Sual: Hristiyanlar Allahu tealaya cehalet mi isnad ediyorlar?
Cevap: Hıristiyanlar, Allahü teâlânın İlm-i ilâhîsi hususunda, (Allahü teâlâ eşyayı bilicidir) demekle beraber, Ona çeşitli şekillerde de, cehalet isnad etmektedirler. Çünkü, halen kiliselerde okunan Kitâb-ı Mukaddesin, Ahd-i atik kısmında, tekvînin 1. babında, (Allahü teâlâ birinci semayı yani gökleri ve yeri yarattı. Yer ıssız ve boş ve karanlık idi. Işık olsun dedi. Işık oldu. Allah ışığın güzel olduğunu gördü. Allah göğü ve yeri yarattı. İyi ve güzel olduğunu gördü… Sonra şunu yarattı, güzel, iyi olduğunu gördü, sonra şunu, sonra şunu….) demektedir.
Ey hıristiyanlar! İnsaf ediniz. Bir mühendis, bir bina inşa etmek istese, önceden düşünmez ve o binanın güzel veya çirkin olacağını bilmezse, o binayı yapmaya başlar mı? Elbette başlamaz. [Bugün de, herhangi bir bina inşa edilmeden önce, bir mimar o binanın güzel ve düzgün olması için evvela bir plan çizer. Bu planda, o binanın bütün müştemilatının ölçülerini bildirir. Bina o plana göre yapılır. Gelişi güzel yığılmış çimento, taş, kum ve tuğla ile muntazam bir bina meydana gelir mi? Elinde hiçbir plan olmadan bina yaptıran görülmüş müdür?] Allahü teâlânın, [haşa] âciz bir kulu olan mühendis kadar da ilmi yok mudur?
Ahd-i atikte, tekvînin 6. babının 5. âyet ve devamında Allahü teâlâ için, (Rab gördü ki yeryüzünde insanın kötülüğü çoğaldı. Yeryüzünde insanı yarattığına pişman oldu ve yüreğinde acı duydu ve Rab, yarattığım insanı ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını yeryüzünden sileceğim. Çünkü onları yarattığıma pişman oldum dedi) denilmektedir. Ayrıca, Allahü teâlânın Nuh aleyhisselâma bir gemi yapmasını ve kendisine tâbi olanlarla beraber bu gemide sakin olmasını emrettiği, gemeye binenlerden başka yeryüzünde bütün insanları ve hayat sâhibi her şeyi yok ettiği ve 40 gün 40 gece yağmur yağıp tufan olduğu ve sonra durduğu, Allahü teâlânın ise, Nuh aleyhisselâmı 150 gün sonra hatırladığı, yine tekvînin 7. ve 8.bablarında yazılıdır.
İnsaf etmelidir ki ahmak bir kimse, büyük bir iş yapmış olsa, 40 yıl geçse dahi onu unutmaz. Bütün âlemlerin yaratıcısı olan Allahü teâlâ, Nuh aleyhisselâmı ve onunla beraber olanları, acaba nasıl unutabilir. Hıristiyanların Allahü teâlâya isnad ettikleri cehaletin haddi ve hesabı yoktur.
Müslümanların îtikadına ve kelam âlimlerinin bildirdiklerine göre, Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek her şeyi, her ân bilicidir. O şey, gerek mevcûd, gerek madum, gerek mümkün, gerek mümteni olsun, Allahü teâlâ onu bilicidir. Allahü teâlânın ilminin dışında zerre miktarı bir şey yoktur. Müslümanlar, bunun böyle olduğunu pek çok akli deliller ile ispat etmişlerdir.
Allahü teâlânın fiileri, muhkemdir. Bozukluk ve eksiklikten uzaktır. Her yarattığı şeyde birçok faydalar ve hikmetler vardır. Fiili Sâbit ve muhkem olan bir Zât, elbette ki âlemin yaratıcısıdır. Bir kimse, semavat ve arzdaki nizamı ve intizamı, göklerin yoktan yaratılmasını, maddelerde olan hassa ve cevherleri, çeşit çeşit meyveleri, sebzeleri, bitkileri, madenleri, sınıf sınıf hayvanları görünce, Allahü teâlânın fiilerinin Sâbit ve muhkem olduğunu anlar. Tefekkür edilince, bunların belli bir nizam ve ahkâm üzerine yaratılmış olmasında, beşer aklı hayrette kalır. Akıl, Allahü teâlânın yarattığı bu âlemdeki çok şeyleri idraktan, âciz kalmaktadır.
[İnsan daha çocukken, etrafında gördüğü eşyanın nereden geldiğini araştırmaya başlar. Çocuk büyüdükçe, üzerinde yaşamakta olduğu bu dünyanın nasıl muazzam bir eser olduğunu anlayarak, hayretten hayrete düşer. Hele yüksek tahsilini yaparak, her gün etrafında görülen bütün bu eşya ve mahlukların inceliklerini öğrenmeye başlayınca, hayreti, hayranlığa dönüşür. İnsanların, büyük bir sürat ile fezada tek başına dönmekte olan, içerisi ateş dolu, toparlak (iki kutbu biraz basık) bir küre üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması, ne büyük bir mucizedir. Ya etrafımızdaki dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, nebatlar, nasıl bir büyük kudret sayesinde meydana gelebilmekte, gelişmekte ve türlü türlü hassalar göstermektedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı su içinde yaşar. Üzerimize ışıklarını gönderen güneş, düşünebileceğimiz en yüksek harareti sağlar ve nebatların yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyevi değişiklikler yaparak, un, şeker ve daha nice maddelerin meydana gelmesini temin eder. Halbuki biliyoruz ki yer küremiz, kainat içinde ufacık bir varlıktır. Güneşin etrafında dönen seyyarelerden meydana gelen ve içinde dünyamızın da bulunduğu güneş sistemi, kainat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. Kainatın kuvvet ve gücünü izah için, bir küçük misal verelim: İnsanların en son elde ettikleri muazzam enerji kaynağı, atomları parçalayarak meydana çıkardıkları atom enerjisidir. Halbuki insanların “en büyük enerji kaynağı” saydıkları atom bombasının enerjisi, büyük yer sarsıntılarında ortaya çıkan enerji ile karşılaştırılacak olursa, bu enerjinin, on binlerce atom bombası enerjisinden daha fazla olduğu görülür.
İnsan, kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkına varmaz. Halbuki yalnız nefes alıp vermek bile muazzam bir kimyâ hadisesidir. Havadan alınan oksijen, vücutdaki maddeleri yaktıktan sonra, karbon dioksit halinde dışarı çıkarılır.
Sindirim (hazım) sistemi ise, muazzam bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp işlendikten sonra, vücuda faydalı olan kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu muazzam hadise, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücut bir fabrika gibi işlemektedir.]
Bunların tafsilatını anlatmaya defter ve kalem kâfi gelmez. Astronomi, anatomi, yani İlm-i teşrih, zooloji ve botanik yani hayvanat ve nebatatı inceleyen ilimlerde âlim olanlara, bu husus güneşten daha açıktır. [İşte bütün bunları yaratan pek muazzam bir kudret sâhibi olan, hiç değişmeyen ve sonsuz var olan yaratıcı “ALLAHÜ TEÂL”dır.]
Bilhassa Evliyâ-i kirâma, yani ruhlar aleminde yükselmiş olanlara, Allahü teâlânın fillerinin ne kadar muhkem ve muntazam olduğu, gâyet aşikardır, açıktır. Muhkem ve muntÂzam işler ise, o işleri yapanın ilminin yüksekliğine delâlet eder. Şöyle ki bir kimse çok güzel bir yazı görse, bundan onu yazanın hat sanatındaki maharet ve ilminin yüksekliğini anlar. Nitekim, Bakara sûresi 164. âyetinde meâlen: (Muhakkak ki [yıldızlarla süslü] göklerin ve [dağlar, denizler ve nebatat vb. ile süslü] Arzın yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takibinde, [insanları ve] insanlara faydalı olan şeyleri denizde götürüp giden gemilerde; yeryüzü kuruduktan sonra, Allahü teâlânın gökten yağmur indirerek nebatatı diriltmesinde, o Arz üzerinde, her türlü hayvanatı yaymasında, rüzgarları her taraftan estirmesinde, sema ile Arz arasında bulutların, Allahü teâlânın emir ve hükmü ile gitmesinde, akıl, fikir ve nazar sâhibi olanlar için, Allahü teâlânın kudret ve azametine deliller ve ibretler vardır) buyurulmuştur. Fussilet sûresi 53. âyetinde meâlen: (Biz onlara [Mekke halkına], gerek âfâkta [göklerde ve yerde], gerek kendi nefslerinde [yaratılışlarının latifliğinde ve benzersizliğinde, kudretimize delâlet eden] ayetlerimizi [güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, rüzgar, yağmur, insanın ana rahminde, uzuvlarının teşekkülü vb.] göstereceğiz. Nihâyet Onun [Kurân-ı Kerîmin ve Resûlullahın] söylediği şeyin hak olduğu, kendilerine zâhir olacaktır) buyurulmuştur.
Bu âyet-i kerimelerde bildirilen, afaktaki ayetlerden, yani yeryüzünde Allahü teâlânın kudretini gösteren alâmetlerden murad, gökler, yıldızlar, gece, gündüz, güneşin şuaları, karanlık, gölge, anasır-ı erbea [su, ateş, toprak ve hava] gibi, Allahü teâlânın kudretine delâlet eden şeylerdir. Enfüsteki yani insanın kendindeki ayetlerden [alâmetlerden] murad, ana rahminde çocuğun azalarının teşekkülü, [havadan alınan oksijenin, vücutdaki maddeleri yaktıktan sonra, karbondioksit gazı olarak dışarı çıkarılması, ağız ile alınan gıda maddeleri ve içeceklerin parçalanıp hazm olduktan [öğütüldükten] sonra, vücuda faydalı kısmının bağırsaklarda süzülerek kana karışması ve posasının dışarı atılması, kalbin çalışması, böbreklerin kandaki zararlı maddeleri süzmesi…. vs. gibi muazzam hadiselerin otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılması] gibi şeylerdir. Bu âyet-i kerimelerde, afaki ve enfusi delillerin bildirilmesinin hikmeti, kulların, zıttı ve misli olmaktan münezzeh, her şeyi bilen, hikmet sâhibi ve her şeye kâdir olan Allahü teâlânın varlığını bilmeleri, [Ona îman ve ibâdet etmeleri] içindir. Kısaca, bu mükemmel ve muntazam filler, bunların faili, yaratıcısı olan, Allahü teâlânın ilminin ve kudretinin kemâline delâlet etmektedir. Kelam âlimleri bunu çeşitli deliller ile ispat etmişlerdir. Mesela:
1 — Allahü teâlâ mücerrettir. Yani cisim değildir, [Madde değildir. Element değildir. Karışım, bileşik değildir. Sayılı değildir. Ölçülemez. Hesap edilemez. Onda değişiklik olmaz. Mekanlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yoktur. Bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, Onun hiçbir şeyini anlayamaz.] Mücerred olduğu için, her şeyi bilir.
2 — Zâtı, ali [yüce] olan Allahü teâlâ, kendi Zâtını bilir. Böyle olan bir hâlik [yaratıcı], kendinden başkasını da bilir. İnsanın bilmesi demek, Zâtı ile kâim olan şeylerin, asllarının, maddeden mücerred olan mahiyetlerinin zihinde hâsıl olmasıdır. Allahü teâlâ için meçhul olan hiçbir şey yoktur. Kendi Zâtının, mahiyetini, künhünü bilir. Kendini bilenin, kendinden başkasını da bileceği sabittir.
Allahü teâlâ, kendinden başka her şeyi, vasıtalı veya vasıtasız olarak yaratmıştır. Mahlukları bilmek, bir yaratıcının var olduğunu bilmeyi icap ettirir.
Tavsiye Yazı —> Allahu tealanın sıfatlarına dair sualler