Suâl: Müteşâbih lafızlardan suâl sormamak ve sorulanlara cevâb vermemek hakkındaki tavsiyenizin fâidesi nedir? Bu ihtilâflar birçok şehrde, beldelerde yayılmışdır. Müteassıb fırkalar ortaya çıkmışdır. Bu mes’elelerden size bir şey sorulursa nasıl cevâb verirsiniz?
Cevâb: Bu konuda suâl soranlara imâm-ı Mâlikin “radıyallahü anh” istivâ hakkında, “Allahın Arş üzerinde istivâsı ma’lûmdur. Nasıl olduğu mechûldür. Ona inanmamız lâzımdır” dediğini söyleriz. Avâmın soracağı suâllere, fitne yolunu kapamak için, aynı şeklde cevâb veririz.
Suâl: Eğer, (istivâ), (fevk), (el) ve (parmak)dan sorulursa, nasıl cevâb verilir?
Cevâb: Bu konuda hak, doğru olan Allahü teâlânın ve Resûlünün “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduklarıdır. Allahü teâlâ Tâhâ sûresi 5. âyet-i kerîmesinde meâlen, (Rahmân Arş üzerine istivâ etdi) buyurmuş ve doğru söylemişdir. Kat’î olarak bilinmelidir ki, istivâ, cisme mahsûs olan oturma ve karâr kılma değildir. İstivâ kelimesi ile Allahü teâlânın murâdının ne olduğunu bilmeyiz ve bilmekle de mükellef değiliz.
Allahü teâlâ, En’âm sûresi, 18. âyet-i kerîmesinde meâlen, (O kullarının fevkınde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir) buyurmuşdur. Bu da doğrudur. Burada mekân olarak fevkıyyet, üstde olmak muhâldir. Çünki, O mekândan önce vardı, şimdi de dahâ önce olduğu gibi vardır. Fevk ile ne murâd etdiğini biz bilmeyiz. Ey suâl soran, bu ma’nâyı bilmek senin de bizim de üzerimize lâzım değildir.
Allahü teâlânın (el)i ve (parmak)ları vardır dememiz de mutlakâ câiz değildir. Ancak Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdukları şeklde söylememiz lâzımdır. Dahâ önce geçdiği gibi, ziyâde, noksan, cem’, tefrîk, te’vîl ve tafsîl yapmadan söyleriz.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Âdem aleyhisselâmın hamurunu eli ile yoğurdu) ve (Mü’minin kalbi, Rahmânın parmaklarından ikisi arasındadır) buyurmaları hakdır, doğrudur. Bunlara inanırız. Ziyâde ve noksan etmeyiz. Rivâyet edildiği gibi nakl ederiz. Et ve sinirden meydâna gelmiş bir a’zâyı kat’î olarak red ederiz.
Suâl: Kur’ân-ı kerîm kadîm midir, mahlûk mudur? denilirse:
Cevâb: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kur’ân, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir) hadîs-i şerîfine göre, Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olmadığını söyleriz.
Suâl: Kur’ân-ı kerîmin harfleri kadîm midir, değil midir?
Cevâb: Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” bu mes’eleyi hiç ele almadılar. Bu konuya dalmak bid’atdir. Bu konu hakkında suâl sormayınız. Haşeviyye fırkasının gâlib olduğu, Kur’ân-ı kerîmin harfleri kadîmdir diyene kâfir dedikleri bir beldede, onların arasına düşen ve cevâb vermek için sıkışdırılan bir kimse, “Eğer harfden maksadın Kur’ân-ı kerîmin kendisi ise, Kur’ân-ı kerîm kadîmdir. Eğer maksadın Kur’ân-ı kerîmden başkası ve Allahü teâlânın sıfatları ise, Allahü teâlâdan ve sıfatlarından başka her şey mukdesdir, ya’nî sonradan yaratılmışdır” der ve başka bir şey eklemez. Çünki avâma bu mes’elenin hakîkatini anlatmak çok zordur.
Suâl: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kur’ân-ı kerîmden bir harf okuyana … sevâb vardır) buyurması ile, harflerin Kur’ân-ı kerîmden olduğunu ve Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olmadığını beyân buyurmuşlardır. Bundan harflerin kadîm olması lâzım gelmez mi?
Cevâb: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kur’ân-ı kerîm mahlûk değildir) buyurmasına bir şey eklemeyiz. Bu bir mes’eledir. Harflerin Kur’ânda olması ayrı bir mes’eledir. Harflerin kadîm olması da üçüncü bir mes’eledir. Bunun üzerine başka bir şey ilâve etmeyiz. Öyledir de diyemeyiz. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduklarına bir şey eklemeğe hakkımız yokdur.
Suâl: Yukarıda geçen iki mes’eleden üçüncü mes’ele lâzım gelmez mi, diye za’m ederlerse,
Cevâb: Bu kıyâs ve tefrîdir. Biz dahâ önceden kıyâs ve tefrîa, yanî kısımlara ayırmağa yol olmadığını, hattâ tefrîk yapmadan, vârid olduğu üzere kalmasının lâzım geldiğini beyân etmişdik.
Suâl: Kur’ân-ı kerîmin arabîsi kadîmdir. Çünki hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm kadîmdir) buyurulmuş ve Yûsuf sûresi, 2. âyet-i kerîmesinde meâlen, (Biz onu arabî bir Kur’ân olarak indirdik) buyurulmuşdur. O hâlde arabî lisanı da kadîm olmaz mı, denilirse:
Cevâb: Kur’ân-ı kerîmin arabî olması hakdır, doğrudur. Zîrâ Kur’ân-ı kerîmde, arabî olduğu bildirilmekdedir. Kur’ân-ı kerîmin kadîm olduğu da hakdır. Bunu Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” beyân etmişdir. Kur’ân-ı kerîmin arabîsinin kadîm olması da üçüncü bir mes’eledir. Kur’ân-ı kerîmin arabîsinin kadîm olması hakkında bir şey vârid olmamışdır. Kadîmliği hakkında söz lâzım gelmez. Bu sebeble avâm ve haşeviyye fırkası bu husûsda tasarruf etmekden alıkonulur ve kıyâsdan ve onun îcâbları olan sözlerden men’ olunur. Hattâ onlara tazyîki dahâ da artdırırız.
Kur’ân-ı kerîm kelâmullahdır ve mahlûk değildir demek, Kur’ân-ı kerîmin kadîm olduğunu kasd etmedikce, Kur’ân-ı kerîm kadîmdir demesine ruhsat verilmez. Çünki “mahlûk değildir” ile “kadîm” sözleri arasında fark vardır. Zîrâ, “Filânın kelâmı mahlûk değildir” demek, “vaz’ olunmuş değildir” demekdir. Ba’zan mahlûk, halk edilmiş (muhtelak) ma’nâsına gelir. Gayr-i mahlûk sözü bu ma’nâya gelirse de, kadîm ma’nâsına gelmez. O hâlde aralarında fark vardır.
Biz Kur’ân-ı kerîmin kadîm olduğuna inanırız. Sâdece bu lafız ile değil. Çünki bu lafız tahrîf, tebdîl, tağyîr, tasrîf olunmamalı, hattâ Allahü teâlânın murâdı olduğu ma’nâ üzere hakdır şeklinde i’tikâd edilmesi lâzım- dır. Kur’ân-ı kerîmi, kasdî olarak hiç bir nass nakl etmeden mahlûkdur diyen kimse bid’at işlemiş ve kendiliğinden bir şeyler ilâve yapmış, Selef-i sâlihînin yolundan ayrılmış olur.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız
3 yorum