Bu Mektup büyük İslam alimi, II. bin senenin müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî’nin oğlu Muhammed Mâ’sûm “rahime-hullahü teâlâ”, 3 cilt olan, fârisî (Mektûbât) kitabının II. cildinin 11. mektubudur.
Allahü teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzularına ve tabiî, hayvânî zevklerine, taşkın ve şaşkın olarak tâbi olmalarını, böylece felaketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzur içinde yaşamaları ve sonsuz saadete kavuşmaları için arzularını ve zevklerini kullanma yollarını gösterdi ve dünya ve ahiret saadetine sebep olan faydalı şeyleri yapmalarını emretti. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti. Bu emirlere ve yasaklara (Ahkâm-ı İslâmiyye) denildi. Dünyada rahat yaşamak, saadete kavuşmak isteyen, İslamiyete uymaya mecburdur. Nefsinin ve tabiatının, İslamiyete uymayan arzularını terketmesi lâzımdır.
İslamiyete uymazsa, sâhibinin, yaratanının gazabına, azâbına düçar olur. İslamiyete uyan kul, müslüman olsa da, kâfir olsa da, dünyada mesut, rahat olur. Sâhibi ona yardım eder. Dünya ziraat yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve sefâ süren, mahsul almaktan mahrum kalacağı gibi, dünya hayatını, geçici zevkleri, nefsin arzularını taşkın ve şaşkın olarak yapmakla geçiren de, ebedî nimetlerden, sonsuz zevklerden mahrum olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabul edeceği bir şey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmaya sebep olan, geçici lezzetleri zararlı şekilde yapmayı tercih etmez. [Allahü teâlâ, dünya zevklerinden, geçici lezzetlerinden, nefse tatlı gelen şeylerden hiçbirini, menetmedi, yasak etmedi. Bunları, İslamiyete uygun, zararsız olarak kullanmaya izin verdi.] İslamiyete tam uymak için, evvela (Ehl-i sünnet) âlimlerinin, Ashâb-ı kiramdan öğrenip ve Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri (Akâid) e uygun îman etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak ve yapması emrolunan farzları öğrenip yapmak lâzımdır. Bunları yapmaya (İbadet) etmek denir. Haramlardan sakınmaya (Takvâ) denir.
Niyet ederek ahkâm-ı İslâmiyeye uymaya (İbâdet etmek) denir. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı İslâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir. Emredilenlere (Farz) , yasak edilenlere (Haram) denir. İbâdetlerin en kıymetlisi ve İslam dininin temeli her gün beş vakit (Namaz) kılmaktır. [Namaz kılmak, ayakta kıbleye karşı Fâtiha okumak ve kıbleye karşı eğilmek ve kıbleye karşı başını yere koymak demektir. Bunları kıbleye karşı yapmazsa, namaz kılmak olmaz.] Namaz kılan, müslümandır. Namaz kılmayan, ya müslümandır, ya değildir. Namaz kılmakla hâsıl olan kurb-ı ilâhî [yâni, Allahü teâlânın sevmesi], başka ibâdetleri yapmakla nâdir nasip olur. Her gün, 5 vakit namazı, cemiyet ile [yâni dünya işlerini düşünmeden] ve cemaat ile ve tadil-i erkan ile ve abdesti dikkatli alarak ve müstehab olan vakitlerinde kılmalıdır. Namaz kılarken, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdeler kalkar. 5 vakit namaz kılan, her gün beş kere yıkanıp temizlenen kimse gibi, günahlardan temizlenir. Her gün beş vakit namazı doğru olarak kılana yüz şehit sevâbı verilir.
Ticaret eşyasının ve kırda otlayan hayvanların [ve tarladan, ağaçlardan elde edilen mahsulün ve kağıt liraların ve alacakların] zekatlarını emrolunan yerlere seve seve vermelidir. Zekatı verilen mal azalmaz. Zekatı verilmeyen mal, Cehennemde ateş olur. Allahü teâlâ, çok merhamet ederek, ihtiyaçtan fazla olan mal, nisâb miktarı olursa, bir sene sonra zekatını vermeyi emretti. Canı ve malı veren O’dur. Malın hepsini ve canı vermeyi emretseydi, O’nun âşıkları hemen verirdi.
Ramazan-ı şerif ayında, Allahü teâlâ emrettiği için, seve seve oruç tutmalıdır. Bu açlığı ve susuzluğu saadet bilmelidir.
İslamın binası 5’tir: Birincisi, (Eşhedü en-lâ-ilâhe-illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü) demek ve bunun mânâsını bilmek ve inanmaktır. Buna (Kelime-i şehâdet) denir. Diğer dördü de, namaz, zekat, oruç ve hacdır. Bu 5 esastan biri bozuk olursa, İslamiyet de bozuk olur. Îtikadı düzelttikten ve İslamiyete uyduktan sonra, Sûfiyye-i aliyyenin yolunda ilerlemek lâzımdır. Allahü teâlânın mârifeti, bu yolda hâsıl olur ve nefsin arzularından kurtulmak nasip olur. Sâhibini tanımayan kimse, nasıl yaşayabilir, nasıl rahat eder! Bu yolda mârifet sâhibi olmak için, (fenâ bi’l-ma’rûf) lâzımdır. Yâni, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak lâzımdır. Kendini var bilen kimse, mârifete kavuşamaz. (Fenâ) ve (Bekâ) vicdanda, kalpte hâsıl olan şeylerdir. Anlatmakla anlaşılmaz. Mârifet nimetine kavuşmayanın, bunu dâima araması lâzımdır. Tahkiri emrolunan ve muvakkat olan şeyin tâmiri ile uğraşmamalıdır.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız