Sual: Bazen insanın aklına çok farklı sorular gelebiliyor? Böyle durumlarda böyle sorulara çokça kafa mı yormalıdır yoksa asıl bilmemiz emredilen hususlara mı yoğunlaşmalıdır? Neleri bilmekle mesulüz, neleri bilmekle mesul değiliz?
Cevap: Dürrü’l-muhtar’ın Tahtavi ve İbni Âbidin haşiyelerinde, son cildin sonunda diyor ki “İnsanın, bilmesi lazım olmayan şeyleri münakaşa etmek mekruhtur. Öğrenmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak câiz değildir. Mesela, Lokman ve Zülkarneyn Peygamber midir, değil midir? Cebrâil aleyhisselâm, Peygamberlere nasıl gelirdi? Melek ve Cin, insanlara ne şekilde görünürler? İnsan şeklinde görünürken, yine cin ve melek midirler? Cennet ve Cehennem nerededirler? Kıyamet ne zaman kopacak? Îsâ aleyhisselâm, gökten ne zaman inecek? İsmail ve İshak aleyhimesselamdan hangisi efdaldir ve hangisi kurban edildi? Fâtıma ve Aişe’den “radıyallahü teâlâ anhüma” hangisi daha efdaldir? Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” ana babaları ve Ebû Talib hangi dinde idiler? İbrahim aleyhisselâmın babası kim idi? Bunlar gibi şeyleri sormamalıdır. Bunları öğrenmekle emrolunmadık”.
Bu hususta İmam-ı Rabbani hazretleri kendilerine halifelik hakkında sorulan bir suale 2. cilt 60. mektupta şöyle cevap vermektedir;
“Merhametli kardeşim! İmamlık, yani halifelik bilgisi, dinimizin lüzumlu [zaruri] bilgilerinden değildir. Yani (Usûl-i din) den değildir. (Füru-i din)dendir. Zaruri lazım olan, yani (Zaruriyat-i din) başkadır. Onlar, İtikad ve Amel bilgileridir. Yani, her şeyden önce, inanılacak bilgileri ve yapılacak vazifeleri öğrenmek lâzımdır. Zaruri bilgilerden birincisine Kelam ilmi, ikincisine (Fıkıh ilmi) denir. Zaruri lazım olanları bırakıp, (Fudul)lerle uğraşmak, kıymetli ömrü, faydasız şeylere harc etmek olur. Hadis-i şerifte, “Allahü teâlânın, bir kulunu sevmemesinin alâmeti, onun mâ-lâ-ya’ni ile vakit geçirmesidir” buyuruldu. Halifelerle uğraşmak, zaruriyat-i dinden ve usûl-i dinden olsaydı, Allahü teâlâ, Resûlullahın vefâtından sonra kimin halife olacağını Kurân-ı Kerîmde açık olarak bildirirdi. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ Âlihissalevâtü vetteslîmât” da, belli birinin halife olmasını emrederdi. Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde, bu işe ehemmiyet verilmediği için, halifeler üzerinde durmanın, usûl-i dinden olmayıp, fudul-i dinden olduğu anlaşılmaktadır. Mâ-lâ-ya’ni ile vakit geçirenler, fudul ile uğraşsınlar. Zaruriyat-ı dinden olan bilgiler o kadar çoktur ki insan fudul ile uğraşmaya vakit bulamaz. Her şeyden önce, itikadı düzeltmek lâzımdır. Peygamberimizin “aleyhi ve alâ Âlihissalevâtü vetteslîmât” Allahü teâlâdan getirdiği bilgilerden zaruret ve tevatür yolu ile bizlere gelmiş olanları öğrenip inanmalıyız! Böylece, haşra [yani, hesap yerinde toplanmaya] ve neşre [yani, hesaptan sonra, Cennete veya Cehenneme dağılmaya] ve sonsuz azaplara ve sevaplara ve bunlar gibi bilgilerin doğru olduklarına ve hiç şüphe olmadığına inanmak lâzımdır. Bunlara îtikat olmazsa, kıyamette kurtuluş olamaz. Îtikadı düzelttikten sonra, fıkıh bilgilerini öğrenmeli ve yapmalıdır. Böylece, farzları, vâcibleri, hatta sünnetleri ve müstehapları yapmak ve helalı ve haramı gözetmek ve ahkâm-ı İslâmiyye hududunun dışına taşmamak lâzımdır. Ancak, böylece ahiret azaplarından kurtulmak düşünülür. Îtikad ve amel doğru olduktan sonra, tasavvuf yoluna sıra gelir. Velâyetin kemâllerine kavuşmak ümidi başlar. Bu zaruri din vazifeleri yanında, halifelik kimin hakkı idi gibi şeyler, lüzumsuz ve faydasızdır. Ancak, bozuk ve sapık kimseler, bu şeyleri yanlış anlattıkları, taşkınlık yaptıkları ve insanların en iyisinin “aleyhi ve alâ Âlihissalevâtü vetteslîmât” Ashâbına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” leke sürmeye kalkıştıkları için, onları çürütecek bilgileri açıklamak lazım olmuştur. Çünkü, bu sağlam dinde fesad, karışıklık çıkmasını önlemek, zaruriyat-ı dindendir. Vesselâm.”
Tavsiye Yazı –> Hangi ilimleri öğrenmemiz farzdır?
Tavsiye Yazı –> İslamiyette felsefe var mıdır?