39- Ruhların Makarrı (Berzah Âlemi)

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor:

O Allah ki sizi bir nefisten inşa etti: Karar kılınacak yer ve emânet edilecek yer (kıldı) . (1)

Yine buyuruyor:

Allah onun karar kılacak yeri ve emanet edilecek yeri bilir. (2)

Karar kılınacak yer, meni ve yumurta keseleridir. Emanet edi­lecek yer de, ölümden sonraki berzah âlemidir.

Müslim, İbn Mes’ud (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiğine gö­re, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Şehidlerin ruhları, Allah katında, (Âhirette) yeşil kuşların içle­rine girerler, gündüzleyin Cennette, istedikleri gibi gezerler. Sonra Arşın allında bulunan kandillerin içine barınırlar.

İmam Ahmed, Ebû Dâvud, Hâkim, Beyhaki, İbn Abbâs (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiklerine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

(Uhud’da, arkadaşlarınız vurulduğu zaman, Allah onların ruhla­rım yeşil kuşların içine koydu. Cennet gündüzlerinde, gelir. Cennet meyvelerinden yerler. Sonra Arşın altında asılı olan altın kandille­rin içinde barınırlar.)

Saîd b. Mansûr, İbn Abbâs (radıyallahü anh) ‘dan rivayet et­tiğine göre şöyle demiştir:

(Şehîdlerin ruhları, yeşil kuşların içine girerler. Cennet ağaç­ları içinde uçuşurlar, meyvesinden yerler.)

Baki b. Muhalled, Ebû Said-i Hudri (radıyallahü anh) ’dan ri­vayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Şehidler, sabah gelir, akşam giderler. Sonra Arşa asılı kan­dillerin içine barınırlar. Cenâb-ı Hakk onlara:

— Size yaptığım ikramdan daha üstün bir ikram biliyor mu­sunuz? der.

Onlar ise şöyle derler:

— Hayır, fakat ruhlarımızın cesedlerimize iade etmeni isteriz ki, bir daha savaşıp senin yolunda şehid düşelim.

Hennad b. Sirri, (Zühd) kitabında ve İbn Mende, Ebû Said-i Hudri (radıyallahü anh) ’dan Rasûlüllah‘dan şöyle buyurduğunu ri­vayet etmişlerdir:

(Şehidlerin ruhları, yeşil kuşlar içinde, Cennet bahçelerinde ge­zinirler. Sonra Arşa asılı kandillerin içinde barınırlar.)

Sonra Allah ile onlar arasmda yukardaki konuşma geçer-;-,

Ebû Şeyh, Enes (radıyallahü anh) ‘dan, Rasûlüllah (SallfStâhû aleyhi ve sellem) ‘in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

(Allah şehitlerin ruhlarını arşa asılı kandiller içinde barınan, ak kuşların cevfinde diriltir.)

İbn Mende, Saîd b. Süveyd’den rivayet ettiğine göre, o İbn Şihab’dan müminlerin ruhlarının nerede barındıklarını sormuş. İbn Şihap demiş:

Bana ulaştı ki, şehidlerin ruhları, Arşta uçuşan yeşil kuşlar gi­bidirler. Gelir sonra, Cennet bahçelerine giderler. Her gün Cenâb-ı Hakk Sübhanehu ve Teâlâ’ya gelir, ona selâm verirler,

İbn Ebi Hatem, İbn Mes’ud (radıyallahü anh) ’dan rivayet et­tiğine göre, şöyle demiştir:

(Şehidlerin ruhları Arşın altında kandiller içinde yeşil kuşların cevfindedirler. İstedikleri gibi Cennette gezerler. Sonra kandillerine dönerler… Mümin çocuklarının ruhları ise serçelerin içine girerler. Cennette istedikleri gibi gezerler.)

Ebû Derda (radıyallahü anh) ‘dan rivayet edildiğine göre; . Kendisinden şehidlerin ruhları sorulmuş. Demiş ki:

Onlar yeşil kuşlardır. Arşa asılı kandiller içindedirler. Cennet bah­çelerinde istedikleri gibi gezerler.)

İmam Ahmed, Abd ve İbn Ebi Şeybe, Teberani, Beyhaki, İbn Abbâs (radıyallahü anh) ‘dan sahih bir sened ile rivayet ettikleri­ne göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Şehid ruhları, Cennet kapısında geniş bir bulut üzerinde yeşil bir kubbe içindedirler. Sabah akşam, rızıklan cennet’den onlara gi­der.

Harınad b. Sirrî (Zühd) kitabında ve İbn Ebi Şeybe, İbn Ka’b’dan rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:

-Şehidler, Cennet meydanlarının bahçeleri içinde kurulan kub­beler içindedirler. Onlara bir öküz bir de balık gönderilir, dövüşür-‘ ler. Şehidler onlarla oynarlar. Bir şeye muhtaç oldukları zaman, p iki hayvandan biri diğerini öldürür, şehidler ondan yerler. Onda Cen­netteki her nimetin tadmı bulurlar.

Buhari, Enes (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine göre Harise (radıyallahü anh) katledildiğinde anası;

Yâ Resûlallah, benim Harise’ye olan bağlılığımı biliyorsun, eğer Cennette ise sabrederim. Eğer Cennette değilse, ne yapacağımı bi­lirsin, dedi. Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

-Cennetler çoktur. O ise en yüksek Cennet olan Firdevs’dedir.

İmam Malik, İmam Ahmed, Nesai sahih bir sened ile Ka’b b. Malik (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Mü’minin ruhu. Cennet ağacına konan, ondan yiyen bir kuş­tur. Sonra kıyamet gününde Allah onu cesedine iade eder.

Tirmizi’nin rivayeti ise, şöyledir:

(Şehidlerin ruhları, Cennet meyvesi veya Cennet ağacıı yen yeşil kuşlar içindedirler.)

. İmam Ahmed, Teberani hasen bir sened ile, üjnm-ü Hani dıyallahû anhâ) ‘dan rivayet ettiklerine göre;

Rasûlüllah‘a:

— Biz öldükden sonra, birbirimizi görüp ziyaretleşecek diye sordu.

Rasûlüllah ise şöyle cevap verdi:

— (Ruh Cennet ağacından yiyen bir kuş olur. Kıyamet günü gel­diğinde her nefis cesedine döner.)

İbn Sa’d Mahmûd b. Lebid tarikiyle Ümm-ü Beşir b. Berrâ radıyallahü anhüm’dan rivayet ettiğine göre;

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘den, ölüler birbirini tanır mı diye sormuş.

Buyurmuş ki:

Ellerin kurusun; itminan ile Allah’a inanmış bir ruh Cennette yeşil bir kuştur. Eğer ağaç başında kuşlar tanışıyorsa, onlar da ta­nışır.

İbn Asâkir, İbn Lahia yoluyla, Ebul-Esved’den, o da ümm-ü Ferve bint-i Muâz es-Süllemiye’den o da Ebû Mârufun hanımı Ümm-ü Beşir (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine göre;

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘den (Öldükten son­ra görüşecek miyim,) diye sormuş. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuş ki:

(Ruh, ağaçtan yiyen bir kuş olur. Kıyamet günü geldiğinde ce­sedine girer.)

İbn Mâce, Teberâni, Beyhakî, Sahih bir sened ile, Abdurrah-man b. Ka’b b. Malik’ten rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

(Ka’b ölüme yaklaştığında, ümm-ü Beşir binti Berrâ (radıyallahü anhünı) yanına geldi.

— Yâ Ebâ Abdurrahman şayet filanı görürsen benden ona se­lam söyle, dedi.

Abdurrahman:

— Yâ Ümm-e Beşir Allah seni bağışlasın, bununla ilgilenecek vaktimiz olmaz, dedi.

Ümm-ü Beşir:

— İşitmedin mi Resûlulllah buyurdu:

(Müminin ruhu istediği gibi Cennette gezer. Kâfirin ruhu da Cehennemde hapsedilir.) Abdurrahman:

— Evet, dedi. Ümm-ü Beşir.

— İşte, bahsettiğim şey budur.

İbn Mende, Taberani, Ebû Şeyh, Dumrate b. Habip (radıyallahü anh) ’dan mürsel olarak rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘den müminlerin ruh­ları soruldu. Buyurdu ki:

(Onlar yeşil kuşlar içindedirler. Cennette istedikleri gibi gezer­ler.)

Yâ Resûlallah kâfirlerin ruhları nerde olur?., dediler.

Buyurdu ki:

(Onlar Cehennem’de hapsedilir Beyhaki Şuâb) da İbn Ebi’d- Dünya, (Menâmat) Saîd b. Müseyyib’den rivayet ettiklerine göre;

Selmân-ı Fârisi ve Abdullah b. Selâm (radıyallahü ânhÛma) karşılaştılar. Biri diğerine dedi ki:

-— (Eğer benden önce Rabbine kavuşursan, ne gördüğünü ba­na bildir.)

— (ölüler, dirilerle görüşür mü?)

— (Evet müminlerin ruhları Cennettedirler, istedikleri gibi ge­zerler.) dedi.

Taberani, Beyhaki, (Şuâb) da Abdullah b. Amr (radıyallahü anh) ’dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

(Cennet güneş şuaları içinde dörülür. Her sene iki sefer açılır. Müminlerin ruhları bir nevi serçe kuşları içinde Cennet meyvelerin­den yerler.)

İbn Mende bunu Abdullah’dan merfûan rivayet etmiş; Hallâl, da ondan mevkûfen, şu ibare ile rivayet etmiştir:

(Müminlerin ruhları serçeye benzer, yeşil kuşlar içindedirler. Cennette tanışırlar ve onun meyveleriyle rızıklanırlar.)

İmam Ahmed, Hâkim sahih görmüştür Beyhaki Ebû Dâ-vud, İbn Ebi’d- Dünya, çeşitli yollardan Ebû Hüreyre (radıyallahü anh’dan rivayet ettiklerine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Müminlerin evlâtları, Cennetin bir dağındadırlar. İbrahim ve Sâre onlara bakarlar. Kıyamet gününde Allah onları babalarına tes­lim eder.-

İbn Ebi’d-Dünya el-i’za) kitabında, İbn Ömer (radıyallahü !anh’dan rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İslâm içinde doğan her çocuk Cennettedir. Yer içer. Yâ Rabbi ebeveynimi bana kavuştur,) der.

Yine İbn Ebi’d-Dünya o kitapta Halid b. Ma’dan’dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

(Cennette Tuba isminde bir ağaç var. Her tarafı memedir. Süt emen ve ölen çocuklar, o ağaçtan emzirilirler. Bakıcıları da İbrahim Halil ürrah m andır.)

Yine İbn Ebi’d-Dünya’nın Ubeyd b. Umeyr’den rivayetine göre; (Cennet’de, sığır memeleri gibi memeli bir ağaç vardır. Cennet ehlinin çocukları onunla beslenirler.) Saîd b. Mansûr, Mekhûl (radıyallahü anh) ’dan rivayet etti­ğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­muştur:

Müslüman çocuklarının ruhları yeşil serçeler içinde, Cennet ağaç­ları üzerindedirler. Babaları İbrahim (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) on­lara bakar.

İbn Ebi Hatem, Hâlid b. Ma’dan’dan rivayet ettiğine göre, şöy­le demiştir:

(Cennetde, Tuba isminde bir ağaç vardır. Her dalı süt verir. Cen­net ehlinin çocukları ondan emzirilirler. Kadının düşürdüğü çocuk da, Cennet nehirlerinden bir nehirde dolaşır, Kıyamet kopunca (mah­şerde) kırk yaşında bir adam olarak diriltilir.)

İbn Ebi Şeybe, Beyhaki, İbn Abbâs tarikiyle Ka’b’dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:

(Cennetü’l-Me’vada yeşil kuşlar vardır. Şehidlerin ruhları içle­rine girer, gezerler. Firavun kavmi gibi zalim milletlerin ruhları ise siyah kuşlar içine Cehenneme uğrarlar. Müslüman çocuklarının ruh­ları ise, Cennet serçeleri içinde olurlar.)

