Sual: Hıristiyanlar, müslümanların hac farizasını yapmalarına da itiraz ederek, “Bu, yahudilerin senede 3 defa, Kudüs-i şerifte bulunan Beyt-i mukaddesi ziyaret etmek adetlerine benzemektedir. Çünkü, Allahü teâlâ, o makâm-ı mukaddeste tecellî buyuracağını vaad etmişti. Fakat sonradan yahudiler, yaptıkları cinayetlerden dolayı, Allahü teâlânın gazabına uğradılar. Hükümetleri yok oldu, düşmanları gelerek, Beyt-i mukaddesi yıktılar. Allahü teâlâ, Beyt-i Mukaddesin yerine, Îsâ Mesihin cesedini kendisine beytullah [Allah’ın evi] tahsis etti. Kullarına Îsâ Mesihi bu sebeple gönderdi. Ona inanmış olanları da, ruh-ül-kuds ile teyid ederek, her birini canlı bir beytullah olmak derecesine kavuşturdu. Böylece, Allahü teâlâ için, tecellî edeceği, insan eliyle yapılmış hususi bir yere, bir haneye artık lüzum kalmadı. Tekrar böyle bir hanenin seçilmesi, Allahü teâlânın hikmetine muvafık değildir. İncilde, Îsâ Mesihin, (Bir zaman gelir ki Babaya ne bu ibâdeti yapacaksınız ve ne de Kudüste secde edeceksiniz. Fakat hak üzere secde edenler, ruh ile ve sıdk ile her yerde secde etsinler. Çünkü Baba da, kendine böyle secde etmelerini ister) dediği kelam, kıyamete kadar kâim ve daimdir. Hâl böyle iken, tekrar herkesin tavaf etmesi için zâhiri bir hane, bir beyt ortaya çıkarmak ve Allahü teâlânın sonsuz bereketlerine kavuşmayı yalnız o mekana tahsis etmek ve halkı o haneyi ziyarete teşvik etmek, hıristiyanlık dininin yüksek rûhâniyet mertebesini, çok aşağı bir dereceye indirmektir. Bu ise, tekrar eski yahudi adetlerine, şekli ve zâhiri bir adete geri dönmek olur” demektedirler.
Cevap: Bu itirazları da, tamamen asılsızdır. Çünkü:
1 — Hıristiyanlar, Îsâ Mesihin cesedinin Beyt-i mukaddesin yerine geçtiğini hangi İncilin hangi ayetinden almışlar ise, onu beyan etmeleri lâzımdır. 5-10 altın maaş karşılığı, kilisede hizmet etmeye memur olan bir papazın sözlerinin, hıristiyanlık dininin emirleri olamayacağı açıktır.
2 — İncillerde yazılı olduğu gibi, Îsâ aleyhisselâm ömrü boyunca, Beyt-i mukaddesi ziyarete gitmiş, hatta onun içindeki satıcıları kovarak, içerisini temizlemeye çalışmıştır. Bundan anlaşılıyor ki eğer Beyt-i mukaddesin hükmü kalmayıp, kendisi onun yerine geçseydi, onu ziyaret etmeye devam etmez, içerisini de dünyalık kazanmaya çalışan kimselerden temizlemezdi. Şakirdlerine de, (Artık siz bu Beyt-i mukaddese itibar etmeyiniz. Onun mânâsı benim. Sizlerden her biriniz birer birer Allah’ın evisiniz) derdi.
3 — Beyt-i mukaddesin harab olmasından sonra, başka bir yerin tekrar beyt olarak seçilmesi, niçin hikmet-i ilâhiyyeden beklenilmesin! İslam îtikadına göre, Allahü teâlânın şeriki ve benzeri yoktur. Kendi mülkünde dilediğini yapar. Belli bir zaman kıble olarak Beyt-i mukaddesi gösterir, daha sonra da, Kâbe-i muazzamayı kıble yapar. Ona kimse karışamaz.
İncillerin yazıldığı zamanlarda, bütün nasraniler, Mûsâ aleyhisselâmın şeriati ile amel ettikleri ve havariler ve onların şakirdlerinin hepsi, Beyt-i mukaddesi ziyaret ettikleri için, İncillerde herhangi bir mahallin ziyareti emredilmemiştir.
4 — (Nihâyetsiz ilâhî bereketlere kavuşmayı Allahü teâlâ yalnız Kâbe-i muazzamayı ziyaret etmeye tahsis etmedi) sözü de yanlıştır. Papazın kendi iddiasını kuvvetlendirmek hırsı ile uydurduğu bir iftirâdır. (İlâhî bereketlere çokça kavuşmak, yalnız Kâbe-i muazzamayı ziyarete mahsustur) şeklinde Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde, herhangi bir haber var ise, beyan etmelidir.
5 — Kâbe-i muazzamayı ziyaret etmek, müslümanlara umumî bir emir değildir. Hac yapacak kimse, hac yapabilmek şartlarını haiz olmalıdır. Mesela, zengin olmak, sıhhatli olmak, gidilecek yolun emin olması gibi. Papazın burada da, kötü niyeti ve düşmanlığı ortadadır.
6 — Bir dinde, bir mahalli ziyaret etmenin ve o mahalli kıble edinmenin emrolunması, o dinin yüksek bir mertebe ve rûhâniyetten en aşağı dereceye düşmesini icap ettirmez. İncillerde, Îsâ aleyhisselâmın (Beytullah=Allah’ın evi) olduğunu bildiren bir âyet de yoktur. Bir sebeple yükseklik ve rûhâniyetin azalması papazın kendi hayalidir.
7 — Kâbe-i muazzamayı ziyaret etmenin müslümanlara emrolunması, hükmü kaldırılmış şekli bir adete, tekrar geri dönmek değildir. Çünkü, Îsâ aleyhisselâmın dininde, Beyt-i mukaddes ziyaret hükmü kaldırılmamıştı. Gerek Îsâ aleyhisselâmın dininde, gerekse İslam dininde, geçmiş Peygamberlerin şeriatlerinin nice hükümleri bakidir. Bunların Bâkî olması, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatine geri dönmek demek değildir. Papazın, haccın şartlarını bilmeden (şekli ibâdettir) sözü de, cehaletini göstermektir.
İslamiyette emredilen haccın adabından kısaca bahs edelim:
Hacca niyet eden bir mümin, her şeyden önce, ihlas ile tövbe etmelidir. Üzerinde kul hakları varsa, ödemeli, emanetleri sahiplerine vermelidir. Hacca gidip gelinceye kadar, ailesinin ihtiyacı olan nafakayı hazırlamalıdır. Kâbe-i muazzamaya gidip gelinceye kadar, icap eden yol parasını, helal maldan olarak yanına alması ve kendisine hayırlı yol arkadaşları bulması ve içlerinden huyu en güzel, [ilmi ve tecrübesi en çok] olanı, emir tayin edip, onun sözlerine itaat etmesi ve onun tedbirlerini yerine getirmesi lâzımdır. [Ayrıca, yolun emniyetli olması, canının ve malının helak edilme korkusu olmaması lâzımdır. Yol emniyeti olmaz ise, hacca gitmek farz olmaz.]
Haccın farzları üçtür:
1 — İhram giymek: Mekke-i mükerremeye yaklaşıldığı zaman, mikat denilen belli yerlerde veya daha evvel, hacılar elbiselerini çıkarıp ihrama bürünürler. Başka bir şey giymezler, Yani dünya ziynet ve elbiselerinden arınıp, mahşer yerine gider gibi, herkes aynı elbiseler içerisinde, beğ ve köle farksız, başı açık, ayağı çıplak (çorapsız) giderler.
[Haccı ihram içinde yapmak farz olup ihram ile yapılmazsa hac sahih olmaz. (İhram) peştemal gibi, iki beyaz bez olup biri belden aşağı sarılır, diğeri de omuza sarılır. İple bağlanmaz ve düğümlenmez. İhram giyen kimseye, bazı işleri yapmak haram olur. Bunun tafsilatı, fıkıh ve ilmihal kitaplarında yazılıdır.]
2 — Tavaf: Tavaf, İbrahim ve İsmail aleyhimesselâmin sünnet-i şerifeleri üzere, Kâbe-i muazzamanın etrafında 7 defa dönmektir. [Tavaf, Mescid-i haram içerisinde yapılır. Tavafa niyet etmek de, ayrıca farzdır. Farz olan tavafa, (tavaf-ı ziyaret) denir. Tavafa, (Hacer-ül-esved) taşından başlamak da sünnettir.] Tavaf ederken, Allahü teâlânın ve Onun Resûlünün öğrettikleri duâları okumak lâzımdır. Okunan duaların mânâ-i şerifleri, Allahü teâlâyı en güzel şekilde tazim ederek, Ondan rahmetini istemektir.
3 — Arafatta vakfeye durmak: Büyük küçük, zengin fakir bütün müslümanlar, üzerlerinde sadece ihram olduğu hâlde, mahşer ehline benzer bir şekilde, arefe günü yani Zilhicce ayının 9. günü, öğle namazının vakti başladıktan, ertesi gün fecir vaktine kadar, arafat meydanında bulunur ve Rahmân olan Allahü teâlâdan afv ve mağfiret isterler. [Bundan bir gün evvel veya sonra Arafat meydanında bulunan kimsenin haccı sahih olmaz.] Burada, yüz binlerce müslüman, hep bir ağızdan telbiyeyi Arabî olarak okurlar. Telbiyenin mânâsı, (Buyur emret, ey varlığı mutlak lazım olan Allah’ım, emrine hazırım ve irâde-i ilâhiyyene itaat ederim. Senin benzerin ve ortağın yoktur) demektir.
Haccın mânevî cihetine gelince, erbabı olanlar, haccın adabı ve farzları için, nice mânâlar beyan etmişlerdir. Geçmiş dinlerde, Allahü teâlâya yaklaşmak için, insanlardan uzaklaşıp, dağlarda yalnız başına yaşanılırdı. Allahü teâlâ, ümmet-i Muhammede, bu ruhbanlığı emretmeyip, onun yerine haccı emretmiştir. Hac yapan kimsenin zihni, ticaret gibi dünya meşgalelerinden uzak olup sadece Allahü teâlâyı düşünmektedir. Müslümanlar, riya ve gösterişten uzak, ailesinden ve vatanından çıkarak, bu vadiye ve bu sahraya düşünce, dünyadan çıkıp, mahşer yerini ve kıyamet hallerini hatırlar. Elbiselerinden soyunup, beyaz ihrama girince, kefenleri ile Allahü teâlânın huzuruna gittiklerini düşünürler. (Lebbeyk) yani buyur Allah’ım buyur, emrine hazırım derken, duâsının kabulü ile kabul edilmemesi korkusu içerisinde, Allahü teâlâdan rahmetini ve mağfiretini istemektedirler. Harem-i şerife [yani Mescid-i harama] kavuşunca, Beytullahı ziyaret için gelenlerin zahmetlerinin boşa gitmeyeceğini bilirler. Allahü teâlânın rızasını gözetip, Onun rızası için Beytullahı ziyaret ettiklerinden, Onun azabından emindirler. Hacer-ül-esvede yüz ve el sürerek öpüp, ziyaret ettikleri zaman, Allahü teâlâya dâima itaat etmek üzere biat ettikleri ve bu biatlarına, ahte vefa göstereceklerine kendi kendilerine söz verirler. (Kâbe-i muazzamanın örtüsüne yapıştıkları zaman, bir mücrimin velî-nimetine), bir aşıkın maşukuna sığındığını düşünürler. Bütün bunlar, haccın edeblerindendir.
Hıristiyanların, (Bazı hacıların memleketi yakın, bazılarının uzak olduğu için, bütün ümmet-i Muhammede hac teklifi, Allahü teâlânın adaletine uygun değildir) itirazkar sözleri de, asla doğru olamaz. Çünkü, Îsâ aleyhisselâmın, (Ebedî hayata götüren kapı gâyet dar olup Cehenneme götüren yol ise geniştir) buyurmuş olduğu Matta İncilinde yazılıdır. Bunun mânâsı, Cennete götürecek olan amel, nefse gâyet zor gelir. Cehenneme götüren amel ise, nefse gâyet tatlı gelir demektir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Amellerin en efdali, nefse en zor gelenidir) buyurmuştur. Meşakkat, zorluk arttıkça, ecîr ve mükafat çok olacağından, uzak yerlerden giden hacıların ecîr ve mükafatları da çok olur. Bu ise, adaletsizlik değil, adaletin ve merhametin tam kendisidir. İslam dininde, insanın yapamayacağı bir şey asla emredilmemiştir. Kendilerine hac farz olmayanlar, hacca gitmedikleri için, mesul olmazlar. (Ameller niyetlere göredir) ve (Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır) hadis-i şerifleri mucibince, hac yapmayı arzu edip de, hac yapmak imkanını bulamayanlar, niyetlerine göre ecîr ve mükafata kavuşurlar.