Hukuk, insanlar arasındaki sosyal münâsebetleri ve toplum hayâtını düzenleyen kâideler (kurallar) topluluğudur. Arapça bir kelime olan hukuk, “hak” kelimesinin çoğulu olup, “haklar” demektir. Hak da hukuk nizamının ve kurallarının sağladığı menfaat ve yetkilerdir.
İnsanların hayat düzenini ve intizamını sağlayan kurallardan biri de hukuktur. Hukuk, fertler ve çeşitli insan toplulukları arasındaki münâsebetleri, adâlete uygun olarak düzenlemeye çalışan kuralların bütününden meydana gelir. Hukuk, beşerî münâsebetlerde, adâletin meydana çıkmasına hizmet eden bir hayat nizâmıdır. Hukuk, ayrıca insanın toplum içinde, ferdî hak ve hürriyetlerinin kurulup, muhâfaza edilmesini de sağlar. Toplumda özel ve genel hayâtın uyuşmazlıklarını da halleder. İnsanlara, işleri, hayatları ve gelecekleri hakkında güven sağlamaya çalışır.
İnsanlık târihinde, en ilkel kuralları içine alan hukûkî düzenlemeler olduğu gibi, en mükemmel âdilâne düzenlemeler getiren hukuk kuralları da olmuştur. Şekli ve muhtevâsı insanlar tarafından düzenlenen hukuk kuralları, zamâna, yere ve insanlara göre birçok değişiklikler göstermiştir. Hukûkun uygulandığı her ülkede, ayrı ayrı hukuk kuralları geçerlilik kazanmıştır. Bir memlekette yürürlükte bulunan hukuk, orada yaşayan halkın örf, âdet ve sosyal zarûretleriyle, yâni dînî ve ahlâkî telâkkileriyle temas hâlinde bulunmuştur. Hukuk kuralları, toplumu idâre edenlerin siyâsî tercihlerine göre şekillenmiş, bâzen de asıl gâyesinden uzaklaştırılmıştır. Böyle olunca adâletin yerini zulüm almış, haksızlıkların önüne geçilememiştir. İnsanlarda sona erdirilmesi mümkün olmayan fikrî ayrılıklar, her zaman ve her yerde hukuk kurallarının farklılığına sebeb olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Genellikle bütün hukuk sistemlerinde adâlet, hakkâniyet ve sosyal adâlet, hukûkun gözönünde tuttuğu kavramlar olmuştur. Hukûkun gâyesi de; insan kıymetinden ve insanlığa saygı fikrinden hareket ederek ve insanlar için müşterek iyiliği hedef tutarak, adâleti ve hakkâniyeti gerçekleştirmeye çalışmaktır. Sosyal adâlet, mutlak eşitlik olmayıp, çalışıp hak edenlere karşılığını vermektir. Bu da, adâleti gerçekleştiren hukuk kuralları ile temin edilebilir.
Hukuk sistemlerinin doğuşunu ve gelişmesini hazırlayan bir çok sosyal kaynaklar mevcuttur. Bu hususta hukuk bilginlerinin görüşleri çok değişiktir. Hukûkun kaynağının ne olması lâzım geldiğini, her birisi ayrı açıdan ele almaktadır. Hukûkun kaynağının, devletin otoritesi olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sosyal dayanışma sözleşmesi ile din ve ahlâk kurallarından meydana çıktığı esâsını kabûl edenler de vardır. Bu kaynaklara göre hukuk nizamları da çeşitli kısımlara ayrılmaktadır.
Beşerî hukuk: Din kurallarının hâkim olmadığı toplumlarda, hukuk kuralı vazetmeye (ortaya koymaya) yetkili kişi veya kurumlarca veyâ gücü yeten birisi tarafından meydana getirilmiş hukuk kurallarıdır. Bu hukûkun kuralları, her zaman ve her toplumda birçok değişikliklere uğramış ve zamânımızda da hâlâ bu değişiklikler devâm etmektedir. Beşerî hukûkun kaynaklarını, topluma hâkim olan bir kuvvet sâhibinin veya belirli bir zümrenin veyâhut da o toplumu meydana getiren halkın yetki vermesiyle seçilenlerin meydana getirdiği meclislerin hazırladığı kânûnî düzenlemeler teşkil eder: Anayasalar, çeşitli konuları düzenleyen kânunlar, tüzükler ve yönetmelikler vs. gibi.
Beşerî hukukta, toplumda örf ve âdet hâline gelen uygulamalar da hukuk kuralı olarak benimsenebilir. Kânunlarda gösterilen belirli kişilerin hüküm ve kararları da bir hukuk kuralı olarak tatbik olunabilmektedir. Beşerî hukuk, insan varlığını gâye edinmiş, onun fert ve toplum hayâtını düzenlemeye çalışmaktadır. Fakat her siyâsî toplumun kendine hâs bir hukûku vardır. Devletin tatbik ettiği zorlayıcı kurallar, hukûku meydana getirmektedir. Kânun koyma organı tarafından konan hukuk kuralları (kânunlar) ile bu organın verdiği vekâlete dayanarak diğer devlet organlarının çıkarttıkları tüzükler, yönetmelikler ve ayrıca kânunun örf ve âdete atıf yaptığı veya dayandığı hallerde örf ve âdet hukûkuna “pozitif” veya “mevzû hukuk” denilmektedir. “dogmatik hukuk” da, bir ülkedeki yürürlükte bulunan hukuk kurallarını ve hükümlerini inceler. Bu, yürürlükteki hukûka âit nazariyâttır (teorik bilgilerdir).
Tabiî hukuk: İnsan irâdesinin üstünde hiç değişmeyen evrensel prensiplerdir. Bunlar eşyânın tabîatına uygun olan ve yaratıcının öyle olmasını istediği kurallardır. Hukukçu olmayan insanların bile anlayacağı bu kurallar, insan ve eşyânın tabîatından doğan ve insanların hayâtında kendisini kabul ettiren kuralların bütünüdür. Meselâ, insanın şahsiyetine ve hürriyetine saygı göstermek, verilen sözü tutmak, yapılan sözleşmeye uygun davranmak böyledir. Bunun gibi mülkiyet hakkına da, tarzı ve hudutları değişik olsa bile, her yerde ve her zaman rastlanır.
Tabiî hukuk prensipleri, aklın kolayca bulabileceği ve kavrayabileceği kurallardır. Gerçekten eşyânın tabîatından gelen ve bir yaratılış kânunu olan üstün ve değişmez bir nizâm vardır ki, bunların hepsi tabiî hukûkun prensipleri arasında yeralır. Tabiî hukûka “ideal hukuk” da denmektedir. Bu hukûkun üstünlüğünü savunan hukukçular olduğu gibi, karşı çıkanlar da vardır.
Örf ve âdet hukûku: Toplum hayâtında doğmuş bulunan ve uzun zamandan beri uygulanması sebebiyle hukûken bağlayıcı sayılan, yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Kânunlar, yazılı hukuk kuralları olup, örf ve âdet hukûku yazılı değildir. Yazılı hukûkun bulunmadığı yerde örfe îtibâr olunur ve bağlayıcı bir hukuk kuralı kuvvetindedir. Örf ve âdet hukûku, özel hukûkun birçok dallarında uygulanmakta ve kânun boşluklarının doldurulmasında önemli bir rol oynamaktadır.
İlâhî hukuk: Allah tarafından peygamberler vâsıtasıyla gönderilen dinlerin bildirdiği hukuk kurallarıdır. İlk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem’den îtibâren bütün ilâhî dinler, toplumun sosyal hayâtını düzenleyen kuralları bildirmiştir. Her asırda gönderilen peygambere, o asırda yaşayan insanların ihtiyaçlarını içine alan kurallar bildirilmiş ve peygamberler de bunları tebliğ edip, tatbikini sağlamışlardır. Bu hükümler, zamanla insanlar tarafından değiştirilmiş, ilâhî olmaktan çıkıp beşerî kurallar hüviyetine girmiştir. Zamânımıza kadar ismini muhâfaza eden Tevrat ve İncîl ismindeki ilâhî kitaplar da, tahrif edilmekten, değiştirilmekten kurtulamamıştır. Bu kitaplarda bildirilen şimdiki hükümler, kurallar, ilâhî olmaktan çıkıp beşerî kurallar olmuştur. Din hüviyeti adı altında belli zümrelerin fikirlerini, düşüncelerini yansıtmaktadır. Dolayısı ile, zamânımızda bunların bildirdiği hukuk kurallarına, ilâhî hukuk gözüyle bakmak yanlış olur.
İlâhî dinlerin sonuncusu ise İslâmiyettir. İslâm dîninin kitabı Kur’ân-ı kerîm ve bildirdiği hükümler, kurallar, değişmeden zamânımıza kadar ulaşmıştır. Kıyâmete kadar, her asırdaki insanların ihtiyaçlarını karşılayacak hükümler, Kur’ân-ı kerîm’de bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerîm’in bildirdiği ilâhî hükümler, hazret-i Muhammed’in hadisleri, sözleriyle açıklanmış, İslâm hukûku ismi ile kitaplara geçmiş, Müslümanlar tarafından öğrenilip uygulamaya konmuştur. İlâhî dinlerin, dolayısıyle İlâhî hukûkun en son halkası ve bu hukûkun zamânımızda değişmeden hayâtiyetini devâm ettiren tek temsilcisi olan İslâm Hukuku, 4 ana kaynağa dayanmaktadır:
1) Kur’ân-ı kerîm: Temel hükümler, veciz olarak bildirilmiştir. Bunun için müctehid olmayan, Kur’ân-ı kerîmi anlayamaz.
2) Hadîs-i şerîfler: Hazret-i Muhammed’in sözleridir. Hadisler, Kur’ân-ı kerîmi açıklar. Hadisleri de, ihtisası olan âlimler anlayabilir.
3) İcmâ: İctihad derecesine yükselmiş müctehid âlimlerin, bir konudaki sözbirliğidir.
4) Kıyâs: Müctehid âlimlerin, hükmü bildirilmeyen bir meseleyi, benzerlerini bularak, hükmü bilinen önceki bir meseleye göre netîcelendirmesidir.
Bunlara ilâveten İslâm hukûkunda, İslâm dîninin temel esâslarına muhâlif olmayan örf ve âdetler de kaynak olarak alınmıştır. İslâm hukûku, bildirilen bu kaynaklarla, insanların meselelerini çözmektedir. Bu kaynakları, ancak dinde müctehid derecesine yükselmiş âlimler anlar. Bu âlimler, toplumun her kesimindeki insanların anlayacağı şekilde fıkıh, ilmihâl kitapları yazarak bu hükümlerin, kuralların, anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlar.
Hukûkun çeşitli dalları: Bugünkü hukukçuların bir çoğu tarafından kabul edilmiş bir taksime göre “Kamu (Amme) Hukuk” ve “Özel (Husûsî) Hukuk” ayırımı kabul edilmektedir. Bu ayırım tam değildir.
Kamu Hukûku çeşitli bölümlere ayrılır. Bunlar; Anayasa Hukûku, İdâre Hukûku, Cezâ ve Cezâ Usûl Hukûku, Mâlî Hukuk, İş Hukûku ve Sosyal Güvenlik Hukûku ve Devletler Umûmî Hukûkudur.
Özel Hukûkun bölümleri de; Medenî ve Borçlar Hukûku, Ticâret Hukûku, Fikrî Hukuk, Devletler Husûsî Hukûku, Medenî Usûl Hukûku, İcrâ ve İflâs Hukûkudur.
Çeşitli Hukûk Sistemleri
Özel Hukuk ilişkileri bütün toplumlarda bir ortaklık arz eder. Aşağı yukarı her yerde aynıdır. Kamu Hukûku, her toplumun fikrî ve siyâsî yapısına göre değişiktir. Bununla berâber her ülkede, Özel Hukuk ilişkilerinin tanzim tarzı farklıdır. Bugün yeryüzünde uygulama imkânı bulan ve kuralları tespit edilen hukuk nizamlarını, başlıca 4 grupta toplamak mümkündür.
1) Roma-Cermen Hukûku: Avrupa kıtasında başta İtalya, Almanya, Fransa olmak üzere Kara Avrupasında uygulanmaktadır. Roma devletinin ve sonra bunu yıkan Cermen kavimlerinin tatbik ettiği hukuk kurallarının birbirine olan etkisinden meydana gelmiş bir hukuk sistemidir. Ülkemizde de 1926 yılında İsviçre Medenî Hukûkunun kabûlünden sonra bu hukuk sisteminin uygulanmasına başlanmıştır. Romanın başlıca hukuk kaynakları, halk topluluğu kararları, örf ve âdetler olmuştur.
2) Anglo-Sakson Hukûku: İngiliz Hukûku da diyebileceğimiz bir hukuk sistemidir. Kara Avrupası hukûkundan esaslı şekilde farklıdır. Bu hukûkta kânunlaştırmaya gidilmemiştir. Meselâ İngiltere’de yazılı bir anayasa yoktur. Bu hukuk, kânun koyucu veya parlamento tarafından değil, fakat mahkeme ictihâdları tarafından meydana getirilmiştir. En mühim özelliği, bir mahkeme ictihadları veya meseleler hukûku olmasıdır. Mahkeme kararları bağlayıcıdır.
3) Sosyalist ülkeler hukûku: Geçmiş dönemlerde başta Sovyetler Birliği olmak üzere, iktisâdî sistem olarak sosyalizmi benimseyen komünist bloku ülkelerde tatbik edilmekle berâber, sâdece kitaplarda yazılı kalan ve uygulama imkânı bulamayan bir hukuk sistemidir. Çünkü komünist ülkelerde ferdin hak ve hürriyeti oldukça sınırlıdır ve yok denecek kadar azdır. Bunun neticesinde 1991 yılında başta Sovyetler Birliği olmak üzere Çin ve Küba hâriç bütün komünist ülkeler komünizmden vazgeçerek demokrasiye geçmişlerdir.
4) İslâm Hukûku: Bu hukuk sistemi, bütün beşerî hukuk sistemlerinden ayrı bir yapıya sâhiptir. Kaynağı tamâmen ilâhî olup, insanların düşüncelerinden doğmamıştır. Tamâmen dînî hükümlere dayanmaktadır. Bu hükümler, Kur’ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâdan ve yüksek din âlimlerinin ictihâdlarından çıkmıştır. Nass’ın (âyet ve hadisin) bulunmadığı yerde örf ve insanlar arasında yerleşmiş âdetlere göre hüküm verilebilir. Çünkü İslâm dîninin yasaklamadığı âdetlerde zamâna uyulur ve dînî nassları ispat için umûmî ve husûsî örf ve âdetler hakem kılınır. Örf ile tâyin, nass ile tâyin gibidir. Bir şeyi insanların hepsinin kullanması, zarûret olur ve ona uymak mecbûriyetinde olan kişinin hâline delil teşkil eder. Örf ve âdet hükümleri, Mecelle’nin 36, 45. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
İslâmiyette bütün ilimler ve bunların usûl ve hükümleri, Kur’ân-ı kerîmden çıkarılmıştır. Bu hükümler, her zaman ve her yerde geçerlidir ve bir değişiklik olmaz. Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlerin bir kısmı, Allahü teâlânın haklarını ve diğer kısımları ise, insanların haklarını bildirmekte ve bunların muhâfazasını ve haksızlığa uğrayanların kurtarılmasını sağlamaktadır. Îmân etmek ve ibâdet vazifelerini yerine getirmek Allah’ın hakkıdır. İnsanların cemiyet hayatında, birbirleriyle yapmak zorunda kaldıkları ve daha çoğu günlük hayatını ilgilendiren muâmelelerinde, âilenin kurulmasını ve sona ermesini sağlayan sözleşmelerde veya tek taraflı tasarruflarda ve İslâm dîninin suç olarak bildirdiği fiilleri işleyenlerin cezâlandırılmasında şahısların hakları düzenlenmiş olup, her biri hakkında ayrı arı hükümler konmuştur.
İslâm hukûkunun içine giren bu konuları düzenleyen ve öğreten ilme “Fıkıh ilmi” denir. Fıkıh ilmini ilk olarak sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. Fıkıh ilmi çok geniştir. Başlıca 4 büyük kısma ayrılır.
1) İbâdetler: Allah’ın hakları olup, namaz, oruç, zekât, hac ve cihâd olmak üzere beşe ayrılır. Bunlar bugünkü mânâda hukûkun konuları arasında değildir.
2) Münâkehât: İslâm âile hukûkunun bütün konularını bildirir. Evlenme, boşanma, nafaka gibi birçok dalları vardır.
3) Muâmelât: Mâli konuları düzenleyen, eşyâ hukûkunu (aynî hakları), borçlar hukûku ve ticâret hukûkunun konularını içine alır. Alışveriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîras vs. gibi birçok bölümleri vardır. Mîrâs hukûku “Ferâiz ilmi” adı altında geniş olarak anlatılmaktadır. Muâmelâtın birçok bölümleri Mecelle’de 1851 madde hâlinde kânun şekline getirilmiştir.
4) Ukûbât: İslâm cezâ hukûkunu ve usûl hukûkunu düzenleyen kısımdır.Kur’ân-ı kerîm’de beş çeşit cezâ açıkça bildirilmiştir. Bunlar kısas, sirkat (hırsızlık), zinâ, kazf (zinâ iftirasında bulunmak) ve riddet (müslümanlıktan ayrılmak, mürted olmak) tir.
Ukûbât; “Had” “Kısas” ve “Ta’zir” olarak üçe ayrılır. Beş suça, had cezâsı tatbik olunur. Bunlar; zinâ, şarâp içmek, alkollü içkiyle sarhoş olmak, bir kimsenin (erkek veya kadın) nâmusuna iftirâda bulunmak, hırsızlık ve yol kesiciliktir. Kısas, yaralamak ve öldürmek suçlarında uygulanır. Ta’zir cezâları, çok çeşitli olup, tenbih, ihtâr, tekdir, dövmek, hapsetmek ve öldürmeye kadar gider. Suça ve şahsa uygun olan verilir. Ta’zir, hadden daha hafif cezâ ile cezalandırmaktır. Bunların suçluya takdiri hâkime âittir.
Fıkıh ilminin konuları, daha ziyâde, husûsî (özel) hukûkun konuları arasında yer alan hükümleri düzenlemektedir. Amme (Kamu) Hukûkunun düzenleyici kuralları, tamâmen İslâm devlet başkanıın (halîfenin) tasarruflarına bırakılmıştır. Devlet başkanı, azledilmek ve yaptığı işlerden dolayı cezâlandırmak korkusu olmaksızın, Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlere bağlı kalarak adâleti sağlamak, ammenin (kamunun) ve fertlerin haklarını korumak üzere gerekli gördüğü her türlü icrâatta bulunmak yetkisine sâhiptir.
İslâm Kamu Hukûkunun hilâfet (devlet başkanlığı) ve bunun kamu görevlerinden olan cihâd (İslâmiyeti yaymak), adâleti gerçekleştirmek, zekât, cizye ve haracın tarh ve tahsili, cezâların tenfizi, siyer ve fıkıh kitaplarında geniş olarak açıklanmıştır. İmâm-ı Mâverdî’nin Ahkâmüs-Sultâniye kitabında İslâm Kamu Hukûku en geniş şekilde anlatılmaktadır.
Müslümanlar birçok hukuk ilminin temellerini atmışlar ve hukûkun sâhasını genişletmişlerdir. Hukuk Metadolojisi ilminin, Devletler Hukûkunun, Amme Hukûkunun ve Hukuk Sosyolojisinin kurucuları olmuşlardır. İmâm-ı Şâfiî’nin Risâle’si, İmâm-ı Muhammed Şeybânî’nin Siyer-i Kebîr’i ve buna İmâm-ı Serahsî’nin yaptığı şerhi, İmâm-ı Mâverdî’nin ve Kâdı Ebû Ya’lâ’nın Ahkâmus-Sultâniyye’leri ve İbni Haldun’un Mukaddime’si bu sâhadaki yazılan ilk eserleri teşkil ederler.
Tavsiye Yazı —> İlim Öğrenmeye Dair Sualler