Hennad b. Sirri (Zühd) de, Hüzeyl’den rivayet ettiğine göre;

Firavun kavminin ruhları siyah kuşlar içinde Cehenneme sabah akşam uğrarlar.

Şehidlerin ruhları ise yeşil kuşlar içindedir.

Bülüğa ermemiş müslüman çocuklarının ruhları, CenneT ser­çelerinden bir takım serçelerdir, gezinip otlanırlar.

İbn Ebi Şeybe;

(Allah yolunda kati edilenlere ölü demeyin. Onlar diridirler. Fa­kat siz bilemezsiniz,) (3)  âyeti kerime hakkında İkrime’den rİvâ-yet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Şehitler, Cennetin ak güvercinleri veya ördekleridirler.

Abdurrezzak, Katade (radıyallahü anh) ’den rivayet ettiğine gö­re; O şöyle demiş:

Bize ulaştı ki:

Şehidlerin ruhları, ak kuşlar suretinde, Arşa asılı kandiller için­de barınırlar

İbn Mübarek, İbn Amr’den nakline göre şöyle demiştir:

(Müminlerin ruhları beyaz kuşlar suretinde Arşın gölgesinde-dirler. Kâfirlerin ruhları ise yedi kat yerin dibindedirler.)

İbn Mende, Ümm-ü Kebşe Binta Ma’rur’dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza girdi. Biz on­dan müminlerin ruhlarını sorduk. Öyle anlattı ki, evdekileri ağlattı.

Buyurdu ki:

Müminlerin ruhları, yeşil kuşlar içindedirler. Cennette gezerler. Meyvelerinden yer, suyundan içerler. Arşa asılı altın kandiller içi­ne barınırlar. (Ya Rabbi kardeşlerimizi de bize kavuştur. Bize va’d ettiğini ver,) derler.

Kâfirlerin ruhları ise, siyah kuşlar içindedirler. Ateşten yer, ateş­ten içerler. Cehennem taşlarında barınırlar. (Yâ Rabbi dost ve kar­deşlerimizi bize kavuşturma, bize vaad ettiğini verme,) derler.

Beyhaki (Delâil) de, İbn Ebî Hatem ve İbn Merdeveyh, (-Tef­sirlerinde, Ebû Saîd el-Hudri (radıyallahü anbJ’dan rivayet ettik­lerine göre; Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bu­yurmuştur:

İnsan ruhlarının onda yükseldiği miraç (4)  bana verildi (gös­terildi) . Ölü o miracı gördüğü için, imrenerek.-göğe doğru bakar. O miracın güzelliğinden hayrette kalır. Hiç bir yaratık, o Miraç ka­dar güzel bir miraç görmemiştir.

Ben ve Cibril, (O Miraçta) yükseldik. Semanm kapısını açmak istedik… Karşımıza, Adem çıktı. Mümin zürriyetinin ruhları ona arz olunuyordu. Herbirisine:

(Bu temiz bir ruh ve hoş bir kişidir. Onu Âla-yı illiyine götü­rün,) diyordu.

Sonra facir, günahkâr zürriyetinin ruhları ona arz olunuyordu.

Onlara da:

(Pis ruh ve iğrenç bir kişidir, onu esfel-i safiline götürün,) di­yordu.

Ebû Nuaym, zaif bir sened ile Ebu Hüreyre radıyallahü den rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Müminlerin ruhları, yedinci gökte, beklerler. Cennetteki yerl| rine bakarlar. .

Yine Ebû Nuaym, Hilye’de, Vehb b. Münebbih/den şöyle rivaj yet etmiştir:

Allah’ın yedinci kat gökte, Beyda isminde bir evi vardır. Mü­minlerin ruhları onda toplanır. Dünyadan biri öldüğünde, ruhlar onu karşılayıp dünyadaki durumları ondan sorarlar. Dışarıdan gelen bi­risinden sorulduğu gibi…

Said b. Mansûr, Sünen’inde İbn Ömer (radıyallahü anhüma) ’dan rivayet ettiğine göre;

O Abdullah b. Zübeyr’in cesedi darağacında iken, anası Esma (radıyallahü anhâ) ’yi teselli ve taziye etti. Dedi ki:

Üzülme, esas olan ruhlardır. Onlar Allah katında bakidirler. Bu asılan ise fani bir ceseddir.

Mervizi (Cenazeler) kitabında, Abbâs b. Abdülmuttalib’den şu­nu rivayet etmiştir:

(Mü’minlerin ruhları Cebrail (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ‘e gö­türülür. Ona, (Bunlar, kıyamete kadar sana emanettir,) denilir.

Saîd b. Mansûr Sünen’inde İbn Cerir-i Taberi (Edeb) kitabında Mugire’ b. Abdurrahman’dan rivayet ettiğine göre, şöy­le demiştir:

Selmân-ı Fârisi, Abdullah b. Selâm (radıyallahü anhüma) ile karşılaştı. Dedi ki:

— Benden önce ölürsen, ne gördüğünü bana anlat. Şayet ben önce ölürsem, başıma, geleni sana bildiririm.

Abdullah (radıyallahü anh) :

— Öldüğün halde nasıl bildirirsin, dedi. Selmân (radıyallahü anh) :

— Ruh, cesedinden çıktıktan sonra bir daha cesedine dönünce-ye kadar, yer ve gök arasında kalır, dedi.

Allah’ın emrij Selman, (radıyallahü anh) önce öldü ve’Abdullah b. Selâm onu rüyada gördü.

— En üstün neyi buldun? dedi.

Selmân (radıyallahü anh) :

— Ben tevekkülü çok acâip bir şey olarak gördüm, dedi.

İbn el-Mübarek, (Zühd) de-Hakim-i Tirmizi. (Nevâdir el-Usıü) de, İbn Ebi’d- Dünya ve İbn Mende, Saîd b. Müseyyib’den rivayet ettiklerine göre Selmân-ı Farisi (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

(Müminlerin ruhları, dünya ve ahiret arası bir Berzahladırlar, istedikleri gibi gezerler. Kâfirlerin ruhları da esfel-i safilİndedirler.)

Hakim-i Tirmizi, Selmâıı-ı Farisi (radıyallahü anh) “den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

(Müminlerin ruhları, yer ve gök arasında Berzahta (5)  dırlar. İstedikleri gibi gezerler. Sonra haşirde Allah onları cesedlerine ge­ri çevirecek.)

İbn Ebi’d- Dünya, Mâlik b. Enes (radıyallahü anh) ‘den riva­yetin göre, şöyle demiştir:

(Bana ulaştı ki: Müminlerin ruhları serbest bırakılır, istedik­leri gibi gezerler.)

Abdullah b. Amr b. Âs radıyallahü ai diğine göre;

Kendisinden, öldükten sonra müminlerin – rındıkları sorulmuş.

Demiş ki rivâyef edilarının nerde ba-

— Onlar, ak kuşlar suretinde, arşın gölgesindedirler; Kâfirlerin ruhları ise, yerin yedinci katındadirlar.

Müminler öldüğünde ruhları müminlerin yanına götürülür. On­ların mahfelleri vardır. Ondan kendi arkadaşlarını sorarlar. Eğer Of (Arkadaşınız öldü) dese, onlar: (Demek yerin dibine götürüldü) derler.

Kâfir öldüğünde, yerin dibine götürülür. Ordakiler kendisinden bâzılarını sorarlar. Eğer (öldü) derse, onlar (demek, o göğe çıkar­tıldı) derler.

Mervizi, İbn Mende, (Cenazeler) kitabında ve İbn Asâkir, Abdullah b. Ömer (radıyallahü anhüma) ’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

(Kâfirlerin ruhları Yemen’de, müminlerin ruhları Şam’da top­lanırlar.)

İbn Asakir, Urve b. Ruveym’den rivayet ettiğine göre: — Her iyi ruh Şam’a gelir, demiştir.

Ebû Bekir (en-Necâd) kendisinin meşhur Hizbinde Ali b. Ebû Tâlib (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

En hayırlı vadi, Mekke vâdisidir. Ve en şerli vadide de Hadra-mutta olan Ahkâf vâdisidir. Kâfirlerin ruhları onda toplanır. Bu vadinin ismi, Bürhüt’tür,

İbn Ebi’d- Dünya, İbn Mende, Ali b. Ebû Tâlib (radıyallahü anh) ’dan rivâypt ettiğine göre şöyle demiştir:

(Yeryüzünde Allah’ın en fazla gazap ettiği yer, Hadramûtda Bürhüt ismindeki vadidir. Kâfirlerin ruhları onda toplanır.)

İbn Ebi’d- Dünya ise, Ali’den rivayet ettiğine göre; Müminlerin ruhları, zemzem kuyusundadır, demiş.

Ahkaf, Ad kavmiinin yaşadığı bölgedir.

Hakim (Müstedrek) inde ve İbn Mende, el-Ahnas b. Dabi’den rivayet ettiklerine göre;

Kab’ül Ahbar, Abdullah b. Amr (radıyallahü anh) ‘e mektup gönderip müslüman ve müşrik ruhlaruıın nerde toplandıklarını sor­du. Abdullah b. Amr dedi ki:

Müslüman ruhlar Kerbelâ’da Eriha , denilen yerde toplanırlar. Müşrik ruhlar ise San’a’da toplanırlar. Kab’ül-Ahbâr’ın gönderdiği elçi dönüp de Abdullah b. Amr’ın dediklerini ona anlatınca, Kab; (O. doğru söyledi) dedi.

İbn Cerir Tefsirinde, dedi:

Muhammed b. Avf et-Tai, Ebû Muğire’den, o da Safvân’dan rivayet etti ki:

O Yemen’de Âmir b. Abdullah’dan Mümin ruhların toplan­dığı bir yer var mı, diye sordu. Abdullah dedi ki: Onlar yerde top­lanırlar. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

Biz Zebur da yazdık ki, Arza benim salih kullarım varis ola­caklar, Ravi demiş ki, bu Arz’dan maksat, mümin ruhlarının kıyamette dirilinceye kadar onda toplandıkları yerdir.(6)

İbn Ebi’d- Dünya, Vehb b. Münebbih’deni? rivayet ettiğine gö­re, şöyle demiştir:

(Mümin ruhlar, kabzedildiği zaman, Remyail isminde bir me­leğe bırakılır. O mümin ruhların muhafızıdır.)

Yine İbn Ebi’d- Dünya, Ebbân b. Sa’lep’den, o da ehl-i kitap bir adam’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiş:

Kâfirlerin ruhlarına bakan meleğin ismi Devme’dir…

Ukaylî, zayıf bir sened ile, Hâlid b. Ma’dan tarikiyle Ka’b’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Hızır, aşağı deniz ile yukarı deniz arasında nurani bir minber üstündedir. Ona itaat etmek ve onu dinlemek için deniz hayvanla­rına emir verilmiştir. Ruhlar da sabah akşam ona arz olunur.

İbn-ül-Kayyim, demiş ki: Ruhların öldükten sonra karargâh edin­dikleri yer meselesi ağır bir konudur. Ancak rivayete dayanılır.

Birinci görüş olarak denilmiş ki, şehid ve gayr-ı şehid bütün mü­min ruhlar, Cennettedirler. Şayet büyük günahlar, onları engelle­mezse… Kâb, ümm-ü Hani, ümm-ü Bişr, Ebû Saîd Pumrate rivayet ettikleri hadislerin zahiri bunu gösterir.

Şu ayet-i kerime dahi bunu gösterir:

Eğer Allah’a yakınlardan ise, ona rahatlık, güzellik, Naim cenneti vardır. Eğer ashab-ı yemin (sağ taraftarı) ise ashâb-ı yeminden ona selâm olsun. Eğer sapık kâfirlerden ise, ona kaynar sular takdim edilir ve Cehennem ateşine tutulur. (7)

Bu âyet, vücuttan çıkan ruhları üç kısma ayırmıştır. Allah’a ya­kın olanlar ki, onlar, Naîm cennetindedirler. Ashab-ı yemin olan­lar ki, onlara selam var. Bu da, onların azaptan kurtulacaklarını gösteriyor. Sapık ve kâfirler ki, bunlar Cehennemliktirler.

Şu gelen âyet-i kerime dahi, bâzı sahabe ve tabünlerin görüşüne göre, ruhların cesetten çıktıktan sonra. Cennete girdikleriniv gös-, teriyor:

Ey nefsi mutmainne, Rabbine dön, razı olarak ve kendinden de razı olunmuş olarak… Kullarımın içine gir Cennetime dahil ol. (8)

Sahabe ve tabiinden bir cemâat, demiş ki, bu emir, ruh cesetten çıktığında bir melek lisaniyle ona müjde olarak söylenilir. (Demek ruh cesetten çıktıktan sonra, Cennete girmeye emredilir.)

Yasin âlinden imana gelen hakkında buyurulan şu âyet de bu­nu teyid eder:

(îman eden o kişiye denildi ki, Cennete gir, o dedi ki: Keşke kavmim bilseydi.) (9)

İkinci bir görüş olarak denilmiş ki: Ruhların cennete girdiğine dair hadisler, şehidlere mahsustur. Nasıl ki başka bir ayette bu, açık­ça ifâde edilmiştir.

Hem şu normal ölü hakkında buyurulan (Sabah akşam cen­net veya Cehennemdeki yeri ona gösterilir.) hadisi…

Ve sabıkan sözedilen Ebû Hüreyre (Radıyallanû anh) ‘m riva­yet ettiği (Onlar yedinci gökte, Cennetteki makamlarına bakarlar)

hadisi ve aynı mealde ki, Vehb’in hadisi, bunu teyid ederler.

İbn Hazm, demiş ki:

Bir kısım, ruhların karargâhı, cesedleri yaratılmadan önce ba­rındıkları âlemdir. Yani Adamın sağında ve solundadırlar. Bunu âyet ve sünnet de teyid eder. Cenâb-ı Hakk buyuruyor:

Hani Rabbın Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini aldı­ğı ve onları şahit gösterdiği zaman, ben Rabbiniz değil miyim? dedi.

Onlar: (Kâlü Bela) (Evet Rabbimizsin) dediler. (10) Yine Cenab-ı Hakk buyuruyor;

(Sizi yarattık, sonra sizi tasvir ettik, sonra meleklere, Adem’e secde edin, dedik.)

Demek Cenab-ı Hakk, bütün ruhları birden yaratmıştır. Bunun için Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)

(Ruhlar, düzenli askerlerdir. Tanıştıkları birleşirler, tanışmadık­ları dağılırlar.) diye buyurmuştur.

Kâlu Belâ’da Allah, onları Rubûbiyetine şahit gösterdiğinde on­lar, mahluk, musavver ve akıl sahipleri idiler. Bu durumları, melek­lerin Adem’e secde etmelerinden ve ruhlar’in cesedlerine girmelerin­den öncedir. Cesedler o zaman, toprak ve su idi. Cenâb-ı Hakk ruh­ları istediği yerde barındırdı. Ki, öldükten sonra, bu berzah ale­minde barınırlar.

Ruhlar bu Berzah âleminden, peyderpey bu dünya meşherine gönderilirler.

İbn Hazm demiş ki:

Demek ruhlar, tanışma ve tanışmama gibi vasıflara sahip ci­simlerdir, işlerin farkındadırlar. Cenab-ı Hak onları imtihan için dünyaya gönderir, sonra, onları vefat ettirip berzah alemine gön­derir.

Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Miraç gecesinde, bu ruhları Berzah âleminde ehl-i saadet olanları Hazreti Adem’in sağında, ehl-i şekavet olanları da Hazreti Adem’in solunda görmüş. Bu onların aynı hizada olmalarını gerektirmez. Sağm son yüksek­liği olduğu gibi, solun son derece aşağı katı vardır.

Peygamberlerin ve şehidlerin ruhları ise acele edip Cennete gi­derler,

Muhammed b. Nasr el-Meryizi, îshak b. Raheveyh’den riva­yet ettiğine göre, o da bu görüşün aynını söylemiştir. Ve bütün ehi-i ilim bu görüştedir, demiştir.

İbn Hazm, demiş ki, bu aynı zamanda bütün İslâm ulemâsının da görüşüdür.

Âyet-i Kerime’de, Vak’a sûresinin sonunda -sağda olanlar, solda olanlar) ve -cennette olan mukarrebler) diye bahs edilen üç grup ruh yukarda sözedilen, mesudlar, şakiler, şehid ve peygamberlerin ruhlarıdır.

Ruhlar bitinceye kadar, peşpeşe gönderilirler. Sonra, aynı o Ber­zah âlemine dönerler. Ve kıyamet koptuğunda, ikinci dirilişte bir daha cesedlerine dönerler.

(Buraya kadar, İbn Hazm’m sözü idi.)

Üçüncü görüşe göre:

Ruhlar, kabirlerindedirler. İbn Abdul-Berr, anlatılan görüşle­rin en sahihi budur, demiş.

Demiş ki, kabrin sual ve sorgusu, azap ve nimeti, kabir ziya­reti, onlara selam vermek ve muhatap edinmeleri bunu gösterir.

Îbn’ül-Kayyim demiş ki:

Eğer bundan kasıt, ruhların kabirden ayrılmadıkları ise, bu yan­lıştır. Kitap ve Sünnet bunu reddeder. Sorguya çekilmesi ise, ruhun kabirde veya kabrin üzerinde olduğunu göstermez. Ancak onunla ilişkisi olduğunu gösterir. Bu ilişki ile ruh sorguya çekilir. Çünkü ru­hun bir özelliği bir anda iki yerde bulunmasıdır. Refik-i Âla’da ol­duğu halde, bedenle bitişik olabilir. Cesedine selam verildiğinde se­lamını alabilir.

İşte, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrail (aleyhi’s-selâm) ’ı altıyüz kanat içinde, gördü. Yalnız iki kanadı ufku kapa­tıyordu. Bununla beraber, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘e yanaşıp dizini dizine koymuştu. Muhlislerin imanı artıyor­du. Mümkündür ki, o böyle yaklaştığı halde, gökteki yerinde olsun.

Resul-i Ekrem, (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril’i gördüğü­nü bir hadisi şerifiyle, şöyle buyurmuştur:

Başımı kaldırdığımda baktım, Cibril, yer ve gök arasında di­kilmiş, şöyle diyor:

(Ya Muhammed, sen Resulullah’sın, ben de Cibril’im.) Başımı hangi tarafa çevirdimse, onu orda öylece gördüm.)

îşte, Allah’ın dünyanın birinci göğüne inmesi ve Arefe günü mü­minlere yakınlaşması ve benzeri ayet ve hadisler bu mânâya yorum­lanır. Çünkü Allah, hareket ve yer değiştirmekten münezzehtir.

Bu gibi konularda yanlışlık, alem-i gaybi, alem-i şehadete kı­yaslanmaktan doğmaktadır. Ruhu bir yeri meşgul eden, yani hacmi olan bir madde olarak düşünüyorlar. Bu mahza yanlıştır.

Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Miraç gecesinde, Musa (aleyhi’s-selâm) ’ı kabrinde namaz kılarken gördüğü halde, onu altmci gökte de görmüştür.

Ruh, orda beden şeklinde, bedenle ilişkisi olarak kabrinde na­maz kıldığı ve selam verenlerin selamını iade ettiği halde, Refik-i ala’da (göklerin üstünde) de olabilir. Bu iki durum arasında mü-nafat ve terslik yoktur. Çünkü ruhların özelliği bedenlerin özelli­ğinden değişiktir. Bazıları bunu güneşe benzetirler. Kendisi gökte olduğu halde, şuaları yerde olur. Şua güneşin bir vasfı olup yani güneşin kendisi olmadığından, bu temsil mutabık değilse de mese­leye ışık tutar.

Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘m Miraç gecesin­de Peygamberleri gökte görmesi de bu kabildendir. Sahih görüşe göre (sallallahü aleyhi ve sellem) cesed olarak görünen ruhları görmüştür. Onların bedenleri ise kabirde diri olup namaz kıldıkla­rına dair, hadis vardır. Demek gökte görülen ruhlardır.

Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: Kim kabrimin yanında bana salavat getirirse, ben onu işitirim. Kim uzakta dahi okursa, onun sala vatı bana ulaştırılır.

(Beyhaki, bunu’Şuab’da Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) hadisinden rivayet etmiştir.)

Yine ResuH Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­muş:

Allah kabrime bir melek müekkel kıldı. Ona bütün yaratıkların kulakları kadar kulak verdi. Kıyamete kadar, kim bana salavat okur­sa, ismini ve babasının ismini bana ulaştırır.

Bezzâr, Taberâni, Ammar b. Yâsir (radıyallahü anh) hadisin­den bunu rivayet etmişlerdir.

Bu kesin olarak gösteriyor ki, onun (sallallahü aleyhi ve sellem) ruhu diğer peygamberlerle âla-i illiyinde olmakla beraber, ay­nı zamanda, Refik-i ala’da (Cenab-ı Hakkın huzurunda) dır.

Bu izahat, aynı zamanda gösteriyor ki, ruhun âla-yı illiyinde olması, Cennette olması veya gökte olması ile bedenle ilişkisi olup anlayıp işitmesi, namaz kılıp Kur’an okuması arasında münâfat yok­tur.

Bunun garip görünmesi, âlem-i Şehadetde, dünyada onun ben­zerinin olmayışıdır. Berzah ve Ahiret işleri dünyada alıştığımız iş­lere benzemez. (Buraya kadar İbn Kayyim’in sözü idi.)

Yine başka bir kitapta demiş ki:

Ruhun bedenle beş değişik ilişkisi vardır:

Birincisi: Ana karnında,

İkincisi Doğumdan sonra,

Üçüncüsü: Uykuda… Uykuda ruh bedende bir yandan ilişkisi vardır. Bir yandan da ondan ayrıdır.

Dördüncüsü: Berzah aleminde… Bu alemde, ruh ölümle beden­den ayrılmışsa da tamamen ondan ayrı değildir.

Beşincisi: İkinci dirilişte… İlişkilerin en sağlamı en mükemmeli de budur. Çünkü, bu ilişki ile vücut artık, ne Ölür, ne yatar, ne de bozulur.

Yine İbn Kayyım, başka bir yerde demiş ki:

Ruh öyle bir hız ve harekete sahip ki, göz kırpması gibi bir an­da, kabirden göğe çıkar. Delili de uyuyanın ruhudur. Tesbit edilmiş ki, uyuyanın ruhu, bir kaç saniye içinde, yedi kat göğe gelip Arş-ı âla altında Allah’a secde eder. Sonra cesedine döner.

İbn Kayyım, görüşünü söyledikten sonra, diğer göriîşleri de şöyle anlatmıştır:

Ruhlar, Cabiye’de veya Zemzem kuyusundadırlar. Kâfirlerin ruh­ları da Bürhût vadisindedirler. –

İbn Mende senediyle, Süfyan b. Ebbân b. Said tarikiyle bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Bir gece Bürhût vadisinde yattım. Sanki bütün insan sesleri on­da toplanmıştı. (Ya Davme, Yâ Davme.) diyordular.

Ehli kitapdan bir adam, demiş ki:

Devme’ kâfirlerin ruhlarına müekkel olan melektir.

Süfyan:

Hadrcmutlu’) ardan sorduk; dediler ki kimse geceleyin o vadide yatamaz.

İbn Ebi’d- Dünya, el-Kubur, kitabında, Ömer b. Süleyman’dan rfvayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Yahudi bir adam öldü, yanında müslümanm bir emâneti var­dı. Onun müslüman bir oğlu da vardı. Fakat emânetin yerini bile­medi. Şuayb el-Cebbai’ye durumu anlattı. O da şu tavsiyede bu­lundu:

Bürhût vadisine git, orda bir çeşme vardır, yahudiler, Cumar­tesi gününü orada geçirirler. İşte Cumartesi günü oraya gidersen, babam çağır, ona istediğini sor. Adam, bu tavsiyeyi dinledi, gidip çeşmenin basma varınca iki veya üç sefer babasını çağırdı. Babası cevap verdi.

Oğul Filan kşinin emaneti nerdedir? dedi.

Baba:

Kapının eşiğinin altındadır, git ona teslim et ve üzerinde oldu­ğun dinde kal, dedi.

Sonra, İbn Kayyım, demiş ki:

Bu rivayetlerin birine sahih, diğerine, bâtıl demek mümkün değildir. Sahih görüş odur ki, ruhların Berzah alemindeki yerleri

değişiktir. Bu değişiklik, bu alem. hakkında olan gör-üş ve rivayet­lerin arasındaki değişikliklerden daha fazladır.

Çünkü bu görüşlerin herbirisi, saadet ve şekavetteki derecele­rine göre guruplanan insanların bir gurubu hakkındadır.

Bâzı ruhlar, ala-yı illiyindedir. Mele-âla’dadır. (En yüce makam ve meclislerdedir) Peygamberlerin ruhları gibi. Mirac gecesinde gö­ründüğü gibi onların da makamları değişiktir.

Bâzı ruhlar da yeşil kuşlar içinde, Cennette istedikleri gibi ge­zerler. Onlar da şehidlerin ruhlarıdır. Fakat hepsinin değil. Çünkü, bâzıları borcundan veya başka bir sebepden dolayı Cennete girmek­ten alıkonulurlar.

Nasıl ki, Müsned) de Muhammed b. Abdullah b. Cahş (Ra-dıyallahû anh) ’dan rivayet edilmiş:

Bir adam Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘e gelip dedi ki:

(Yâ Resûlallah, öldürülsem, bana ne var?) ResuM Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem.) :

(Cennet) diye buyurdu. Sonra adam dönünce, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(Borç müstesna.. Biraz önce Cebrail bana bunu gizliden bil­dirdi,) diye buyurdu.

Bâzı ruhlar, cennet kapısında olurlar. İbn Abbâs’uı hadisinde geçtiği gibi.

Bazıları da kabirde ateş içinde mahpus kalır.

Bâzıları da yerde kalır, yüksek makamlara çıkamaz. Çünkü süf­li bir ruh imiş. Ve arzî süfli ruhlar, semavi ruhlarla bir araya gele­mez. Tıpkı dünyada bir araya gelemedikleri gibi.

Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra, benzer arkadaşlarına ve yap­tığı amellere kavuşur. Çünkü, insan sevdiği ile beraber olur.

Bâzı ruhlar da, zânilere mahsus bir tandırda olur.. Bâzıları da kandan bir nehir içinde olurlar. Demek, iyi ve kötü ruhlar’için yal­nız tek bir yer var değildir. Hepsinin, de yer ve makamlarının değişikliğine göre, kabirlerdeki cesedleriyle ilişkileri vardır. Ki hak et­tiği azap ve nimeti görsün. (İbn-i Rayyim’in sözü bitti.)

Ben diyorum ki; İmam Ahme’din (Zühd) de rivayet ettiği şu ge­len nakil, İbn Kayyim’in bu anlattığını yani ruh ve cesedin nimet ve azapta ortak olduklarını teyid etmektedir. Şöyle ki:

İmam Ahmed, Vehb b. Münebbih’den rivayet ettiğine göre, Hizkil (aleyhi’s-selâm) şöyle demiştir:

Bir melek bana geldi,, beni yüklendi, bir araziye bıraktı. Orası bir savaş meydanı idi. Orada binlerce ölü vardı. Etleri çürümüş, ke­mikleri birbirini bırakmıştı. Ben onları-çağırdım. Her kemik, bulun­duğu ekleme geldi. Sonra üzerlerine et bitti. Sonra, cilt geçirildi. Ben de bakıyordum. Bana denildi ki:

Ruhlarını çağır. Ben çağırdım, baktım, her bir ruh cesedine git­ti. Ben ne durumda idiniz? dedim. Onlar:

Biz’ölüp hayat bizden ayrıldığında, karşımıza Mîkail isminde bir melek çıktı, bize, amellerinizi getirin, ücretlerinizi alınız, size, sizden öncekilere ve sizden sonrakilere yaptığımız ve yapacağımız kanun budur, dedi.

Sonra amellerimize baktı, gördü ki; biz putlara tapıyörmuşuz. Bunun üzerine, cesedlerimize kurtları musallat etti. Ruhlarımız, elem çekmeye başladı. Ruhlarımıza gam ve kederi musallat etti, cesedle-rimiz elem çekmeye başladı; İşte biz, şimdiye kadar, böyle azap çe­kiyorduk.

Kurtubi dedi:

Hadisler, gösteriyor ki, Cennete girecekler, yalnız şehidlerin ruh­larıdır. Yani ruh olarak başka ruhlar girmez. Ka’b hadisi ve benzeri hadisler, şehidler’e yorumlanır.

Ama diğer ruhlar ise, bazen gökte olur, Cennette değil. Bazen de kabirlerinin avlusunda olurlar.

Bir rivayete göre, onlar, aleddevam, her Cuma kabirlerine ge­lirler.

İbn Arafei jledi ki;

Ceride hadisinden anlaşılır ki, ruhlar, kabirlerinde azap ve ni­met görürler.

Sonra, Kurtubi, dedi ki: Diğer ölülerden başka bazı şehidlerin ruhları da cennetin dışında kalır, Nitekim İbn Abbas’ın hadisinde;

(Şehidlerin ruhları, Cennet kapısmda geniş parlak bir nehir üze-öndedirler. Üzerlerinde borç gibi insanların hakkı kaldığından Cen­nete giremiyorlar) denilmektedir.

Ebû Musa (radıyallahü anh) rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Büyük günahlardan sonra, insanın karşılaşacağı en büyük gü­nah, Allah’ın yasakladığı şu günahtır ki, kişi borçlu iken borcunun ödenmesi için bir çareye başvurmadan ölmesidir.

Ebû Davud da bunu rivayet etmiştir:

Kurtubi demiş ki:

Bâzı âlimler bütün mü’minlerin ruhları Cennet ül-Me’vada ol: dükları görüşündedirler. Me’va sığınak demektir. Ruhlar oraya sı­ğındığı için, ona Cennet’ül Me’va denilmiş. Bu Cennet Arş’ın altın­dadır. Ruhlar onun nimetleriyle nimetlenir, kokusundan istifade eder­ler.

Fakat birinci görüş daha sahihtir.

Hafız İbn Hacer, (Fetâva) adlı kitabında şöyle demiştir:

Mü’minlerin ruhları, illiyinde (en yüksek makamda) olurlar. Kâfirlerin ruhları da siccinde (en aşağı bir yerde) olurlar. Her ruh, manevi bir şekilde, cesediyle ilişki içindedir. Bu ilişki, dünyada ruh ve beden ilişkisine benzemez. Daha fazla rüyadaki ilişkiye benzer, belki ondan daha: kuvvetli bir ilişkidir.

Demiş ki, bu yorumla, ruhların gökte veya yerin dibinde veya kabirlerinin avlularında olduğu hakkında gelen üç ayrı rivayet bir­leştirilmiş olur.

Ve bununla beraber, ruhlar için, tasarruf ve kabrine gidip gel­me izni vardır.

Kabir değiştirilse veya vücut parçalan dağılsa, da mezkur ruh –

kabir ilişkisi devam eder. İbn Hacer’in sözü bitti.

Ben de diyorum ki İbn Asakir’in İbn îshak yoluyla rivayet ettiği şu hadis, nıü’min ruhların illiyinde en yüksek makamda ol­duğunu teyid etmektedir:

Hüseyin b. Ubeydulîah, İbn Abbâs (radıyallahü anh’dan ri­vayet ettiğine göre Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Ca­fer (radıyallahü anh) şehid edilişinden sonra, şöyle buyurdu:

Bu gece, Ca’fer, bir gurup melek peşinde giderken yanımdan geçti. İki kanadı vardı. Kanadının tüyleri, kana bulanmıştı. Yemende Bişe namındaki bir şehre gidiyordular.

İbn Adi, Ali b. Ebû Tâlib hadisinden rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

(Bir gurup melek arkadaşlariyle Cafer’i gördüm. Bişe halkını yağmurla müjdeliyordular.)

Hâkim, İbn Abbas, radıyallahü anhüma’dan; şöyle demiştir:

Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) oturuyordu. Esma binti Amis de yakınında idi, birden bir selamı iade etti. Ve şöyle dedi:

Yâ Esma! Cafer, Cibril ve Mikail ile beraber yanımızdan ge­çip bize selâm verdiler. Ve Cafer dedi kij

Ben filan gün, müşriklerle çarpıştım. Cesedimde önümden, yet­miş üç darbe yedim. Sonra sancağı sağ elimle tuttum, elim vuru­lup kesildi. Sonra, sol elimle tuttum, o da kesildi. İşte, bunlara bedel Cenab-ı Hakk, bana iki kanat verdi. Cibril ve Mikail ile uçuyorum. Cennette istediğim yere konuyorum. Meyvelerinden istediğimi yiyo­rum.

Bunun üzerine Esma (radıyallahü anhâ) (Cafer’e afiyet olsun. Allah ona ne nimeti rızık vermişse… Fakat korkarını, insanlar buna ulanmazlar, minbere çık, halka bunu anlat,) deyince Resul-i Ekrem

(sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı, hamdü sena getirdik­ten sonra (Cafer b. Ebû Tâlib Cibril ve Mikail ile beraber geçti. Allah, ellerine bedel ona iki kanat vermişti. Bana selam verdi) bu­yurduktan sonra Cafer (radıyallahü anh) ‘ın ona haber verdikleri­ni anlatı.

Kurtubi, Ka’b’m (müminin ruhu bir kuştur.) hadisi hakkın şöyle demiştir:

Müminin ruhu kuş şeklinde olur, yoksa, onun içine girer ve o zarf olur demek değildir.

İbn Mace’nin İbn Mes’ud’dah rivayetinde; (Şehidlerin ruh: rı Allah katında, yeşil kuşlar gibidir) denmektedir,

İbn Abbâs’m rivayetinde (yeşil kuşların içinde gezer) ifadesi vardır.

İbn Ömer’in ibaresinde, (Ak kuşlar şeklindedirler) diye geç­mektedir.

Ka’b’m rivayetinde de (Şehidlerin ruhları y2şil kuşlardır) ifa­desi geçmektedir.

Kurtubi demiş ki, bütün bu rivayetler, (yeşil kuşların karmla-rındadırlar) rivayetinden daha sahihtir.

Kabîsi’de; Âlimler, (Yeşil kuşların içindedirler) rivayetini mün-ker görmüşler. Çünkü o zaman, ruhlar, mahpus kalmış olurlar, de­miş. Ve şöylece ona cevap verilmiştir:

Rivayet, sabittir. Tevil edilmesinin ihtimali var ki, (içinden) maksat, (üzerinde) olsun. O takdirde mâna şöyle olur: Şehidlerin ruhları yeşil kuşlar üzerindedirler. Ayet-i Kerimede, Sizi hurma dallarında asacağım) (12)  ifadesinin dalların üzerinde asacağım ma­nasında geldiği gibi.

Diğerleri de demiş ki, bu rivayeti, hakiki mânâsında almaya hiç bir mâni yoktur. Çünkü Allah, kuşun içini fezadan daha geniş kılabilir.

İbn Dihye, (Tenvir) de;

(Bâzı mütekellimlerin bu rivayet münkerdir) (belli değil) de­diklerini) yazmıştır. Demişler ki iki ruh bir cesed de olamaz. Ve bu muhaldir.

Onların bu sözleri hakikatleri bilmemektir. Sabit olan sünnet ve icma’a itirazdır. Çünkü hadisin mânâsı açıktır: Şehidin ruhu dün­yadaki cesedden çıktığında, kuş suretinde olan başka bir cesede gi­rer. Kıyamette cesedine dönünceye kadar. Berzah âleminde bu şe­kilde kalır.

Esas muhal olan, iki hayatın bir cisimde olmasıdır. Ama iki ru­hun, bir cesed de olması, muhal değildir. Çünkü, iki cisim içice gi­rer diye bir şey iddia etmedik. İşte cenin ana kanundadır. Ve ruhu, anasının ruhundan ayrı bir ruhtur. Bunu misâl verirken kuşu şehi­din ruhudan başka bir ruhu var kabul edildiği takdirde deriz. Hal­buki, (yeşil kuşların içindedir) hadisinden, yeşil kuşlar şeklindedir, mânâsını gayet kolay anlayabiliriz. (İnsan suretinde bir melek gör­düm) ifâdesi gibi Üstad İzzeddin İbn Abdüsselâm, Emâlisi’nde;

(Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayınız, onlar diridirler. Allah katında rıziklamrlar.) (13)  mealindeki âyet-i kerime hakkında şöyle bir soru açıyor:

Eğer denilse bütün ölüler de böyledirler, neden, şehidler tah­sis edilmiş.

El-cevap: Bütün ölüler böyle değildir. Bir kısmı cesedden çıkartıhr. Mücerret kalır. Normal ölüler gibi. Bir kismj da bu cesed­den çıkar, yeşil kuşların içine girer, şehidler gibi…

Ka’b’m rivayet ettiği, (Mü’minin ruhu yeşil kuş olur) hadisin-deki umumilik şehidlere mahsustur.

Bütün bunlar gösteriyor ki, ruhlar cesedden ayrılır. Görür ve işitir. Yoksa, kabir azabı ve nimeti ve kabre selam verme hakkın­da varit oîan hadislerin bir mânâsı kalmaz, (Üstad îzzeddin’in sözü bitti.)

İşte, o da, şehid ruhlarının kuşlar cevfinde olduğu görüşünde­dir. Yani (kuşlar şeklinde olurlar) görüşünü kabul etmiyor. İbn Ömer (radıyallahü anhüma) ‘dan rivayet edilen şu hadis de bunu te-yid etmektedir: (Onlar başka bir cesede girerler.)

Bu hadisin senedi, mevkuf (14) ise de merfu (15)  hükmündedir. Çünkü böyle şeyler şahsi bir görüş olarak söylenilmez ve! daha ön­ce bunu teyid eden merfu bir rivayeti gördün.

Hennad b. Sirri (Zühd) kitabında, İbn İshak yoluyla îshak b. Abdullah b. Ebu Ferve’den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Bir ehl-i ilim bize rivayet etti ki: Resûhıîlah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Şehidler üç guruptur: Allah, katında derecesi en düşük olan o adam ki, malını, canını ortaya kor, Ölmek ve öldürülmek istemez­ken, ona bir ok isabet eder, ondan akan ilk kan damlasiyle, Allah onun bütün günahlarını afv eder. Sonra, Allah gökten bir cesed in­dirir, ruhunu içine kor. Sonra Allah’ın huzuruna kaldırılır. Hangi gökten geçerse, melekler onu teşci ederler. Ta Allah’ın huzuruna va­rır. Vardığında hemen secdeye kapılır. Sonra, ona atlas kumaşdan yetmiş hülle giydirin diye emir verilir. Sonra, onu diğer şehid kar­deşlerinin yanma götürün, denilir. Onların yanına getirilir. Onlar, Cennetin kapısında yeşil bir kubbe altındadırlar. Onlara rızıkları Cennetten gelir.

Kabir,

O şehidlerin yanma vardığında, siz memleketinizden gelen mi­safirden sorduğunuz gibi filan kişi ne yaptı diye sorarlar. O, iflâs etti) der.

Onlar:

O ne yaptı ki? O iyi bir tüccardı. Biz, sizin müflis saydığınızı müf­lis saymıyoruz. Esas müflis amelce müflis olandır, derler.

Sonra filan kişi filan hanımına ne yaptı, diye sorarlar.

Onu boşadı, der.

Onlar:

Aralarında ne geçti ki, onu çok seviyordu, derler.

Onlar:

Filan neaptı, derler.

O:

O bendi Onlar:

Yok önce öldü, der.

(Demek helak oldu, biz onun öldüğünü işitmedik. Allah’ın iki yolu vardır. Biri yanımızdan geçer, diğeri de onun zıt istikametinde gider. Allah bir kula iyilik dilerse, onu yanımızdan geçirir, ne za­man öldüğünü biliriz. Bir kula da şer dilerse, onu başka tarafa gö­türür, onun haberini işitmeyiz, derler.

İbn Mende, Abdurrahman b. Zeyyad b. En’am tarikiyle, Hay-yam b. Cebele’den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Bana ulaştı ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöy­le buyurmuştur:

Şehit düşenlere Cenâb-ı Hakk en güzel bir cesed indirir, ruhu­na (içine gir) der. Evvelki cesedine bakar, Halk’ın yaptıklarını gö­rür, ordakilerle konuşur. Onların işittiğini sanır. Ve onların gördü­ğünü sandığmdan onlara bakar. En sonunda, onun huri’l-in olan ha­nımları gelir, onu alır götürürler.

İfsâh sahibi dedi ki”Nimet gören ruhlar çeşit çeşittir. Bâzıları cennet ağaçlarına kal nan bir kuştur. Bazıları da yeşil kuşların havsalasında olur. Bazılar Arş altında kandiller içinde barınırlar. Bazıları da, ak kuşların havsalasında olur. Bazıları başka bir çeşit kuşların havsalasında olurf Bazıları, Cennetlik şekiller içinde olurlar. Bazıları da amellerinden yaratılan bir şekil içinde olur. Bazıları gezer ve döner, cesedini ziyaret eder. Bazıları da ölenlerin ruhlarını karşılamakla görevlidir.

Bunlardan, başkaları da, bir kısmı Mikaü’in kefaletinde olur. Bil kısmı Âdem’in kefaletinde olur. Bir kısmı da Hazret-i İbrahim’in kefa­letinde olur.

Kurtubi dedi ki, bu güzel bir görüştür. Bütün rivayetleri bir­leştirir.

Ben diyorum ki, Beyhaki ve İbn Merdeveyh’in Ebû Said-i Hud-ri’den rivayet ettikleri Miraç hadisi de bunu teyid etmektedir. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(…Sonra, ikinci göğe çıktım, Yahya ile İsa ve milletlerinden bir gurubu gördüm. Sonra üçüncü göğe çıktım. Yûsuf ve milletinden bir gurubu gördüm. Sonra dördüncü göğe çıktım. İdris ve milletin­den bir gurubu gördüm. Beşinci göğe çıktım, Harun ve milletinden bir gurubu gördüm. Altıncı göğe çıktım, Musa ve milletinden bir gu­rubu gördüm. Yedinci göğe çıktım, İbrahim ve mîlletinden bir gu­rubu gördüm. Bana denildi ki, burası senin ve ümmetinin yeridir.) diye buyurdu. Sonra şu mealdeki âyeti okudu:

İbrahime en lâyık olanlar, onun tabileri, bu peygamber ve ona imân edenlerdir. (16)

Sonra ümmetimi iki fırka halinde gördüm. Bir fırkanın üzerin­de kağıt gibi ak elbiseler vardı. Bir fırkanın da üzerinde çamurdan elbiseler vardı, diye buyurdu ve hadisin tamamını anlattı.

İşte bu hadis gösteriyor ki, ruhların mertebeleri değişiktir her bir semada bir millet vardır.

Hakîm-i Tirmizi dedi ki, ruhlar Berzah âlem’inde gezerler, dün-yadakilerin ve göktekilerin hâllerini seyrederler. Gökte insanların durumlarım konuşurlar. Bâzı ruhlar da Arşın altındadır, bâzı ruh­lar da Cennete uçar, dünyada Allah’a yaptığı ibâdet gücüne göre onda gezer.

Beyhaki de, bunun bir benzerini, (Azâbü’l-Kabir) kitabında İbn Mesûd ve İbn Abbas’m (radıyallahü anhüm) hadislerini zikret­tiğinde bu hadisin bir benzerini zikretmiştir.

Sonra, Buhari’nin, Berra’ (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiği hadisi zikretmiş:

Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘m oğlu İbrahim öldüğünde, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(Onun Cennette bir emzireni vardır) diye buyurdu.

Sonra, Beyhaki, (işte İbrahim, Medine mezarlığı olan Baki’de medfun olduğu halde, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) onun Cennet’de emzirildiğini buyurmuştur,) diye istidlal etmiştir.

İbn Kayyim, demiş ki:

(Ruhlar Cennet kuşları olurlar, meyvesinden yerler hadisi, (on­lara kabirlerinde Cennetteki yerleri gösterilir) hadisi arasında zıt-lıkj yoktur.

Ruh, Cennet nehirlerine girer. Onun meyvesinden yer, aynı za­manda onun Cennetteki yeri ona gösterilir. Çünkü Cennete hakiki olarak girmek, ancak haşir gününde olur.

Bunun bir delili de şudur:

Şehidlerin ruhlarının Berzah Âleminde barındıkları yerler, on­ların hakiki makamları değildir.

Demek hakiki olarak Cennete girmek ruh ve cesede sahip insa­na müyesser olur. Ruhun yalnız olarak girmesi ise bundan ayrı ve geride bir şeydir.

Nesefi’nin (Bahrü’l-Kelâm) ında şöyle denilmiştir: Ruhlar dört guruptur:

Peygamberlerin ruhları ki, cesedinden çıkar, misk ve kâfur gibi güzel kokulu cesedinin şekline girer. Cennette olur. Yer içer fayda­lanır, geceleyin de Arşa asılı kandillerin içine barınır.

Şehidlerin ruhları ki, cesedlerinden çıkar, Cennette yeşil kuşlar içinde olurlar, yer, içe,r, faydalanır ve geceleyin Arşa asılı kandiller­im içinde olur.

Müminlerden ehl-i itaat olan ruhlar ki, Cennet etrafında olular. Yemez, içmez, faydalanmazlar, fakat Cennete bakmakla istifa­de ederler.

Mü’minlerden ehl-i isyan ruhları ise gökte ve yerde havada olur­lar.

Kâfirlerin ruhları ise onlar, Siccinde yerin yedinci katının df-binde siyah kuşlar içindedirler. Cesedleriyle ilişkileri vardır. Güneş gökte iken ışığı yerde olduğu gibi…

Ruhları azap gördükçe cesedleri de elem çeker.

Hafız İbn Recep (Ahvalü’l-Kubûr) adlı kitabında şöyle di mistir:

Yedinci Bab, Berzah aleminde ruhların barındıkları yer konu­sundadır.

Peygamberler (aleyhi’s-selâm) ruhları hiç şüphesiz, Allah ka­tında Âlâ-yı ılliyyindedirler.

Sahih hadiste var ki, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ’m en son söylediği söz:

(Yâ Rabb Refiki Â’lâ isterim) (17)  sözüdür.

Bir adam, İbn Mesud’a Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etti. Şimdi nerdedir? diye sormuş. İbn Mesud, (O (aleyhi’s-selâm) Cennettedir) demiş.

Şehidlere gelince çoğu alimler, onların da Cennette oldukları gö­rüşündedirler. Bu konuda hadisler çoktur. Müslim’in İbn Mesûdtan, İmam Ahmed ve Ebû Davud’un İbn Abbâs radıyallahü anh’dan ve diğerlerinden rivayet ettikleri hadisler gibi…

Bu konuda geçen hadislerden başka, Ahmed, İbn Ebi’d- Dünya, Ebu Yala’nın Enes radıyallahü anh’dan rivayet ettikleri şu ha­distir: Enes dedi ki:

Güzel rüya, Resul-i Ekrem (aleyhi’s-selâm) ’in çok hoşuna gider­di. Buyruklarından birisi de, içinizde kimse rüya gördü mü sorusu idi. Tanımadığı bir adam, rüyayı gördüğünü anlatınca, onu soruş-tururdu. iyi bir insandır, dediklerinde rüya daha fazla hoşuna gi­derdi

Enes dedi ki, bir gün bir kadın geldi. (Yâ Resulûllah ben bir rüya gördüm. Sanki çıkıp Cennete girmişim. Bir düşüş sesini işit­tim. Cennet kapıları kapandı. Baktım filan ve falan vardır, dedi ve on iki kişiyi saydı ki, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) onları savaş için bir bölük olarak göndermişti..

Sonra devam etti i Onlar getirildiler, üzerlerinde kanlı elbise­ler vardı. Damarları kan akıyordu. Onları Beydah nehrine götürün, denildi. Götürüldüler. Onlan içine batırıp çıkardılar. Yüzleri dolun ay gibi parladı. Onlara altın sandalyeler getirildi. Üzerinde oturdu­lar. Altın tabak içinde onlara hurma takdim edildi. Canları istediği kadar yediler. Tabağı bir yönden öbür yöne çevirdikçe değişik mey­veler oluyor ve canları istediği kadar yiyordular. Ben de onlarla beraber yedim, dedi. Bir az sonra o bölükten haberci geldi. (Yâ Resulûllah şöyle şöyle oldu, filan ve filan on iki kişi isabet aldı) dedi. Resul-i Ekrem;

(Bana o hanımı çağırın) dedi. Hanım geldi, (bu adama rüyanı anlat) dedi. Rüyayı anlatınca adam (haberci) dedi ki;

(Evet onun gördüğü doğrudur. Filan ve filanlar isabet aldılar.)

Mücahid’den rivayet edildiğine göre, (Şehidler Cennette değiller, fakat ondan rızıklanırlar) demiştir

Adem b. lyas Mücahid’den: -Allah yolunda katledilenleri ölü sanmayınız) mealindeki âyet-i kerime hakkında rivayet ettiğine gö­re demiştir ki;

(Onlar Allah katında diridirler, Cennet yemişinden rızıklanır-lar, onun kokusunu alırlar, fakat Cennette değiller.)

İbn Abbas (radıyallahü anhüma) ‘dan rivayet edilen:

(Şehidler, Cennet kapısında ak bir nehir üzerindedirler) hadisi buna delildir. Çünkü, bu, gösteriyor ki nehir Cennetin dışındadır.

Buna şöyle cevap verilmiştir: Hadisin ravilerinden olan İbn îshak, aldatan birisidir, hadis olarak işittiğini de açık söylememiştir.

Belki de, bu hadis umum şehidler içindir, şehidlerin hasları ise Cennette Arşa asılı kandillerdedirler.

Veya belki de, hadiste sözedilen şehidden kasıt, manevi şehid-dir. Taunda, denizde, yangında ve karın ağrısıyla ölenler gibi ki, haklarında hadis varit olmuştur.

Veya hadisten kasıt delillerle iman edip imanın doğruluğuna şahit olanlardır. Çünkü, onlara da şehid denilir. Nasılki Ebu Hürey-re ve Berra (radıyallahü anhüma) ’dan şöyle rivayet edilmiştir:

Ebu Hüreyre:

(Her mümin sıddık ve şehiddir.) dedi.

(Ne diyorsun ya Eba Hüreyre) denilince, o:

(Şu âyeti okuyun) diye cevap verdi: (Allah’a ve RestŞüne iman edenler, Allah katında sıddık ve şehidlerin tâ kendileridir.(18)

Berrâ b. Âzip (radıyallahü anh’dan rivayet Resulûllah tsallallahü aleyhi ve sellem) :

(Ümmetimin müminleri şehidlerdir) diye buyurdu, sohra yılttar-daki âyeti okudu.

Şehidlerden başka teklif altında olmayan, diğer ehl edildiğine ima ve mümin çocuklarının cennette olduklarına dair nas vardır. İmam Ah­med bu konuda icma vardır, diye anlatmış. Cafer b. Muhammed, (Zahirde bunların Cennette oldukları konusunda ihtilaf yoktur) ve Meymuni’nin rivayeti izahında (bu konuda şüphe eden yoktur) de­miştir.

İmam Ahmed gibi, İmam Şafii de, onların Cennette olduklarını kesin olarak söylemiştir.

Selefden de, aynı görüş açık olarak nakledilmiştir.

Bununla beraber, bir gurup âlimler;

(Mümin çocuklarının umum olarak Cennette olacakları söyle­nebilir, fakat, fert fert olarak söylenemez) görüşündedirler.

Belki de bu görüş şuna dayanır:

Çocuk babasiyle ehl-i iman sayılır. Halbuki, babasının İmam üzere öldüğü kesin olarak söylenemez. Dolayısıyle onun mü’min ço­cuğu olduğu söylenemez. Demek, ayrı ayrı her bir çocuk için bir şey söylenemez.

Fakat, bu görüş hiç bir İmam müçtehitten açık olarak nakle-dilmemiştir. Onların sözlerinin genişliğinden alınan bir görüştür.

Halbuki İmamların çocuklar hakkındaki kasıtları müşrik ço­cuklarıdır. Hatta İmam Ahmed (Müşriklerin küçükleri, Cennet sey­yahlarıdır) mealindeki hadisi delil göstermiştir.

İmam Ahmed demiş ki; (Eğer, onun yüzünden ebeveyninin Cen-jçnete girmesi umuluyorsa, onun Cennete girmesinde nasıl şüphe edilir.)

Şehidlerden başka, teklif altında olan diğer ehl-i iman ise, es­kiden ve şimdi de, alimler onlar hakkında ihtilaf etmiş ve ediyorlar.

İmam Ahmed;

(Müminlerin ruhlarının Cennette, kâfirlerin ruhlarının Cehen­nemde olduğunu) kesin olarak söylemiştir. Ka’b b. Malik, ümm-ü Hâni. Ebü Hüreyre, ümm-ü Bişr Abdullah b. Amr Cradıyallahü ve benzerlerinden nakledilen hadisleri delil göstermiştir.

Hilal b. Yesâf’dan rivayet edilmiş ki, İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) Kâb’ten ayette geçen illiyin ve siccinin ne demek olduğu­nu sormuş. Kâb demiş ki

İlliyin, yedinci göktür, müminlerin ruhları ondadır. Siccin de yerin yedinci dip tabakasıdır. Kâfirlerin ruhları onda, İblisin tesiri altındadırlar.

Ve Cennetin yedinci göğün üstünde, Cehennemin ise yerin ye­dinci tabakasının altında olduğu kesin deliller Üe sabittir.)

Bu delillerden biri: Bezzar ve Taberani’nin Cabir, (radıyallahû anh) ’dan rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir:

Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ’den, Hazret-i Hatice (îia-dıyallahû anhâ) ’nın durumu soruldu. Buyurdu ki:

Onu Cennet nehirlerinden bir nehrin başında, içinde boş şey !ol-mayan, yorgunluk vermeyen, kamıştan bir evin içinde gördüm.

İkinci bir delil: Taberani’nin Fâtime (radıyallahü anhâ) ’dan ke­sik bir sened ile rivayet ettiği şu hadistir:

Fâtime Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘den (Ana­mız Hatice nerdedir?) diye sordu. Resul-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem)

(O içinde boş şey olmayan, yorgunluk vermeyen kamıştan bir ev içinde Meryem ve Firavunun hanımı Âsiye arasındadır) diye ce­vap verdi.

Fâtime:

(Bu bildiğimiz kamıştan mı?) diye sordu.

Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(Hayır, o inci ve yakutla dizilmiş bir kamıştır) diye cevap verdi.

Üçüncü bir delil: İmam Ahmed, Tirmizi İbn Mâce ve Ebû Davud Ebû Hüreyre radıyallahü anh’dan rivayet ettiklerine göre:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zina suçundan i’tiraf-ta bulunan el-Eslemeyi recm ettiğinde:

(Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, o şimdi Cennet nehirlerinde yüzüyordur) diye buyurdu.

Dördüncü bir delil: İmam Ahmed, Tirmizi ve İbn Mace’nin Sevbân (radıyallahü anh) ‘dan, o da Rasûlüllah‘dan rivayet ettiğine göre, buyurdu ki:

(Kimin ruhu cesedinden ayrılır da, üç şeyden beri ise o Cennete girer: Kibirden, hıyanetten ve borçtan…)

Bir gurup da (ruhlar yerdedir) demişler. Sonra ihtilafa düş­müşler.

Bir fırka demiş ki; Ruhlar kabirlerin avlularmdadırlar. İbn Vaddah, bu görüştedir. İbn Hazm de, hadiscüerin çoğundan bu görüşü nakletmiştir.

İbn Abdi’l-Bennân, (şehidlerîn ruhları Cennettedir, diğer ölü­lerin ruhları kabir aylularındadır, istedikleri gibi gezerler,) görüşü­nü tercih etmiştir. (Kabirlere selâm verme) ve (kabirde ölünün cen­net veya cehennemdeki yeri ona gösterilir) hadislerinden delil ge­tirmiştir.

Fakat, bu hadisler de, ruhların Cennette olmadığına dair bir delil yoktur. Çünkü, yerin gösterilmesi ruhla ilişkisi olan cesed için­dir, ruh cesedden ayrı olarak cennette olabilir.

Yine kabirdekilere selam verilmesinde, ruhların kabir avluların­da durduklarına dair bir delil yoktur. Çünkü peygamberlerin ve şe-hidlerin kabirlerine de selâm verilir. Halbuki, ruhları âla-yı illiyin-dedir. Fakat, hızlı bir şekilde cesedleriyle ilişkileri vardır. Bu iliş­kinin mahiyeti ve keyfiyetini, hakiki olarak ancak Allah bilir.

(Uyuyanın ruhu Arş’a çıkar ve cesedle ilişkisi vardır. Uyandı­ğında ona döner) mealinde rivayet ve hadisler buna delildir.

Uyuyan için bu ayrılış ve ilişki geçerli ise, bedenlerden sıyrıl­mış ölüler için tarik-i evla ile, geçerlidir. Onlar göğe çıkarlar ve ruh suretinde kabirlerine dönerler.

Bir fırka da demiş ki: Ruhlar arzm bir yerinde toplanırlar, mü’-minlerin ruhları Câbiye’de, bir rivayette Zemzem kuyusunda top­lanır. Kâfirlerin ruhları da Bürhût vadisinde toplanırlar. Hanbeli’lerden Kadı Ebu Ya’la el-Mutemed kitabında bunu tercih etmiştir. Bu, İmam Ahmed’in, (Kâfirlerin ruhları Cehennemdedir) sözüne mu­haliftir. Belki de, Bürhût vadisi, altından Cehennemle bir ilgisi var­dır. Nasıl ki, (Denizin altı Cehennemdir) diye rivayet edilmiştir(19)

Ebû Ömer, Ahmed b. Muhammed en-Nisâburî’nin el-Hikâyet kitabında şöyle denilmiştir:

Ebû Bekir Muhammed b. îsa el-Tarsusi, Hâmid b. Yahya b. Süleyman’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Mekke’de, yanımızda Horasanlı bir adam vardı. Emânetleri tes­lim alıp sonra geri veriyordu. Bir gün bir adam on b. dinarı ona teslim etti ve kayboldu. Horasanlı adam da sekerata yaklaştı. Emâ-i neti teslim etmek için çocuklarından hiç birisine güvenemedi. Evi­nin bir tarafında o paraları sakladı ve öldü. Sonra adam dönünce onun çocuklarından dirhemleri sordu. Biz bilmiyoruz, dediler. Mek­ke’nin âlimlerinden sordular —ki Mekke’de hayli âlim vardı o za­man Biz o adamı Cennetlik biliyoruz ve bize geldiği kadariyle Cennet ehlinin ruhları Zemzem kuyusundadırlar. Gecenin üçte biri veya yarısı geçince git kenarında dur. Sonra onu çağır, umulur kî sana cevap verir. Eğer cevap verirse, malının nerde olduğunu sor. Adam birinci, ikinci ve üçüncü gecelerinde, üçer sefer, aynı vakitte çağırdı <ve bir cevap alamadı.

Adam, âlimlerin yanına geldi. Ne yaptığını anlatınca, âlimler, (İnnâ lillah ve inna ileyhi râciun) . Demek arkadaşımız cehennemlik imiş, dediler ve şöyle tavsiyede bulundular

(Yemen’e git, orda Bürhût isminde bir vadi var, onda bir ku­yu var. Kuyunun adı Bermuttur. Cehennemliklerin ruhları ordadır. Kenarına git, Zemzem “kuyusunda çağırdığın aynı vakitte onu ça­ğır.) Adam gitti, tavsiyeyi uyguladı ve ilk çağrıda cevap aldı.

Hikâyenin bakiyesi kitaptan düşmüş idi.

Safvân b. Arar, Ebu’l-Yeman Âmir b. Abdullah’dan mümin ruhların birleştiği bir yer var mı? diye sormuş. Âmir demiş ki;

Allah’ın (yer’e salih kullarım varis olacaklar) diye söz ettiği yer, ruhların toplandığı yerdir. Ruhlar haşre kadar orda dururlar.)

İbn Mende bunu rivayet etmiştir. Fakat cidden garip bir riva­yettir. Âyeti bununla tefsir etmek daha da gariptir.

İbn ldemiştir: Abdullah b. Havşab’dan rivayet ettiğine göre şöyle

Amir (radıyallahü anhüma) Übeyy b. Ka’b’a Cennetlik ruhlar ile cehennemlik ruhların görüştükleri yeri mek­tupla sordu. Ka’b dedi ki:

Cennetlik ruhlar, Cabiye’dedirler. Kâfirlerin ruhları da Hadre-mut’ta, Bürhüt vadisindedirler.

Sahabeden bir gurup demiş ki, (ruhlar Allah katandadırlar.) Bu görüş, sahih larak, İbn Ömer (radıyallahü anh) ’dan da rivayet edilmiştir.

İbn Mende, Şa’bi tarikiyle, Huzeyfe (radıyallahü anh) ‘dan ri­vayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Ruhlar, Rahman olan Allah’ın yanında duruyorlar. Cesedlerine üfürülecek vadeyi bekliyorlar.

Bu rivayet, ruhların ayrı ayrı yerlerde olduğuna dair olan riva­yetlere münafi değildir.

Bir gurup da demişler ki: insanların ruhları Adem Babalarının sağında ve solundadırlar. Sahih rivayete göre Miraç hadisinde şöy­le denilmiştir:

Açılınca göğün üzerine çıktık, baktık bir adam sağında solun­da, şahıslar var; sağına baktığında gülüyor. Soluna baktığında ağlı­yor. Cibril’e (kimdir bu?) diye sordum. (Adem’dir, sağ ve solundaki şahıslar da onun zürriyetidir) dedi. Sağdakiler Cennetliktir. Soldakiler de Cehennemliktir. Sağma baktığında gülüyor, soluna baktığın­da ağlıyor..

Bu hadisin lafzının zahirine göre, kâfirlerin ruhlarının da gökte olduğu anlaşılır. Bu ise, (Gök kâfirlerin ruhları için açılmaz) mea­lindeki âyet ve hadîse zıttır.’

Bâzı rivayetlerde, bu zorluğu giderecek ibare vardır. Rivayet şöy­ledir:

Âdem oğullarının ruhları ona arz edilir. Ruh mümin ise, ne gü­zel ruh! Onu alayı illiyine çıkarın, der. Kâfir ise ne çirkin ruh, onu yerin dibine götürün, der­işte bundan anlaşılır ki, zürriyetinin ruhları dünya semasın­da ona arzedilir. Yerlerine yerleştirmek için emir verir. Demek ruh­ların kaldığı yer, dünya seması değildir.

İbn Hazm iddia etti ki, Cenâb-ı Hak cesedlerden önce bütün ruhları birden yaratmış. Ve onları, madde dünyasının ötesinde bir Berzah’da yerleştirmiş.

Cesedleri yarattığında, ruhları o berzah âleminden alıp cesede yerleştiriyor. Sonra ölümde yine o âleme yerleştiriyor. Peygamber­ler ve şehidlerin ruhları ise Cennette olurlar.

Bu görüş başka hiç bir müslümandan anlatılmamış ve müslü-manlarm sözüne de benzemiyor. Bu ancak felsefeciler sözlerinin cin­sinden bir sözdür.

Bir gurup mütekelliminden nakledilmiş ki, ruhlar, cesedlerin ölmesiyle ölürler. Bu görüş mutezileye nisbet edilmiştir. Endülüs fa-kihlerinden bir cemâat de ayni şeyi söylemişlerdir. Eskilerinden, Abdul-Ala b. Vehb b. Muhammed b. Arar b. Lübabe; yenilerin­den de Süheyli ve Ebû Bekir b. Arabî gibi zatlar da bu görüştedirler.

Fakat Cumhuru ulemâ şiddetle bu görüşe karşı çıkmıştır. Hat­ta Sahnun b. Said ve diğerleri demiş ki, bu bid’atcüarm sözüdür. Ölümden sonra, ruhların baki kaldığını gösteren çok nass (kesin ifade) ler bunu reddeder ve çürütürler.

Şehidlerin ve ruhları Cennet’de olan diğer müminlerin hayata lan arasında iki yönden fark yardır:

Biri: Şehidlerin ruhları için, kuş şeklinde cesedler yaratılır, kur­sağına yerleşirler ki, o kuşun organlariyle soyut ruhtan daha fazla ve daha mükemmel nimetlensinler. Çünkü, şehidler, cesedlerini Al­lah yolunda feda etmişler. Buna mukabil Berzahta onlara bu cesed ler verilmiştir.

İkinci fark; Şehidler Cennetten rızıklamrlar. Halbuki diğer ölü­ler hakkında böyle kesin bir ifade yoktur. Her ne kadar, onlar cen­net ağaçlarına konurlar diye rivayet varsa da bunun iki manası vardır. Bu konmak yemek manasında geldiği gibi normal konmak manasında da olabilir. Alâ külli hâl, yemekte, nimet ve istifadede şehidler derecesinde değiller. Allah gaybi daha iyi bilir.

Amma İbn Sinninin, İbn Mes’ud radıyallahü anh’den riva­yet ettiği:

(Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabristana girdiğinde ey fani ruhlar! Ey çürümüş cesedler! Ey yıpranmış kemikler! Ey dünyadan mümin olarak çıkanlar! Yâ Rabbi bunlara kendinden bir ruh kat, bizden de selâm ver) hadisi ise, senedinin zayıflığıyle be­raber (fani ruhlardan murad cesedlerden çıkmış ruhlar) diye te­vil edilir. (20)

Faydalı Bir Mesele

İbn Kayyim, dedi ki: Ruh için dört durak vardır. Her bir evvelkisinden daha büyüktür.

Birincisi, ana karnıdır. Bu sıkıntı, muhasara ve içice üç karan­lığın hakim olduğu bir yerdir.

ikincisi, içinde doğduğu, alıştığı, iyilik ve kötülüğü kazandığı bu dünyadır.

Üçüncüsü, Berzah Alemidir. O bu dünyadan daha geniş ve da­ha büyüktür. Dünya ana karnından ne kadar büyük ise o bu dün­yadan o kadar büyüktür.

Dördüncüsü, ondan sonra, durak olmayan âhiret âlemi, cen­net veya cehennemdir.

Bu durakların herbirinin hükmü ve gereği öbürünün hükümdre gereğinden değişiktir.

Ben diyorum ki, onun üçüncü durak hakkında naklettiğinige-yid eden şöyle bir rivayet vardır:

İbn Ebi’d- Dünya, Süleym b. Âmir el-Cübbâ’inin mürsel ha­disinden merfûan şöyle rivayet etmiştir:

Müminin dünyadaki durumu, ana karnındaki ceninin durumu gibidir. Çıktığı ışığı gördüğü ve süt emmeye başladığında ana kar­nına dönmek istemediği gibi, mümin de ölümden korkar, fakat Rab-binin huzuruna vardığında bir daha dünyaya dönmek istemez.

Yine İbn Ebi’d- Dünya, Amr b. Dinar’ın mürsel hadisinden şöyle rivayet etmiştir:

Bir adam öldü, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu­yurdu ki, bu adam dünyadan göç etti. Eğer durumumdan memnun ise dünyaya dönmek istemez, tıpkı herhangi birinizin ana karnına dönmek istemediği gibi…

Hakim-i Tirmizi,’Nevadirü’l-Usûl’de, Enes (Râdıyallahû anh) ‘-dan rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben müminin dünyadan çıkışını ancak, çocuğun ana karnın­dan çıkmasına benzetiyorum. O sıkıntı ve karanlıktan dünyanın fe­rahına çıktığı gibi mümin de dünyanın sıkıntı ve cefasından cen­netin ferah ve, safasına çıkar. (21)

Faydalı Bir Mesele

Yafü, (Kifâyetü’l-Mütekid) de, üstad Amr b. el-Farid’den lan-latüğına göre şöyle demiştir:

Veli bir adamın cenazesinde bulundum, namazını kıldığımızda hava yeşil kuşlarla doldu. Büyük bir kuş geldi, onu yuttu. Sonra uçtu. Ben bundan hayrette kaldım. Havadan inip namazda hazır bulunan bir adam bana dedi ki:

Hayrette kalma, çünkü şehidi erin ruhları yeşil kuşların kursa­ğında olurlar. Cennet meyvesinden yerler. Bunlar kılıç şehidleridir. Muhabbet şehidleri ise, cesedleri ruhlaşır.

Ben diyorum ki, bu, İbn Ebi’d- Dünya’nın ölüm konusunda Zeyd b. Eslem’den rivayet ettiği şu hadiseye benzer:

Demiştir ki: İsrailoğullan içinde mağarada inzivaya çekilmiş bir adam vardı. Kıtlık olduğunda muasırları ondan yardım istiyor-dular. Onlar için dua ederdi. Allah onlara yağmur yağdırırdı. Sonra öldü, kefenine koydular ve onlar o durumda iken, gök tarafından bir tahtın uçtuğunu gördüler. Tâ cenazenin yanma geldi. Bir adam kalk­tı, cenazeyi tahtın üzerine koydu. Birden taht yükseldi, millet de ona bakıyordu. Sonra onlardan kayboldu. Ve Cennete götürüldü. etmektedir

Maûne kuyusu savaşında katledilenler içinde Amir b. Fuheyr de vardı.

Amr b. Umeyye ed-Damri de esir düşmüştü. Âmir b. Tufeyl ona (sen arkadaşlarından kimseyi tanıyor musun?) dedi.

O:

(Evet,) dedi. Sonra ölülerin arasında gezindiler, ondan onların asıllarını soruyordu. Bulamadığı kimse var mı diye söyledi. Bin Ümeyye:

(Evet, Ebû Bekr’in kölesi Amir b. Füheyri göremiyorum.)

Bin Tufeyl:

(îçinizde nasıldı o?)

Bin Ümeyye:

(En faziletlimiz o idi.)

Bin Tufeyl:

Onun durumunu sana bildireyim. Şu adam, okla ona vurdu. Sonra oku çıkardığında gözümden kayboldu. Onu öldüren adam da Kilâb kabilesinden, Cebbar b. Sülemi isminde birisiydi. Dahhâk b. Kilabi’nin yanına geldi, müslüman oldu ve kendisini İslam’a geti­ren şeyin Amir b. Füheyr’in ölümündeki gördüğü harikalık oldu­ğunu söyledi.

Bunun üzerine, Dahhak, Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) e onun müslüman olduğunu ve Âmir b. Füheyr’in ölümün-dekı harikalığı ve göğe çıkarılmasını gördüğünü yazdı. Resûl-i Ek­rem şöyle buyurdu:

(Melekler cesedini örttüler ve onu illiyine (en yüce makama) bıraktılar.)

Beyhaki, başka bir yönden şu ibare ile bunu nakletmiştir:

(Amir b. Tufeyl dedi ki; onu öldürdükten sonra göğe yüksel­diğini gördüm. Ben onun yerden ne kadar yükseldiğine bakıyordum.)

Sonra Beyhaki, (Buhari, bunu sahihinde rivayet, etmiştir.) ve hadisin sonunda (yükseldikten sonra yere indirildi ve kayboldu, kay­dım nakletmiştir) dedi.

Biz de, Musa b. Ükbe’nin bu kıssa hakkındaki mağazişi bahsinde bunu rivayet ettik.

Urve b. Zübeyr dedi ki:

(Âmr’in cesedi bulunmadı. Rivayet ettiklerine göre melekler onu defnetmişler.)

İbn Sa’-d, Hâkim el-kebir’de Urve yoluyla Âişe radıyallahü anhâa’dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

(Âmir b. Füheyr göğe çıkartıldı. Cesedi bulunmadı. Derler ki, melekler onu defnetmişler.)

Ben diyorum ki, zahire göre meleklerin defnetmesinden gaye, meleklerin gökte gizlemesidir. Nasıl ki birinci rivayette, (Onu giz­leyip âla-yı illiyine bıraktılar) denilmiş

İmam Ahmed, Ebû Nuaym, Beyhaki, Amr b. Ümeyye ed-Öam-ri’den rivayet ettikleri şu hadis de buna benziyor:

(Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Ed-Demri’yi ca­sus olarak, yalnız göndermişti. Dedi ki;

Hüdeyb tepesine geldim, üstüne çıktım. Fakat, casuslardan kor­kuyordum. Hubeyb’i bıraktım, yere düştü, ben de atladım, biraz uzağa düştüm, döndüm. Hubeyb’i göremedim, sanki, yer onu yut­muştu.)

Şimdiye kadar, hiç kimse Hübeyb’in izini bulamadı.

Demek Hübeyb b. Adi de meleklerin gizlediği birisidir. Yaonu göğe çıkarmışlar ki hadisin zahirinden anlaşılan odur. Veya yerde defnetmişlerdir.

Ebû Nuaym, kesin olarak onun göğe çıkartıldığını söylemiştir. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ’in mucizelerini diğer peygamberlerin mucizeleriyle karşılaştırırken:

Eğer denilse İsa (aleyhi’s-selâm) göğe çıkartıldı.

Biz de deriz ki, Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) üm­metinden bir gurub da göğe çıkartılmıştır. Bu daha aciptir, demiş. Sonra Amir b. Füheyr, Hubeyb b. Adi, Ala b. Hadram’m kıssa­larını zikretmiş.

Göğe çıkarılma hadisesini takviye eden bir rivayette Nesâi, Bey-haki ve Taberanrnin rivayet ettikleri şu hadistir:

Uhud savaşında Talha’nın parmakları isabet aldı. (Ah!) dedi. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :

(Eğer, Bismillah deseydin, melekler milletin gözü önünde seni göğe çıkartıp gizlerlerdi.)

Bu gizleme hadisesine bir derece uygun İbn Asakirin Ata el-Horasani’nin tarikiyle nakl ettiği şu hadisedir:

Üveys el-Karanî (radıyallahü anh) , yolda ishalden öldü. Tor­basında —kendi elbiselerinden olmayan bir rivayette de insan­ların dokumasından olmayan iki elbise bulundu. Sonra iki adam çıkıp ona kabir kazmak istediler. Dönüp dediler ki:

(Bir taş içinde kazılmış bir kabir gördük, sanki şu anda bitmiş gibi idi. Onu tekfin edip orda defnettiler. Sonra dönüp orda hiç bir şey göremediler.)

İmam Ahmed bunu (Zühd) de Abdullah b. Seleme tarikiyle ri­vayet etmiştir. Sonunda şunu da nakletmiş:

(Biz birbirimize, dönelim! Dönsek kabrini tanırız, dedik. Dön­dük baktık ne iz var, ne kabir.)

(Yeşil Kuşlar) hadisesine benzer bir rivayette şudur: İbn Asakir, Ebû Bekir b. Reyyan’dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Mısır’da Gülle Hamamında durmuş idim, oraya Zin-nun’un cena­zesini getirmiştiler. Baktım yeşil kuşlar etrafında uçuşuyorlar. Kab­rine götürülünceye kadar etrafından ayrılmadılar. Defnedilince kuş­lar kayboldu.

(Muhlislerin Kerametleri Hakkında Gizli Sır) adlı kitapta Tahir b. Muhammed es-Sadefi, salihlerden biri olan Selâmet el-Ken’an’ın hâl tercemesinde şöyle nakletmiştir.

O Öleceği sene hangi senede ve ne zaman öleceğini bildirdi. Ve o sene öldü, salihlerin cenazesinde hazır bulunan (Ak Kuşlar) onun cenazesinin etrafında kabrine varıncaya kadar uçuşuyordular.

Bu ifadeler gösteriyor ki: Bu durum salihlerin cenazesinde alı­şılmış garip olmayan bir hâldir.

Yine aynı kitapta, Mâlik b. Ali el-Kelânisi’nin hâl tercemesin­de şöyle denilmiştir:

O öldüğü ve musallaya konduğunda millet, gözün alabileceği her tarafın son derece beyaz elbiseli kişilerle dolu olduğunu ve cemaat­la beraber cenaze namazını kıldıklarını gördü.

Ebû Halid’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Amr b. Kays öldüğünde, ölü beyaz elbiseli adamlarla dolu gördüler. Namazı kılınıp defnedildiğinde, daha kimseyi göremediler.

İbn Cevzî (Uyun el-Hikâyât) kitabında, senediyle Abdullah b. Mübarek’den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Ben bir gece mezarlıkta iken, Rabbiyle münacaât eden hüzün­lü bir ses işittim. Şöyle diyordu:

(Yâ sahibim! Kölen dergâhına geldi. Ruhun yanında, yollan elin­de, seni istiyor sana hasrettir. Geceleyin uykusuz, gündüzleyin ra­hatsız, İçi yanıyor, göz yaşları akıyor. Seni görmek istiyor. Sana kavuşmak için inliyor. Sen olmadan o rahat etmez) dedikten sonra, ağladı, başını kaldırdı, şiddetle bağırdı. Ben onu deprettim, baktım ölüdür. Ben onunla uğraşırken baktım bir (Cemâat) yanma geldi. Yıkadılar, ilaçladılar, kefenleyip namazını kıldıktan sonra defnedip göğe doğru yükseldiler

Yine İbn Cevzi senediyle, Hasan el-Basri’den rivayet ektiğine göre, şöyle demiştir:

Sahraya çıktım, bir mağaraya rastladım. Baktım içinde bir genç dikilip namaz kılıyor. Mağaranın kapısında vahşi bir hayvan çöke­rek duruyordu. Ben ey genç bu vahşi hayvanı görmüyormusun, de­dim. O:

(Eğer hayvanı yaratan Allah’dan korksaydin daha iyi olurdu) dedi. Sonra hayvanın üzerine vardı:

(Sen Allah’ın arslanlaruıdan bir aralansın. Ben senin rızkını geri çevirecek değilim. Eğer Allah senin bir şey yapmana izin ver-mişse yap. Yoksa ayrıl, git) dedi. Hayvan dönüp kaçtı. Sonra genç:

(Yâ Rabbi! Arş-ı Âlâ-daki izzet makamları hürmetine senden is­tiyorum: Eğer benim için yanında bir hayır varsa ruhumu al) dedi. Ve sözünü bitirmeden dünyadan ayrıldı. Döndüm salih ve zahit ar­kadaşlarımı topladım ki) onu tekfin edip defnedelim. Mağaraya dön­düğümüzde kimseyi göremedik. Birden gaibden sesini işittiğim şah­sım göremediğim biri bana:

— Yâ Ebâ Saîd milleti geri çevir, çünkü o genç kaldırıldı, dedi.

Faydalı Bir Mesele:

Ebû Saîd, (Şeref el-Mustafa) adh eserde, Ahmed b. Muham-med b. Ebû Berre tarikiyle, Muhammed el-Vezzân’dan, o da Ubeyd b. Said’den o da babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Hasan (radıyallahü anh) bir topluluk içinde otururken, yeşil gözlü bir adam geldi. Hasan Ona:

(Sen böyle mi doğdun? Yoksa böyle mi kendini arzediyorsun?) dedi.

Adam:

(Yâ Hasan, beni tanımıyor musun?) dedi.

Hasan (radıyallahü anh) :

(Kimsin?) dedi.

Adam, Nesebini söyledi, meclisteki herkes onu tanıdı. Hasan

(Nedir hâlin?) diye sordu. Adam:

Bütün malımı toplayıp bir gemiye attım, Yemen’e doğru gidi-yordum. Yolda fırtına koptu, gemi battı. Bir tahta üstünde sahile çıktım. Oturup tereddüt ediyordum: Galiba ondört kişi batmıştı. Ot, ağaç ne buldumsa yedim, Çeşme suyunu içtim. Sonra dik doğru gideyim, ya helak olurum veya kurtulurum, dedim. Yürüdüm. Önü­me bir saray yükseldi. Duvarları sanki, gümüşten idi. Kapısını İttim. İçinde salonlar vardı. Salonların her köşesinde, pırlantadan sandık­lar vardı. Kilitli idiler, yalnız bir bakmakla açüıyordular. Bâzılarını açtım, içinden hoş bir koku çıktı, baktım içinde ipek elbiseli adam­lar yatıyor. Elledim, baktım diri sıfatında ölüdürler. Sandığı kapat­tım, çıktım, sarayın kapısını da kilitledim.

Geçtim, hiç benzerini görmediğim iki süvari gördüm. Doru at­lara binmiştiler. Halimi sordular, ben anlattım.

Onlar:

(İleriye doğru git, bir ağaca rastlarsın, yanında bir bahçe var, orda güzel kıyafetli yaşlı bir adam var. Namaz kılıyor. Durumunu; ona anlat. O sana yolu gösterir,) dediler.

Geçtim, yaşlı bir adamla karşılaştım. Selâm verdim, selâmımı aldı. Hikâyemi sordu. Başıma gelen bütün şeyleri anlattım. Sarayın bahsi gelince adam, ürperdi.

(Sonra ne yaptın?) diye sordu.

Sandıklan kapattım, dedim. O ân üzerinden bir bulut geçti, (Esselâmü Aleyke Yâ Veliyyah) diye selâm verdi. Adam buluta; (Nereye gidiyorsun) diye sordu. Bulut;

(Falan falan yere gidiyorum) dedi. Bulutlar böyle ard arda de­vam edip geçtiler. Tâ bir bulut gelip ondan nereye gidiyorsun diye sorunca;

(Basra’ya gidiyorum) dedi. Adam ona;

(İn) dedi, indi. Önünde durdu. Ona bu adamı yüklenip evine bırak, dedi. Ben bulutun sırtına bindiğimde, Allah hakkı için o gör­düğüm saray, (Süvariler ve sen necisiniz) diye bana söyle, dedim.

Adam, dedi ki;

O saray, Allanın deniz şehidleıine ettiği bir ikramdır. Onlara melekler müekkel kılınıp onları denizden topluyor ve o sandıklara ipek kefenler içine koyuyorlar.

O iki süvari ise, iki melektirler, sabah akşam gelip Allah’dan on­lara selam getiriyorlar. Ben ise Hızırım, Allah’dan istedim ki, beni peygamberimizin ümmetiyle hasretsin.

Adam dedi ki:

Ben buluta bindiğimde Öyle büyük bir korku beni işardı ki, on­dan gözlerim böyle yeşil rengini aldı.

Şeyhü’l-islam İbn Hacer, (El-isâbe fi Marifeti’s-Sahâbe) kita­bında Hızır’ın hâl tercemesinde bu kıssayı nakletmiştir. (22)

(1)  En’am, 98

(2)  Hud,6

(3)  Bakara, 154

(4)  Burada; miraç ismi alet olup yükselte-n vasıta ve yükselmenin yolu demektir.

(5)  Berzah aralık demektir. Dünya ve Ahiret arasında ruhların beklediği alem’in ismi olmuştur

(6)  Enbiya 105

(7)  Vakia, son ayetler…

(8)  Fecir .son ayetler

(9)  Yasin 26

(10)  Araf, 172.

(11)  Araf, 11

(12)  Taha, 71.

(13)  Ali İmran, 169.

(14)  Mevkuf, senedi sahabelere kadar yükselen hadis demektir.

(15)  Merfu, senedi, Peygambere yükselen hadis demektir

(16)  Al! lmran, 08.

(17)  Allah’ın huzuru demektir

(18)  Hadid, 19

(19)  Bu hadiste, Cehennemden maksat. Cehennem eteşi gibi sıcak olan magma ateşidir. Sonradan ’keşfedilen’ bu tabaka 1400 sene önce Peygamber Efendimiz (A.S,) tarafından haber verilmiştir

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler