İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin mahdûmu Muhammed Ma’sûm Farûkî’nin “rahmetullâhi aleyh”, Abdülhakîm ismindeki bir talebesine yazdığı, 2. cildin 110. mektubunun, fârisîden tercümesi şöyledir:
İslamiyete uymayan ve sapık yola kaymış olan [bidat sahibi ve fâsık] ile arkadaşlık etmeyiniz! Bidat sahibi olan din adamlarının yanlarına yaklaşmayınız! Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (3 kimseden kaçınız. Yanlarına yaklaşmayınız) buyurdu. Bu 3 kimse, gâfil, sapık din adamı ve zenginlere yaltakçılık eden hâfız ve dinden haberi olmayan tarikatcılardır. Din adamı olarak ortaya çıkan bir kimse, Resûlullahın sünnetine uymazsa, (yani İslamiyete yapışmazsa) ondan kaçmalı, yanına yaklaşmamalı, kitaplarını almamalı, okumamalıdır. Onun bulunduğu köyde bile bulunmamalıdır. Ona ufak yakınlık, insanın dinini yıkar. O, din adamı değil, sinsi bir din düşmanıdır. İnsanın dinini,imanını bozar. Şeytandan daha çok zararlıdır. Sözü yaldızlı ve pek tesirli olsa da ve dünyayı sevmiyor görünse de, namaz kılsa da, yırtıcı hayvanlardan kaçar gibi, ondan kaçmalıdır.
İslam âlimlerinden Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki (İnsanı saadet-i ebediyeye kavuşturacak tek bir yol vardır. O da, Resûlullahın izinde bulunmaktır). Yine O buyurdu ki (Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı tefsir kitaplarını okumayan ve hadis-i şeriflerin gösterdiği yolda olmayan din adamına uymayınız! Çünkü, İslam âlimi, Kur’ân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği yolda olur). Yine O buyurdu ki (Selef-i sâlihîn, doğru yolda idiler. Sâdık idiler. Allahü teâlânın sevgisine, rızasına kavuşmuşlardı. Onların yolu, Kur’ân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği yol idi. Bu doğru yola sımsıkı sarılmışlardı).
[Bundan anlaşılıyor ki Resûlullahın yolu, Selef-i sâlihînin yoludur. Selef-i sâlihîn, ilk 2 asrın müslümanlarıdır. Yani, selef-i salihîn deyince, Ashâb-ı kiramın hepsi ile Tâbiînin ve Tebe-i tâbiînin büyükleri anlaşılıyor. 4 mezhep imâmı, bu büyüklerdendir. O hâlde, Resûlullahın yolu, 4 mezhebin fıkıh, akâid ve tasavvuf kitaplarında bildirilmiş olan Ahkâm-ı İslâmiyye bilgileridir. Bu yola (Ehl-i Sünnet Yolu) denir. 4 mezhebin kitaplarından ayrılan kimse, ahkâm-ı İslamiyyeden ayrılmış olur. Böyle olduğunu, Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmiştir. Tahtâvî, Dürrü’l-muhtar’ın zebâyıh kısmı hâşiyesinde, bu söz birliğini açık olarak yazmaktadır.]
Her asırda bulunan tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimleri, Selef-i salihînin, yani Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda idi. Hepsi İslamiyete bağlı idi. Resûlullaha varis olmakla şereflenmişlerdi. Sözlerinde, işlerinde ve ahlaklarında, İslamiyetten kıl kadar ayrılmamışlardı.
Tekrar tekrar yazıyorum ki Resûlullaha uymakta gevşek olanları, ahkâm-ı İslamiyeden, yani Onun ışıklı yolundan ayrılanları din adamı sanmayınız! Onların yaldızlı sözlerine ve ateşli yazılarına aldanmayınız! Yahudiler, hristiyanlar ve budist, berehmen denilen Hind kâfirleri ve mezhepsizler, tatlı ve yanık sözlerle, hileli mantıklarla, kendilerinin doğru yolda olduklarını, insanları iyiliğe, saadete çağırdıklarını bildiriyorlar. Ebû Amr bin Necid buyurdu ki (Kendisi ile amel olunmayan ilmin, sahibine zararı, faydasınden daha çoktur). Bütün saadetlerin yolu İslamiyete uymaktır. Kurtuluş yolu, Resûlullahın izinde olmaktır. Hak ile batılı ayıran alâmet, Resûlullaha uymaktır. Onun dinine yani ahkâm-ı İslamiyyeye uymayan her söz, her yazı ve her iş kıymetsizdir. Hârika, açlıkla ve riyâzet çekmekle hâsıl olur. Yalnız müslümanlara mahsus değildir. Abdullah ibni Mübârek buyurdu ki (Müstehapları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşeklik de, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da, mârifete, Allahü teâlânın rızasına kavuşamaz). Bunun içindir ki hadis-i şerifte, “Günah işlemek, insanı küfre sürükler” buyuruldu.
Evliyânın büyüklerinden Ebû Saîd Ebülhayr’a sordular. Filanca kimse su üstünde yürüyor. Buna ne dersiniz? Bunun kıymeti yoktur. Ördek ve kurbağa da suda yüzer dedi. Filan adam havada uçuyor dediler. Sinek ve çaylak da uçuyor. Sinek kadar kıymeti var dedi. Filan kimse, bir anda şehirden şehre gidiyor dediler. Şeytan da, bir solukta şarktan garba gidiyor. Böyle şeylerin dinimizde kıymeti yoktur. Merd olan, herkesin arasında bulunur. Alışveriş yapar, evlenir. Fakat, bir an Rabbini unutmaz buyurdu.
Evliyanın büyüklerinden Ebû Ali Rodbari Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesindendir. Kendisine sordular: Bir din adamı, çalgı dinliyor. [Yabancı kadınlarla, kızlarla arkadaşlık yapıyor. Karısını, kızlarını çıplak gezdiriyor.] Kalbim temizdir. Sen kalbe bak diyor. Buna ne dersin dediklerinde, onun gideceği yer Cehennemdir buyurdu. Ebû Süleyman-ı Darânî, Şam’ın Darya köyünde yerleşmiş ve 820’de orada vefat etmiştir. Buyurdu ki (Düşüncelerimi, niyetlerimi önce Kitap ile ve Sünnet ile karşılaştırıyorum. Bu 2 âdil şahite uygun olanları söylüyor ve yapıyorum).
Hadis-i şerifte, “Bidat sahipleri Cehenneme gideceklerdir” buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, “Bidat ortaya çıkaran ve bunu yapan kimseye şeytan çok ibadet yaptırır. Onu çok ağlatır” buyuruldu. Yine hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, bidat işliyenin oruçlarını, namazlarını, haclarını, umrelerini, cihatlarını, farzlarını ve nâfile ibadetlerini kabul etmez. Bunlar, yağdan kıl çıkar gibi İslamdan çıkarlar” buyuruldu. Şeyh ibni Ebû Bekr Endülüsi, Mearicü’l-hidâye kitabında diyor ki (Doğruyu tanı, doğru ol! Kâmil insanın her işi, düşünceleri, sözleri, ahlakı, Resûlullaha tam uygun olur. Çünkü, bütün saadetlere, Ona uymakla kavuşulur. Ona uymak, İslamiyete yapışmak demektir).
Resûlullaha uymak nasıl olur? Bunlardan mühim olanlarını bildiriyorum:
Günah işleyince, hemen tövbe etmelidir. Gizli işlenen günahın tövbesi gizli olur. Açık işlenmiş günahın tövbesi açık olur. Tövbeyi geciktirmemelidir. Kirâmen kâtibîn melekleri, günahı hemen yazmaz. Tövbe edilirse, hiç yazılmaz. Tövbe edilmezse yazarlar. Ca’fer bin Sinan buyurdu ki (Günaha tövbe etmemek, bu günahı yapmaktan daha fenâdır). Hemen tövbe etmeyen de, ölmeden önce tövbe etmelidir. Verâ ve takvayı elden bırakmamalıdır. Takva açıkça yasak edilmiş olan şeyleri, verâ şüpheli şeyleri yapmamaktır. Yasak edilenlerden sakınmak, emrolunanları yapmaktan daha faydalıdır. Büyüklerimiz buyurdu ki (İyiler de, kötüler de, iyilik yapar. Fakat, yalnız Sıddıklar, iyiler, günahtan sakınır).
Maruf-i Kerhi hazretleri [Firuz isminde bir hıristiyanın oğlu idi. İmâm-ı Ali Rızâ’nın azadlısıdır. Sırrî Sekatî’nin, Sırrî de Cüneyd-i Bağdâdî’nin hocasıdır.] Buyurdu ki (Yabancı kadına bakmaktan pek sakınınız! Hatta dişi koyuna bile bakmayınız!). Hadis-i şerifte, “Kıyamet günü Allahü teâlânın huzuruna kavuşanlar, verâ ve zühd sahipleridir” buyuruldu. Yine hadis-i şerifte, “Verâ sahibinin namazı makbul olur”. “Vera sahibi ile birlikte bulunmak ibadettir. Onunla konuşmak sadaka vermek kadar sevaptır” buyuruldu. Kalbinin ürperdiği işi yapma! Nefsine uyma! Şüphe ettiğin işlerde kalbine danış! Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır”. Yine hadis-i şerifte, “Helal olan şeyler bellidir. Haramlar da bildirilmiştir. Şüpheli olanlardan kaçınız. Şüphesiz bildiklerinizi yapınız!” buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalı. Şüphe edilmeyeni yapmak câiz olur. Bir hadis-i şerifte, “Allahü teâlânın, Kur’ân-ı Kerîmde helal ettiği şeyler helaldir. Kur’ân-ı Kerîmde bildirmediği şeyleri affeder” buyuruldu. Şüpheli bir şeyle karşılaşınca, eli kalp üzerine koymalı. Kalp çarpması artmazsa, o şeyi yapmalı. Eğer, fazla çarparsa yapmamalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Elini göğsüne koy! Helal şeyde kalp sâkin olur. Haram şeyde çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma! Din adamları fetva verseler de yapma!”. İmanı olan, büyük günaha düşmemek için, küçük günahtan kaçar.
Bütün ibadetlerini, iyiliklerini kusurlu bilmelidir. Allahü teâlânın emirlerini tam yapamadığını düşünmelidir. Ebû Muhammed Abdullah bin Menâzil buyurdu ki (Allahü teâlâ çeşitli ibadetleri bildirdi. Sabrı, sıdkı namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfar etmeyi buyurdu. İstiğfarı en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibadetlerini, iyiliklerini kusurlu görüp, hepsine afv ve mağfiret dilemesi lazım oldu). Ca’fer bin Sinan buyurdu ki (İbadet ve iyilik yapanların, kendilerini, günah işliyenlerden üstün görmeleri, onların günahlarından daha fenâdır). Ali Mürteiş hazretleri, Ramazan-ı şerifin yirmisinden sonra îtikâfı bırakıp camiden dışarı çıktı. Niçin çıktın dediklerinde, hafızların teganni ile okuduklarını ve bununla öğündüklerini görünce, içerde duramadım buyurdu.
Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını helalden kazanmak için çalışmalıdır. Bunun için, ticaret, sanat yapmak lazımdır. Selef-i sâlihîn, hep böyle çalışıp kazanırlardı. Helal kazanmanın sevaplarını bildiren pek çok hadis-i şerif vardır. Muhammed bin Sâlim hazretlerine: Çalışıp kazanalım mı, yoksa yalnız ibadet yapıp tevekkül mü edelim dediklerinde, (Tevekkül etmek, Resûlullahın hâlidir. Çalışıp kazanmak da, Onun sünnetidir. Çalışıp da tevekkül ediniz) buyurdu. Ebû Muhammed bin Menâzil, (Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibadet yapmaktan hayırlıdır) buyurdu.
Yemekte, içmekte adaleti, yani orta hâlde olmayı gözetmelidir. Gevşeklik verecek kadar çok yememeli. İbadet yapamayacak kadar da, perhiz etmemelidir. Evliyanın büyüklerinden Şah-i Nakşibend hazretleri buyurdu ki (İyi ye, iyi çalış!). Sözün kısası, ibadet ve iyilik yapmaya yardımcı olan her şey, iyi ve mübarektir. Bunları azaltanlar da, yasaktır. Her iyi işte, niyete dikkat etmelidir. İyi niyet olmadıkça, o işi yapmamalıdır.
İslamiyete uymayanlardan, bidat ve günah işleyenlerden uzlet etmeli, yani bunlarla görüşmemelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Hikmet, 10 kısımdır. 9’u uzlettedir. 1’i de, az konuşmaktadır.” Böyle insanlarla zaruret kadar görüşmelidir. Vakitleri, çalışmakla, zikir, fikir ve ibadetle geçirmelidir. Eğlenecek zaman, öldükten sonradır. Salih, temiz ve ehl-i sünnet olan müslümanlarla görüşmeli, onlara faydalı olmalı ve onlardan faydalanmalıdır. Ehl-i sünnet olmak, 4 mezhepten birinde olmak demektir. Lüzumsuz, faydasız sözlerle, zamanları zâyi etmemelidir.
İyi, kötü, herkese, güler yüz göstermeli. [Fitne çıkarmamalı. Düşman kazanmamalıdır. Hâfız-ı Şirâzî’nin, dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir sözüne uymalıdır.] Afv dileyenleri affetmelidir. Herkese karşı iyi huylu olmalıdır. Kimsenin sözüne karşı gelmemeli. Münakaşa etmemelidir. Herkese yumuşak söylemeli, sert söylememelidir. Şeyh Abdullah Bayal “kuddise sirruh” buyurdu ki (Tasavvuf, namaz ve oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu hâsıl eden, vâsıl olmuştur). Evliyanın başka insanlardan nasıl ayırt edilebileceğini, Muhammed bin Sâlim hazretlerinden sordular. (Sözlerinin yumuşak olması ve huylarının güzel olması ve yüzünün güler olması ve ihsanının bol olması ve konuşurken itiraz etmemesi ve özür dileyenleri affetmesi ve herkese merhametli olması ile anlaşılır) buyurdu. Ebû Abdullah Ahmed Makkarî buyurdu ki (Fütüvvet demek, gücendiğin kimseye iyilik etmek, sevmediğine ihsanda bulunmak ve sıkıldığın kimseye güler yüzlü olmaktır).
Az konuşmalı, az uyumalı ve az gülmelidir. Kahkaha ile gülmek, kalbi karartır. Çalışmalı, fakat karşılığını Allahü teâlâdan beklemelidir. Onun emirlerini yapmaktan zevk duymalıdır. Yalnız Ona güvenince, O, her dileği ihsan eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Allahü teâlâ yalnız Ona güvenenin her dilediğini verir ve bütün insanları buna yardımcı yapar.” Yahya bin Muâz-ı Râzî buyurdu ki (Allahü teâlâyı sevdiğin kadar, herkes seni sever. Allahü teâlâdan korktuğun kadar herkes senden korkar. Allahü teâlâya kulluk ettiğin miktarda, herkes sana yardımcı olur). Kendi çıkarlarının arkasında koşma! Ebû Muhammed Abdullah Raşî buyurdu ki (Allahü teâlâ ile insan arasında olan en büyük perde, kendi nefsini düşünmesidir ve kendisi gibi âciz olan bir kula güvenmesidir. İnsanların değil, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı düşünmelidir). Aileye ve çocuklarına karşı tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır. Onların haklarını yerine getirecek kadar aralarında bulunmalıdır. Onlara bağlanmak, Allahü teâlâdan yüz çevirecek kadar olmamalıdır.
Din işlerinde, cahil ve fasık olan din adamlarına danışmamalıdır. Mezhepsizlerle ve dünyaya düşkün olanlarla birlikte bulunmamalıdır. Her işte, sünnete uymalı, bidatten sakınmalıdır. Neşeli zamanlarda, İslamiyetin dışına taşmamalı. Sıkıntılı anlarda, Allahü teâlâdan ümidi kesmemelidir. Her güçlük yanında kolaylık bulunduğunu unutmamalıdır. Neşede ve sıkıntıda hâli değişmemeli, varlıkta ve yoklukta aynı hâlde olmalıdır. Hatta, yokluktan rahatlık duymalı, varlıkta sıkılmalıdır. Hâdiselerin değişmesi, insanda değişiklik yapmamalıdır.
Kimsenin aybına bakmamalı, kendi ayıplarını görmelidir. Kendini hiçbir müslümandan üstün bilmemelidir. Ehl-i sünnet olan yani 4 mezhepten birinde olan her müslümanı kendinden üstün tutmalıdır. Her müslümanı görünce, kendi saadetinin, onun duâsını almakta olabileceğine inanmalıdır. Kendinde hakkı bulunanların kölesi gibi olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “3 şeyi yapan müslümanın imanı kâmildir: Ailesine hizmet etmek, fakirler arasında oturmak [dilenciler arasında değil!] ve hizmetçisi ile birlikte yemek”. Bu 3 şeyin, müminlerin alâmeti olduğu Kur’ân-ı Kerîmde bildirilmiştir. Selef-i sâlihînin hallerini öğrenmeli, onlar gibi olmaya çalışmalıdır. Kimseyi gıybet etmemelidir. Gıybet yapana mâni olmalıdır. [İşitince incineceği şeyi, arkasından söylediği zaman, sözü doğru ise, gıybet olur. Yalan ise iftira olur. Her ikisi de, büyük günahtır.] Emr-i maruf ve nehy-i anil münker yapmayı adet edinmelidir. Muhammed bin Alyan’a, Allahü teâlânın razı olduğu nasıl anlaşılır dediklerinde, (Tâat etmenin tatlı, günah işlemenin ise acı gelmesinden anlaşılır) buyurdu. Fakir olmaktan korkarak, cimrilik yapmamalıdır. Şeytan, insanları fakir olursun diyerek ve fuhşa sürükleyerek aldatır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Ailesi çok, rızkı az olup namazlarını iyi kılan ve müslümanları gıybet etmeyen, Kıyamet günü benim yanımda olur”. Muhammed Ma’sûm-i Fârukî Serhendi hazretlerinin fârisî mektubundan tercüme tamam oldu.
Yukarıda yazılı iyiliklere mâlik olan müslümana ehl-i sünnet denir. Böyle olmayan, hatta böyle olanları beğenmeyen, küçük gören kimsenin din adamı değil, din düşmanı olduğunu anlamalı, onun sözlerine, yazılarına aldanmamalıdır.
KAYNAK: Hak Sözün Vesîkaları
Tavsiye Yazı –> Mektubat’a Dair Sualler