BİRİNCİ MAKALE

Burada bi’seti, yani Peygamber gönderilmesini ve bunun lazım olduğunu bildireceğiz. İnsan, yaratılışında her şeyden habersizdir. Halbuki insanın dışındaki mahluklar o kadar çoktur ki Allahtan başka kimse bilmez. Böyle olduğunu, Müttessir sûresinin 31. ayeti bildirmektedir. Çocuk, idrak aletleri ile alemleri anlamaya başlar. Mahlukların her cinsine bir âlem diyoruz. İnsanda ilk yaratılan idrak aleti lems, dokunma hassasıdır. İnsan, bu hassası ile soğuğu, sıcağı, yaşı, kuruyu, yumuşağı, katıyı ve benzerlerini idrak eder, anlar. Lems hassası renkleri, sesleri anlayamaz. Bunları yok sanır. Sonra görme hassası yaratılır. Bununla, renkler, şekiller anlaşılır. Bu âlem, yani görmekle anlaşılan şeyler, lems aleminden, daha geniş, daha çoktur. Sonra, işitme hassası açılır. Bu his organı ile sesler, nağmeler anlaşılır. Sonra zevk, yani tat duyma hassası yaratılır. Sonra, koku alma hassası yaratılır. Böylece his âlemini tanıtan 5 duygu kuvveti tamamlanır. Yedi yaşına doğru temyiz kuvveti yaratılır. Bununla, his kuvvetleri ile anlaşılamayan şeyler anlaşılır. Bu kuvvet, his kuvvetleri ile idrak olunan, anlaşılan şeyleri birbirlerinden ayırır. Daha sonra akıl yaratılır. Akıl, temyiz kuvveti ile ayrılmış, başka başka oldukları, faydalı, zararlı, iyi, fenâ oldukları anlaşılan şeylerden, lazım, caiz, mümkün, muhal yani imkansız olanları ayırır. Akıl, temyiz ve his kuvvetlerinin anlayamadığı şeyleri anlar. Allahü teâlâ, bazı seçtiği kullarında, akıldan sonra başka bir kuvvet daha yaratır. Bununla, aklın bilemediği, bulamadığı şeyler ve ilerde olacak şeyler anlaşılır. Buna nübüvvet yani peygamberlik kuvveti denir. Temyiz kuvveti, akıl ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunlara inanmıyor. Akıl da, peygamberlik kuvveti ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunların var olduklarına inanmıyor, inkar ediyor. Anlamadığını inkar etmek, anlamamanın, bilmemenin ifadesi oluyor. Bunun gibi, kör olarak dünyaya gelen kimse, renkleri, şekilleri hiç işitmese, bunları bilmez. Varlıklarına inanmaz. Allahü teâlâ, Nübüvvet kuvvetinin de bulunduğunu kullarına bildirmek için, bu kuvvetin benzeri olarak, insanlarda rüyayı yarattı. İnsan ilerde olacak şeyi, açıkça veya âlem-i misaldeki şekli ile bazı rüyada görmektedir. Rüyayı bilmeyen birine, (İnsan ölü gibi baygın düşüp, düşünce ve hislerinin hepsi gidince, aklın ermediği, kaybolan şeyleri görüyor) denilse, inanmaz. Böyle şeyin olamayacağını ispata kalkışarak, (İnsan etrafını his kuvvetleri ile anlıyor. Bu kuvvetler bozulursa, bir şey idrak edemiyor. Hele hiç işlemedikleri zaman, hiçbir şeyi anlayamaz) der. Böyle bozuk mantık yürütür. Akıl ile bilinen şeyleri his kuvvetleri anlayamadıkları gibi, Nübüvvet kuvveti ile bilinen şeyleri akıl anlayamıyor.

Peygamberlik kuvvetinin bulunduğunda şüphesi olanlar, bunun mümkün olmasında veya mümkün ise de, vaki olmasında şüphe ediyorlar. Bunun mevcut ve vaki olması, mümkün olduğunu göstermektedir. Bunun mevcut olduğunu da, Peygamberlerin, aklın ermediği bilgileri haber vermeleri göstermektedir. Akıl ile hesap ile tecrübe ile anlaşılamayan bu bilgiler, ancak Allahü teâlânın ilham etmesi ile yani Peygamberlik kuvveti ile anlaşılmıştır. Peygamberlik kuvvetinin bundan başka özellikleri de vardır. Bir özelliğinin benzeri olan rüya, insanlarda bulunduğu için, biz de, misal olarak bunu bildirdik. Başka özellikleri, tasavvuf yolunda çalışanlarda zevk yolu ile hâsıl olur. Bildirdiğimiz bu özellik de, peygamberliğe inandırmak için vesika olarak yetişir. İmam-ı Gazali de, El-münkız-ü mined-dalal kitabında peygamberliğe inandırmak için, vesika olarak bu özelliği yazmıştır.

Eski yunan felsefecilerine göre, peygamberliğe inanmak faydalıdır. (Çünkü, akla yardımcıdır. Allahın varlığını ve kuvvetini, ilmini düşünmek böyledir. Aklın ermediği, nice faydalı şeyler de, Peygamberden öğrenilir. Tekrar dirilmek ve ahiret bilgileri ve bazı işlerin iyi olduklarının bilinmesi ve bazılarının fenâ olarak bilinmesi, bazı gıdaların, ilaçların zararlı olup olmadıklarının bilinmesi böyledir) derler.
Peygamberliğe inanmayanlar diyorlar ki:

1) Peygamber olarak gönderilen kimsenin, (Seni Peygamber olarak gönderdim. Benim tarafımdan kullarıma söyle!) diyenin Allah olduğunu bilmesi lazımdır. Allahı tanımak, bilmek için ise, bir yol yoktur. Bu sözü söyleyen cin olabilir. Din sahiplerinin hepsi, cinnin varlığına inanmaktadır.

Cevap: Gönderilen kimse, gönderilmiş olduğunu mucize ile ispat etmektedir. Mucizeyi yapan Allahtır. Cin yapamaz. Hiçbir mahluk da yapamaz.

2) Peygambere vahiy getiren melek, cisim ise, orada bulunanların hepsine görünmesi lazımdır. Görülmediğini siz de söylüyorsunuz. Cisim değilse, ruh ise, bunun söylemesi ve işitilmesi olamaz. Eğer cevap olarak, (Peygambere Allahü teâlâdan vahiy getiren melek cisimdir. Allahü teâlâ, bunun görünmemesini istemektedir. Göstermemeye de kadirdir) derseniz, önümüzdeki dağı görmememiz ve yanımızda çalan davulun sesini işitmememiz lazım gelir. Bu ise, safsatadır.

Cevap: Vahyi getiren melektir. Melek, latif, şeffaf cisimdir. Renksiz olan şeffaf cisimlerin görülmesi Allahü teâlânın âdeti değildir. Hava, cisimdir. Fakat, şeffaf ve renksiz olduğu için görülmemektedir. Katı cisimler görülmez deseydik, o zaman safsata olurdu. Ruhların, görünür cisim hâlini alarak söylemesi ve bunun işitilmesi mümkündür ve çok vaki olmuştur.

3) Peygambere inanmak için, Onun peygamber olduğunu anlamak lazımdır. Bu da, uzun zaman incelemekle olabilir. Peygamberi hemen tasdik etmek mecburiyeti abes olur.

Cevap: Peygamberin harikalarını, mucizelerini görüp de, doğru söylediğini anlamamak olamaz. Bunları görenlerin ve işitenlerin, hemen anlayıp inanmaları lazımdır.

4) Peygamberin, faydalı şeyleri emretmesi, zararlı şeyleri yasak etmesi vazifesidir. Bu ise, doğru bir şey değildir. Çünkü, bu iş, kulları cebr etmek, zorlamak olur. (Kulun işini Allah yaratır. Kulun bu işte tesiri olmaz) diyorsunuz. Kulu, elinde olmayan bir işi yapmaya zorlamak olur.

Cevap: Kulun kudreti, işin yaratılmasına tesir etmez ise de, yapılmasını istemek ve işin sebeplerini hazırlamak kulun elindedir. Buna kesb denir. Kula, kesb etmesi için emrolundu. Böyle emrolunması doğrudur.

5) Kul, emri yapmak için yorulacaktır. Yapmazsa, kendisine azap yapılacaktır. Bunun ikisi de kula zararlıdır. Allahü teâlâ, hakimdir. Zararlı iş yapmaz.

Cevap: Buna karşılık deriz ki emirlerin hepsi dünya için ve ahiret için faydalıdırlar. Faydaları, yapılmalarındaki yorgunluktan kat kat çoktur. Az bir yorgunluktan kurtulmak için, bu faydaları elden kaçırmak akla uygun değildir.

6) Emrin yapılmasındaki yorgunluk karşılığı bir fayda olmazsa, bu emri vermek abes olur. Faydası varsa, fakat hepsi Allaha yararsa, Allahü teâlâ, kullarına muhtaç demek olur. Bu da doğru değildir. Faydası insana ise, faydalı şeyi emredip, bunu yapmayana azap etmek de, akla uygun değildir. Çünkü, bu emir, kendine faydalı olan şeyi yap! Yapmazsan, sonsuz olarak canını yakarım demektir.

Cevap: Aklın güzel, çirkin, abes demesi, her zaman doğru olmaz. Allahü teâlânın her işinin faydalı olması lazımdır, demek de doğru değildir. Bunu ileride ispat edeceğiz. Sonsuz azap yapılması, fayda elde edilmediği için değildir. Sahibinin, yaratıcısının emrini yapmadığı içindir. Emrini yapmamak, ona ihanet, horlamak, kıymet vermemek olur.

7) Allahü teâlâ, kulunun yapamayacağını, kendine faydalı olan şeyi yapmak istemeyeceğini bildiği hâlde, niçin bunu yapmasını emrediyor? Bu emir, kuluna zararlı, çirkin olmaz mı?

Cevap: Bu emir kuluna zarar olur desek bile çok faydalara kavuşmak için, ufak zarara katlanmak lazım olduğunu yukarıda bildirdik. Müslümanların, 72 sapık fırkasından Mutezile ismindeki fırkada olanlara göre, kâfire yapılan teklifte, yani emir ve yasakları bildirmekte de fayda vardır. Bu fayda, onu sevap kazanmaya sevktir. Çünkü sevap, teklif olunan kimsenin emirleri yapmasından hâsıl olan faydadır. Teklifin faydası değildir. Bir kimse, gelmeyeceğini iyi bildiği hâlde, birini yemeye davet eder. Böylece cömert ve iyilik sever olduğunu göstermek ister. Çağırmasa, bu arzusunu gösterememiş olur. Burada, müslüman fikir adamlarının sözlerini bildirmeyi faydalı görüyorum:

Allahü teâlâ, insanları zayıf ve muhtaç yarattı. Giyecek, yiyecek, barınacak, düşmandan korunmak gibi ve daha nice şeylere muhtaçtırlar. Bir kimse, kendi ihtiyaçlarını yalnızca hazırlayamaz. Buna ömrü yetişmez. İnsanların ortaklaşa çalışmaları, birlikte yaşamaları lazımdır. Biri yaptığı aleti başkasına verir. Ondan, kendine lazım olan başka bir şey alır. Bu ortaklık ihtiyacına, (İnsan medeni olarak yaratılmıştır) denir. Medeni, yani birlikte yaşayabilmek için, adalet lazımdır. Çünkü herkes muhtaç olduğuna kavuşmak ister. Bu arzuya, şehvet denir. Arzu ettiğini başkası alırsa, alana kızar. Aralarında çekişme, zulüm, işkence başlar. Topluluk parçalanır. Toplulukta, alışverişi düzenlemek, adaleti sağlamak için, çok şey bilmek lazımdır. Bu bilgiler, birer kanundur. Bunların en âdil olarak bildirilmesi lazımdır. Bunları hazırlamakta da anlaşamazlarsa, yine karışıklık olur. Bunun için, insanların üstünde bir âdil varlığın hazırlaması lazımdır. Bunun tekliflerine uyulması için, güçlü kuvvetli olması ve tekliflerin ondan geldiğinin anlaşılması lazımdır. Bunu anlatan, inandıran da, ancak mucizelerdir. Kendi zevklerine, şehvetlerine düşkün olanlar ve kendilerini başkalarından üstün görenler, İslamiyetin ahkamını beğenmezler. Bu ahkama uymak istemezler. Başkalarının haklarına saldırır, günah işlerler. İslamiyete uyana sevap, uymayana azap olacağı bildirilince, İslamiyetin düzeni kuvvetli olur. Bunun için, ahkamı koyanın, cezayı verecek olanın tanınması lazımdır. Bunun için de, ibadet yapılması emrolundu. Her gün ibadet yaparak, O hatırlanır. İbadet, Onun varlığını ve Peygamberini ve ahiretteki nimetleri ve azapları tasdik etmekle, inanmakla başlar.

Bunlara inanmakla ve ibadetleri yapmakla, 3 şey hâsıl olur: Birincisi, insan, şehvetine uymaktan kurtulur. Kalp, ruh temizlenir. Gazap edilmez, yani öfkelenilmez. Şehvet ve gazap, yaratanı hatırlamaya mâni olurlar. İkincisi, insanda, maddeler üzerinde yapılan tecrübeler ile ve his organları ile hâsıl olan bilgilerle ilgisi olmayan başka bilgiler, zevkler hâsıl olur. Üçüncüsü, iyilere nimetler, kötülük yapanlara azap yapılacağı düşünülünce, insanlar arasında adalet hâsıl olur. Buraya kadar bildirdiğimiz, müslüman fikir adamlarının bu sözleri, Mutezilenin (Teklif yapılmasının lazım olduğu akla uygundur) sözlerine benzemektedir.

8) Allahü teâlâ, teklif ettiği işin yapılmasını ezelde takdir etti ise, bu teklif, çirkin, abes olur. Akla uygun değildir. Yapılması mukadder, muhakkak olan işin yapılmasını teklif etmek, faydasız bir teklif olur. Yapılması ezelde takdir edilmemiş işi yapmayı teklif etmek ise, işkence olur. Olmayacak şeyi yap demek olur.

Cevap: İnsanda işi yapmak gücü bulunduğu için, bunu emretmek işkence olmaz. Allahü teâlânın bütün teklifleri, insanın gücünün yettiği şeylerdir. Bu sual, Allahü teâlânın yaratması için sorulsaydı, Ona verilecek cevap ne ise, insanlara yapılan teklif için vereceğimiz cevap da öyledir. Yani, Allahü teâlâ, ezelde yaratılması takdir edilen işi yaratmaya mecburdur denilemez. Yaratılması takdir edilmemiş işi yaratmaktan acizdir de denilemez.

9) Bedene güç gelen şeylerin teklif edilmesi, insanın Allahü teâlânın varlığını düşünmesine, anlamasına mâni olur. Birçok şeylerin yapılmasına da vakit bırakmaz.

Cevap: Tekliflerin faydası, Allahü teâlânın varlığını düşünmeyi, bunu anlamayı sağlamak ve hayatı düzene koymaktır. Bunu 7. cevapta uzun bildirdik.

[Tekliflere inanmak, yani emirlerin yapılması lazım geldiğine ve yasaklardan sakınmak lazım geldiğine inanmak, imanın şartıdır. Tekliflerin çoğuna inanıp da, yalnız birine inanmayan, buna uymak istemeyen, Muhammed aleyhisselâma inanmamış olur. Kâfir olur. Müslüman olmak için, tekliflerin hepsine inanmak lazımdır. Bir müslüman, tekliflere inandığı hâlde, bunlara uymazsa, mesela, tembellik ederek, namaz kılmazsa; kötü arkadaşa ve nefsine uyarak, alkollü içki içerse, kadın ve kız, kolu, başı açık sokağa çıkarsa, imanı gitmez, kâfir olmaz. Günah işlemiş, âsî müslümandır. Tekliflerden birine bile uymak istemezse, yani beğenmez, vazife olduğuna ehemmiyet vermez ise, hafif görürse, imanı gider. Mürted olur. (Namaz kılmıyorsam, açık geziyorsam ne çıkar? Sen kalbe bak. Kalbim temizdir) demek. Yahut, (önce ekmek parası kazanmak, herkese iyilik etmek. Sonra namaz) gibi sözler, tekliflerin bir kısmını beğenip bir kısmını beğenmemektir. Her müslümanın bu inceliğe dikkat etmesi, tekliflere uymayanların, imanlarının gitmemesi için uyanık olmaları lazımdır. Teklife uymamak başkadır. Uymak istememek başkadır. Bu ikisini karıştırmamalıdır!]

10) Akıl, faydalı olduğunu anladığı şeyi yapar. Zararlı bildiği şeyi yapmaz. Faydalı veya zararlı olduğunu anlayamadığını da, ihtiyaç olunca yapar. Aklın bu hizmeti varken, Peygamber gönderilmesine lüzum olmaz.

Cevap: Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki bunları Peygamber bildirir. Peygamber, mütehassıs bir tabib gibidir. İlaçların tesirlerini iyi bilir. Halk arasında, akla dayanarak, uzun tecrübelerle bazı ilaçların tesiri bilinirse de, akıl sahibi kimseler, bunu bilinceye kadar tehlike ve zararlara düşer. Bunları bilmeleri için, yorucu, uzun zaman lazım olur. Aklını, başka lüzumlu işleri yapmak için kullanmaya vakit kalmaz. Tabibe az bir şey vermekle ilaçların faydalarına kavuşurlar. Hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, tabibe lüzum yoktur, demeye benzer. Peygamberin bildirdikleri teklifler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur. Hepsi faydalıdır. Tabibin bilgileri, düşünce ve tecrübe ile olduğu için, hepsinin doğru olduğu söylenilemez.

11) Mucizenin varlığı kabul edilemez. Adetin dışında şaşılacak şey olduğu için, aklın kabul edeceği bir şey değildir. Bunun için, peygamberlik de, akla uygun bir şey değildir.

Cevap: Yerlerin, göklerin yoktan var edilmesi, mucizeden daha çok şaşılacak şeydir. Bazı şeylerin tabiat kanunlarının dışında hâsıl olamaması, bu kanunların dışında, harika şeylerin hâsıl olamayacağını bildirmez. Peygamberlerden ve Evliyadan, asırlar boyunca harikalar hâsıl olmuştur. Aklı olan, bu olayları inkar edemez. Mucize, Peygamberin doğru söylediğini göstermek içindir. Mucizenin harika olması lazımdır. Tabiat kanunlarına uygun olarak yapılan şey, mucize olmaz.

12) Mucize, Peygamberin doğru söylediğini gösteremez. Çünkü, mucizeyi Allah mı yaratıyor, yoksa Peygamber kendisi mi yapıyor, belli değildir. Sihir de, harika iştir. Sihre, tılsıma siz de inanıyorsunuz.

Cevap: Aklın çeşitli ihtimaller ileri sürmesi, yani hipotez [Faraziye] ve teori [Nazariye]ler, his organları ile veya tecrübe ile hâsıl olan bilgiyi çürütmez. Belli bir cismin hâsıl olması, bunun yokluğunu düşünmemize mâni olmaz. Her şeyin var olmasına tesir eden yalnız Allahü teâlâdır. Bunu yukarıda bildirdik. Yani mucizeyi yaratan Allahü teâlâdır. Peygamber değildir. Sihir, tılsım, başkaları yapamasa da, denizin yarılması, ölünün dirilmesi, körün gözlerinin açılması, tabibin ümit kalmadı dediği hastanın iyi olması gibi, harika şeyler değildirler. Bunun için, harika olan mucize ile karıştırılmazlar.

13) Mucizenin varlığı, ya görmekle veya tevatür halindeki haberleri, yani gören çok kimsenin söylediklerini işitmekle olur. Haber tevatür olsa da, ilim olamaz. Bunun için, mucizeyi görmeyenler, Peygamberi bilmezler. Çünkü, tevatürle yani çoğunlukla haber verenler arasında yalancı bulunabilir.

Cevap: Dünya işlerinin çoğunda, tevatür ile [yani çok kimsenin haber vermesi ile] gelen haberlere inanılmaktadır. Mesela, herkes Delhi şehrinin bulunduğuna, yer küresinin aydan büyük, güneşten küçük olduğuna ve mesela Fatih sultan Muhammed’in İstanbul’u rumlardan aldığına, işitmekle inanmaktadırlar.

14) Dinleri inceledik. Akla ve fenne uymayan şeyler bulduk. Bundan da, Allah tarafından gönderilmiş olmadıklarını anladık. Mesela hayvan kesmek, yemek için, onun canını yakmanın caiz olması böyledir. Belli zamanlarda oruç tutmak, yani yemenin içmenin yasak edilmesi, bazı lezzetli gıdaları yemenin, içmenin yasak edilmesi, bazı yerleri ziyaret için, sıkıntılı yolculukların emredilmesi, deliler ve çocuklar gibi say ve tavaf yapılması, hedefsiz taş atılması, kıymetsiz bir taşın öpülmesi, hür çirkin kadına bakmanın haram, güzel cariyelere bakmanın caiz olması bunlardandır.

Cevap: Akıl, iyiyi, kötüyü anlayabilirse de ve Allahü teâlânın, kullarına faydalı olan şeyleri emretmesi lazımdır desek bile aklın sualde bildirilen şeylerin faydalarını anlayamadığı meydandadır. Aklın anlayamaması, faydasız olduğunu göstermez. Bu faydaları, Allahü teâlâ bildiği için emretmiştir. Aklın anlayamadığı çok şey vardır ki bunların Peygamberlik kuvveti ile anlaşıldığı yukarıda bildirildi. 2. makalenin baş tarafında, bunu daha açıklayacağız.

Hak tecelli eyleyince, her işi asan eder.
Halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder.

 

Kitabın sonraki kısmı –> 2. Makale

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler