Hadîs âlimlerinin gâyeleri:
Âlimler, muhaddislerin eserlerini çeşitli maksadlarla yazdıklarını bildirmişlerdir.
Bazı hadîs âlimleri, sâdece hadîs-i şerîflerinin lafzının hıfzı ve bu hadîslerden hüküm çıkarmak maksadıyla hadîs-i şerîfleri tedvîn etmişler, derleyip toplamışlardır. Bu yolu seçen âlimler, Abdüllah bin Mûsâ ed-Dabbî, Ebû Dâvüd Teyâlisî, Ahmed bin Hanbel ve benzeri zâtlardır. Bu zâtlar râvîlerin müsnedlerinden hadîs-i şerîfleri ortaya çıkarıp, önce Hulefâ-i Râşidînden ve Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olan Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinin müsnedini zikrederek rivâyet olunan hadîs-i şerîfleri, sonra Sahâbe-i kirâmın müsnedlerini ayrı ayrı zikrederek bunlardaki hadîs-i şerîfleri yazmışlardır.
Bazı hadîs âlimleri de, hadîs-i şerîfleri bâblara ayırarak, her bâba âit olan hadîs-i şerîfi o bâbda bildirmiştir. Meselâ, namâz hakkında vârid olan hadîs-i şerîfleri namâz bâbında, zekât ile alâkalı olanları da zekât bâbında bildirmişlerdir. İmâm-ı Mâlik “rahmetullahi aleyh” (Muvatta) kitâbını bu usûle göre tertîb etmişdir. İmâm-ı Buhârî ve İmâm-ı Müslim hazretleri de kitâblarını bu vechle tertîb ve te’lîf buyurmuşlardır. Âlimler hadîs-i şerîflerin bâblara tertîb edilerek bildirilmesinin, senedlerine göre bildirilmesinden dahâ kolay olduğunu bildirmişlerdir. Çünki insan, bazen haberin râvîsini bilmese de manâsını bilmektedir. Hattâ ekseriyyetle haberin râvîsini bilmeye ihtiyâc duymaz. Yine insan, namâz ile alâkalı hadîs-i şerîfi bilmek istediğinde, o hadîs-i şerîfi namâz bâbından araştırıp bulur. O hâlde namâz bâbında zikr olunan hadîs-i şerîfe bakan kimse onun namâza delâlet ettiğini kolaylıkla bilir.
Bazı hadîs âlimleri de hadîs-i şerîflerin lafızlarının açıklanması, müşkil manâlarının hâlli ve i’râbının beyânı üzerinde durup, hükümlerini bildirmemişlerdir. Bu usûlü, Ebû Übeyd Kâsım bin Selâm, Ebû Muhammed Abdullah bin Müslim bin Kuteybe hazretleri ve diğer bazı zâtlar seçmiştir. Bazı hadîs âlimleri ise, bu usûle hadîs-i şerîflerin hükümlerini ve fukâhanın re’ylerini de ilâve etmişlerdir. Bu âlimler Ebû Süleymân Ahmed bin Muhammed el-Hattâbî ve benzeri âlimlerdir.
Hadîs âlimlerinden ba’zıları da, hadîs-i şerîflerden yalnız garîb ma’nâlı olanları ile garîb kelimeleri bildirmeyi, bunların tertîbi ve tedvîni, şerh ve beyânı üzerinde durmuşlardır. Ebû Ubeyd Ahmed bin Muhammed el-Hirevî ve benzeri zâtlar bu usûlü seçmişlerdir.
Ebû Muhammed Hüseyn bin Mes’ûd el-Begavî ve emsâli hadîs âlimleri de tergîb ve terhîbi [yasaklardan sakınmayı ve emrlere yapışmağı teşvîki] ihtivâ eden hadîs-i şerîfleri ve umûmî ma’nâlı olmayan şer’î hükümleri bildiren hadîs-i şerîfleri derleyip, toplamışlardır.
Hadîs âlimlerinin ekserîsi de, Selef-i Sâlihînin kitâblarını tertîb ve tehzîb etmek, ihtisâr etmek [kısaltmak], hadîs-i şerîflerden hükm çıkarmak, garîb ma’nâlı hadîs-i şerîfleri açıklamak gibi, hadîs-i şerîflerle alâkalı benzeri hizmetleri yapmışlardır.
Sonra gelen hadîs-i şerîf âlimlerinden Ebû Bekr Ahmed bin Muhammed Rummânî, Ebû Mes’ûd İbrâhîm bin Muhammed bin Ubeyd Dımeşkî, Ebû Abdullah Muhammed Humeydî gibi seçilmiş âlimler, müsnedlerin üzerine güzel tertîbler yapmışlardır.
Hadîs âlimlerinden Ebül-Hasen bin Mu’âviye Abzerî hazretleri yazdığı (Kitâb-ı rezîn) adlı eserinde; (Sahîh-i Buhârî), (Sahîh-i Müslim), (Muvatta-ı Mâlik), (Câmi’i Tirmüzî), (Sünen-i Ebî Dâvüd) ve (Sünen-i Nesâî) isimleriyle meşhûr olan ve hadîs ilminde ümm-ül-kitâb sayılan Kütüb-i sitteyi bir araya getirip, bâblara göre tertîb ederek yazmıştır. (Kitâb-ı rezîn) Kütüb-i sitteyi ihtivâ eden hadîs kitâblarının hacm bakımından en büyüğü ve en faydalısıdır. Kütüb-i sitte, hadîs kitâplarının en meşhûrudur. Hadîs âlimleri Kütüb-i sittede bulunan hadîs-i şerîfleri güvenerek aldıkları gibi, fıkıh âlimleri de Kütüb-i sittedeki hadîs-i şerîfleri hüküm çıkarmakta delîl olarak almışlardır.
İmâm-ı Ebus-se’âdâd el-Mubârek bin Muhammed bin Esîr el-Cezerî hazretleri (Câmi’ül-usûl) adlı eserini te’lîf ederek, bu eserinde (Kitâb-ı rezîn) ile (Kütüb-i sitte) arasını birleşdirmişdir.
El-Hâfız Celâleddîn Abdürrahmân bin Ebû Bekr Süyûtî hazretleri (Cem-ul-cevâmî) kitâbını te’lîf etmiş, burada Kütüb-i sitte ile mesânidi aşreyi toplamıştır. Bu kitâb metin bakımından (Câmi’-ül-usûl) kitâbından dahâ geniş ve dahâ büyükdür.
Sonra gelen hadîs âlimleri, hadîs-i şerîflerden isnâdları hazf ederek, zikr etmeden “haber”de Sahâbîden hadîs rivâyet eden ve “eser”de de, Sahâbîden rivâyet eden zâtları zikredip, mahrece remz ile [işâret ile] iktifâ etmişlerdir. Çünki isnâdların zikrinden maksad, hadîs-i şerîfi isbât ve doğruluğunu bildirmekdir. Bu iş önceki âlimlerin vazîfelerinden olup, onlar bu işi yerine getirdiklerinden dolayı, sonra gelen âlimler yazdıkları kitâblarda isnadların zikrine ihtiyâc görmemişlerdir.
Eshâb-ı güzîn ve Tâbi’în-i se’âdet-i kârin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” zamânlarında hadîs-i şerîfleri nakil ve rivâyet eden zâtların hâlleri her tarafta biliniyordu. Bu zâtların bazısı Basra ve Kûfe’de, bazısı Şâm ve Mısır’da yaşıyorlar ve herkes tarafından tanınıp, hürmet ve saygı görüyorlardı. İsnâdlarda Hicâz ehlinin yolu diğer yollardan dahâ yüksek ve sıhhat bakımından son derece sağlamdır. Çünki Hicâz muhaddisleri naklin şartlarına son derece ehemmiyyet vermişlerdir. Allahü teâlâ kabirlerini güzel kokulu, mekânlarını Cennet eylesin!