Sual: Misyonerler birkaç asırdan beri dünyanın çeşitli ülkelerine gidiyorlar ve oradaki halkı hristiyan yapmaya çalışıyorlar? Gittikleri ülkelerin büyük çoğunluğunda rezil olup geliyorlar. Bu misyonerler gittikleri ülkelerde insanların hangi sorularına cevap veremiyorlar?
Cevap: Bunun pekçok misali vardır. Aşağıdaki hadiseyi Harputlu İshak efendinin “rahimehullahü teâlâ” Türkçe Diyaü’l-kulûb kitabından alıyoruz:
İlk defa olarak, 2 cizvit papazı, Çinlileri hristiyanlığa davet için Kanton şehrine gelmişti. [Cizvit, 1512’de papazların teşkil ettiği bir misyoner cemiyetidir.] Kanton valisinden hristiyan dini hakkında vaaz vermek için müsaade istediler. Vâli bunlara ehemmiyet vermedi ise de, Cizvitler, onu her gün gelip rahatsız ettiklerinden, nihâyet “Ben bu mesele için Çin fagfurundan [sultanından] izin almaya mecburum. Kendisine haber vereceğim” dedi ve meseleyi Çin fagfuruna bildirdi. Gelen cevapta, “Bunları bana gönder. Ne istediklerini anlayayım” denilmekte olduğundan, cizvitleri Çin’in merkezi olan Pekin’e yolladı. Bu meseleden haber almış olan Budist rahibler, fenâ hâlde telaşa düştüler ve “Bu adamlar hristiyanlık adı altında zuhûr eden yeni bir dini bizim ahaliye telkin etmeye çalışıyorlar. Bunlar kudsi Buda’yı tanımıyorlar. Böylece, halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. Lütfen onları buradan kovun!” diye fagfura yalvardılar. Fagfur, “Evvela ne söylediklerini bir anlayalım, ondan sonra bu hususta karar veririz” dedi. Memleketin sayılı devlet ve din adamlarından müteşekkil bir meclis tertip etti. Cizvitleri bu meclise davet ederek, “Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir, anlatın” dedi. Bunun üzerine, cizvitler şöyle bir ifadede bulundular:
“Sema ve arzı yaratan Allah birdir. Fakat, aynı zamanda 3’tür. Allah’ın biricik oğlu ve Ruhulkudüs de birer Allahtır. Allah, Adem ve Havva’yı yaratıp, Cennete koydu. Onlara her nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan yememelerini emretti. Her nasılsa, şeytan, Havva’yı aldatıp, Allah’ın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, onları Cennetten çıkardı ve dünyaya gönderdi. Burada onların evlatları, torunları zuhûr etti. Fakat bütün bunlar büyükbabalarının işlediği günah ile kirlenmiştir. Hepsi günahkardır. Bu hâl, tam 6000 sene devam etti. Nihâyet Allahü teâlâ, insanlara acıdı ve onların günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik oğlunu günah kefareti için kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte, bizim inandığımız Peygamber, Allah’ın oğlu olan Îsâ budur. Arabistan’ın şimalinde Kudüs denilen bir şehir vardır. Kudüs’te Celile denilen bir yer, Celile’nin de, Nasıra (Nazareth) ismindeki köyde Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, Yusuf ismindeki bir marangoz ile nişanlanmış ise de, henüz bakire idi. Bu kız bir gün tenha bir yerde bulunurken, Ruhülkuds gelip, ona Allah’ın oğlunu ilka etti (koydu). Yani, kız bakire iken hamile oldu. [Bundan sonra, nişanlısı ile Kudüs’e giderlerken Beytillahm (Bethlehem) de] bir ahır içinde çocuğu oldu. Allah’ın oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. Şarkta bulunan rahibler, onun doğduğunu gökte birdenbire yeniden peyda olan bir yıldızdan öğrenerek hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihâyet bu ahırda buldular. Ona secde ettiler. Îsâ denilen Allah’ın oğlu, 33 yaşına kadar vaaz etti. Her ne kadar (Ben Allah’ın oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmaya geldim) dedi ve ölüleri diriltmek, amaları tekrar basir yapmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedâvi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, 2 balıkla 10.000 kişiyi doyurmak, suyu şarap yapmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaret ile kurutmak gibi ve daha birçok mucizeler gösterdiyse de, ancak az insan ona inandı. Nihâyet hâin yahudiler, Onu Romalılara şikayet ettiler ve Onun haça gerilmesine sebep oldular. Lakin Îsâ, haçta öldükten 3 gün sonra, tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra semaya çıkıp babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini Ona terketti. İşte bizim vaaz edeceğimiz dinin esâsı budur. Buna inananlar, öteki dünyada Cennete, inanmayanlar ise Cehenneme gideceklerdir” dediler.
Bu sözleri dinleyen Çin fagfuru, “Ben sizden bazı şeyler sual edeceğim. Bunlara cevap verin” dedi ve şöyle sormaya başladı: “İlk sualim şudur: Siz, Allah hem bir, hem de 3’tür, diyorsunuz. Bu, 2 2 daha 5 eder gibi mânâsız bir laftır. Bunu bana izah edin!) Papazlar cevap veremedi. “Bu Allah’ın bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez” dediler.
“2. sualim şudur: Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan çok kudretli Allah, kullarından birinin işlediği bir günah için, onun bu işten haberi bile olmayan bütün sülalesini nasıl günahkar sayar? Bunların affı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Bu, onun büyüklüğüne yakışır mı? Buna ne dersiniz?” dedi. Papazlar cevap veremedi. “Bu da, Allah’ın bir sırrıdır” dediler.
“3. sualim de şudur: Îsâ, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş. Ağaç vermeyince, onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Böyle olduğu hâlde, İsa’nın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulüm değil midir? Bir Peygamber, zalim olur mu?” dedi. Papazlar cevap veremedi. “Bu işler mânevî işlerdir. Allah’ın sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez” dediler.
Bunun üzerine Çin fagfuru, “Ben size izin veriyorum. Gidiniz, Çin’in istediğiniz yerinde vaaz veriniz” diye onlara müsaade etti. Onlar, fagfurun huzurundan çıktıktan sonra, mecliste bulunanlara dönüp, “Ben Çin’de böyle saçmalara inanacak bir ahmak bulunacağını zannetmiyorum. Onun için, bu adamların bu hurafeleri vaaz etmelerinde hiç bir mahzur görmedim. Ben eminim ki bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne ahmak kavimler bulunduğunu, bunların ne gibi hurafelere [saçmalara] inandığını görerek, kendi dinlerinin kıymetini daha iyi anlayacaklardır” dedi.
Fagfurun dediği o kadar doğrudur ki aradan 2000 sene geçtiği hâlde, hristiyan misyonerlerin büyük gayretine rağmen, Çinlileri hristiyan yapmak kabil olmamıştır.
Hristiyanlar, Îsâ aleyhisselâma ülûhiyet isnad etmek için, her Peygambere bir günah isnad ederler. Hristiyanlarla yapılan bir münazara toplantısında, Îsâ aleyhisselâmın ülûhiyetini iddia eden bir papaza, bir İslam alimi tarafından delilinin ne olduğu sorulunca, cevabında 4 delilim vardır diyerek, bunları saymaya başlamıştır:
(1. delilim, Babasız yaratıldı) deyince, İslam alimi, (Âdem aleyhisselâm hem annesiz, hem de babasız yaratıldı. Melekler de baba ve annesiz olarak yaratıldılar. [Meleklerde erkeklik ve dişilik yoktur.] O hâlde, Âdem aleyhisselâmın ve meleklerin de, Îsâ aleyhisselâm gibi [haşa] ilah [tanrı] olmaları icap ederdi) diye cevap verdi. Papaz buna (cevap veremedi). Bunun üzerine, 2. deliline geçti.
(2. delilim, Îsâ aleyhisselâmın ölüleri diriltmesidir) deyince, İslam alimi ona, (Tevratta yazıldığına göre, Beni İsrail Peygamberlerinden birkaç Peygamber de, ölüleri diriltmiştir. Bilhassa Mûsâ aleyhisselâm, canlı olmayan asayı, diriltti. Bunların da haşa Allahü teâlânın oğlu olmaları lazım gelir) diye cevap verdi. Papaz, buna da cevap veremedi Bunun üzerine, 3. deliline geçti.
(3. delilim, Îsâ aleyhisselâmın semaya kaldırılmasıdır) deyince, İslam alimi, (Îsâ aleyhisselâm çeşitli hakaretlerle katl olunduktan sonra, semaya kaldırıldı diyorsunuz. İdris aleyhisselâmın da, hayatta iken izzet ve rif’at ile semaya kaldırıldığı hristiyanlar ile müslümanlar arasında ittifaklıdır. Bunun için, İdris aleyhisselâmın, Allahü teâlâya oğul olmaya daha lâyık olması lazım gelir) diye cevap verdi. Papaz buna da cevap veremedi. Bunun üzerine 4. deliline geçti.
(Her Peygamber günah işledi. Fakat, Îsâ aleyhisselâm günah işlemedi. İşte bu ülûhiyet sıfatıdır) deyince, İslam alimi (Hangi Peygamber günah işledi) diye sorunca papaz, (Davud aleyhisselâm) dedi. İslam alimi (Ey papaz! Bu sözünle sen yahudilerden daha kötü, daha aşağı oldun. Çünkü, 4 İncilde de, Îsâ aleyhisselâmın dâima, Davud oğlu Îsâ diye, kendinden bahsettiği yazılıdır. Sizin inancınıza göre, [haşa] Davud aleyhisselâm zani olunca, Îsâ aleyhisselâmın kendisi için Davud oğlu demesinin [haşa haşa] veled-i zinayım demek olduğunda şüphe var mıdır? Ey papaz! Îsâ aleyhisselâmın kudretini, önce ülûhiyete, ilahlığa çıkarıp, sonra da veled-i zina derecesine indiriyorsun. Bu ikisi arasındaki tezad [zıdlık] ne kadar çoktur) deyince, papaz yine cevap veremedi. Gâyet utanarak, hayret içinde, oradan ayrıldı gitti.
Hristiyanların garib îtikatlarından birisi de, Allahü teâlânın fadl ve keremi ile kulları arasından seçerek gönderdiği Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hepsine günah isnad edip, günahkar bildikleri hâlde, kendi aralarından seçtikleri papaların mâ’sûm olduklarına inanmalarıdır. Haşr sûresinin 2. âyetinde meâlen: “Ey basiret sahipleri [Allahü teâlânın emrine nazar ederek düşünün de] ibret alınız” buyurulmuştur.
Tavsiye Yazı —> Hristiyanlık hakkında yazılmış kitaplar nelerdir?