KUR’ÂN-I KERÎMİN SÛRELERİNİN CEM’İ VE TERTÎBİ
1– Fâtiha Sûresi,
2– Bakara Sûresi,
3– Âl-i İmrân Sûresi,
4– Nisâ Sûresi,
5– Mâide Sûresi,
6– En’âm Sûresi,
7– A’râf Sûresi,
8– Enfâl Sûresi,
9– Tevbe Sûresi,
10– Yûnüs “aleyhisselâm” Sûresi,
11– Hûd “aleyhisselâm” Sûresi,
12– Yûsüf “aleyhisselâm” Sûresi,
13– Ra’d Sûresi,
14– İbrâhîm “aleyhisselâm” Sûresi,
15– Hicr Sûresi,
16– Nahl Sûresi,
17– İsrâ Sûresi,
18– Kehf Sûresi,
19– Meryem Sûresi,
20– Tâhâ Sûresi,
21– Enbiyâ “aleyhimüsselâm” Sûresi,
22– Hac Sûresi,
23– Mü’minûn Sûresi,
24– Nûr Sûresi,
25– Furkân Sûresi,
26– Şu’ârâ Sûresi,
27– Neml Sûresi,
28– Kasas Sûresi,
29– Ankebût Sûresi,
30– Rûm Sûresi,
31– Lokmân Sûresi,
32– Secde Sûresi,
33– Ahzâb Sûresi,
34– Sebe’ Sûresi,
35– Fâtır Sûresi,
36– Yâsîn Sûresi,
37– Sâffât Sûresi,
38– Sâd Sûresi,
39– Zümer Sûresi,
40– Mü’min Sûresi,
41– Hâ-mîm Secde Sûresi,
42– Şûrâ Sûresi,
43– Zuhrûf Sûresi,
44– Duhân Sûresi,
45– Câsiye Sûresi,
46– Ahkâf Sûresi,
47– Muhammed “aleyhisselâm” Sûresi,
48– Feth Sûresi,
49– Hucûrât Sûresi,
50– Kâf Sûresi,
51– Zâriyât Sûresi,
52– Tûr Sûresi,
53– Necm Sûresi,
54– Kamer Sûresi,
55– Rahmân Sûresi,
56– Vakı’a Sûresi,
57– Hadîd Sûresi,
58– Mücâdele Sûresi,
59– Haşr Sûresi,
60– Mümtehine Sûresi,
61– Saf Sûresi,
62– Cum’a Sûresi,
63– Münâfikûn Sûresi,
64– Tegâbün Sûresi,
65– Talâk Sûresi,
66– Tahrîm Sûresi,
67– Mülk Sûresi,
68– Nûn Sûresi,
69– Hâkka Sûresi,
70– Meâric Sûresi,
71– Nûh “aleyhisselâm” Sûresi,
72– Cin Sûresi,
73– Müzzemmil Sûresi,
74– Müddessir Sûresi,
75– Kıyâme Sûresi,
76– Hel-etâ ale’l-insân Sûresi,
77– Mürselât Sûresi,
78– Nebe’ Sûresi,
79– Nâziât Sûresi,
80– Abese Sûresi,
81– Tekvîr Sûresi,
82– İnfitâr Sûresi,
83– Mutaffifîn Sûresi,
84– İnşikâk Sûresi,
85– Bürûc Sûresi,
86– Târık Sûresi,
87– A’lâ Sûresi,
88– Gâşiye Sûresi,
89– Fecr Sûresi,
90– Beled Sûresi,
91– Şems Sûresi,
92– Leyl Sûresi,
93– Duhâ Sûresi,
94– İnşirâh Sûresi,
95– Tîn Sûresi,
96– Alak Sûresi,
97– Kadr Sûresi,
98– Beyyîne Sûresi,
99– Zilzâl Sûresi,
100– Âdiyât Sûresi,
101– Kâria Sûresi,
102– Tekâsür Sûresi,
103– Asr Sûresi,
104– Hümeze Sûresi,
105– Fîl Sûresi,
106– Kureyş Sûresi,
107– Mâûn Sûresi,
108– Kevser Sûresi,
109– Kâfirûn Sûresi,
110– İzâcâe Sûresi,
111– Tebbet Sûresi,
112– İhlâs Sûresi,
113– Felâk Sûresi,
114– Nâs Sûresi.
Kur’ân-ı kerîmde Hicâz lügatı dışında bulunan lügatlara dâir ilim:
Bu ilm, tefsîr ilminin kollarındandır. Kur’ân-ı kerîmde Hicâz lügatının dışında bulunan diğer bazı lügatlardan bahseder.
İmâm-ı Süyûtî hazretleri (Itkan) isimli kitâbında, bazı âlimlerin bu ilme dâir kitâp te’lîf ettiklerini bildirmiştir.
Kur’ân-ı kerîmde arab lügatı dışında bulunan bazı lügatlara dâir ilim:
Bazı âlimler, Kur’ân-ı kerîmde bulunan bazı lügatların arab lügatı olmadığını söylemişlerdir. Ancak, İmâm-ı Şâfi’î, İbni Cerîr, Ebû Ubeyde, Kâdî Ebû Bekr ve İbni Fâris gibi ümmetin büyük âlimleri bunu kesinlikle red etmişler ve Kur’ân-ı kerîmde arab lügatından başka lügatların bulunmadığını âyet-i kerîmelerden delîller getirerek bildirmişlerdir.
İlm-üt-tasrîf bil-ism-il-a’zam:
Bazı âlimler, bu ilmi tefsîr ilminin kolları arasında saymışlardır. Bu ilmin Peygamberlere “aleyhimüsselâm” ve Evliyâ-ı kirâma mahsûs olduğunu ve âlemin nizâmının fesaddan, bozukluktan muhâfazası için ism-i a’zamın diğer insanlara açıklanmasının helâl olmadığını, bu sebeble bu ilme dâir kitâp yazılmadığını bildirmişlerdir.
Kur’ân-ı kerîm tilâveti âdâbı ilmi:
Bu ilim, tefsîr ilminin kollarındandır. Âlimler tarafından, Kur’ân-ı kerîmi okumakla alâkalı pekçok edeb bildirmişlerdir.
Bu edeblerden bazıları şöyledir:
1– Kur’ân-ı kerîmi çok okumak.
2– Kur’ân-ı kerîmi ezberledikten sonra, unutmamak.
3– Kırâat için abdest almak.
4– Kur’ân-ı kerîmi temiz olan yerde okumak.
5– Kur’ân-ı kerîmi kıbleye dönerek okumak.
6– Okurken, huşu’ [tevâzu’], sekînet ve vakâr üzere olmak.
7– Kur’ân-ı kerîmi okumaya başlamadan önce, ağzı misvâklamak.
8– Kırâatten önce, E’ûzüyü, yanî E’ûzü billâhi mineşşeytânirracîm okumak.
9– Her sûre-i celîlenin başında, Besmele-i şerîfe okumak.
10– Kur’ân-ı kerîmi, tefekkür ederek ve manâsını düşünerek okumak.
11– Güzel sesle okumak.
12– Kur’ân-ı kerîmi mushaf-ı şerîfe bakarak okumak. Böyle okumak efdâldir.
13– Kırâat sırasında, bir kimse ile konuşmak için okumayı kesmemek.
14– Okurken, gülmemek ve boş şeylerle meşgûl olmamak.
15– Kur’ân-ı kerîm okunurken, dinlemek.
16– Kur’ân-ı kerîm okunurken, konuşmayı terk etmek, yanî konuşmamak.
17– Her secde âyeti okununca, tilâvet secdesini hemen yapmak.
18– Kıymetli vakitlerde ve günlerde okumayı tercîh etmek de Kur’ân-ı kerîmin tilâveti âdâbındandır.
Kur’ân-ı kerîmi okumanın en kıymetli zamânı; önce namâz kılarkendir. Sonra, gece, sonra gecenin ikinci yarısı, sonra da akşam ile yatsı vakti arasında olan zamândır.
Kur’ân-ı kerîmi gündüz okumak için en kıymetli vakitler; sabâh vakti, Arefe günü, Cum’a günü, Pazartesi ve Perşembe günleri, Ramazân-ı şerîf ayının son on günü, Zilhicce ayının başı ve Ramazân-ı şerîf ayıdır.
Kur’ân-ı kerîm okumaya Cum’a gecesi başlanır ve hatminin de Cum’a gecesi yapılması tercîh edilir. Hatm-i şerîfin gündüzün ve gecenin evvelinde olması efdâldir.
Büyük âlimlerden İbni Mubârek hazretlerinden rivâyet edildiğine göre, Kur’ân-ı kerîm okumaya kışın gecenin evvelinde, yazın da gündüzün evvelinde başlamak dahâ güzeldir.
Hatmin tamâmlandığı gün oruçlu olmak, güzel âdetlerdendir. Hatm-i şerîf okurken, Duhâ sûresinden Kur’ân-ı kerîmin sonuna kadar tekbîr okumak müstehabdır. Hatmin akâbinde duâ yapmak sünnetdir. Hatm-i şerîf bitdikten sonra, hemen yeni bir hatme başlamak sünnet ve müstehabdır. Hatmederken, İhlâs sûresinin tekrâr okunması, bazı kırâat âlimleri tarafından men edildiği rivâyet olunmuştur. Fakat insanlar bunun aksine hareket etmektedirler. Böyle yapmaları, haberde İhlâs sûresinin Kur’ân-ı kerîmin 3’te 1’ine muâdil olduğu bildirildiğinden, tekrâr [3 defa] okumakla bir hatim sevâbı kazanmak içindir.
Mushafın yazılması âdâbı ilmi:
Bu ilim, islâmiyyette bildirilen ve selefin güzel gördüğü edeplere uygun olarak, mushaf-ı şerîfin nasıl yazılacağından bahseder.
Bazı âlimlere göre bu ilim, tefsîr ilminin kollarından, bazı âlimlere göre ise, hat ilminin kollarından sayılmıştır.
Kur’ân-ı kerîmin ve sûrelerinin isimleri ilmi:
Bu ilim, Kur’ân-ı azîmüşşânın ve sûre-i şerîfenin isimlerinden bahseder.
Ma’lûm olduğu üzere, bir şeyin isminin çokluğu o şeyin şerefini gösterir. Bu sebeple Kur’ân-ı kerîmin pekçok isimleri vardır.
Bu isimler şunlardır:
“Kitâb, Kur’ân, Furkân, Zikr, Tezkîre, Zikrâ, Tenzîl, Ahsen-ül-hadîs, Mev’ıze, Hükm, Hikmet, Hakîm, Muhkem, Şifâ, Hüdâ, Hâdî, Sırat-ı müstekîm, Habl, Rahmet, Rûh, Kasas, Beyân, Tibyân, Mübîn, Besâir, Fasl, Nucûm, Mesânî, Ni’met, Burhân, Beşîr, Nezîr, Kayyım, Müheymîn, Nûr, Hak, Azîz, Kerîm, Azîm, Mubârek.”
1– “Kitâb” lafz-ı şerîfi, kıyâm ve sıyâm kelimeleri gibi masdardır. Bu kelimenin “Şâl” vezninde ism-i mef’ûl manâsında kullanıldığı da rivâyet olunmuştur. Melbûs manâsına kullanılan libâs lafzı gibi. Âlimler, âyet-i kerîmede geçen “kitâb” lafz-ı şerîfini delîl göstererek, “kitâb” lafzından murâdın Kur’ân-ı kerîm olduğu husûsunda ittifâk etmişlerdir. “Kitâb” lafz-ı şerîfi, Kur’ân-ı kerîmde çeşidli manâlarda gelmiştir. “Kitâb” kelimesi, farz manâsında geldiği gibi, huccet, burhân ve ecel manâlarında da gelir. Yine “kitâb” lafzı, bir şeyi toplamak manâsında da gelir. Askere “ketîbe” denir. Bunun sebebi, askerlerin toplu hâlde bulunmasıdır. Yine kitâba “kitâb” denilmesi, ilimlerin ve mes’elelerin kitâbda toplanması sebebiyledir.
2– “Kur’ân” lafz-ı celîli, âyet-i kerîmelerde çok geçmektedir. İbni Abbâs “radıyallahü anh” hazretlerinin beyân etdiğine göre, “Kur’ân” ve “kırâat” kelimeleri aynı manâdır. Bazı âlimlere göre ise, “Kur’ân” kelime-i şerîfesi, “Kara’t-ül-mâe fi’l-havzi izâ cema’tehû [suyu havuzda topladığında, suyu havuzda topladım]” derken, bu cümlede geçen (kara’tü) kelimesinin masdarı olup, “toplamak” manâsını ifâde eder. Süfyân bin Uyeyne hazretlerinin kavline göre, Kur’ân-ı kerîme, “Kur’ân” denilmesi, harflerin toplanmasından kelimelerin, kelimelerin toplanmasından âyet-i kerîmelerin, âyet-i kerîmelerin biraraya gelmesinden sûrelerin ve sûrelerin biraraya gelmesinden de Kur’ân-ı kerîmin meydâna gelmesi sebebiyledir. Kur’ân-ı kerîm, öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini kendisinde toplar. Hülâsâ “Kur’ân” lafz-ı celîli, tilâvet veyâ toplamak manâsına olan kırâat lafzından alınmışdır.
3– “Furkân” kelime-i şerîfesi, âyet-i kerîmede geçtiği üzere, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir. Âlimler bu kelimenin tefsîrinde ihtilâf etdiler. Kur’ân-ı kerîmin 20 küsûr sene içinde parça parça nâzil olması sebebiyle, “furkân” diye isimlendirildiği rivâyet edilmiş ve bu husûsda âyet-i kerîmeden delîl getirilmişdir. Kur’ân-ı kerîme “furkân” denilmesinin sebebini bildiren rivâyetlerden biri de, Kur’ân-ı kerîmin hak ile bâtılı, halâl ile harâmı, mücmel (kapalı) ile mübeyyeni (açığı), muhkem ile müevveli, birbirinden ayırmasından dolayıdır. Diğer bir rivâyete göre ise “furkân”, necât manâsına olup, mahlûkâtın dalâlet zulmetinden Kur’ân-ı kerîm vâsıtasıyla kurtulmaları sebebiyle ona, “furkân” adı verilmiştir.
4– “Zikr” iki manâda kullanılır. Birincisi, bir şeyi telaffuz etmek, söylemek manâsınadır. İkincisi, hâtırlamak, hâtırda tutmak olup, unutmanın zıddıdır. Zikr kelimesi, zükr şeklinde okunursa, hâtırlamak manâsında kullanılır. Zikr kelimesi “alâ” harfi cer’î ile kullanıldığında dil ile, “alâ” harfi cer’i getirmeden kullanıldığında ise kalb ile zikr manâsına gelir. Âyet-i kerîmelerde geçdiği üzere “zikr” lafzı, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
5– “Tezkire”, tecribe vezninde maksad olan şeyi hâtırlamaya vesîle olan şeye denir. Bu kelime aslında “tekmile” lafzı gibi masdar olup, sonra isim olmuştur. Haberleşmeye vâsıta olan varakaya [kâğıda] “tezkere” denmesi, bu kelimenin o kâğıda isim olmasından dolayıdır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîme takvâ sâhibleri için “tezkîre”dir buyurduğundan, bu kelime Kur’ân-ı kerîmin isimlerinden olmuştur.
6– “Zikrâ” “tezkîr” kelimesinden alınan bir isim olup, yâd etmek [hâtırlamak] manâsınadır. Bu kelime, Kur’ân-ı kerîmde geçdiğinden, onun isimlerinden olmuştur.
7– “Tenzîl” ve “inzâl” kelimeleri, bir şeyi yukardan hareket ettirmek manâsına kullanılır. Bu iki kelime arasında fark vardır. “Tenzîl” tedrîcen nüzûl, inme manâsına olup, inzâl de bir defada inme manâsınadır. Çünki “tef’il” bâbının binâsı çokluk içindir. Nüzûlün çokluğu da tedrîcî olmakla hâsıl olur. Âyet-i kerîmede geçdiği üzere “tenzîl” kelimesi, Kur’ân-ı kerîmin yüce isimlerindendir.
8– “Hadîs” kelimesi “tahdîs” kelimesinden alınmış bir isim olup, ahbâr [haberler] manâsınadır. Âyet-i kerîmede geçtiği üzere, “hadîs” lafzı, Kur’ân-ı kerîmin yüce isimlerindendir.
9– “Mev’izâ”, katı kalbleri yumuşatmak, donmuş gözleri ağlatıp yaş akıtmak, bozuk işleri ıslâh etmek manâsına kullanılır. Çoğulu “mevâız”dır. Âyet-i kerîmede geçtiği üzere “mev’izâ” lafzı, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
10– “Hükm”, emretmek ve men’ etmek manâsınadır. Âyet-i kerîmede geçtiği üzere, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
11– “Hakîm”, âlim ve hikmet sâhibi manâsınadır. İşlerini sağlam yapan kimseye de “hakîm” denir. Âyet-i kerîmede geçtiği üzere “hakîm” lafzı, Kur’ân-ı kerîmin esmâ-i celîlesindendir.
12– “Hikmet” kelimesinin manâsı husûsunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Bazı âlimlere göre “hikmet” lafzı, “ihkâm” [sağlam yapmak] ve “ilzâm” [iknâ edici delîl ile susturmak] lafzından alınmıştır. Diğer bir rivâyete göre ise, gemi [ağızlığı] sağlam tutmak manâsında olan “hikmet-ül-licâm” ifâdesinden alınmıştır. Çünki “licâm, (gem)” binek hayvanını zabt ettiği gibi, hikmet de insanı sefâhetden, aklsızca hareketten korur.
13– “Şifâ”, devâ ve ilâç manâsınadır. Şifâ lafzı, âyet-i kerîmede geçtiği üzere, Kur’ân-ı kerîmin yüce isimlerindendir. Âlimler, Kur’ân-ı kerîmin kalbdeki şek ve şüphe hastalığına devâ ve şifâ olması sebebiyle, şifâ ismiyle isimlendirildiğini bildirmişlerdir.
14– “Hüdâ” delâlet etmek, yol göstermek manâsına kullanılır. Bunun zıddı dalâlet, doğruluktan şaşmaktır. “Hüdâ” kelimesi âyet-i kerîmede geçmekte olup, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
15– “Hâdî”, tarîk-ı müstekîme [doğru yola] ulaştırıcı demektir. Mürşîde [rehbere] de hâdî denir. Âyet-i kerîmede geçtiği üzere, bu da Kur’ân-ı kerîmin yüce isimlerindendir.
16– “Sırat” kelimesi, tarîk-ı vâsı’ [geniş yol] manâsınadır. Sin harfi ile “sirât” ve ze harfi ile de “zirât” şeklinde de telaffûz edilmiştir. Âyet- i kerîmede geçtiği üzere, “sırât” lafzı da Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
17– “Habl” kelimesi, urgan [ip] manâsına olup, ahd ve emân manâlarında da kullanılır. Çoğulu hibâl ve ahbüldir. Boyun damarlarına da habl-ül-verîd denir. Habl lafzı da âyet-i kerîmede geçmektedir ve Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir. İpe tutunan kimsenin denizde boğulmaktan ve benzeri tehlikelerden kurtulup, selâmete erdiği gibi, Kur’ân-ı kerîme iyice sarılan kimse de, dünyâ ve âhıretteki sıkıntılardan ve azablardan kurtulur. Bu sebeble âlimler, Kur’ân-ı kerîme “habl” isminin verildiğini bildirmişlerdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîme “ismet” ismini vermişlerdir. “İsmet”, men’ etmek ve hıfz etmek [korumak] manâlarınadır. Âlimler Kur’ân-ı kerîme “ismet” isminin verilmesinin sebebi, halkı ma’siyyetden koruduğu için, demişlerdir.
18– “Rahmet” ve “Rûh” lafzları da, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir. Kur’ân-ı kerîm, halkı cehâletten ve dalâletten kurtardığı için, Allahü teâlâdan bir ni’met ve rahmet olduğu gibi, rûhların hayâtına sebeb olduğu için de, ona “rûh” isminin verildiği âlimler tarafından beyân buyurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîme “rûh” ismi verildiği gibi, Cebrâîl aleyhisselâma ve Îsâ aleyhisselâma da “rûh” ismi verilmiştir.
19– “Beyân”, “Tebyîn” ve Mübîn” kelimeleri de âyet-i kerîmelerde geçmektedir ve Kur’ân-ı kerîmin ismlerindendir. “Beyân” kelimesi, kalbde olan şeyi ortaya koyan fasîh konuşma demektir. “Tibyân” kelimesi, âşikâr olmak, “tebyîn” kelimesi âşikâr eylemek, “mübîn” kelimesi ise, açık ve âşikâr olmak, manâlarınadır.
20– “Kasâs”, kıssa kelimesinin çoğuludur. Kıssa haber manâsınadır. Âyet-i kerîmede geçdiği üzere “kasâs”, Kur’ân-ı kerîmin yüce isimlerindendir. Âlimler, Kur’ân-ı kerîmin önce geçen ümmetlerin kıssalarını da bildirmesi bakımından “kasâs” kelimesinin Kur’ân-ı kerîme isim olduğunu zikr ve beyân buyurmuşlardır.
21– “Besâir”, basîret lafzının çoğulu olup, idrâk etmek manâsına geldiği gibi, hakkı gösteren delîller manâsında da kullanılır. Besâir lafzı, âyet-i kerîmede geçmekte olup, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
22– “Fasl” lafz-ı şerîfi, âyet-i kerîmede geçmekte olup, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîm ile insanlar arasın- da hak üzere hüküm buyurması sebebiyle, “fasl” kelimesi kazâ manâsına geldiği, yanî hüküm manâsında olduğu rivâyet olunduğu gibi, yine kıyâmet gününde Kur’ân-ı kerîmin insanlar arasını ayırması sebebiyle de, fasl kelimesinin tefrîk edici manâsında olduğu rivâyet edilmişdir.
23– “Nücûm”, necm kelimesinin çoğuludur. Necm lügatta, yıldız, vakit ve asıl, manâlarında kullanılır. Nücûm kelimesi âyet-i kerîmede geçmekte olup, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir.
24– “Mesânî”, mesnâ kelimesinin çoğuludur. Mesnâ ikişer ikişer yanî çift çift olan şeyler manâsınadır. Mesnâ kelimesi, âyet-i kerîmede geçmektedir. Kur’ân-ı kerîme verilen ismlerdendir. Kur’ân-ı kerîmde kasâs ve ahbârın mesânî şeklinde geçmesi sebebiyle, Kur’ân-ı kerîme bu ismin verildiği âlimler tarafından bildirilmiştir.
25– “Ni’met”, kendisiyle garazsız ivazsız ihsân kasd olunan şeye denir. Âyet-i kerîmede geçdiği üzere, Kur’ân-ı kerîme ni’met ismi de verilmişdir.
26– “Burhân”, bu kelime hüccet ve delîl manâsınadır. Çoğulu berâhîndir. Burhân kelimesi, âyet-i kerîmede geçmekte ve Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir. Kur’ân-ı kerîm, burhân-ı kâtı’ [kat’î delîl] olup, arabların fasîhleri onun benzerini söylemekten âciz kalmışlardır.
27– “Beşîr” kelimesi, tebşîr edici [müjdeleyici] ve “nezîr” kelimesi tahvîf edici [korkutucu] demektir. Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere, Kur’ân-ı kerîme beşîr ve nezîr buyurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîm, îmân ve itâ’at ehlini Cennet ile müjdeleyici ve ısyân ve dalâlet ehlini de Cehennem azâbı ile korkutucu olduğundan, bu isimlerin verildiği âşikârdır. Allahü teâlâ, Resûlleri de “aleyhimüsselâm” mübeşşirîn ve münzirîn sıfatlarıyla sıfatlandırmışdır.
28– “Kayyim” kelimesi, lügatda, işleri düzene koyan ve yürüten kimse demektir. Vakfın mütevellîsi gibi. “Kayyım” lafzı, âyet-i kerîmede geçmektedir ve Kur’ân-ı kerîmin ismlerindendir. Âlimler, Kur’ân-ı kerîmin beyân ve ifâdede bizâtihî kâim olması [başkasına muhtâc olmaması] sebebiyle, bu ismin verildiğini bildirmişlerdir.
29– “Müheymin”, emîn lafzından alınmış ve Kur’ân-ı kerîm “müheymin” kelimesi ile vasıflandırılmıştır. Âlimler, Kur’ân-ı kerîme sarılanların, dünyâ ve âhıret zararlarından emîn olmaları sebebiyle ona bu ismin verildiğini bildirmişlerdir.
30– “Nûr” lafzı, ziyâ gibi aydınlık manâsınadır. Ziyâ nûrdan dahâ kuvvetli ve dahâ tamdır. Allahü teâlânın yüce kelâmında ziyâ lafzı güneş için, nûr lafzı da ay için buyurulmuştur. “Nûr” kelimesinin çoğulu ef’âl vezninde “envâr” şeklinde gelir. Nûr lafzı, Kur’ân-ı kerîmin isimlerinden olduğu gibi, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, dîn-i islâma, Tevrât-ı şerîfe, İncîl-i şerîfe ve îmâna da nûr adı verildiği âyet-i kerîmelerde geçmektedir.
31– “Hak” kelimesi, bâtılın zıddı olup, bâtılı giderir, ortadan kaldırır. “Hak” lafzı, Kur’ân-ı kerîmin isimlerinden olduğu gibi, Allahü teâlânın da esmâ-i hüsnâsındandır.
32– “Azîz” kelimesi, iki manâda kullanılır. Birisi kâhir (gâlib)dir, diğeri bî hemtâ ve bî misl (benzersiz) manâsındadır. Âyet-i kerîmede vârid olduğu üzere “azîz” lafz-ı celîli, Kur’ân-ı kerîmin esmâ-i şerîfesindendir. Âlimler, bu ismin verilmesinin sebebini, Kur’ân-ı kerîmin düşmanlarına gâlib gelerek susturması ve mu’ârızlarını karşı koyamaz hâle getirmesindendir, diye bildirmişlerdir.
33– “Kerîm” lafzı, öyle bir zât için kullanılır ki, o zât, menfaâtini, hiçbir karşılık beklemeden başka bir kimse için kullanır. Kerîm, lâyık olan şeyi karşılık beklemeden ihsân etmek manâsınadır. Bir kimse malını menfaât bekleyerek ve ayıblanmaktan kurtulmak maksadıyla başkasına verse, o kimse “kerîm” denmeye lâyık olamaz. Allahü teâlâ, kendi yüce zâtı, Kur’ân-ı kerîm, Mûsâ aleyhisselâm, amellerin sevâbı, Arş-ı a’zam, Cibrîl aleyhisselâm ve Süleymân aleyhisselâmın kitâbı için, “kerîm” buyurmuşdur.
34– “Azîm” lafz-ı şerîfi, Kur’ân-ı kerîmin isimlerindendir. Âyet-i kerîmelerde geçdiği üzere, Allahü teâlâ, kendi zâtı için ve Arş, Kur’ân-ı kerîm, kıyâmet günü, kıyâmet günün sarsıntısı, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ahlâkı ve ilmi, kadınların hîlesi, Fir’avnın sihirbâzlarının sihri, ecr ve sevâb ve münâfıklara yapılacak azâb için “azîm” buyurmuştur.
35– “Mubârek”lafz-ı şerîfi de, Kur’ân-ı kerîmin ismlerindendir. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma hitâb buyurduğu yer, zeytin ağacı, Îsâ aleyhisselâm, Yağmûr ve Kadr gecesi için “mubârek” kelimesi ile tesmiye buyurmuşdur [adlandırmışdır].
Kur’ân-ı kerîmden çıkarılan ilimleri bilme ilmi:
Bu iilm, Kur’ân-ı azîmüşşândan istinbât edilen, alınan ilimlerden bahseder. Tefsîr ilminin kollarındandır.
Âlimler, Kur’ân-ı kerîmin, önce ve sonra gelen haberleri içine alması bakımından ilimlerin aslı, kaynağıdır, buyurmuşlardır. İbni Mes’ûd “radıyallahü anh”, ilim öğrenmek isteyen kimse için, Kur’ân-ı kerîmin kâfi’ olduğunu beyân buyurmuşdur.
Beyt tercemesi:
Bütün ilmler Kur’ân-ı kerîmdedir,
Lâkin insanlar, anlamaktan âcizdir.
Bu güzel beytde ifâde edildiği şeklde, işin hakîkati budur.
Âlimler, Kur’ân-ı kerîmin şâmil olduğu ilmleri, kısmlara ayırmışlardır. Bazı âlimler tarafından, Kur’ân-ı kerîmin lügatının zabtına ve kelimelerinin yazılmasına, harflerinin mahreçlerinin beyânına, âyet-i kerîmelerinin sayısına, Kur’ân-ı kerîm ile alâkalı diğer îcâb eden ilimlerin açıklanmasına i’tinâ gösterilmişdir. Böyle âlimlere “kurrâ” ismi verilir.
Bazı âlimler de, Kur’ân-ı kerîmde bulunan isimlerin, fiillerin ve harflerin i’râb ve binâlarını, kelimelerinin yazılışını, hulâsâ Kur’ân-ı kerîmin kelime ve lafızlarıyla alâkalı bütün hâllerini beyân etmek için, büyük gayret göstermişlerdir.
Bazı âlimler ise, Kur’ân-ı kerîmi kâidelere ve islâmın esâslarına uygun olarak tefsîr etmeye i’tinâ buyurmuşlardır.
Âlimlerden bir kısmı da, aklî, aslî ve nazarî delîlleri taşıyan âyet-i kerîmelerden, Allahü teâlânın Vahdâniyyetine, birliğine, varlığına, bekâsına, kıdem, kudret ve ilmine, zât ve sıfatlarının noksanlıklardan tenzîh ve takdîsine âit delîlleri çıkardılar. Bunlara “usûliyyûn” denir. Ya’nî usûl-i dînin âlimleridir.
Yine âlimlerden bir kısmı, Kur’ân-ı kerîmin umûmîlik ve husûsîlik ifâde eden hitâbına, hakîkat, mecâz, sarîh ve kinâye gibi lügatlarına i’tinâ göstererek, tahsîs, ahbâr, nâs, zâhir, mücmel, muhkem, müteşâbih, emr, nehy ve nesh gibi kısımlarından ve bunların benzerlerinden bahsetmişlerdir. Böyle âlimlere (usûl-i fıkh âlimi) denir.
Bir sınıf âlimler de halâl ve harâmı ve diğer ahkâm-ı şer’iyyeyi bildiren âyet-i kerîmeler üzerinde dikkatle durarak, hükümlerin esâslarını ve dallarını tesbît etdiler. Bu ilme (fıkh ilmi) denir.
Âlimlerden bir kısmı ise, Kur’ân-ı kerîmden geçmiş asrlara ve önceki ümmetlere âid haberleri bildiren âyet-i kerîmeler üzerinde durarak, haberlerin nakline, hâdiselerin derlenip toplanmasına i’tinâ göstermişlerdir. Bu ilme (târîh) ve (ilm-i kasâs) ismini vermişlerdir.
Bir kısm âlimler de, hikmetler, darb-ı mes’eller ve nasîhatları bildiren âyet-i kerîmeler üzerinde durarak, “Va’d, vaîd, tahzîr [sakındırma], tebşîr [müjdeleme], zikr-i mevt [ölümü hâtırlama], meâd, neşr, haşr, hesâb, ikâb, Cennet ve Cehennem” ile alâkalı bahsleri incelemişlerdir. Böyle âlimlere “hutabâ” ve “vu’âz (vâizler)” denir.
Âlimlerden bir kısmı da, Yûsüf aleyhisselâmın kıssâsı ile alâkalı âyet-i kerîmelerden, rüyâ ta’bîr ilmini çıkarmışlardır.
Âlimlerden bir kısmı da, mîrâs ile alâkalı âyet-i kerîmelerden ferâiz ilmi, ferâiz hesâbları ve vasiyyetlere âid hükmleri çıkardılar.
Âlimlerden bir kısmı da, âyet-i kerîmelerden ilm-i mevâkîti [vakitleri bildiren ilmi] çıkardılar.
Âlimlerden bir kısmı da, Kur’ân-ı kerîm âyetlerinden, ilm-i me’ânî ve ilm-i bedi’ ve ilm-i beyânı çıkarmışlardır.
Erbâb-ı işârât ve eshâb-ı hakîkât da, Kur’ân-ı kerîmin lafzlarından ince ve derin manâlara vâkıf olarak, bazı ıstılâhlar tertîb etdiler.
Bu ıstılâhlar, “fenâ, bekâ, hudûr, havf, heybet, üns, vahşet [korku, üzüntü], kabz, bast” ve benzeri ıstılâhlardır.
Yine Kur’ân-ı kerîm, tıb, cedel, münâzara, hey’et, hendese, cebir ve mukâbele gibi önceki ilimleri de bildirdiğinden, bu ilimler de âyet-i kerîmelerden elde edilmiştir.
Büyük âlimlerden Kâdî Ebû Bekr bin Arabî hazretleri (Kanûn-üt- te’vîl) adlı kitâbında, Kur’ân-ı kerîmin (77450) kadar ilim çeşidini ihtivâ ettiğini bildirmiştir.
Kur’ân-ı kerîmde bildirilen ilimlerin en şereflisi ve en büyüğü ilm-i emsâldir. Âlimler, bu emsâl ve durûbdan [ibret verici hâdiselerden misâller] çok çeşitli manâların çıkarıldığını bildirmişlerdir.
Hülâsâ âlimler, Kur’ân-ı kerîmin bütün ilimleri kendinde topladığını bildirmişlerdir. Kur’ân-ı kerîmin esrârını ve ondaki şaşılacak bilgileri anlamakta, insan aklı âcizdir. Bunları ancak Allahü teâlâ bilir.
Kur’ân-ı kerîmde hakîkat ve mecâz ilmi:
Bu ilim, tefsîr ilminin kollarındandır. Kur’ân-ı kerîmin yüce lafızlarının hakîkat ve mecâzından bahs eder.
Kur’ân-ı kerîmin lafzlarının hakîkat ve mecâzında cumhûr-u ülemâ arasında ihtilâf yoktur.
Şâfi’î âlimlerinden İbn-ül-Gâvs ve bazı malikî âlimleri, Kur’ân-ı kerîmde mecâzın bulunmadığını söylemişler ise de, âlimler, mecâzın hakîkatden dahâ belli olması sebebiyle, bu görüşün doğru olmadığını bildirmişlerdir.
Büyük âlimlerden İzzeddîn bin Abdüsselâm hazretleri, Kur’ân-ı kerîmin yüce lafızlarının hakîkat ve mecâzına dâir bir kitâb te’lîf buyurmuşdur. Âlimlerden Celâlüddîn Süyûtî hazretleri de bu kitâbı (Mecâz-ül- fürsân ilâ mecâz-il-Kur’ân) adlı kitâbında özetlemişdir.
Kur’ân-ı kerîmde teşbîh ve istiâre ilmi:
Bu ilim, Kur’ân-ı kerîmdeki teşbîhlerden ve istiârelerden bahs eder. Bazı âlimler bu ilmi, tefsîr ilminin kollarından saymışlardır.
Teşbîh, lügatda bir şeyin diğer bir şeyle manâ bakımından ortak olmasını göstermektir. Birinci şeye (müşebbeh) [teşbîh edilmiş, benzer], ikincisine (müşebbehün bîh) [kendisine benzetilen], aralarındaki ortak manâya ise vech-i şebeh (benzeme yönü) denir.
Beyân ilmi âlimlerinin ıstılâhına göre teşbîh, bir şeyin zâtında olan sıfatlardan birinde iki şeyin ortak olmasını göstermektir.
Teşbîh edatları “ke (gibi) keen (sanki), misil ve şibh (benzer) ve bunlar gibi harf ve isimlerdir.
Fi’llerin teşbîh edâtı olduğu da bildirilmekte ise de, en sahîh olan söz, fiillerin teşbîh harflerinden olmayıp, teşbîh alâmeti taşımalarıdır.
Teşbîh, belâgat çeşidlerinin en üstünüdür. İmâm-ı Müberred hazretlerinin (Kâmil) isimli kitâbında zikr ve beyân olunduğu üzere, kelâm-ı arabînin ekserîsi teşbîhden ibâretdir.
Teşbîhin ve istiârenin kısımları, beyân ilminde bildirilmiştir. Ebül-Kâsım Hendâd Bağdâdî hazretleri, Kur’ân-ı kerîmdeki teşbîhler ile alâkalı olarak (Cemmân) adlı bir kitâb te’lîf buyurmuştur.
Kur’ân-ı kerîmin hitâb çeşitleri ilmi:
Bu ilim tefsîr ilminin kollarındandır. Âlimlerin büyüklerinden İbn-ül- Cevzî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin beyânına göre, Kur’ân-ı kerîmde 15 çeşid hitâb şekli bulunmaktadır. Bir rivâyete göre ise, 30’dan fazladır. Bu hitâb şekilleri, Kur’ân-ı kerîm ile alâkalı ilimlerden bahseden eserlerde ve tefsîr kitâblarında bildirilmiştir.
Kur’ân-ı kerîmde geçen künyeler ve lakablar ile alâkalı ilim:
Bu ilim, Kur’ân-ı kerîmde adı geçen Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve meleklerin ismlerinden ve diğer ismlerden bahs eder. Tafsilâtı tefsîr kitâblarında ve Kur’ân-ı kerîm ile alâkalı ilimlerden bahseden kitâblarda yazılmıştır.
Kur’ân-ı kerîmdeki hasr ve ihtisâsı bilme ilmi:
Tefsîr ilminin kollarından olan bu ilm, Kur’ân-ı kerîmdeki hasr ve kasr ifâde eden âyet-i kerîmelerden, hasr ve kasrın kısımlarından bahs eder.
(Hasr), Bir şeyi husûsî bir yol ile başka birşeye tahsîs etmek manâsına olup, kasr da denir.
Hasr üç kısma ayrılır: Birincisi, “hasr-ı aklî”, ikincisi, “hasr-ı istikrâî”, üçüncüsü “hasr-ı ca’lî”dir.
(Hasr-ı aklî), sayıların teklik ve çiftliğe hasrı gibidir.
(Hasr-ı istikrâî), kelimenin, isim, fiil ve harf olarak üç kısma hasrı gibidir.
(Hasr-ı ca’lî), bir kitâbın bir mukaddime (giriş) ile üç makâleye (bölüme) ve bir hâtimeye (sonuç kısmına) hasrı gibidir. Kur’ân-ı kerîmde hasr ve tahsîs ifâde eden harfler, kelimeler ve terkîbler, tefsîr kitâblarında husûsî bölümlerde bildirilmiş ve açıklanmıştır.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmi her türlü değişiklikten koruyacağını bildirmişdir. Bu sebeble Eshâb-ı kirâm, tâbi’în-i i’zam ve müctehîd imâmlar “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve ilim ve fazîlet sâhibi büyük islâm âlimleri, zamân içinde geçen pek çok hâdiseler ve değişikliklere rağmen, Kur’ân-ı kerîmin muhâfazasına, tefsîrine, manâlarının açıklanmasına, her türlü değişiklikten korunmasına, ancak Allahü teâlânın tevfîki ve yardımı ile muvaffak olmuşlardır.
Kur’ân-ı kerîmin yüce vasıflarını lâyıkıyle anlatmaktan diller ve kalemler âcizdir. Bu sebeble bu bölümde güneşe nisbetle zerre gibi olan ve tefsîr ilmine dâir tam bir acziyetle verilen bu kısa bilgilerle iktifâ olundu.