Sual: İnsanın elinde bir şey yoksa, niçin sevap ve azap oluyor ve niçin dinler, şeriatler gönderiliyor?

Cevap: Bu suale (Şeriatte tevhid) ve (Tevhidde şeriat) denir ki burada çok kimseler boğulmuştur. Bu tehlikeden kurtulmak, ancak bu derya üzerinde gidebilenlere veya hiç olmazsa, yüzebilenlere nasip olur. İnsanların çoğunun bu tehlikeden kurtulması, bu deryaya girmemeleri sayesinde olmuştur. Câhil halk, bu deryada yüzmeyi bilmediğinden, bunlara acıyıp, boğulmaktan korumak için, bu denizin kenarına bırakmamalıdır. Bunlardan, tevhid deryasına düşenlerin çoğu boğulmuştur. Yüzmeyi öğrenmesini de düşünmüyorlar. Çokları, bizim elimizde bir şey yoktur. Her şeyi Allahü teâlâ yapıyor. (Şaki), yani kâfir yazılan bir kimse, ne kadar uğraşsa, bunu değiştiremez. (Saîd), yani Cennetlik yazılan kimsenin de, çalışmaya ihtiyacı yoktur, diyerek boğulmakta, helak olmaktadır. Bu sözler, hep cahillikten, yanlış düşünmekten ileri gelmektedir. Bunların hakikatini anlatmak, kitaplara yazmak her ne kadar uygun değilse de, söz bu yola döküldüğü için, az bir şey bildirelim:

Sevap ve azap nedendir, sualine karşı deriz ki: Azap, kötü iş yaptığından dolayı, biri sana kızıp, intikam almak için, canını yakması değildir. Sevap da, işini beğendiği için, mükafat değildir. O gün, Allahü teâlâdan başka, intikam alacak kimse yoktur. İnsanın kanı, safrası bozulduğu veya başka zararlı şeyler vücutde çoğaldığı zaman, bedendeki değişikliğe, hastalık dediğimiz gibi ve ilaç tesir ettiği zaman hâsıl olan hâle sıhhat dediğimiz gibi, insanda şehvet ve asabiyet artınca, cana bir ateş düşer. İşte insanın felaketinin sebebi, bu ateştir. Bunun için, hadis-i şerifte, “Gazap, yani asabiyet, Cehennem ateşinden bir parçadır” buyuruldu. Akıl ışığı kuvvetlenip, şehvet ve asabiyet ateşini söndürdüğü gibi, îman nuru, Cehennem ateşini söndürür. Nitekim, Cehennem, müminlere: (Ey mümin! Çabuk geç ki nurun ateşimi söndürüyor) diyecektir. Bu söz, ses ile olmayacak, su yangını söndürdüğü gibi, Cehennem, müminin nuruna dayanamayıp sönecektir. Şehvet ateşi de, akıl nuru ile söner. Kıyamette, sana azap için başka yerden bir şey getirmeyecekler. Nitekim, (Cehennem, dünyada yaptığınız kötü işlerden başka bir şey değildir. Bunların, size geri çevrilmesidir) buyuruldu. O hâlde, Cehennem ateşinin tohmu, insanın şehveti ve gazabıdır. Bunlar insanın içindedir. İlm-i yakîn ile bilen, bunları görebilir. Nitekim, sûre-i Tekasürdeki 5. ve 6. âyet-i kerimede meâlen, “İlm-i yakîn ile bilseydiniz, Cehennemi elbette görürdünüz” buyuruldu.

Zehir insanı hasta yapar. Hastalık da, insanı mezara sokar. Fakat, zehir ve hastalık insana kızmış ve intikam almış denilemez. Günah ve şehvet de, kalbi hasta eder. Bu hastalık, kalbin ateşi olur. Bu ateş, Cehennem ateşi cinsinden olup dünya ateşi gibi değildir. Miknatis taşı, demir parçalarını kendine çektiği gibi, Cehennem ateşi de, bu ateşi taşıyanları kendine çeker. [Cehennemin ve Cehennem Zebânilerinin, yani azap meleklerinin] kızması ve intikam alması olmaz. Sevap işliyenlerin hâli de böyledir. Anlatması uzun sürer.

[Allahü teâlâ, insanların yaptığı işleri 2 kısma ayırttı. Bir kısmını beğendiğini, bunları yapanlardan râzı olduğunu, her iş karşılığında, bunlara nimetler, rahatlıklar, iyilikler vereceğini vaat etti. Vaat ettiği iyiliklerin ölçü birimine, (Ecîr) ve (Sevap) denir. Dünyada yapılan her iyiliğe karşılık olarak, ahirette çeşitli miktarlarda nimetler verilecektir. Nimetlerin verileceği yere, (Cennet) denir. Allahü teâlâ insanların yaptığı işlerden bir kısmını beğenmediğini, bunları yapanlardan râzı olmadığını, fakat pişman olup tövbe edenleri veya şefaate kavuşanları affedeceğini, affedilmeyenlerin kötü işlerine kıyamette, çok acı karşılıklar vereceğini, Cehennem ateşinde yakacağını bildirdi. Bu acı karşılıklara, (Azap) denir. Azapların şiddetlerini, çokluğunu bildiren ölçü birimine, (İsim) ve (Günah) denir. Allahü teâlânın beğendiği şeylere (Hayrat, Hasenât), yani iyi şeyler denir. Beğenmediklerine (Seyiat), kötü şeyler denir. Allahü teâlâ, hangi işlerin hasenât olduklarını, hangi işlerin de Seyiat olduklarını bildirdi. Hasenât yapanlara sevap vereceğini vaat etti. Allahü teâlâ, vaadinde sâdıktır. Sözünden hiç dönmez. O hâlde, Kıyamet günü, nimet ve azap olarak, başka yerden bir şey getirilmiyecek, dünyada yapılanların karşılıklarına kavuşulacaktır.]

İslamiyet niçin geldi? Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” neden gönderildi? Bu sualin cevabına gelince: Bunların gönderilmesi kahrdır, cebrdir. İnsanları cebr zinciri ile Cennete çekmek içindir. Nitekim (Zincirlerle Cennete çekilen insanlara hayret mi ediyorsun?) buyuruldu. İslamiyet, Cehenneme gitmemeleri için, insanları bağlayan bir kementtir. Nitekim (Siz, pervane gibi, kendinizi ateşe atıyorsunuz. Ben kemerinizden tutup geriye çekiyorum) buyuruldu. Allahü teâlânın cebbarlık [her istediğini yapmak] zincirinin halkalarından biri de, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” sözleridir. İnsanlar, doğru yolu, iğri yollardan, bu sözler ile ayırabilir. Onların gösterdiği tehlikeden, insanda korku hâsıl olur. Bu ayırış bilgisi ile korku, akıl aynası üzerindeki tozları temizler. Akıl cilalanıp, ahiret yolunu tutmanın, dünya zevklerine kapılmaktan daha iyi olacağını anlar. Bu anlayış, ahiret için çalışmak irâdesini hâsıl eder. İnsanın uzuvları, irâdesine tâbi olduğundan, uzuvlar ahiret için çalışmaya başlar. Allahü teâlâ, bu zincir ile seni zorla Cehennemden uzaklaştırmış, Cennete sürüklemiş olur. Peygamberler “aleyhimüsselâm”, koyun sürüsünün çobanına benzer. Sürünün sağ tarafında çayır olsa, sol tarafında mağara bulunsa, mağarada kurdlar olsa, çoban, mağara tarafında durup, sopa sallayıp, koyunları korkutarak, çayır tarafına kovalar. İşte Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” gönderilmesi de, buna benzer.

Cehennemlik olanın çalışması ne fayda verir, sualine gelince: Bu söz, bir bakımdan doğru, bir bakımdan yanlıştır. Doğru olması şöyledir ki bu söz, söyleyen kimsenin felaketine sebep olur. Çünkü, ezelde Cehennemlik yazılmış olmanın alâmeti, bu sualin hatıra gelmesi, bundan dolayı çalışmayıp, tohum ekmemesidir. Dünyada tohum ekmeyen, ahirette biçemez. Bir kimsenin açlıktan ölmesi, ezelde takdir edilmiş olmasına alâmet, (Ezelde açlıktan ölmek alnıma yazılmış ise, yiyip içmek fayda vermez) düşüncesinin kalbine gelmesidir. Böyle düşündüğü için, yiyip içmez ve açlıktan ölür. Bunun gibi, fakirlik kaderim ise, çalışmanın ne faydası olur diyen biri de, çalışmaz, elbette fakir kalır. Saadet, zenginlik kaderi olan kimseye de, şöyle düşünce verir ve der ki (Zengin olması takdir edilenler, çalışır, kazanır). Bu düşüncesi, onu çalışmaya sürükler. Demek ki bu düşünceler boş değildir. Ezeldeki yazı sebebi ile kalbe gelir. O yazının meydana çıkmasına sebep olur. Bir insan ne iş için yaratıldı ise, o işin sebeplerini onun önüne getirirler. Yoksa onu, sebepsiz olarak, o iş başına geçirmezler. Bunun içindir ki (Çalışınız, herkes, ne iş için yaratılmış ise, o iş, ona kolaylaştırılır!) buyuruldu. O hâlde, herkes, sürüklenmiş olduğu hallerden ve işlerden, alnının yazısını ve ahirette başına gelecekleri anlayabilir. Derslerine çalışan, vazifelerini yapan bir talebe, bu hâlini, sınıf geçeceği, ileride mevki sâhibi olacağı takdir edilmiş olduğuna müjde ve alâmet bilmelidir. Yoksa eğer, kalbine (Câhil kalacağım alnıma yazılmış ise, ne kadar çalışsam faydası olmaz) düşüncesini getirirler, o da çalışmaz boş vakit geçirirse, alın yazısının câhil kalmaklığı olduğunu anlamalıdır. İşte ahiretteki hâl için, kaza ve kaderi de böyle bilmelidir. Nitekim sûre-i Lokmandaki 28. âyet-i kerimede meâlen, “Hepinizin dünyaya getirilmesi ve ahirette tekrar diriltilmesi, bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir” ve sûre-i Casiyedeki 21. âyet-i kerimede meâlen, “Onların ahiretteki halleri, dünyadaki halleri gibidir” buyurulmuştur. Bu yazdıklarımızı iyi anlayanda, tevhid hâsıl olur. İslamiyetin, aklın ve tevhidin birbirine uygun olduğunu anlar.

Tavsiye Yazı –> Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin adalet akıl iman kaza kader hakkında mektubu

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler