3. BÖLÜM
Mazher-i Cân-ı Cânân hazretlerinin “kuddise sirruh”, Nakşibendî, müceddidî yolundan dört büyük şeyhinin yüksek hâlleri:
Seyyidüs-sâdât hazret-i Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî “rahmetullahi aleyh” [Silsile-i aliyyeden.]
Zâhir ve bâtın ilimlerinde âlim idi. Fakîh, kâmil, ârif-i mükemmîl idi. Tasavvufta feyzini, büyük âlim ve mürşid-i kâmil Şeyh Seyfeddîn Fârûkîden aldı. Bu zât Urvetü’l-vüskâ Muhammed Ma’sûm hazretlerinin oğlu ve halîfesi, o ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu ve halîfesidir. Yine Şeyh Abdülhak muhaddis hazretlerinin evlâdından ve Muhammed Ma’sûm hazretlerinin halîfelerinden olan Hâfız Muhammed Muhsin hazretlerinin huzûrunda bulunup, ondan senelerce feyz aldı. Böylece üstün hâllere ve yüksek makâmlara kavuştu. Kuvvetli bir istigrâk hâline sâhib idi. Yanî ilâhî aşk ile kendinden geçme hâli pek ziyâde idi. 15 sene bu hâl üzere yaşadı. Sâdece namâz vakitlerinde ayıklık hâline döner, sonra yine istigrâk hâli kaplardı. Ömrünün son zamânlarında bu hâlden kurtuldu. Vera’ ve takvâsı yanî şüpheli şeylerden ve harâmlardan sakınmaktaki gayreti son dereceye ulaşmıştı. Sünnet-i seniyyeye uymakta, edep ve âdetlerde Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi olmakta büyük bir dikkat gösterirdi. Peygamber efendimizin hayâtını ve yüksek ahlâkını anlatan kitâbları devâmlı yanında bulundurur, bunları okuyup, hâllerinde ve işlerinde Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uyardı. Bir defasında helâya girerken, yanlışlıkla önce sağ ayağını içeri atmıştı. Bunun üzerine hâllerinde bağlanma oldu. Tazarru’ ile Allahü teâlâya çok duâ edip, yalvardı. Sonra hâlleri tekrâr açıldı. Yiyeceklerinin helâlden olması husûsunda son derece dikkat ederdi. Birkaç günlük ekmeğini kendi pişirir, açlığı şiddetlenince o ekmekten bir parça yerdi. Sonra murâkabeye dalardı. Dâimâ murâkabe hâlinde bulunmaktan, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, hep ibâdet ve taâtla meşgûl olmaktan beli bükülmüştü. Buyurdu ki, “30 seneden beri kalbimden insanın tabiî gıdâsı olan şeyleri yemek geçmedi. Ne zamân yiyeceğe ihtiyâc duysam, ne varsa yer, onunla iktifâ ederdim.” Günde bir defa yemek yemeyi bidat bilerek ve takvâsının çokluğundan, çocuklarından birine yağ, diğerine de şeker verirdi. Ekseriyyetle zulmet şüphesi bulunması sebebiyle zenginlerin yemeğini aslâ yemezdi. Bir defasında zengin bir kimsenin evinden huzûruna yemek getirilip, takdîm edildi. Nâzik bir tavırla “Bu yemekte bir zulmet gözüküyor, bunu bir araştırınız!” buyurdu. Bu yemek helâldendir dediler. Fakat araştırıp, gösteriş niyeti ile hâzırlandığını anladılar. Eğer dünyâya düşkün birisinin evinden emânet olarak bir kitâp isteseler, üç gün bekletir, sonra okurdu. Buyururdu ki: “Konuşmaların zulmeti o kitâp üzerini bir kılıf gibi kaplamış.” Sohbetinin bereketi ile o zulmet dağıldıkdan sonra o kitâbı okurlardı.
Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinin en meşhûr talebesi olan Mazher-i Cân-ı Cânân hazretleri, ondan bahsederken göz yaşlarını tutamaz ve şöyle derdi: Sizler Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinin zamânına yetişemediniz. Eğer onu görmüş olsaydınız, îmânınız tâzelenir ve Allahü teâlâ ne büyük kudret sâhibidir ki, böyle mübârek bir zât yaratmış derdiniz “radıyallahü teâlâ anh”. Onun keşfi son derece kuvvetli ve isâbetli idi. Hattâ denilebilir ki, onun kalb gözüyle gördüğü kadar bizler baş gözümüzle göremeyiz. Kuvvetli tasarruflara sâhipti. Sevenlerinin ihtiyâçlarını gidermek için himmet ederdi. Himmet ettiği gibi gerçekleşmemesi çok nâdir olurdu.
Bir gün bir kadıncağız, huzûruna gelip; Cinler kızımı kaçırdılar. Ne kadar uğraştıysak da bir çâresini bulup, kızımı kurtaramadık. Siz bu husûsta lutfedip, teveccüh buyurunuz da kızım kurtulsun, dedi. Bunun üzerine bir müddet murâkabeye daldı. Sonra inşâallah kızın falan zamân kurtulup gelecek, dedi. İşâret ettiği vakitte kız cinlerin elinden kurtulup, geldi. Nasıl kurtuldun diye sorduklarında; Sahrâda idim. Bir büyük zât elimden tutup, beni buraya getirdi, dedi. Bu hâdiseye şâhit olan bir kimse, “Efendim, kızın kurtulacağını niçin hemen söylemediniz de, murâkabeye dalıp, ondan sonra söylediniz diye sorunca; “O kızın kurtulması için himmet gösterip, Allahü teâlâya duâ ettim. Bana ilhâm-ı ilâhî ile onun kurtulacağı bildirildi. Bu fakîrin teveccühü ve himmeti bu işe tesîr etti” buyurdu. Her işi Allahü teâlânın rızâsına uygun idi.
Bir defasında iki râfizî huzûruna gelip, râfizî olduklarını saklayıp, tâbi olmak istediklerini söylediler. Onların sapık itikâtta olduklarını anlayıp, “Önce bozuk itikâdınızdan vazgeçip, sonra tâbi olun” buyurdu. Bu iki râfizîden biri huzûrunda tevbe edip, bozuk inanışlarından vazgeçti ve saâdete erdi. Diğeri ise, sapıklığından vazgeçmeyip, saâdetten mahrûm kaldı.
Talebelerinden biri nefsinin hevâsına kapılıp, bir kadınla buluşmak istedi. Hocası Seyyid Nûr Muhammed Bedavânî hazretleri birden bire karşısına çıkıp, engel oldu. Kadın bu hâli görünce dehşete kapıldı, feryâd ederek yere düşüp bayıldı. Talebesi bu hâlinden dolayı çok pişmân olup, tevbe etti. Uzun müddet hocasının huzûruna çıkamadı.
Bir kimse onun evinin yakınına bir dükkân açıp, benc otu (uyuşturucu ot) satmaya başladı. Buyurdu ki: “O otun zulmeti bâtın nisbetimizi bulandırıyor.” Bunun üzerine bazı talebeleri gidip, o kimsenin dükkânını zorla harâb ettiler. Bu işi duyunca, “bu sefer bâtın hâllerimiz dahâ çok bulandı. Çünki bizim sebebimizle dîne muhâlif bir hesâplaşma, hâdise vuku buldu. Önce o dükkân sâhibine yumuşaklıkla bu işten vazgeçip tevbe etmesinin anlatılması gerekirdi. Eğer vazgeçmezse o zamân mâni olunurdu” buyurdu. Talebeleri o dükkân sâhibini arayıp, güçlükle iknâ edip huzûruna getirdiler. Talebelerinin yaptığı bu işten dolayı, o kimseden özür diledi. Sonra dînimizde yasaklanmış bir iş ile uğraşmayı bırakıp, o helâl bir sanat ile meşgûl olmak gerekir, buyurarak nasîhat etti ve ona altın verdi. O kimse tevbe edip, talebelerinden oldu.
Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretleri şöyle anlatmıştır: Bir gün hocam Hâfız Muhammed Muhsîn hazretlerinin mezârını ziyârete gittim. Kabri başında iken murâkabeye daldım. Bu hâlde iken, hocamı kabrinde görüp, konuştum. Kefeni ve bedeni hiç çürümemişti. Sâdece ayaklarının alt tarafına toprak tesîr edip, hafîf dökülmüştü. Bunun sebebini kendilerine sordum. Buyurdu ki: Sâhibinden izinsiz geri vermek üzere bir taşı alıp abdest aldığım yere koydum. Abdest alırken o taşın üzerine bastım. Ayaklarımda toprağın tesîri bu sebepledir. Takvâda çok ileri giden, Evliyâlıkta da yükselir. Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretleri 1135 [m. 1722] senesinde vefât etmiştir.