Abdüllah-i Dehlevî hazretlerinin sözleri:

Buyurdu ki: Fakîr kelimesindeki (fa) harfi, fakîrlik, yoksulluk çekmek, (kaf) harfi kanâat etmek, (yâ) harfi Allahü teâlâyı yâd etmek, (ra) riyâzet çekmektir. Bunların hepsi yapılırsa (fa) fadl-ı hüdâ, (kaf) kurb-i mevlâ, (yâ) dostluk, (ra) rahmete kavuşmak olur. Yoksa bunlar yapılmazsa (fa) fadîhat, rüsvâ olmak (kaf) kahr, (yâ) ye’s ve (ra) rüsvâlık olur.

Buyurdu ki: Zevk, şevk, keşf ve kerâmete tâlib olan kimse, tâlib-i Hüdâ olamaz. Müellif der ki: Hâfız şöyle buyurdu:

Beyt:

Eğer bu fadl ve kereme verirsek kerâmet adı.

Benlikle boyanmış olan hırka bize âr olur,

Yine o şöyle demiştir:

Harabât ile oturanlar kerâmetten bahsetmesin, Her sözün bir vakti ve her nüktenin bir yeri vardır.

Buyurdu ki: Kemâlâtta vasl-ı uryânî hâsıl olur. O makâmdan sâlikin nasîbi ye’s ve mahrûmluktan başka bir şey değildir. Her ne kadar vüsûl varsa da husûl değildir.

Buyurdu ki: Tâlibin her vakit her ibâdetten ayrı ayrı lezzet alması, uyanık olması lâzımdır. Namâzda nasıl hâllere kavuştuğunu, Kur’ân-ı kerîm okurken nasıl bir nisbetin, bağlılığın zuhûr ettiğini, hadîs-i şerîf dersinde nasıl şevklerin hâsıl olduğunu, kelime-i tevhîd söylerken nasıl bir zevkin meydâna geldiğini bilmelidir. Bunun gibi, şüpheli lokmalardan nasıl bir zulmetin yükseldiğini ve diğer günâhları da buna kıyâs ederek tesîrlerini bilmelidir.

Buyurdu ki: Vilâyette hatarat (hâtıra gelen düşünceler) zararlıdır. Bunlar nübüvvet kemâlâtında zararlı değildir. Emîrü’l-mü’minîn Ömer “radıyallahü anh” buyurdu ki: “Ben namâzda olduğum hâlde, ordunun hâzırlığını düşünürüm.” Güneşe bakmak, kalbe hatarâtın gelmesine manî değildir.

Buyurdu ki: Yemekte nefsin bir rızâsı, bir de hakkı vardır. Nefsin rızâsı çok ve lezzetli yiyecekleri yemektir. Nefsin hakkı ise, farzları ve sünnetleri yapmak için güç kazanacak kadar yemektir.

Buyurdu ki: Nakşibendiyye yolu dört şeyden ibârettir: Bîhatıragî (Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak), devâm-ı huzûr, cezebât ve vâridât.

Buyurdu ki: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bütün kemâlâtı kendinde toplamış idi. O kemâllerden, her asırdaki ümmetinde o zamâna uygun olanlar zuhûr etmiştir ve edecektir.

Feyzler hazînesi olan mübârek bedeninin kemâlleri, aç durmak, cihâd ve ibâdet etmek olup, bunlar Eshâb-ı kirâmda göründü.

Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek kalbi ile alâkalı olan kemâller, istigrâk (nûrlara gark olmak), kendinden geçme, zevk ve şevk, âh, feryâd ve vahdet-i vücûd sırları olup, Cüneyd-i Bağdâdî’nin “rahmetullahi aleyh” dilinden evliyâya verildi.

Bâtın nisbetinde kendini yok etmek, yok olmak, Nakşibend büyükleri ile Hâce Nakşibend Muhammed Buhârî hazretlerinde ortaya çıktı.

Şerefli Muhammed ismi ile alâkalı kemâl mertebeleri ve olgunluklar, Müceddid-i elf-i Sânî zamânında zuhûr etdi.

Buyurdu ki: Helâl kazanç sağlamak mü’minlere farz, zarûrîdir. Âriflere ise helâlin fazlasını da terk zarûrîdir. Müellif der ki; tasavvuf ehli azîmet ile amel ederler.

Buyurdu ki: Nefsinin arzûlarına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen, onun kulu olursun.

Buyurdu ki: Açlıkla geçen gece dervişlerin mi’râcıdır.

Buyurdu ki: Sofî, dünyâ ve âhireti bırakıp, Allahü teâlâya yönelen kimsedir. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî şöyle demişdir:

Beyt:

Âşıklar insanlardan başka bir millettir.

Onlar için mezheb ve millet Hüdâdır.

Buyurdu ki: Duâ ederken nûrlar akıp gelir. Duânın kabûl olması bakımından bu bereketleri ayırmak zordur. Bazıları demişlerdir ki, eğer iki elde ağırlık hissedilirse, duânın kabûl alâmetidir. Biz deriz ki, eğer sadrın inşirâhı, yanî göğüsde bir genişleme, kalbde açıklık hâsıl olursa, kabûl alâmetidir.

Buyurdu ki: Bî’at üç kısımdır: Birincisi, mürşid-i kâmillere tevessül için bî’atdır. İkincisi, günâhlardan tevbe içindir. Üçüncüsü, nisbet elde etmek için yapılan bî’atdır.

Buyurdu ki: İnsanlar dört kısımdır. Nâmerdler, merdler, civânmerdler ve ferdlerdir. Dünyâyı isteyen nâmerd, âhireti isteyen merd, âhıretle birlikde Hak teâlâyı isteyen civânmerd, yalnız Hak teâlâyı isteyen ferddir.

Buyurdu ki: Hatarâ, kalbe gelen düşünceler, dört kısım olup, şeytânî, nefsânî, melekî ve hakkânîdir. Şeytânî olanı sol taraftan gelir. Nefsânî olanı yukarıdan, yanî dimâgdan gelir. Melekî olanı sağ taraftan gelir. Hakkânî olan fevkalfevkten gelir.

Buyurdu ki: Nübüvvet hâriç, insan için mümkün olan her kemâlât hazret-i Müceddidde zuhûr etmişdir.

Rubâî:

Gayb perdesinin ardında bulunan güzellikler,

Senin eşsiz sima’nda hepsi zuhûr ettiler.

Hayâl kalemi gönül sahîfesine ne çizse,

Senin düzgün şeklini ondan güzel ettiler.

Buyurdu ki: Resûlullahtan “sallallahü aleyhi ve sellem” üveysî olmak isteyen yatsı namâzından sonra, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek ellerini kendi ellerinde imiş gibi tutup, şöyle demelidir: Ey Allahın Resûlü, sana beş şeyde bî’at etdim: Eşhedü enlâ ilâhe ilallallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühû, demek, namâz kılmak, zekât vermek, Ramazânda oruc tutmak ve gücüm olduğunda Kâ’beye gidip, hac etmek. Bir kaç gece bunu yapmalıdır. Eğer büyüklerden birine üveysî olmak istiyorsa, yalnız olarak oturup, iki rekat namâz kılıp, sevâbını onun rûhuna göndermeli ve rûhuna müteveccih olarak oturmalıdır. [Üveysiliğe dair]

Buyurdu ki: Allahü teâlâ bana öyle bir idrâk, yanî anlama kuvveti ihsân etti ki, bedenim de, kalb gibi oldu. Önden, arkadan, sağdan, soldan kim gelirse, onun nisbetini bilirim.

Buyurdu ki: Üç kitâbın benzeri yoktur. Kur’ân-ı kerîm, Sahîh-i Buhârî ve Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevî’si. [Yanî, evliyâlık yolunun kemâlâtını bildiren kitâpların en üstünü Mesnevîdir. Evliyâlık ve nübüvvet yollarının kemâlâtını ve inceliklerini bildirmekte ise, imâm-ı Rabbânînin Mektûbât’ının eşi yoktur.]

Buyurdu ki: Evliyâ üç kısımdır. Erbâb-ı keşf, erbâb-ı idrâk ve erbâb-ı cehl.

Buyurdu ki: Evliyâdan çok az kimse hazret-i Müceddidin ulaşdığı kemâlâta ulaşabilmiştir. Eğer o vahdet-i vücûd evliyâsının tamâmına teveccüh etseydi, onları vahdet-i şühûdun ana caddesine ulaştırırdı.

Buyurdu ki: Sa’dî şirâzî, Sühreverdi yolunda anlayış sâhibi bir kimseydi. Tasavvufu iki sözle ne güzel anlatmıştır:

Şiir:

Âlim, mürşid üstâd Şihâbeddîn Sühreverdî,

Bana su üzerinde iki nasîhat verdi.

Biri aslâ kendini hiç iyi bilmemektir,

Diğeri başkasını hiç kötü görmemektir.

Buyurdu ki: Bizden konuşan bizim elbisemize bürünür

ve bizim tavrımızı seçmiş olur.

Rubâî:

Ya mâvi gömlekli yâr ile gezme,

Ya da evi barkı hâtırından sil.

Ya file bakanla arkadaş olma,

Ya da içine fil sığacak, yap binâ.

Buyurdu ki: Müminlerden bazısının rûhunu melekül mevt alır. Ehassü’l-hasın (seçilmişlerin) rûhu kabz edilirken melek de bulunmaz. Müellif derim ki: Muhtemeldir ki, bu söz şu âyet-i kerîmelere işâretdir: Meâlen: (Allah, nefslerin ölümü zamânında henüz ölmemişlerin de uyudukları sırada canlarını alır…) (Zümer sûresi: 42) ve “(Ey Resûlüm, onlara) de ki: Sizin canınızı almağa vekîl kılınan ölüm meleği, (Azrâil) canınızı alacak…) (Secde sûresi: 11)

Buyurdu ki: Dervişlerin geçimi şöyle olmalıdır ki, İbni Yemîn kübrevî bunu nazımla şu şekilde bildirmiştir:

Nazm:

Bir arpa ekmeği, bir yün hırka, bir acı su,

Bir mushaf ve hadîs-i peygamberî doğrusu.

İki üç cüz’ yetişir fâideli ilimlerden,

Öf, bu İbni Sinânın ve Unsûrînin boş sözlerinden.

Bir de karanlık kulübe ki, aydınlatmak için,

Güneşe minnet etmek değer mi bunun için.

Bir iki ahbâbla ol ki, yarım arpa etmez,

Melik Sencer katında onlara yer verilmez.

Bu saâdete hasret gitdi nice sultânlar,

Kayserin, İskenderin tâcını arayanlar.

Yine Cemâlînin şiirlerini de okudular: Rubâî:

Hak bana bir izar, bir de ridâ verdi,

Ne hırsız derdi var ne de mal derdi.

Bedenimde hasır ve post izi var,

Bir de gönül dost derdiyle bî karar.

Cemâlîye kâfi’dir bu kadarlık,

Rindlik, serhoşluk ve aldırmazlık.

Buyurdu ki: Nûrânî akıl, vâsıtasız maksûda yol gösterir. Zulmânî akıl ise, mürşidin hidâyet ışığı ile yol bulur.

Buyurdu ki: Tâlib bir ân bile matlûbu anmakdan gâfil olmamalı. Beyt:

Bu aşk şerbetinden, Hüsrev bulunmaz,

Ciğer kan olmadıkca tad alınmaz.

Buyurdu ki: Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin, günâhların başıdır. Günâhların başı da küfürdür.

Beyt:

Dünyâya tapanlar, kâfirânı mutlakdırlar,

Gece gündüz vak vak ve zak zakdadırlar.

Buyurdu ki: Kendini yok bilmek öyle bir şeydir ki, sâlik aslâ ben diyemez. Nitekim Hâce-i Ahrâr “radıyallahü anh” şöyle buyurdu: EnelHak demek kolaydır. Ene’yi yok etmek müşkildir.

Buyurdu ki: Senaînin beyti de bu manâdadır: Beyt:

Dostdan geri kaldığın söz, ister küfr veyâ îmân olsun,

Seni yârdan ayıran harf, ister çirkin veyâ güzel olsun.

Buyurdu ki: Sâlik başlangıçda nâfilelerden geri durur, farzlar ve sünnet-i müekkedelerle iktifâ eder.

Buyurdu ki: Müceddidiyye tarîkatı dört feyz deryâsına sâhibdir. Bunlar, Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Çeştiyye ve Sühreverdiyyedir. Lâkin birincisi, dahâ fazladır.

Buyurdu ki: Tarîkatı inkâr odur ki, imtiyâzı kaldırıp, Hakdan başka hiçbir şeyi görmemektir.

Buyurdu ki: Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin. Mısra’:

Hizmet edene hizmet edilir.

Buyurdu ki: Şimdi za’îf düşdüm. Dahâ önce Şâhcihân âbâdda Câmi-i mescidin havuzundan acı su içer, günde 30 cüz Kur’ân-ı kerîm okurdum. 10.000 defa kelime-i tevhîd söylerdim. Bâtın nisbetim o kadar kuvvetlenmişti ki, mescid tamâmen nûr ile dolardı. Bunun gibi geçtiğim her köşe nûrla dolardı. Azîz bir zâtın kabrine gitsem, onun nisbeti kaybolurdu. Fakat ben kendi nisbetimi örterek o büyük zâta tevâzu gösterirdim.

Beyt:

Âcizliğimizden bu kadar haber veriyorum,

Çünki yanağından gözümü ayıramıyorum.

[Bu yazı Hüvelgani Risalesi‘nden alınmıştır]

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler