmetine ihsan etmiştir. Cenâb-ı Hak, bir yandan îtikat imamlarını yaratarak, sapıkların, zındıkların, mülhidlerin ve insan şeytanlarının îtikat ve îman bilgilerini bozmalarına mâni olduğu gibi, mezhep imamlarını da yaratarak, dinini bozulmaktan korumuştur. Hristiyanlıkta ve yahudilikte bu nimet olmadığı için, dinleri bozulmuş, oyuncak haline gelmiştir.
Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” vefâtından 400sene sonra, ictihad edebilecek derin âlim kalmadığını İslam âlimleri söz birliği ile bildirdiler. Şimdi, ictihad etmeli diyen kimsenin akıl hastası veya din cahili olduğu anlaşılır.Büyük âlim Celâleddîn-i Süyuti “rahime-hullahü teâlâ”, ictihad derecesine yükselmiş olduğunu söylemişti. Zamanındaki âlimler kendisine bir sual sorup, buna 2 çeşit cevap verilmiş olduğunu, bunlardan hangisinin daha sağlam olduğunu bildirmesini söylediler. Cevap veremedi. İşinin çok olduğundan, buna vakit ayıramayacağını bildirdi. Halbuki kendisinden istenilen şey, fetvada ictihad yapması idi. Bu ise, ictihad derecelerinin en aşağısıdır. İmâm-ı Süyuti gibi derin bir âlim, fetvada ictihattan kaçınınca, müslümanları mutlak ictihad yapmaya sürükliyenlere deli veya din cahili denilmez de, ne denir? İmâm-ı Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ”, kendi zamanında müctehid bulunmadığını, (İhyaü’l-ulum) kitabında bildirmiştir.
Müctehid olmayan bir müslüman, bir sahih hadis öğrenip, mezhebi imâminın buna uymayan hükmünü yapmak kendine ağır gelirse, bu müslümanın, 4 mezhep arasında, bu hadise uygun ictihad etmiş olan müctehidi arayıp bulması ve bu işini onun mezhebine göre yapması lâzımdır. Büyük âlim İmâm-ı Nevevî “rahime-hullahü teâlâ” (Ravdatü’t-talibin) kitabında bunu uzun açıklamaktadır. Çünkü, ictihad derecesine yükselmemiş olanların Kitaptan ve Sünnetten ahkâm çıkarmaları câiz değildir. Şimdi, bazı câhiller, kendilerinin mutlak ictihad derecesine yükseldiklerini, Nasslardan, yani Kitaptan ve Sünnetten ahkâm çıkarabileceklerini ve 4 mezhepten birini taklit etmeye ihtiyaçları kalmadığını söylüyorlar. Senelerden beri taklit etmiş oldukları mezhebi terk ediyorlar. Bozuk düşünceleri ile mezhepleri çürütmeye kalkışıyorlar. Bizim gibi olan din adamlarının reylerine uyamayız gibi cahilce, ahmakça şeyler söylüyorlar. Şeytanın vesvesesi ve nefslerinin tahriki ile üstünlük iddia ediyorlar. Böyle sözleri ile üstünlüklerini değil, ahmaklıklarını ve alçaklıklarını ortaya koymuş olduklarını anlayamıyorlar. Bunlar arasında, herkes tefsir okumalı, tefsirden ve Buhârî’den ahkâm çıkarmalıdır diyen ve yazan cahilleri ve sapıkları da görmekteyiz. Sakın müslüman kardeşim! Böyle ahmaklar ile arkadaşlık etmekten, bunları din adamı sanmaktan ve uydurma kitaplarını okumaktan çok sakın! İmâmının mezhebine sımsıkı sarıl! 4 mezhepten dilediğini ve beğendiğini seçebilirsin. Fakat, mezheplerin kolaylıklarını araştırmak, yani mezhepleri (Telfik) etmek câiz değildir. [(Telfik) demek, mezheplerin kolaylıklarını toplayarak yapılan bir işin bu mezheplerden hiçbirine uymaması demektir. Bir işi yaparken 4 mezhepten birine uyduktan sonra, yani bu iş, bu mezhebe göre sahih olduktan sonra, ayrıca diğer 3 mezhepte de sahih ve makbul olması için gerekli şeylere de, mümkün olduğu kadar uyulursa, buna (Takvâ) denir ki çok sevap olur.
Tavsiye Yazı –> Müctehidler neye göre hüküm verir?