34- Kabir Azabı

Ondan Allah’a sığınırız. Kur’an-ı Kerimde müteaddit yerlerde bahsi geçmiştir. (İklil fi istinbat et-tenzil) adlı kitabımda o yerleri zikretmişim.

Buhâri, Ebu Hüreyre (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiğine gö­re, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dua ederdi.

(Ya Rabbi ben kabir azabından sana sığınırım.) .

Yine Buhari. Âişe (radıyallahü anhâ) ’dan rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

Kabir azabı haktır diye buyurdu.

İbn Ebi Şeybe ve Müslim, Zeyd b. Sabit (radıyallahü anh) ‘-den rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:

(Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Beni Neccar’a âit bir duvarın yanında, katırın üzerinde iken, birden binek koşup nerdey-se Resûhillah’ı yere düşürecekti. Orda 6 veya 5 veya 4 ka­bir vardı. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(Kim bu kabirlerin sahiplerini tanır) diye buyurdu. Bir adam (Ben bilirim) dedi.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Ne zaman öldüler) de­yine

(Bunlar şirk üzere öldüler) dedi. Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

(Bu ümmet kabirlerinde mutlaka imtihana çekilirler. Eğer siz ölüleri defnediyor olmasaydınız, Allah’a duâ edip benim işittiğim ka­bir azabını size de işittirmesini dileyecektim.)

İbn Ebi Şeybe, Buhari ve Müslim, Âişe (radıyallahü anhâ) ’den rivayet ettiklerine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

(Kabristanhlar, kabirlerinde bir azap görürler ve hayvanlar o azabın sesini işitirler.) tmam Ahmed, Bezzâr, Câbir (radıyallahü anh) ‘dan rivayet et­tiklerine göre, şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Beni Neccar’a ait bir hurma bahçesine girdi. Benî Neccârlı bazı adamların (ki cahiliyet döneminde ölmüşler) azap görürken seslerini işitti. Hemen korkulu bir halde çıkıp sahabelerine kabir azabından Allah’a sığınmalarını emretti..

İmam Ahmed, Ebû Ya’la, Acûri, Ebû Said-i Hudri (radıyallahü anh) ‘den rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

(Kâfirin basma kabrinde 99 ejderha musallat olur. Kı­yamet kopuncaya kadar, onu ısırırlar.)

Ebû Ya’la, Acuri, İbn Mende, Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) den, rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Mümin kabrinde bir bahçe içindedir. Kabri 70 zira geniş­lenir, dolunay gibi nurlanır. Bilir misiniz şu âyet-i kerime hangi ko­nuda nazil olmuştur:

Kim zikrim­den yüz çevirirse muhakkak ona dar bir geçim vardır.(23)

Sahabeler, Allah ve Resûlu daha iyi bilir dediler. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

O dar geçim, kabir azabıdır. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ona 99 ejderha musallat olur. Vücudu­nu şişirirler, onu sokarlar ve kıyamete kadar cesedini tahriş eder­lere

İbn Ebi Şeybe, İbn Ebi’d- Dünya Acûri, Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

(Bevlden sakınınız, çünkü kabir azabının çoğu ondandır)

İbn Ebi Şeybe, Müslim ve Buhari, İbn Abbâs (radıyallahü anhüma’dan rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kabrin yanından geçerken, şöyle buyurdu:

Bunlar, azap görüyorlar. Azapları da büyük günahlardan do­layı değildir. Birisi bevlden temizlenmiyordu, diğeri de arada koğuculuk yapardı. Sonra, Rasûlüllah elinde bulunan yaş bir değneği ikiye bölüp kabirlerine dikti. Ashab; Bunu neden yaptın Yâ Resûlallah deyince;

(Umulur ki bunlar yaş kaldıkça azapları hafiflenir) buyurdu.

İbn Ebi’d- Dünya, Beyhaki, Meymûne (radıyallahü anhâî’dan ri­vayet ettiklerine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöy­le buyurdu:

(Ey Meymûne! Kabir azabından Allah’a sığın. Kabrin en şid-zetli azabı gıybet ve bevldendir.)

Ahmed ve lsbehani, Ya’la b. Siyabe radıyallahü anhljı ri­vayet ettiklerine göre;

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sahibi azap gören bir kabrin basma geidi. (Bu, insanların etini yiyordu) dedi. Sonra yaş bir dal istedi. Onu kabrine dikti. Ve (umulur ki, bu dal yaş kaldık­ça azabı hafiflesin) diye buyurdu.

Beyhaki (Delailüfn-nübüvvet) te, Ya’la b. Mürre’den rivayet et­tiğine göre, şöyle demiştir:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir kabristandan geçiyorduk. Bir kabirden sıkışma sesini işittim. (Yâ Resûlallah! Ka­birden sıkışma sesini duyuyorum) dedim.

(İşittin mi ya Yala diye buyurdu. Ben (Evet) dedim.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (O, kolay işlerden do­layı azap görüyor) buyurdu.

Ben (nedir onlar) dedim. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(O insanlar arasmda koğuculuk yapardı. Bevlden temizlenmez­di) diye buyurdu. Sonra, umulur ki azabı hafiflesin,) diye kabrine bir çubuk dikti.

Not: Ya’la b. Murre (radıyallahü anh) Ya’la b. Siyabe’dir. Siyabe (radıyallahü anhâ) anası idi.

İmam Ahmed, Enes (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine gö­re şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Talha’nın bir hur­ma bahçesinde iken Bilal da arkasında yürüyordu; bir kabrin yanın­dan geçtiler.

Yâ Bilâl işittiğimi işitiyor musun?

(Bu kabrin sahibi, azap görüyor. Sorguya çekilmiş, yahudi ola­rak belirlenmiş,) dedi.

Beyhaki, Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiğine gö­re, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Kabir azabı üç şeyden olur. Gıybetten, koğuculuktan ve bevl­den. Mutlaka bunlardan sakının.

Yine Beyhaki, Katâde’den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Kabir azabı 3 bölümdür. Bir bölümü gıybetten bir bölümü ko-ğuculuktan, bir bölümü de, bevldendir.

İbn Ebi Şeybe, İmam Ahmed, İbn Hibban, Acûri, ümm-ü Mübeşşir (radıyallahü anhüma) ‘dan rivayet ettiklerine göre;

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi” ve sellem) : (Kabir azabından Allah’a sığınırım) diye buyurdu. Ben:

(Yâ Resûlallah, insanlar kabirlerinde azap mı görecekler?) de­dim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(Evet, hayvanların işiteceği bir azapla, azap görecekler.) dedi.

Taberâni (el-Kebir) de İbn. Mesûd (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem,) :

(Ölüler, kabirlerinde azap görürler. Öyle ki hayvanlar onların seslerini işitirler.)

Yine Taberâni (el-Evsat) da, Ebû Saîd-i Hudri’den rivayetine gö­re şöyle demiştir:

Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir seferde be­raberdim. O, bineği üstünde gidiyordu. Birden hayvan ürktü. Ben: (Yâ Resûlallah! Neden bineğin irkildi?) dedim.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) : Hayvan, kabrinde azap gören bir adamın sesini işitti, ondan irkildi, diye buyurdu.

İbn Ebi Şeybe, İkrime (radıyallahü anh) ‘den: (Nasıl ki kâfirler kabirdekilerden ümitsizliğe düştüler (24)  mea­lindeki âyet-i kerime hakkında demiştir ki:

(Kâfirler kabirlerine kondukları zaman, Allah’ın onlara hazır­ladığı azabı görüp, Allah’ın rahmetinden ümitsiz olurlar.)

Taberani (el-Evsat) da, İbn Ebi’d- Dünya Kitabü’l-Kubûr da, Lâl-kai (es-Sünnet) de ve İbn Meali, İbn Ömer (radıyallahü anhüma) ‘-dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

Ben, Bedir taraflarında gezinirken, birden bir çukurdan, boy­nunda bir zincir olan bir adam çıktı.

(Yâ Abdullah! Bana su ver) diye beni çağırdı. Bilmiyorum ismi­mi mi bildi, yoksa Arapların Abdullah (Allah’ın kulu) kelimesini kullandıkları gibi mi kullandı. Sonra aynı çukurdan elinde cop olan bir adam çıktı, (ya Abdullah ona su verme. Çünkü o kâfirdir) diye söyledi. Sonra copla onu çukura koyuncaya kadar ona vurdu.

Ben gittim, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) e anlat­tım. O, (Gördün mü?) dedi. Ben (evet) dedim. Buyurdu ki;

(O Allah’ın düşmanı Ebû Cehil’dir. O gördüğün durum da kı­yamete kadarki azabıdır.)

İbn Ebi’d- Dünya, (Ölümden sonra yaşayanlar) adlı kitabında, Hallal, Sünnet’de İbn el-Berra Ravzada İbn Ömer (radıyallahü anhüma) ’dan rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:

Bir seferinde çıkıp, câhüiyet kabirlerinden bir kabrin yanından geçtim. Birden karşıma boynunda ateş gıcırdatan bir zincir olan bir adam çıktı. Beraberimde bir su kabı vardı. O, beni gördüğü va­kit;

(Yâ Abdullah bana su ver) derken ardından bir adam kabirden çıkıpi

(Yâ Abdullah ona su verme, O kâfirdir) dedi. Kendisini copla vurdu. Boynundaki zinciri tutarak, onu çekti, kabririe soktu.

İbn Ömer (radıyallahü anh) dedi ki:

Sonra o gece ihtiyar bir kadının evinde misafir oldum. Evin yanında bir kabir vardı. Kabirden bir ses işittim: (Bevl mabevi) (Şennmaşenn) diyordu. Ben ihtiyar kadına (nedir bu) dedim. Ö:

(Bu benim kocam idi. Bevl ettiği zaman sakınmıyordu. Ona (sa­na yazıklar olsun! Deve de bevl ettiği vakit temizlenir. Sen niye te­mizlenmiyorsun) derdim. O kabul etmezdi. İşte öldüğü günden ber ri böyle (Bevl ma bevl) diyor, dedi

Ben (şenn) nedir dediğimde kadın dedi ki:

Çok susamış bir adam ona Ckocama) geldi. (Bana su ver) dedi. O (al kırbayı (şenni) dedi, Adam baktı ki içinde damla yok. Ve dü­şüp öldü. İşte o, öldüğü günden beri (şenn maşenn) diyor.

Sonra, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e gittim. Haber verdim. Kişinin yalnız başına sefere çıkmasını yasakladı.

İbn Ebi’d- Dünya, (el-Kubur) kitabında Huveyris b. er-RebâV-dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Ben seferden dönerken, üstü başı alev tutmuş demir bir çer­çeve içinde bir adam kabirden çıkıp üzerime geldi. İki sefer (Ba­na su ver) dedi. Ardında bir insan çıktı, (Kâfire su verme) dedi. Ona kavuşup, zincirinden tuttu. Yerde çekip beraber kabre girdiler.

Huveyris dedi: Deve öyle olmuştu ki, ona hiç bir şey yapaım-yordum. Boynundan tutunca ıhdi. Ben indim, akşam ve yatsı na­mazlarını kıldım. Sonra bindim ta Medine’de sabahladım.

Ömer b. el-Hattab’a vardım. Ona meseleyi anlattım. Haîife (Yâ Huveyris, ben seni ittiham etmiyorum, bana doğru bir ha­ber verdin) dedi. Keyfa essuğra’dan cahiliyet dönemini görmüş bâ­zı ihtiyarları çağırdı. Sonra Hüveyrisi’de çağırdı ve dedi:

Bu bana bir şeyler anlattı. Onu ittiham ediyor değilim.

Yâ Huveyris bana anlattığını onlara da anlat.) Huveyris yan­lattı. Onlar;

(Yâ emirel-Müminin Biz bunu tanıyoruz. Beni Gifardan bir adam­dır. Cahiliyette öldü. Misafirlere hakk tanımıyordu) dediler.

Yine İbn Ebi’d- Dünya, Hişam b. Urve’den, o da babasından ri­vayet ettiklerine göre, babası şöyle demiştir:

Mekke Medine arasında bir binici gidiyordu. Bir kabristandan geçerken, demire vurulmuş, üstü başı alev tutmuş bir adam (Yâ Ab­dullah! Yâ Abdullah! Bana su ver) dedi. Ardından gelen birisi (Yâ Abdullah su verme) dedi. Bunun üzerine binici bayıldı. Saçları ağardı.

Olay Hazret-i Osman radıyallahü anh’a iletildiğinde, kişinin yalnız olarak sefere çıkmasını yasakladı.

İmam Ahmed, Nesâi, İbn Hüzeyme, Beyhaki Ebu Rafi (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiklerine göre,. şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Üe Baki’ kabristanın­dan geçiyordum. O, (sallallahü aleyhi ve sellem) (off off) dedi. Be­ni kastettiğini sandım.

(Yâ Resûlallah bir şey mi yaptım?) dedim. O; (Ne demek istiyorsun?) dedi. Ben: (Bana of çekiyorsun) dedim. O;

-Hayır, bu kabir sahibi filan kişiyi, filan kabileye zekât me­muru olarak göndermiştim. Bir zırhı arakladı. Şimdi ona ateşten bir zırh giydirilmiş, görüyorum) dedi.

İbn Ebi Şeybe, Hennad, İbn Ebi’d- Dünya, Amr b. Şerahbil’den rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

Muttaki görünen bir adam ölmüş. Kabrine gelip, (sana yüz so­pa vuracağız) demişler. Adam:

(Neden bana vuracaksınız, ben kötülüklerden sakınır, Allah’dan korkardım,) demiş. Bir sopaya ininceye kadar aralarında böyle tar­tışma sürmüş. Ve o sopa vurulunca kabri ateş tutuşmuş. Adam he­lak olup bir daha diriltilince;

Neden bana vurdunuz?) demiş.

Onlar:

(Bir gün âbdestsiz olarak namaz kıldın. Ve yardım isteyin mazlumun yanından geçerken, yardım etmedin,) demişler.

Buhari ve Ebû Şeyh, (et – Tevbih* kitabında İbn Mesûd (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

(Allanın kullarından bir kula kabrinde yüz sopa vurulması em-rolündü. Adam bir sopaya indirinceye kadar, Allah’a yalvardı. Yal­nız bir sopa vurulunca kabri ateşle doldu. Ateş kalkınca, adam ayıl-dı. (Neden bana vurdunuz) dedi.

Melekler:

(Sen abdestsiz olarak bir namaz kıldın. Bir mazlumun dalya­nından geçip yardım etmedin) dediler.

Buhari, Beyhaki, Semûrete b. Cündüpten rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:

Rasûlüllah‘m, ashabına çok fazla söylediği şeylerden birisimde: (İçinizden kimse rüya gördü mü?) sözü idi.

Bir gün sabahleyin, şöyle buyurdu:

Bu gece iki kişi gelip (bana hazırlan) dediler. Onlarla beraber çıktım, beni Arz-ı mukaddese götürdüler. Yatan bir adamın yanma vardık; elinde taş olan diğer bir adam başında duruyordu. Taşı ba­sma vurup başını sıyırıyordu; Taş yuvarlanır giderdi. Peşinde gidip taşı alıyordu. Vuran adam daha dönmeden, vurulanın başı eski haline gelip iyileşiyordu. Döndüğü vakit ilk sefer yaptığı gibi bir daha onun başına vuruyordu.

Ben o arkadaşlarıma (Sûbhanallah nedir bunlar) dedim. Onlar:

(Git) dediler. Gittik, tâ, baş üstü yatmış bir adama vardık. Elin­den çengel olan diğer bir adam onun yanında idi. Yanaklarına çen­geli takıp kafasına kadar yırtardı. Burnuna koyup kafasına kadar yırtardı, gözüne takıp kafasına kadar yırtardı. Sonra dönüp öbür tarafı da aynen öyle yapardı. Onu bitirmeden öbür taraf eski ha­line dönüp iyileşiyordu. Yine öbür tarafa yaptığını bu tarafa ya­pardı.

Ben arkadaşlarıma (Sübhanallah nedir bunlar?) dedim. Onlar;

(Çık) dediler. Çıktık. Tandır gibi bir şeyin yanına vardık, içinde sesler ve gürültü vardı. İçine baktık, çıplak kadın ve erkek dolu. Alt­larından alev kendilerine vuruyor. Alev vurdukça bağrışıyordular.

Ben arkadaşlarıma (Nedir bunlar) dedim. Onlar;

(Git) dediler. Gittik. Kan gibi kızıl bir nehrin yanına vardık. Ne­hirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da ellerinde küçük ça­kıllar olan bir adam vardı. O arada, adam, yüzdüğü kadar yüzüyor. Sonra, çakılları biriktirenin yanma gelip ağzını ona açıyor. Ağzına bir taş atmca gidip yüzüyor, sonra bir daha ona dönüyor, ağzını açıp adamdan bir taş daha yutuyordu. (Bunlar kimlerdir?) dedim. (Git) dediler. Gittik, Hiç benzerini görmediğim çirkin bir adamın yanına vardık. Yanındaki ateşi karıştırıp etrafında dolaşıyordu.

Arkadaşlarıma (Bu kimdir) dedim. Onlar (Git) dediler. Gittik. Yemyeşil, içinde baharın her nevi çiçeği olan bir bahçeye girdik. Bah­çe ortasında başını göremeyeceğim kadar uzun bir adam vardı. Et­rafında hiç görmediğim çocuklar vardı. Arkadaşlarım bana (Çık) dediler. Çıktık, büyüklükte ve güzellikte benzerini göremediğim bü­yük bir bahçeye vardık.

Arkadaşlarım bana (yüksel) dediler. Yükseldik, binaları altın ve gümüş kerpiçten olan bir şehre vardık. Şehrin kapısını çaldık, bize açıldı.

İçine girdik, bir tarafları çok güzel, bir tarafları çok çirkin adam­lar bizi karşıladılar. Arkadaşlarım onlara dediler ki, gidin şu ne-

hirde yıkanın. Orda suyu bembeyaz geniş bir nehir vardı. Onlar gi­dip yıkandılar. Sonra bize döndüler. Çirkinlik onlardan gidip en gü­zel şekle girdiler.

Arkadaşlarım, (işte bu senin evindir,) dediler. Ben (Allah’ın be­reketi üzerinize olsun bırakın içine gireyim,) dedim. Onlar (fakat şimdi giremezsin) dediler.

Ben, o arkadaşlarıma (bu gece çok acaip şeyler gördüm, nedir bu gördüklerim) dedim. Onlar dediler ki:

Başı sıyrılan adam ise, Kur’an’ın hükümlerini bırakandır. Uyku­dan dolayı farz namazlarını kaçırandır. Kıyamete kadar ona öyle yapılacaktır.

Yüzü, gözü ve burnu kafasına kadar yırtılan adam ise, sabah­leyin evinden çıkıp-her tarafta yalan söyleyendir. Kıyamete kadar ona Öyle yapılacaktır.

Tandır gibi yerdeki çıplak kadın ve erkekler ise, onlar zina eden­lerdir.

Nehirde yüzüp taş yutan adam ise, o faiz yiyendir. Ateş karış­tıran adam ise, o cehennemin bekçisi ve sahibidir. Bahçedeki uzun adam ise İbrahim, (sallallahü aleyhi ve sellem.) *dir. Etrafındaki ço­cuklar ise, İslam fıtratı üzere ölen çocuklardır.

Sahabeler;

(Yâ Resûlallah! Müşriklerin çocukları da mı?) dediler. Peygam­ber sallallahü aleyhi.ve sellem:

(Evet, müşriklerin çocukları da…) dedi.

Bir tarafı çok güzel bir tarafı çok çirkin olan o topluluk ise: on­lar iyi, salih bir ameli, diğer kötü bir amelle karıştıranlardın Allah onları affetti. Ben ise Cibril’im. Bu da Mikail’dir,

Âlimler demişler ki: Bu, hadis, Berzah âleminde azabın varlı­ğına dair bir nasstır. Çünkü peygamberlerin rüyaları gerçeğe tam uygun olan vahydir. Nitekim hadisde, (kıyamete kadar buna öyle yapılacak) diye ifade vardı.

Darekutni’ye göre, Hadisin bazı rivayetlerinde şu ifadeler var­dır:

Bana bahçeyi anlat, dedim. Arkadaşım dedi ki:

İbrahim (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu bahçede, bu çocuklara bakıcılık yapıyor. Kıyamete kadar onları besleyecek. Ben (kanda yü­zen kimdi?) dedim. Arkadaşım, (o faiz sahibidir) dedi. (Kıyamete kadar taş ile beslenecektir.) Ben, başı sıyrılan adam kimdir) dedim. Arkadaşım;

O, Kur’an Öğrenip unutacak şekilde uykuya dalıp Kur’an’ı bı­rakandır ki kıyamete kadar, kabirde uyudukça, başına vururlar} bı­rakmazlar ki, uyusun…

Hatip, İbn Asakir, Ebû Musa el-Eş’ari hadisinden şöyle rivayet etmişler: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

Bâzı adamlar gördüm, derileri ateşten makaslarla makaslanı­yordu.

(Nedir bunların hâli) dedim. Arkadaşım dedi ki:

(Bunlar, süslenmekte, helâl dairesini aşan kimselerdir.)

Pis kokulu, bir kuyu gördüm. İçinde bağıranlar vardı.

(Nedir bu) dedim. Arkadaşım dedi ki:

(Bunlar süslenmekte helâl dairesini aşan kadınlardır.)

Hayat suyunda yıkanan bir topluluk gördüm.

(Bunlar kimdir?) dedim. Dedi ki:

(Bunlar, kötü amel ile iyi ameli karıştıranlardır.)

İbn Asâkir, (Tarihlinde, Ali b. Ebû Talib (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine göre:

Besûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldı. Namazı bitirince bize yöneldi ve şöyle dedi i

Bu gece bana iki melek geldiler. Kollarımdan tutup dünya gö­ğüne çıktık. Bir meleğin yanından geçtik, elinde bir taş vardı. Önün­deki insanın başına vuruyordu. Adamın beyni bir tarafa, taş bir ta­rafa düşüyordu. (Nedir bu) dedim. Arkadaşlarım, (geç) dediler. Geç­tim, baktım, bir melek, önünde bir adam, meleğin elinde demirden bir çengel; sağ yanağına daldırıyor, kulağına kadar yırtıyor. Sonra sol yanağı da aynen öyle yapıncaya kadar, sağ taraf düzeliyor.

Ben (nedir bu) dedim. Arkadaşlarım, (geç) dediler. Geçtim, kan­dan bir nehir gördüm. Kazan kaynar gibi kaynıyordu… Kenarlarının içinde çıplak bir topluluk vardı. Nehrin kenarında, ellerinde çamur çakılları olan melekler vardı. O çıplaklardan dışarı çıkmak isteyen olunca, ağzına bir çakıl atar, onu nehrin dibine götürüyordu.

(Nedir bu) dedim. Arkadaşlarım, (geç) dediler. Geçtim, bak­tım önümde bir ev, altı üstünden daha dar, içinde çıplak bir top­luluk vardır. Altlarından alev yükseliyordu. Ben onların pis koku­sundan burnumu kapattım.

(Kimdir bunlar) dedim. Arkadaşlarım, (geç) dediler. Geçtim, Si­yah bir tepeye vardım. Üstünde çeşitli hastalıklara çarpılmış bir mil­let vardı. Arkalarından ateş savrulup ağız burun, göz ve kulakla-rmdan çıkardı.

Ben (nedir bu durum) dedim. Arkadaşlarım (geç) dediler. Geç­tim. Her tarafı saran bir ateş gördüm. Başına bir melek müekkel kı­lınmış, hiç kimsenin ondan çıkmasına fırsat vermiyor. (Nedir bu?) dedim. Arkadaşlarım geç, dediler. Geçtim. Kendimi bir bahçede buldum. Orda güzellikte benzeri olmayan bir yaşlı zat vardı. Etra­fında çocuklar bulunuyordu. Ve etrafta, yaprakları fil kulağı misillu ağaçlar vardı. Allah’ın müsaade ettiği kadar o ağaca yükseldim. Ta güzellikte benzeri bulunmayan, şeffaf incilerden, yeşil zebercedden, kızıl yakuttan evler buldum.

Ben (nedir bu) dedim. Arkadaşlarım (geç) dediler. Geçtim. Gü­müş ve altın iki köprüden bir nehre vardım. Nehrin kenarında gü­zellikte eşi olmayan yapıları, şeffaf inciden, yeşil Zebercedden, kızıl yakuttan olan evler vardı. İçlerinde dizilmiş bardak ve ibrikler vardı.

Ben (Nedir bu) dedim. Arkadaşlarım, (İn) dediler, indim. Elimi o kaplardan birisine vurdum. Avuçlayıp içtim. Baktım baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşaktır.

Arkadaşlarım bana dediler ki: İşte o başları vurulup, beyinleri yere akıtılanlar ise, onlar yatsı namazını kılmadan yatanlardır. Na­mazları vakitlerinde kılmayanlardır. Onlar o taşla vurulurlar, son­ra cehenneme giderler.

Yüzleri çengel ile varılanlar ise, müslümanlar arasında koğu-culuk yapanlardır. Onlar cehenneme gidinceye kadar öyle azap gö­rürler.

Ağızlarına çakıl atılanlar ise, onlar faiz yiyenlerdir. Cehenneme gidinceye kadar o nehirde öyle azap görürler.

O çıplak millet ise, zinâkarl ardır. O pis koku ise avretlerinin ko­kusudur. Onlar da ateşe varıncaya kadar öyle azap görürler.

Çeşitli hastalıklara çarpılmış o millet ise, kavm-ı Lut gibi oğ­lancılık yapanlardır. Alttaki de, üstteki de Öyle azap görürler. En sonunda Cehenneme giderler.

O her tarafı saran ateş ise, Cehennemdir.

O bahçe ise, Cennet’ül-Mev’adir.

O gördüğün yaşlı adam ise, İbrahim’dir. Etrafındaki çocuklar da müslümanların çocuklarıdır. O ağaç da sidretü’l-müntehâdır. O ev­ler ise, peygamberlerin, sıddıklarm, şehidlerin, salihlerin evleridir. O nehir ise, Allanın sana verdiği kevser nehridir. Kenarlarındaki ev­ler, ise senin ve ehli beytinin evleridir.

Beyhaki, Delaü’de, Ebû Said-Hudri (radıyallahü anh) ‘dan, Mi­raç hadisinde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’den rivayet ettiğine göre, şöyle buyurmuştur:

Sonra bir az daha geçtim. Baktım, orda, üstünde büzülmüş et olan sofralar var, kimse ona yanaşmıyor. Aynı yerde diğer sofra­larda, kokuşmuş pis et vardır. İnsanlar oturup ondan yiyorlar.

Ben (Yâ Cibril kimdir bunlar?) dedim. O dedi ki: (Ümmetinden bir millettir. Helâli bırakıp harama girerler.)

Sonra biraz daha geçtim. Karınları evler gibi plan bir toplulu­ğun yanına vardım. Kalkmak istedikçe yere düşüyordular. (Yâ Rab-bi kıyameti koparma) diyordular. Onlar Ali Firavunun yolunda idi­ler. Yoldakiler onları ezip geçiyordular. Allah’a yalvardıklarını işit­tim. .:

(Yâ Cibril! Kimdir bunlar) dedim. Cibril:

Bunlar, (senin ümmetinden faiz yiyenlerdir) dedi. Sonra az daha gittim. Dudakları deve dudakları gibi büyük bir milletin yanına gel­dim. Ağızlarını açıp o ateşten yutuyor, ateş arkalarmdan çıkıyordu.

(Kimdir bunlar) dedim. Cibril:

(Bunlar, senin ümmetinden yetimlerin malını zulmen yiyenler­dir) dedi.

Sonra yine öyle geçtim. Memelerinden asılmış kadınlar gördüm. (Kimdir bunlar?) dedim.

(Bunlar zina edenlerdir) dedi.

Sonra biraz daha gittim. Yanlarından et kesilen, bir millet gör­düm. O kesilen et onlara yediriliyordu. Onlara, (kardeşinin etinden yediğin gibi bunu da ye) deniliyordu. (Kimdir bunlar?) dedim. Cib­ril:

(Bunlar gıybet edici ve ayıplayıcılardır) dedi.

İbn Adiy, Beyhaki, yine Miraç hadisinde Ebu Hüreyre

(radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiklerine göre.Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Başları, taşla ezilen bir milletin yanından (Miraç gecesinde) geçtim. Başları ezildikçe bir daha düzeliyordu. Bu ezilmekten dolayı onlardan hiç bir şey eksilmiyordu.

(Yâ Cibril kimdir bunlar?) dedim. Cibril:

(Bunlar, başları namaza ermeyen kimselerdir) dedi.

Sonra, keçi koyun gibi dolaşan, zakkum, dikenli otlan, Cehen­nemin çakıl ve taşlarını yiyen bir milletin yanına geldim. (Kimdir bunlar) dedim. Cibril;

(Bunlar, mallarının zekâtını vermeyenlerdir) dedi.

Sonra, başka bir milletin yanma geldim. Ellerinde teiniz pişmiş et ve piş çiğ et vardı. Temiz eti bırakıp pis eti yiyordular.

Ben (Kimdir bunlar?) deyince Cibril cevaben:

Bunlar, helâl hanımını bırakıp pis kadının yanında sabahlayan erkek ve helâl kocasmı bırakıp pis erkeğe giden, yanında sabahla­yan kadınlardır.)

Sonra, taşınamayacak kadar büyük bir yığını biriktirmiş ve art­tırmayı isteyen bir adam gördüm. (Kimdir bu) deyince Cibril:

(Yanında ödeyemeyecek kadar, insanların emanetleri olan ve yine emânet almak isteyen kişidir) dedi.

Sonra, dili ve dudakları demir makasları ile kesilen, bir mille­tin yanma geldik. Kesildikçe eski hâline dönüyordu. Hiç bir şey eksilmiyordu. (Kimdir bunlar) deyince, Cibril cevaben:

Bunlar, ümmetinin hatipleridir) dedi.

Ebû Dâvud, Enes (radıyallahü anh) ‘den rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Miraca çıkarıldığım gece, bâzı kavimlerin (toplulukların) yanın­dan geçtim. Tunçtan, tırnaklan vardı. Kendi yüzlerine ve göğüsle­rine batırıyorlardı.

(Yâ Cibril kimdir bunlar?) dedim. Cibril:

(Bunlar, insanların etini yiyen (gıybetini yapan) ve ırzların) ge­çen kişilerdir) dedi.

İbn Ebi’d- Dünya (el-Kubur) kitabında Hasan’dan merfûan riva­yet ettiğine göre Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bu­yurmuştur:

Kim sahabelerimden birisine söverek dünyadan ayrılsa, Allah ona bir hayvan musallat eder, etini kemirir, ondah kıyamete kadar elem duyar

İbn Huzeyme, İbn Hibban, el-Hâkim, Taberani, İbn Merde-veyh kendi Tefsirinde ve Beyhaki, Ebü Umâme (radıyallahü anh) ‘- dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazından son­ra yanımıza geldi. Buyurdu ki: Ben hak bir rüya gördüm, dinleyin:

Bu gece bana bir adam geldi. Elimden tuttu, peşimden gel dedi. Ta, sarp korkunç bir dağa geldik. Bana (dağa çık) dedi. Ben (Çı­kamam) dedim. O, (ben onu sana kolaylaştıracağım) dedi. Adım­larımı attıkça bir basamağa rastgeliyordu. Ta dağın zirvesine çık­tık. Orda ağızları yırtık, erkek ve kadınlar vardı. Nedir bunlar de­dim. O, (bunlar dediklerini yapmayanlardır) dedi.

Sonra çıktık, göz ve kulakları mıhlanmış erkek ve kadınlar kar­şımıza çıktı. (Nedir bunlar) dedim. O;

(Bunlar bakıp ta görmeyen, işitip de dinlemeyenlerdir) dedi.

Sonra çıktık. Kuyruk sokumlarından asılmış, başları aşağıda, memelerini yılan kemiren kadınlar gördük. (Kimdir bunlar) dedim. O;

(Bunlar çocuklarına süt emzirmeyen kadınlardır) dedi.;

Sonra, çıktık. Kuyruk sokumlarından asılmış, baş aşağı azîmik-tarda buldukları suyu yalayan kadın ve erkekleri gördük. (NedirSbun-lar) dedim. O;

(Bunlar oruç tutup, sonra keffaret vermeden orucunu’ bpzan-lardır) dedi.

Sonra, çıktık. Çok çirkin manzaralı, çok çirkin elbiseli,; çok pis kokulu kadm ve erkekleri gördük. Kokuları pislik kokusu idi. (Kimdir bunlar) dedim.

(Bunlar zina eden kadın ve erkeklerdir) dedi.

Sonra çıktık. Korkunç derecede şişmiş, çok pis kokulu ölüler gör­dük. (Nedir bunlar) dedim. O;

(Bunlar kâfirlerin ölüleridir) dedi.

Sonra çıktık, ağaç gölgesinde oturan adamlarla karşılaştık. (Ne­dir bunlar) dedim. O;

(Bunlar müminlerin ölüleridir) dedi.

Sonra, çıktık, genç erkek ve kızları gördük. İki nehir arasında oynuyordular. (Kimdir bunlar) dedim. O;

(Bunlar müminlerin zürriyetidir) dedi.

Sonra, çıktık. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu adamlarla karşılaştık. Yüzleri bembeyaz kâğıt gibi parlaktı. (Kimdir bunlar) dedim. O;

(Bunlar siddıklar, şehidler ve salihlerdir) dedi.

Deylemi’nin Firdevs’inde Enes (radıyallahü anh) ‘dan merfuan rivayet edildiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ümmetimden kim, kavmi Lûtun amelini işlese, Allah onu on­ların yanma nakleder. Onlarla beraber hoşrolur.)

İbn Asâkir’in (Tarih) inde, senediyle Amr b. Eşlem ed-Dımış-ki’den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Hudutta yanımızda bir adam öldü, defnedildi. Üçüncü gün kab­ri devşirildi. Taşlar yana dikildi, kabirde hiç bir şey göremediler. Bu durum Veki’ b. el-Cerrahtan soruldu. O şöyle dedi:

Bir hadis’de, işitmişiz:

(Kim kavm-ı Lûtun amelim işlerken ölse, kabir onu onların nına götürür. Ve kıyamet gününde onlarla beraber haşrolur.)

İbn Ebi’d- Dünya, Mesrûk’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiş­tir:

(Kim hırsızlık yapar veya zina eder veya içki içer veya bun­lara benzer bir şey yapar da ölürse kabrinde iki arslan bulunup onu devamlı olarak ısırırlar.)

İbn Asakir, Vâile b. el-Eskâ’ (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­muştur::

Eğer kaderi veya cüz’-i ihtiyari’yi inkâr edenlerin kabri üç gün sonra devşirilse kıbleden yüzleri çevrildiği görülecektir.

Esbehânî, Tergib’te el-Avam b. Havşap radıyallahü anhrdjan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Bir seferinde bir mahalleye inmiştim, mahalle kenarmda bir kab­ristan vardı. İkindi olduktan sonra, kabrin birisi açıldı. İçinden, başı eşek başı olan bir insan cesedi, çıktı. Soruşturdum, denildi ki:

O içki içiyordu. Akşam eve gidince, anası ona (oğlum, Allah1-dan kork,) derdi. O. da anasına (sus, eşek gibi anırma) derdi, iş­te, ikindiden sonra öldü. Hergün böyle, kabri açılıp üç sefer anırı­yor. Sonra kabir üzerine kapanıyor.

İbn Ebi’d- Dünya, Mersed b. Havşep’den naklettiğine göre, şöy­le demiştir:

Yûsuf b. Amr’m yanında oturuyordum. Yanında, yarı yüzü de­mir darbesini yemiş bir adam vardı. Yûsuf ona: (Gördüğünü Mer-sed’e anlat) dedi. O dedi ki: l

Geceleyin biri için kabir kazdım. Defnedilip üzerinde toprak atizeltilince, deve gibi iki büyük kuş geldiler. Biri baş ucuna diğeri ayak ucuna kondu. Sonra kabrini deştiler. Biri kabrine sarkıldı, Öbürü, kab­rin kenarında durdu. Ben geldim, kabrin kenarında durdum, işit­tim, ölüye şöyle diyordu:

— Kibir büyüklük taslamak için sarı.elbiseler içinde kayınla­rını ziyaret eden sen değil miydin? Kabrin içindeki adam:

— Ben kibirli olacak kadar güçlü değilim, deyince ona bir dar­be vurdu, kabri yağ ve su ile doldu. Sonra döndü ve bir daha ona üç sefer sordu. Her seferinde böylece ona bir darbe indirdi. Sonra, başını döndürüp bana baktı. (Bakınız, nerde oturmuş, boynu kırıl­sın) dedi. Ve yüzümün bu yanma vurdu. Gece boyunca öyle yerde kalmıştım. Sabahleyin kendimi böyle gördüm.

Yine İbn Ebi’d- Dünya, Ebu’l-Cüreys’den o da anasından naklet­tiklerine göre, şöyle demiştir:

Ebû Cafer, Küfe hendeğini kazarken, halk cenazelerinin yerini değiştirdiler. O arada ellerini ağzıyla tutan bir gencin cenazesi bu­lundu.

Ebû îshak’dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir:

Bir ölüyü yıkamak için çağrıldım. Yüzünden Örtüyü kaldırdığım vakit boğazına sarılmış bir yılan gördüm. Dediler ki:

Bu adam sahabeler radıyallahü anhümVe sövüyormuş.

Yine Ebû İshak’tan nakledildiğine göre şöyle demiştir:

Yanıma bir adam geldi. Ben, kabir deşen bir adamım. Bazıla­rın yüzleri kıbleye dönük olmadığını gördüm, dedi.

Bunun üzerine Ben Evzai’ye mektupla sordum:

Evzaî: bunlarln sünnet üzere ölmeyenlerdir, dedi.

Abdül’mümin b. Abdullah b. îsa ed-Dabi’den rivayet edildi­ğine göre şöyle demiştir:

Tevbe etmiş bir kabir deşen (kefendiz) den soruldu j Gördüğün en tuhaf şey nedir?

O, birinin kabrini deştim, baktım, cesedinin her tarafı çakılmış. Büyük bir mıh basma, diğer büyük bir mıh da ayaklarına çakılmış, gördüm, dedi.

Başka bir kefendiz (25)  den aynı şey soruldu..

O, bir insanın kafatasını gördüm, içine kurşun dökülmüştü, dedi.

Fadl b. Yûnus’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Bize ulaştı ki, Ömer b. Abdülaziz, Mesleme b. Abdül-melik’e Yâ Mesleme, kim babanı defnetti?) diye sormuş. O;

(Filan kölem onu defnetti) demiş.

(Velid’i kim defnetti) diye sorunca;

(Yine filan kölem onu defnetti) demiş

Bunun üzerine, Ömer b. Abdülaziz, Mesleme’ye, kölesininna anlattığını nakledip demiş ki:

Kölen: Senin baban ile Veld’i defn için kabre koyunca, gidip bağları sökmek istemiş, bakmış ki, yüzlerinin etleri kafalarına çe­kilmiş.

Yezid b. Mehleb’den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir.

Ömer b. Abdülaziz bana dedi ki:

Yâ Yezid: Ben Velid’i kabrine koyduğum vakit baktım içinde ayaklarım depretiyor.

Amr b. Meymun’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Ömer b. Abdülaziz’den işittim ki diyor: Velid b. Abdülme-lik’i kabrine koymakla görevlendirildim. Baktım ki dizleri boynuyla birleşmiş.

Ömer b. Abdulaziz bundan ders alıp, onların peşinde gitmedi.

İbn Ebi’d- Dünya, Beyhaki Şuab-i iman’da Abdulhamid b. Mah-mud el-Muawili’den naklettiklerine göre şöyle demiştir:

Ben İbn Abbas radıyallahü anhüma’nın yanında oturuyor­dum. Bir cemaat gelip dediler ki:

Biz hacca çıktık. Filan arkadaş da beraberimizde idi. Zatüssa-fahaya geldiğimiz zaman orda öldü. Onun tekfinini hazırladık, çı­kıp ona bir kabir kazdık. Lahdini yaptık. Bitirir, bitirmez, baktık ki, lahd (kabrin içi) siyah bir şeyle doldu. Orayı bırakıp başka bir yer kazıdık. Lahdini bitirdiğimiz zaman baktık yine siyah bir şeyle dol­du. Orayı da bıraktık işte onu sana getirdik. Bunun üzerine İbn Abbas dedi ki:

Boynuna takılacak kelepçedir bu..

Beyhaki’nin rivayetinde ise işte o işlediği amelidir; Onu bir yer­de defnedin. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bü­tün yeryüzünü kazisanız, bu siyah şeyi böyle göreceksiniz.

Sonra çıkıp onu bir yerde defnettik. Döndüğümüz vakit hanı­mından, kocasının ne iş yaptığını sorduk. Hanım dedi ki:

Kocam taam (yiyecek) satıyordu. Hergün ailesinin ihtiyacını ondan alırdı. Sonra gidip başak çöplerini içine ufalatırdı.

Lâlkâi, Sadaka b. Halid’den o da Şamlı bir üstadından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Biz hacca gittik, yolda bir arkadaşımız öldü. Cemâatten bir ke­ser emanet aldık .onunla cenazesini defnettik ve keseri kabirde unut­tuk. Biz keseri almak için kabri deştik. Bir de ne görelim. Adamın boynu, el ve ayaklan keserin deliğine sıkıştırılmış. Üzerine toprağı örttük. Keseri onlardan aldığımız cemâati da fiatmı vermekle razı ettik. Döndüğümüz zaman hanımından onun halini sorduk. Hanımı dedi ki:

Kocam elinde mal olan bir adamla arkadaşlık etti. Adamı öl­dürüp malını aldı… Adam da hacca ve savaşa giden birisiydi.

İbn Asakir, el-A’meş (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiğine gö­re, şöyle demiştir:

Bir adam Hasan b. Ali (radıyallahü anh) ’nın kabri üzerine abdet bozdu (pisledi) . Sonra örttü ve köpekler gibi havladı. Sonra ölünce, kabrinden havla­dığı, bağırıp çağırdığı işitildi

Yezid b. Ebû Zeyyad ve Umare b. Ömer’den rivayet edildiğine göre, şöyle demişlerdir:

Ubeydullah b. Zeyyad, öldürüldü. Onun ve arkadaşlarının baş­ları getirildi. Meydanlığa atıldı. Büyük bir yılan geldi. Halk, kor­kusundan dağıldılar. Başların araşma girdi. Ubeydullah b. Zeyyad’ın burnuna girdi. Sonra ağzından çıktı. Sonra tersine ağzından girdi, burnundan çıktı. Böyle bir kaç sefer tekrarladı, gitti. Bir daha döndü, gene yalnız ona öyle yaptı. Yılanın nerden geldiği ve ne­reye gittiği bilinmedi.

Not: Tirmizi Camii’nde ve Taberani yalnız umare tarikiyle bunu rivayet etmişlerdir. Taberani hadisin sahih olduğunu söyle­miştir.

Yine İbn Asakir, Muhammed b. Said’den rivayet ettiğin göre:

Müslim b. Akaba el-Meri, Medineye geldi. Yezide biat edilme­si için propoganda yaptı. Emevilerin, Allah’ın tâat ve masiyetinde halis kul olduklarını söyledi. Câriye oğlu olan Kureyşli bir adam­dan başka herkes onun çağrısını kabul etti. O Cariye oğlu: yalnız Allaha itaat ettiklerinde biat edeceğini ve zulümde onlara uymaya­cağını söyledi. Müslim onun bu tarz biatim kabul etmedi ve onu öldürdü. O Kureyşlinin anası, (Allah fırsat verirse sağ da ölü de olsa Müslimi ateşle yakmaya yemin etti.)

Müslim Medine’den çıktığında hastalığı şiddetlendi, öldü. .

Kureyşlinin anası, kendi köleleriyîe beraber onun kabrine git­ti. Devşirilmesini emretti. Kazıp cenazeyi buldukları zaman, boynu­na sarılmış, burnunu emen bir ejderha buldular. Bunun üzerine or-dakiler, korkup kaçtılar.

Tamam b. Muhammed er-Razi (Ruhban) kitabında ve İbn Asakir. Tamam el-Hafiz tarikiyle, Ebû Ali Muhammed b. Harun el-Ensari’den, îsmet b. Ebû îsmet el-Buhari’den, o da Ahmed b. Ammar b. Halid el-Temmar’dan o da İsmet el-Âbadani’den, riva­yet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Ben kırlarda dolaşıyordum. Bir kilise gördüm. Kilisenin içinde bir manastır vardı. Manastırın içinde, bir rahip vardı. Ben ona, bu konuda gördüğün en acaip şeyi bana anlat, dedim.

O dedi ki: Ben bir gün, deve kuşuna benzer bir kuş gördüm. Bu kayanın üstüne konmuştu. Bir adamın başını yuttu sonra bir ayağını sonra da bir bacağını yuttu. O yuttukça o organlar şimşek gibi bir daha yerine gelirdi. Yine tam bir adam olur, otururdu. Kalk­mak istediği vakit, kuş onu gagalar, organlarını parçalardı. Sonra dönüp onları yutardı. Günlerce o böyle devam etti. Ben ondan çok hayrette kalırdım. Ve Allah’ın büyüklüğüne olan inancım arttı. Bil­dim ki bu cesedler öldükten sonra bir çeşit hayata mazhardırlar. Bir gün o kuşa yönelip dedim:

Seni düzgün yaratan Halikının hakkı için onu yemeyeceksin. Tâ ki onun durumunu sorup hikâyesini öğreneyim. Kuş açık bir arapça ile bana dedi ki

Mülk Rabbimindir. Beka da onundur. Yok eden bir daha var eden de odur. Ben Allah’ın meleklerinden bir meleğim. Bu cesede müekkelim. Yaptığı cürümden dolayı ona böyle yapıyorum.

Ben adama yöneldim, ey kendine kötülük eden, hikâyen nedir, sen kimsin, dedim.

O, (Ben Abdurrahman b. Mülce’im. Ali (radıyallahü anh) ‘mn katiliyim. Ben onu öldürüp, sonra ruhum Allah’ın kabzasına girin­ce, bana bir sahife verdi, doğduğum günden Aliyi öldürdüğüm gü­ne kadar yaptığım iyilikler içinde yazılı idi. Ve Allah bu meleğe kı­yamete kadar böyle bana azap vermesini emretti. İşte bana yaptı­ğını görüyorsun) dedi. Sonra sustu.

Kuş bir daha ona bir gaga vurdu. Azalarını dağıttı, sonra dönüp onları yuttu. Ve onları başka yere götürdü.

Ben diyorum ki: Bu senedte geçenler içinde Tamam’m üstadı Ebu Ali’den başkası hakkında söylentiler yoktur.

Zehebi, el-Mizanda, bu zatın ittiham edildiğini söylemiştir.

İbn Receb de bu hadisenin başka bir şekilde rivayet edildiğini söylemiştir. Bu şeklin senedi şöyledir:

İbn Neccar, Tarih’inde Selefi tarikiyle Hasan b. Muhammed, b. Ubeyd el-Akriye isnadiyle demiştir ki, İsmail b. Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Yahya b. el-Müneccİnt, 313 senesinde Yusuf b. Ebu Teyyah ile bir rahibi bulduklarını rahibin aynı hikayeyi onİara anlattığını söylemiştir.

Üçüncü bir şekilde daha rivayet edilmiştir. Senedi şöyledir:

Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. İbrahim er-Razi (meş­hur Sülasiyatm sahibidir) Ali b. Beka b. Muhammed el-Verrak’tan rivayet ettiğine göre, şöyle söylemiştir:

Ebû Muhammed b. Ömer el-Bezzar, biz Ebû Bekir Muham­med b. Ahmed b. ebu’l- Ashaptan işittiğini bildirdi ki şöyle dedi:

Bize garip bir yaşlı adam geldi. Senelerce Hıristiyanlık yaptığını söyledi. Manastırında ibadet edermiş. Bir gün otururken, bir kuş geldi, dedi ve hikâyenin hülasasmı anlattı.

İbn Ebi’d- Dünya, (Ölümden sonra yaşayanlar) adlı kitabında, Ab­dullah b. Dinar, o da Ebû Eyyub el-Yemani’den o da Abdullah is­minde bir hemşehrisi tarikiyle rivayet ettiğine göre;

O ve memleketinden bir gurup, deniz yolculuğuna çıkmışlar. Günlerce denizin karanlığında kalmışlar, karanlık çekilince kendilerini bir köyün yanında bulmuşlar. Abdullah demiş ki:

Ben, çıktım, su aradım. İçerden rüzgâr gıcırdatmaları gelen ka­palı kapılarla karşılaştım. Ben içeriye bağırdım. Kimse bana cevap vermedi. Ben o durumda iken, üzerime iki süvari geldi. Herbirisi-nin altında, beyaz bir beygir vardı. Bana;

(Yâ Abdullah bu yola devam et, içinde su olan bir havuza va­racaksın, ondan su al. Onda göreceğin seni korkutmasın) dediler. Ben onlardan, içinde rüzgâr gıcırdatan o kapalı kapıları sordum. Onlar, (içinde ölülerin ruhları olan evlerdir,) dediler.

Ben çıktım, havuza vardım. İçinde başaşağı edilmiş suyu almak isteyip de alamayan bir adam vardı. Beni gördüğünde çağırmaya başladı:

Yâ Abdullah bana su ver, ben bardağı batırıp ona vermek is­tedim. Elim yakalandı, ben ona;

(Ya Abdullah işte yaptığımı gördün, elim yakalandı. Senin kim olduğunu bana bildir) dedim. O;

(Ben Adem’in oğluyum. Yeryüzünde ilk kan döken benim,) dedi.

Ebû Nuaym, Vehb yoluyla Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem­den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Bir adam denizde bir vasıtada giderken, vasıtaları kırılmış. Adam tahtayı tutarak tahta, adamı bir adaya atmış. Adam çıkıp yürümeye başlamış, bir suya rastgelmiş. Suyu takip ederek büyük bir kayna­ğın basma girmiş. Orda kendisi ile su arasında bir karış kalmış ve orda ayağına zincir vurulmuş bir adam görmüştür.

Adam, Allah seni bağışlasın bana su ver, demiş. Ona (Neden böylesin) demiş. O;

(Ben Adem’in oğluyum. Kardeşimi öldürdüm. Vallahi, onu öl­dürdüğümden bu yana zulmen öldürülen herkesin bir kat azabını Allah bana çektiriyor. Çünkü öldürme çığırını ilk açan benim,) de­miştir.

El-Hafiz Ebu Muhammed el-Hellal (Kerâmat el-Evliya) kitabın­da senediyle Arim’in kardeşi Eş’as’ten rivayet ettiğine göre, şöyle de­miştir:

Abdullah b. Haşim bana dedi ki:

Ben bir ölüyü yıkamaya gittim. Yüzünden örtüyü kaldırdığım­da, baktım, boynunda siyah bir yılan var. Ben ona sen bu işte görevlisin. Fakat bizim adetimiz, ölülerimizi yıkarız. Bir kenara çe-kilebilsen, ben onu yıkadıktan sonra, yerine gelirsin, dedim. Bunun üzerine, yılan boynundan sıyrılıp evin bir köşesine çekildi. Ben yı­kamayı bitirdiğimde yılan yerine yerleşti… O, Ölü dinsizlik ile itti-ham ediliyormuş.

İbn-el Cevzi, (Uyun el-Hikayat) kitabında, senediyle Muham­med b. Yusuf el Firyabi’den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Ebû Sinan’dan (ki salih bir adamdır) , işittim ki dedi

Ben bir adamm ölen kardeşi için taziyesine gittim. Adamı, te­laşlı gördüm. Adam bana dedi ki:

Benim telaşım kardeşimden gördüğüm acaip vaziyettendir. Onu defnedip toprağı düzelttiğimiz zaman kabirden (ah!) sesini işittim. Ben vallahi bu kardeşimin sesidir, dedim. Sonra toprağı deşmeye ça­lıştım. Bana dediler ki, bu işi yapma, ben de toprağı geri yerine at­tım. Ben ordan kalkmak istediğimde yine (ah) sesini işittim. Vallahi bu kardeşimin sesidir dedim ve toprağı açmaya başladım. Bana de­diler ki:

(Yâ Abdullah kabri devşirme. Ben de bir daha toprağı üstüne ka­pattım. Kalkmak istediğimde yine (ah!) dedi. Ben (vallahi bu kar­deşimdir) dedim. Sonra toprağı devşirmeye başladım. Yine bana de­diler ki;

(Bu işi yapma. Bir daha toprağı yerine attım. Kalkmak istedi­ğimde yine, (Ah!) sesini işittim. (Vallahi bu kabri açacağım) de­dim.. Açtım, baktım ateşten bir tok (tasma) boğazına takılmış. Kab­ri ateş dolmuş. Ben o tok’u boğazından çıkartmak istedim, elimi at­tım, neticede parmaklarım gitti.

Adam bana ellerini gösterdi, baktım, dört parmağı gitmiş.

Sonra Evzai’ye (26)  gittim, bu durumu anlattım. (Yâ Ebû Amr, yahudi hıristiyan, dinsiz Ölür böyle durumlar görülmez. O, (Evet bunların Cehennemlik olduklarında şüphe yoktur. Allah muvahhit-lerden de böyleler gösterir ki, ibret alasınız,) dedi.

Yirie İbn el-Cevzi, Abdullah b. Muhammed el-Medyeni’den ö da bir dostundan rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir:

Kendi arazime çıktım. Bir kabristanın yanında iken akşam na­mazı oldu. Kabristana yakın bir yerde namazımı kıldım. Ben otu­rurken kabirler tarafından bir inleme sesini işittim. Sesin geldiği kab­re yakınlaştım. Baktım, (Ah! Ben namaz kılar oruç tutardım) di­yor. Beni bir titreme tuttu. Orda bulunan birisine söyledim. O da işittiğimi işitiyordu. Sonra tarlama gittim. İkinci gün döndüğümde birinci sefer namaz kıldığım yerde namaz kıldım. Güneş batmcaya kadar bekledim. Akşam namazını da kıldım. Yine o kabre kulak ver­dim,) Baktım, (Ah, ben namaz kılar, oruç tutardım) diyor. Sonra evime döndüm. Sıtmaya tutuldum ve iki ay hasta kaldım.

Hişam b. Ammar, (Diriliş) kitabında Yahya b. Hamza’dan, Numan b. Mekhûl’ün ona rivayet ettiğine göre;

Bir adam, Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh) ‘a geldi. Saç ve sakalının yarısı ağarmıştı. Ömer (Radıyallaû anh) ona?

(Nedir bu halin?) dedi. Adam dedi ki:

Geceleyin filanların kabristanından geçtim. Baktım bir adam diğerini ateşten bir copla kovuyor. Ona kavuştukça bir cop vuruyor, karnından ayağına kadar ateş tutuşuyor. Adam bana sığındı, (Yâ Abdullah beni kurtar) dedi.

Kovalayan adam, (Ya Abdullah onu kurtarma, Allah’ın en kötü kuludur) dedi.

Bunun üzerine, Ömer, (radıyallahü anh) : İşte peygamberiniz

(sallallahü aleyhi ve sellem) bunun için geceleyin yalnız olarak|se-fere çıkmayı yasakladı, dedi.

İbn Ebi’d- Dünya, Amr b. Dinar’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Medine’li bir adamın bir kız kardeşi vardı. Öldü. Adam, onu defnedip kabrine götürdü. Definden sonra, ailesine döndüğünde, ha­tırladı ki, kendinde olan bir cüzdanı kabirde unutmuş. Arkadaşların­dan bir adamdan yardım diledi. Gidip kabri deştiler. Cüzdanı bul­dular.

Adam, arkadaşına dedi ki, benden uzaklaş, bakayım kardeşim ne haldedir? Lahit kapağından bazı taşları kaldırdı, baktı kabir ateş­le tutuşmuş. Hemen kabri düzeltip anasına döndü ve kızkardeşinin ne yaptığını sordu. Anası dedi ki:

(O namazlarını tehir ederdi, zarınedersem, abdestsiz namaz kı­lardı. Komşularm kapışma kulağını koyup casusluk yapardı.)

Hafız b. Receb dedi ki: Heysem b. Adi’nin rivayet ettiğine göre, Ebban b. Abdullah el-Becli, şöyle demiştir:

Bir komşumuz öldü, biz onu yıkadık, tekfin ettik, baktık, ka­birde, kediye benzer bir şey var. Biz onu kovduk, fakat kaçmadı. Kabir kazıcısı, anıma bir çakıl attı, hiç deprenmedi. Bunun üzeri­ne başka bir kabir kazmaya yöneldiler. Kazıldığında baktılar, aynı kedi yine içindedir. Onu yine aynen kovdular, fakat hiç etkilenmedi. Üçüncü bir kabre giriştiler. Aynı kediyi yine orada buldular. Yine kovuldu. Fakat hiç aldırış etmedi.

Bunun üzerine cemâat dedi ki;

Böyle bir durum başımızdan geçmemiştir, arkadaşınızı defne­din. Üzerine taşlar dizildiğinde kabrinden büyük bir kahkaha işittik.

Sonra, dönüşte halk, hanımma gidip kocasının ne iş yaptığını sordular, gördüklerini ona anlattılar. Kadın dedi ki:

(O cenabetten yıkanmıyordu.)

Ebu’l-Ferec b. Cevzi arkadaşı İbn el-Faris’el Ketbi, kendi ta­rih kitabında şöyle yazmıştır:

Ben 590 senesinde Bağdat’ta, bir Ölü buldum. Her tarafı çürü­müştü. Kemiklerden başka bir şey kalmamıştı. El ve ayağında de­mirden kelepçeler vardı, cenazenin içine iki çivi çakılmıştı. Biri gö­beğine diğeri alnına… Adamın dehşetli bir yapışı vardı. Kemikleri iri yarı idi. Ortaya çıkmasının sebebi, suların çoğalmasıydı. Telel-Ahmer adlı bir tepenin yanmdaki kabrini sel basmıştı.

İbn-el-Kayyim, Ruh. kitabında tacir ve salih bir kul olan Ebû Abdillah Muhammed b. Sinan es-Selâmi’den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Bağdat’da Demirciler Çarşısına bir adam geldi. Küçük çiviler sattı, çiviler iki başlı idi. Demirci aldı, ateşe attı, baktı, hiç erimi­yorlar. Ne ettiyse onları yumuşatamadı. Bıkınca, onları satanı ça­ğırdı. Onu buldu. Bu çivileri nerden getirdin, dedi. Satıcı, onları yer­de buldum, dedi. Fakat demirci peşini bırakmadı. Ta adam, açık bir kabir gördüğünü, içinde bu çivilerin çakılmış kemikler bulduğunu, onları ancak kemikleri taşla kırarak çıkardığını söyledi…

İbn el Kayyim’den naklen Ebû Abdullah Muhammed b. el-Har-rani, dediğine göre:

O, ikindiden sonra, Amed şehrindeki evinden bir bostana çık­mış. Güneş batmadan önce, kabirlerin içine girmiş. Bir de ne gör­sün. Bir kabir içinde, körük korları gibi ateş koru… Kabrin ortasın­da bir cenaze…

Sonra o cenazenin kim olduğunu, yani o gün ölen ve vergi toplayan birisi olduğunu öğrenmiştir.)

Hafız Şerefuddin ed-Dimyatî, Mu’cem’inde zikrettiğine göre. Mu­hammed b. ismail b. Hibetullah’dan, o da Ebû İshak b. Abdul­lah es-Sa’lebi’den işittiğine göre, şöyle diyormuş:

(Kabir devşiren (kefendiz) bir komşumuz vardı. Kendisini halka gözlerinden kör diye bildirip dilencilik ederdi. Kim bir şey verirse, ona acip bir şey söylerim derdi. Sonra kim daha fazla verirse, daha acip şeyi ona gösteririm, derdi.

Birisi ona bir şey verdi. Ben yanında durup bakıyordum. Göz­lerini açtı, baktım, bilye gibi gözleri kafasına çıkmış. Önünden kafasının arkasını görüyordu.

Sonra size bir olay anlatayım, dedi:

Ben memleketimde kabir devşirirdim. Durumum her tarafa ya­yıldı. Ben halkı öyle korkuttum ki, daha hiç kimseye aldırış etmez­dim. Şehrin kadısı şiddetli bir şekilde hastalandı. Beni çağırdı ve benden onun kabrini devşirip açmamamı istedi. Bana yüz dinar verdi ki kabrini devşirmiyeyim diye. Ben o dinarları aldım. Fakat Kadı şifa buldu. Sonra bir daha hastalandı ve öldü. Ben sandım ki bana verilen yüz dinar birinci hastalık içindi. Böylece kendimi alda­tıp, geldim, kabrini deştim. Baktım, kabirden ceza sesleri geliyor. Ka­dı kabrin içinde oturmuş, saçları havaya kalkmış, gözleri tabak gi­bi ve kıpkırmızı. Dizlerimde bir titreme, başladı, arkasından gözlerime iki parmak sokuldu ve birisi;

(Ey Allah’ın düşmanı, Allah’ın (azze ve celle) sırlarını mı öğ­reneceksin) dedi.

Beyhaki, (Azâbu’l-Kabir) kitabında, Yezid b. Abdullah es-Şehir’den rivayetine göre şöyle demiştir:

Adamın biri arazide giderken bir kabre varmış. Cabir sahibin­den (Ah!. Ah!) seslerini işitmiş. Adam, kabrin başında durup -Ame­lin, senin pisliklerini ortaya çıkardı. Sen de kendini teşhir ediyor­sun,) demiş.

Makrizi’nin (Tarih) kitabında şöyle bir kayıt vardır: (Hicri) 699 senesinde, postacı haber getirdi ki, sahilde bir adamın hanımı ölmüş. Adam hanımını defnedip döndü­ğünde, içinde para olan bir mendili kabirde unuttuğunu hatırlamış. Adam köyün alimini alıp kabri devşirmeye gitmiş. Kabri devşırirken alim kabrin kenarında durmuş, adam bakmış ki, hanımı otu­ruyor, el ve ayakları saçlarına asılmış. Adam, ellerini açmak iste­miş, yapamamış. Zorlanmış, hanımıyla beraber yere batmışlar. Allah’dan başka kimse, nereye vardıklarını bilmemiş. Alim de yirmidört saat baygın kalmıştır.

Bunun üzerine sultan, olayı ve Şam’da olay hakkında yazılan­ları Şeyh Takiyuddin b. Dakik el-id’e gönderdi, Şeyh bunun üze­rinde durarak ibret için insanlara gösteriyormuş.

Âlimler demişler ki, kabir azabından kasıt Berzah azabıdır. Kab­re nisbet, çoğunun orda olduğundandır. Yoksa, Allah bir ölüye azap vermek istediğinde azabı ona kavuşur, ha defnedilsin ha edilmesin. Kabir, ile denizde batmak veya bir vahşinin boğazına girmek veya kül olmak arasında bir fark yoktur.

Azab ve nimetin mahalli ruh ile bedendir. Bu Ehl-i Sünnet’iü ittifakiyle kabul edilmiş bir konudur.

İbn Kayyîm dedi ki;

Kabir azabı ikidir. Biri daimidir ki, kâfirler ve isyankârların aza­bıdır. Diğeri geçicidir. Günahkârlardan günahları hafif olanların aza­bıdır. Bunlar, günahlarına göre azap görürler, sonra azapları kal­kar, bazen de dua sadaka vb. bir şeyle bu tip azap, kaldırılır.

Yafii, (Ravzu’r-Reyah) in adlı kitapta, şöyle demiştir:

Bize ulaştı ki, Cuma gecesinde ikramen ölüler azap görmezler.

Bu durum, müslümanların günahkârlarına has olabilir,) Nesefi ise, Bahr’ül-Kelâm) adlı kitabında bunu tamim edip şöyle demiştir:

(Kâfirlerin ölüleri de, Cuma gecesinde ve Ramazan boyunca azap görmezler.)

Günahkâr müslüman ise, o kabrinde azap görür. Fakat ilk Cuma gün ve gecesinde, bu azap ondan kalkar. Sonra kıyamete kadar bir daha azap görmez. Eğer Cuma günü veya Cuma gecesinde ölse, yalnız bir saat azap ve kabir sıkışmasını görür. Sonra, azap kesi­lir ve kıyamete kadar azap görmez…

îşte, Yafimin bu sözleri gösteriyor ki, müslümanların günahkâr­ları bir hafta veya daha az bir zaman azap görürler. Cuma gününe kavuştuklarında azap onlardan kesilir ve bir daha azap görmezler.

Fakat bu sözler delile muhtaçtır.

İbn el-Kayyim, (el-Bedi) adlı kitapta Kadi Ebû Ya’le’ninkdip notlarından, naklen şöyle söylemiştir:

Kabir azabının kesilmesi lâzım, çünkü o dünya azabındandır, d inya ve içindekiler ise fânî olan şeylerdir. Böyle şeyler elbette, son b ılur. Fakat bu müddetin miktarı bilinmez. (Onun sözü bitti.)

Ben de diyorum ki, Hennad b. es-Sirri, (Zühd) de Mücahidten şu rivayeti, bunu teyid etmektedir:

Kâfirler, uyku tadını veren bir şekilde yaslanır, uyurlar. Kabirdekiler, haşre çağrılınca, kâfiri ne yazık kim bizi yatağımızdan kal­dırdı, der. Yanındaki, mümin ise:

Bu Rahman olan Allah’ın vadettiği ve Resullerin tasdik ettiği haşirdir, der.(27)

Bir nokta:

İbn Kayyım (Bettaf) de şöyle demiştir:

Hıristiyan bir ana ile karnındaki müslüman çocuk, beraber def­nedildiğinde, o kabre azap da gelir, nimette… Nimet çocuk içindir, azap da ana içindir.

Ve bunda bir zorluk yoktur. Bu, biri salih, diğeri facir iki kişi­nin, bir kabre konulması gibidir (28)

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler