Sual: Günümüzde bazı insanlar kaderi, oynamaya mecbur olduğumuz bir senaryo gibi zannediyor. Bu, doğru mudur? İslam’da kader inancı hakikatte nasıldır?
Cevap: Her şeyi, insanların iyi kötü her işini Allahü teâlâ yaratmaktadır. Ancak Allâhü teâlâ, insanlara ve hayvanlara “irâde-i cüz’iyye” yani seçme kuvveti vermiştir. İrâde-i cüz’iyye insandan meydana gelir. “Fakat, insan bunu yarattı denilemez. Çünkü irade hariçte mevcut bir şey değildir. İnsanın kalbinde hâsıl olmaktadır. Hariçte mevcut olan şeyin meydana gelmesine yaratmak denir. Allahü teâlânın “irâde-i külliye”si ise hariçte vücûdu var olan bir kuvvettir.”
Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın irâdesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile, bu sebep ile yaratması O’nun âdetidir. Peygamberlerinde (aleyhimüsselam) ve evliyâsında (kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz) bu âdetini bozarak sebepsiz de yarattığı çok görülmüştür. Buna “kerâmet” denir.
İNSANLAR MECBUR DEĞİLDİR
Allahü teâlânın irâdesi ile de yaratmak âdeti değildir. Bunun için, insanlar işlerinde mecbur değildirler. İnsan irade eder, hareket etmesini ister, kudretini kullanır; Allahü teâlâ da, irade ederse, o iş meydana gelir. Şeytan, “İnsan, Allahü teâlâ isterse ibadet yapar, istemezse yapmaz. O hâlde insan, işleri yapıp yapmamakta cebr olunmaktadır. İnsan çalışsa da, çalışmasa da, ezeldeki kaza ve kader hâsıl olacaktır” diyerek insanları aldatmaktadır. İnsanın işleri ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise de, meydana gelmeleri için önce kul, irâde-i cüz’iyyesini kullanmaktadır. İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir. İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları Levh-ül-mahfûzda yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması lazım gelmez.
Büyük İslâm âlimi Seyyid Abdülhakîm Efendi, “Ezeldeki kaza ve kader, Allahü teâlânın kullarının neleri yapmak istediğini ezelde bilmesidir. Neleri yapmasını ezelde emr etmesi değildir” buyurdu. Yani kaza ve kader, emr-i ezeli değildir, ilm-i ezelîdir; bir cebr-i mütehakkim değil, ilm-i mütekaddimdir.
BİLMEK ZORLAMAK DEĞİLDİR
Bir kimse, başka bir kişinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını irade etse ve hepsini bir kâğıda yazsa, bunları yapacak olan kimse, o kimsenin mecburu olmaz. “Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kâğıda yazdın. O hâlde, bunları sen yaptın” da diyemez. Çünkü bunları kendi iradesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği, dilediği ve yazdığı için yapmamıştır. Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve levh-ül-mahfûza yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Allahü teâlâ ezelde dilediği için, levh-ül-mahfûza yazmıştır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irade etmiştir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi iradesi ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü teâlânın bu ilmi ve iradesi ile ve yaratmasıyla meydana gelmektedir. Kul, iradesini kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun iradesini kullanmayacağını ezelde bilir ve bildiği için irade etmez ve yaratmaz. Demek ki, ilim maluma tabidir. İnsanların iradesi olmasaydı da, insanların işleri yalnız Allahü teâlânın iradesi ile yaratılsaydı, insanlar mecburdur denilirdi. Ehl-i sünnet itikadına göre insanların işleri, insanın kudreti ile Allahü teâlânın kudretinin birlikte tesiri ile meydana gelmektedir.
Kaynak: İslam Ahlâkı
Tavsiye Yazı —> Bir Üniversiteliye Cevab