Aşağıdaki yazı Kimyâ-i Saadet kitabınının 2. rükn, 4. aslından tercüme edilmiştir.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Helal kazanmak her müslümana farzdır”. Helal kazanabilmek için, önce helali öğrenmek lâzımdır. Helal ve haram meydandadır. İkisi arasında şüpheli olanları tanımak güçtür. Şüphelilerden sakınmayan, harama düşer. Bunu tanıtmak geniş bir ilimdir. İhyaü’l-ulum da etraflı yazdık. Burada da, herkese çok lazım olanları kısaca bildirelim. Hepsini 4 bab içinde sıralıyalım: [Burada 3 bab bildirilmiştir.]

1) Helal kazanmanın üstünlüğü ve sevâbı: Müminûn sûresi, 52. âyetinde meâlen, “Ey Peygamberlerim “salevâtullahi aleyhim ecma’în”. Helal ve temiz yiyiniz ve bana lâyık ibâdetler yapınız!” buyuruldu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bunun için, “Helal kazanmak her müslümana farzdır” buyurdu. Ve buyurdu ki “Bir kimse, hiç haram karıştırmadan, 40 gün helal yerse, Allahü teâlâ, onun kalbini nur ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi hikmet akıtır. Dünya muhabbetini, kalbinden giderir”. [Dünyalık kazanmak için çalışmak günah değildir. Dünyalık sevgisi, dünyaya gönül bağlamak günahtır.] Sad bin Ebû Vakkas “radıyallâhu anh” dedi ki “Ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Duâ buyur da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin!”. Cevabında buyurdular ki “Duâ kabul olmak için, helal lokma yiyiniz!”. Bir hadis-i şerifte, “Çok kimse vardır ki yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler. Böyle duâ, nasıl kabul olunur?”. Bir kere de buyurdu ki “Haram yiyenlerin ne farzları, ne de sünnetleri kabul olmaz”. [Yani sevâbına kavuşamazlar.] Yine buyurdu ki “10 liralık elbisenin, 1 lirası haram olsa, o elbise ile kılınan namazlar kabul olmaz”. Yine buyurdu ki “Haram ile beslenen vücudun ateşte yanması daha iyidir”. Yine buyurdu ki “Malın helalden mi, haramdan mı geldiğini düşünmeyenler, Cehenneme, neresinden atılırsa atılsınlar, Allahü teâlâ, onlara acımayacaktır”. Yine buyurdu ki “İbadet 10 kısımdır, 9 kısmı, helal kazanmaktır”. Bir defa da buyurdu ki “Helal kazanmak için yorulup, evine dönen kimse, günahsız olarak yatar. Allahü teâlânın sevdiği kimse olarak kalkar”. Yine buyurdu ki “Allahü teâlâ buyuruyor ki haramdan kaçınanlara hesap sormaya utanırım”. Ve buyurdu ki “Bir dirhem fâiz [almak ve vermek], 30 zinadan daha günahtır”. Ve buyurdu ki “Haram maldan verilen sadaka kabul edilmez. Saklanırsa, Cehenneme gidinceye kadar, ona yolluk olur”.

Ebû Bekir “radıyallâhu anh”, hizmetçisinin getirdiği sütü içti. Sonra helalden olmadığını anlayınca, parmağını boğazına sokarak kay etti. O kadar zahmetle çıkardı ki ölüyor sandılar. Sonra, (Ya Rabbi! Elimden geleni yaptım. Midemde ve damarlarımda kalan zerrelerden sana sığınırım!) diye yalvardı. Ömer “radıyallâhu anh” da, Beytülmala ait zekat develerinin sütünden, yanlışlıkla verilip içtiği zaman, böyle yapmıştı. Abdullah bin Ömer “radıyallâhu anhüma” buyurdu ki (Kanbur oluncıya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncıya kadar oruç tutsanız, haramdan kaçınmadıkça, kabul edilmez, faydası olmaz). Süfyan-ı Sevri buyuruyor ki (Haram para ile sadaka veren, câmi yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkıyan kimseye benzer ki daha çok pislenir). Yahya bin Muaz buyuruyor ki (Allahü teâlâya itaat etmek, bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı duâ , anahtarın dişleri de helal lokmadır). Sehl bin Abdullah-i Tüsteri buyuruyor ki; (Hakiki imana kavuşmak için, 4 şey lâzımdır: Bütün farzları edeble yapmak, helal yemek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan sakınmak ve bu üçüne, ölünciye kadar devam etmeye sabır etmek). Büyükler buyuruyor ki (40 gün şüpheli lokma yiyenin kalbi kararır ve lekelenir). Abdullah ibni Mübarek buyuruyor ki (Şüpheli olan bir kuruşu sâhibine geri vermeyi, bin lira sadaka vermekten daha çok severim). Sehl bin Abdullah Tüsteri buyuruyor ki (Haram yiyenlerin yedi azası, istese de, istemese de günah işler. Helal yiyenlerin azası, ibâdet eder. Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir).

Helal kazanmanın ehemmiyetini gösteren daha nice hadis-i şerifler ve büyüklerin sözleri vardır. Bunun içindir ki vera sahipleri haramdan çok sakınmışlardır. Bunlardan biri Veheb ibni Verd “rahmetullahi teâlâ aleyh” idi ki nereden geldiğini anlamadan bir şey yemezdi. Bir gün annesi, buna bir bardak süt vermişti. Sütü nereden aldığını ve parasını nereden verdiğini ve kimden aldığını sordu. Hepsini anlayınca, bu koyun nerede otlamış dedi. Müslümanların hakkı bulunan bir yerde otlamıştı. Sütü içmedi. Annesi, oğlum! Allah sana rahmet etsin, iç! dedi. Ona günah işlemekle rahmetine kavuşmak istemem, dedi ve içmedi. Bişr-i Hafi’ye “kuddise sirruh”, ne yiyip, nereden geçiniyorsun? dediklerinde, (Herkesin yediği yerden. Ama, yiyip de gülen ile yiyip de ağlayan arasında çok fark vardır) buyurdu.

2) Helal ve haramda veraın dereceleri: Helalin ve harâmın dereceleri vardır. Bazı şey helaldir, bazısı helal ve güzeldir. Bazısı da daha güzeldir. Haramların da bazısı çok fenâ, bir kısmı ise az fenâdır. Nitekim hastalığın dereceleri de çeşitlidir. İnsanların haramdan ve şüphelilerden kaçınmaları, 5 derecedir:

1. derece — Bütün müslümanların veraıdır ki İslamiyetin haram dediği şeylerden kaçınmaktır. Bu en aşağı derecedir. Bu derece veradan da nasibi olmayanların adaleti yoktur. Bunlara, (Âsî) ve (Fasık) [kötü kimse] denir. Bunların da dereceleri vardır. Mesela, birinin malını, fâsid bey’ ile gönül rızası ile satın almak haramdır. Fakat, zorla gasp etmek, daha haramdır. Yetimden, fakirden almak ise, daha şiddetli haramdır. Fâiz ile satın almak, hepsinden ziyâde haramdır. Harâmın şiddeti ne kadar fazla ise, cezası da, o kadar çok olur. Affolmak ihtimali de, o derece az olur. Nitekim, diyabet hastasına bal zarar verir. Fakat şeker daha çok zararlıdır. Şekeri çok yemek, az yemekten daha zararlıdır. Helallerin, haramların hepsini, fıkıh okuyanlar bilir. Bütün fıkhı okumak ise, herkese vâcib değildir. Mesela, ganimet malından ve cizye parasından hissesi olmayanların ganimet ve cizye ilimlerini okuması lazım değildir. Fakat, buna muhtaç olanların, bu ilimleri okuması vâcib olur. Esnafın, tüccarın, bey’ ve şira ilimlerini öğrenmesi lâzımdır. İşçi olanın ise, ücret, kira kısımlarını da bilmesi vâcib olur. Her sanatin bir ilmi vardır. Herkese, sanatinin ilmini öğrenmesi vâcibdir.

2. derece — Sâlihlerin [iyi insanların] veraıdır ki haramlarla beraber, şüphelilerden de kaçınmaktır. Şüpheliler de, 3 kısımdır: Bazısından sakınmak vâcibdir. Bazısından, müstehaptır. Bazısından sakınmak ise, vesvesedir, kuruntudur ve faydasızdır. Mesela, belki birinin mülküdür diye av eti yememek [ve belki Besmelesiz kesilmiştir veya kitapsız kâfir ve mürted tarafından kesılmıştır diyerek, kasaptan et almamak] ve belki sâhibi ölüp vâris eline geçmiştir diye, ariyet, yani ödünç aldığı evden çıkmak, hep kuruntudur. Bu şüpheleri gösterecek bir nişan, alâmet olmadıkça, kuru düşünce, vesvese olup hiç faydası yoktur.

3. derece — Müttekilerin veraıdır ki haram ve şüpheli olmayıp, helal olup fakat şüpheli veya harama sebep olmak korkusu olan şeylerden sakınmaktır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Bir müslüman, tehlikeli olan şeyin korkusundan dolayı, tehlikesiz şeyden sakınmadıkça, mütteki olamaz!). Ömer “radıyallâhu anh” buyurdu ki (Bizler harama düşmek korkusu ile helallerin 10’da 9’undan kaçındık). Bunun içindir ki 100 dirhem gümüş alacağı olan bir kimse, 99 dirhem alırdı. Ağır gelmek korkusundan, tamâminı alamazdı. Ali bin Mabed diyor ki bir evde kiracı idim. Bir gün, birisine mektup yazmıştım. Mektubu duvarın tozu ile kurutmak hatırıma geldi. Sonra dedim ki bu duvar, benim malım değildir, kurutmamalıyım. Fakat, yine dedim ki bu kadarcık şeyin zararı olmaz. Duvardan toprak alıp mürekkebi kuruttum. O gece rüyada, birisi dedi ki (Duvar toprağının zararı olmaz diyenler, yarın kıyamet gününde anlarlar). Bu derecede olanlar, en küçük şeyden sakınırlar. Belki bu şey, büyük şeylere yol açar derler. Yahut, ahirette müttekilerin derecesinden düşmemek için sakınırlar. Bunun içindir ki Hasan bin Ali “radıyallâhu anhüma” çocuk iken zekat malından ağzına bir hurma koymuştu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Pis pis, onu at!) buyurmuştu. Halife Ömer bin Abdülaziz’in yanına ganimet eşyasından misk getirdiler. Burnunu tıkadı. Bunun faydası kokusudur. Bu ise, müslümanların hakkıdır dedi. Büyüklerden biri, bir gece, bir hastanın başında bekleyordu. Hasta ölünce kandili söndürdü. Kandilin yağı, şimdi varislerin hakkı oldu dedi. Halife Ömer “radıyallâhu anh” ganimet malından bir parça miski evine bırakmıştı. Bir gün eve gelince, ailesinin baş örtüsünden misk kokusu duydu ve sordu. Miski yerine koyuyordum, elim koktu. Elimi baş örtüme sürdüm deyince, Ömer “radıyallâhu anh” baş örtüsünü alıp iyice yıkadı, kokusu kalmayınca geri verdi. Bunun zararı yok idi. Lakin Ömer “radıyallâhu anh”, adet olmasını önlemek istedi. Haram korkusu ile helali terk ederek, müttekiler sevâbına kavuşmak istedi. Ahmed bin Hanbel’den sordular ki hadis-i şerif yazılı bir kağıt bulan kimse, sâhibine sormadan, bunun kopyasını alabilir mi? Hayır dedi.

İnsan, mubah olan dünya işlerine çok dalarsa, şüpheli olanları yapmaya başlar. Belki helalden çok yiyen, müttekilerin derecesine eremez. Çünkü, mide helal ile dolunca, şehvet harekete gelir. Câiz olmayan şeyler yapılabilir. Kadınlara, kızlara bakmak tehlikesi baş gösterir. Zenginlere, mal, mülk, mevki sahiplerine imrenerek bakmak da, dünya hırsını arttırır. Onlar gibi olmak ister. Haram toplamaya başlar. Bunun içindir ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Dünyaya gönül bağlamak, günahların başıdır) buyurdu. Yani mubah olan şeylere düşkün olmak, kalbi dünyaya çevirir. Çok mal toplamak ister. Bunu da, günah işlemeden yapamaz. Mal toplamayı düşündükçe, Allahü teâlâyı unutmaya başlar. Bütün kötülüklerin başı, kalbin Allahü teâlâdan gâfil olmasıdır. Süfyan-ı Sevri, birisi ile birlikte evin kapısında duruyordu. Önlerinden, süslenmiş bir adam geçti. Arkadaşı, bu adama bakarken, Süfyan mâni olup eğer sizler bakmamış olsanız, böyle israf yapmaz idi. Bunun israf günahına, siz de ortak oluyorsunuz buyurdu. [Kurân-ı Kerîmi, mevlidleri musiki ile gazel okur gibi okuyan hafızların da, günaha girmelerine sebep, onları dinleyenlerdir. Günaha sebep olanlar, işleyenler gibi azap görecektir.]

4. derece — Sıddîkların veraıdır. Sıddîklar, harama sebep olmak korkusu bulunmayan helallerden de sakınır. Bunları meydana getiren sebeplerden birine haram karışmış olmasından çekinirler. Mesela, Bişr-i Hafi “kaddesallahü teâlâ esrarehül’azîz”, sultanların veya adamlarının yaptırdığı çeşmelerden su içmezdi. Bâzıları, hacca giderken, sultanların yaptırdığı su kanallarından sulanmış bağların üzümlerini yemezdi. Birinin yolda, nalını kopmuştu. Sultan geçiyordu. Gece, onun ışığı ile nalınını bağlamadı. Bir gece, bir kadın iplik iğriyordu. Sultan geçti. İpliğini sultan ışığı ile bükmemek için, sultan geçinceye kadar işlemedi. Zünnun-i Mısrî’yi hapsetmişlerdi “kaddesallahü teâlâ esrarehül’azîz”. Günlerce aç kalmıştı. Bir kadın, iplik parası ile hazırladığı yemekten gönderdi. Yemedi. Kadın işitince, üzüldü. Helal para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin dedi. Evet yemek helal idi. Fakat, zalimin tabağı içinde getirdiler buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi.

Sıddîkların veraı, en yüksek derecededir. Fakat, bu derecede olmayanlar, vesveseye düşer. Fasıkların elinden bir şey yemezler. İş böyle değildir. Fasıktan değil, zalimden kaçınmak lâzımdır. Zalim, başkasının hakkını kullanandır. Haram yemektedir. Fakat, mesela zina yapan kimsenin kazancı zinadan değildir ki haram olsun. Haramdan sakınmak veradır. Yoksa çamaşır yıkarken, su kullanırken, acaba temiz mi diye vesvese etmek, vera değildir. Sıddîklar, böyle vesvese yapmazdı. Her buldukları su ile abdest alırlardı. Elbisenin, suyun temizliğinde vesvese etmek, gösteriş yapmaya yaklaşır ve nefsin hoşuna gider. Halbuki Sıddîkların veraı, kalp temizliğidir. Bunu insanlar görmez. Bunun için nefse güç gelir.

5. derece — Mukarrebler ve muvahhidler veraı olup Allahü teâlâ için olmayan her şeyden, yemekten, içmekten, yatmaktan, söylemekten sakınırlar. Yahya bin Muaz “kaddesallahü teâlâ esrarehül’azîz” ilaç içmişti. Zevcesi, odada biraz dolaş dedi. Gezmeye bir sebep göremiyorum. 30 senedir hesap ediyorum. Allah rızası için olmayan bir harekette bulunmadım dedi. Bunlar, din için niyet etmedikçe hareket etmezler. Yemeleri, ibâdete lazım olan aklı ve kuvveti bulmaları niyeti iledir. Her sözleri, Allah içindir. Başka niyetleri haram bilirler.

Bu dereceleri bildirmekten maksadımız, bunları okuyarak, duyarak, kendimizi anlayalım. Birinci dereceden de ne kadar uzağız. Lafa gelince, durmadan söyleriz. Meleklerden, göklerden, kıyametin nasıl olacağından, Allahü teâlânın sıfatlarından sorarız, konuşuruz. Helale, harama, İslamiyetin emirlerine gelince, susarız. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (İnsanların en kötüsü, köşkler, çeşitli yemekler, renkli elbiseler içinde, boş oturup, herkese hoş gelen, lüzumsuz sözlerle vakit geçirenlerdir).

3) Helal ve haramlar: Çok kimseler, dünya malını, hep haram sanır. Bazısı da, dünyadaki şeylerden çoğu haramdır der. Burada, insanlar 3 türlüdür: Bir kısmı verada ileri gidip, yalnız meyve, balık, av eti gibi şüpheli olmayan şeyleri yeriz der. Bir kısmı da, tembel, miskin oturup, her istediğimizi yiriz, hiçbir şey ayırt etmeyiz der. 3. kısım, her şey yemeli ama, lüzumu kadar, der. Bunların 3’ü de yanılmaktadır. Doğrusu şöyledir ki; (Helal meydandadır. Haram meydandadır. Şüpheliler ikisi arasındadır. Kıyamete kadar böyledir). Nitekim, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” böyle buyurmuştur.

Dünya malından çoğu haram diyen yanılıyor. Evet, haram çoktur. Fakat, daha çok değildir. Çok başkadır, daha çok, başkadır. Nitekim, hasta çoktur, tüccar çoktur, asker çoktur. Fakat, insanların çoğu değildir. Zâlimler çoktur. Ama mazlumlar daha çoktur. (İhya) kitabımızda, bunu uzun bildirdik.

Şunu iyi bilmelidir ki insanlara, (Muhakkak helal olan, Allahü teâlânın helal bildiği şeyleri yiyiniz!) diye emrolunmadı. Bunu kimse yapamaz. Belki (Helal olduğunu bildiğinizi yiyiniz!) denildi. Haram olduğu meydanda olmayan şeyleri yiyiniz denildi ki bunu herkes yapabilir. Nitekim, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bir müşrikin destisinden abdest aldı. Ömer “radıyallâhu anh”, hristiyan kadının destisinden abdest aldı. Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, kâfirlerin verdiği suyu içerlerdi. Halbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise, çok kere pis olur. Elleri ve kapları şaraplı olur. Hepsi leş yer. [Yani, Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip başka sûretle öldürülen hayvanları yerler.] Fakat, pisliği görülmedikçe, temiz deyip yerlerdi. Aldıkları kâfir şehirlerinde, kitaplı kâfirlerden et, peynir satın alır, yerlerdi. Halbuki o şehirlerde müslüman olmayanlar arasında içki satan, fâiz alıp veren ve dünyaya gönül bağlayan yok değildi. Bu bakımdan insanlar 6 kısımdır:

1. kısım — Yabancıdır. Sâlih mi, fasık mı belli değildir. Mesela, bir köye gidince, herkesle alış veriş etmek câizdir. Herkesin elinde bulunanın, kendi malı olduğunu kabul etmelidir. Haram olduğunu gösteren bir nişan bulunmadıkça, helal bilmeli ve satın almalıdır. Böyle kimselerle alış veriş etmeyip, sâlih bildiği birisini aramak vera olur. Fakat vâcib değildir.

2. kısım — Sâlih bildiğin kimselerdir. Bunların malını yemek câizdir. Yememek vera olmaz. Belki vesvese olur. Yemediğin için, o kimse incinirse, yememek günah olur. Sâlih kimselere sui zan, yani kötü gözle bakmak günahtır.

3. kısım — Zalim kimselerdir. Yol kesiciler, hırsızlar, sultan adamları gibi kimselerden, malının hepsi veya çoğu haramdan olan kimselerden bir şey almak câiz değildir. Ancak, helal olduğu bilinen veya helal alâmeti bulunan kimsenin malını satın almak câiz olur.
Hadika sonunda buyuruyor ki (Vera) yani helale, harama dikkat etmek abdeste ve necasete dikkat etmekten daha mühimdir. Fakat zamanımızda helal ve haramı gözetmek, hatta Ebülleys-i Semerkandi’nin en kolay olan fetvasına bile uymak çok güç oldu. Bu fetvaya göre, malının çoğunun helal olduğu sanılan kimsenin verdiği hediyeyi almak, onunla alış veriş ve kiralamak câiz olur. Malının çoğu helal olduğu sanılmayan kimse ile bunlar câiz olmaz. Çünkü, haram olduğu bilinen mal elden ele geçince, haramlığı yok olmaz. Haram mal varise kalınca, buna helal olur denildi ise de, bu kavil zayıftır.

(Kadıhan) fetvasında diyor ki (Zamanımızda, şüpheli maldan sakınmak imkansız oldu. Şimdi, müslümanların, haram olduğunu iyice bildiği şeyden sakınmaları vâcibdir). Şimdi ise, iş daha güç oldu. Çünkü hadis-i şerifte, (Her yıl, kendinden önceki yıldan daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bunun için, bugün vera ve takvâ, kalbi, dili ve bütün uzuvları haramdan korumaktır ve insanlara zulüm yapmamaktır ve insanlara ve hayvanlara işkence yapmamaktır ve işçinin ücretini hemen vermektir. Gönül rızası olmadan talebesine bile iş yaptırmamaktır.

Herkesin elinde bulunan malı onun mülkü bilmektir. Gasp, zulüm, rüşvet, hırsızlık, fâiz, haraç ve hıyanet yollarından biri ile [ve alkollü içki satarak] ele geçtiği açıkça bilinen bir malı onun mülkü olmaz. Bunu ondan almak, kullanmak, yemek helal olmaz. Başka malları, mülkü kabul edilir. Onları verince almak haram olmaz. Haramdan topladığı malları, kendi helal malı ile yahut birbirleri ile karıştırsa, (Mülk-i habis) denir. Bu habis karışımdan verince, haram olduğunu tanımadığı malı, parayı almak câiz olur. Çünkü, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye göre, böyle haramdan gelen [ve emânet olarak alınan] paraları kendi helal malı ile veya birbirleri ile karıştırıp da ayıramazsa, hepsi habis mülkü olur ve kendi helal malından sahiplerine tazmin etmesi, ödemesi lazım olur. Tazminden sonra, bu habis mülkünü kullanması câiz olur. Fâsid akid ile habis mülk olan malı kullanmak ise, hiç câiz değildir.

Bezzaziye’de, namaz sonunda diyor ki (Fakirlere zekat vermek için, zenginlerin vekili olan kimse, topladığı zekatları birbirleri ile karıştırınca, hepsi kendi mülkü olur. Fakirlere kendi malından sadaka vermiş olur. Zenginlerin zekatları verilmiş olmaz. Zenginlerden aldıklarını onlara ödemesi lazım olur. Fakirler, önceden bu kimseye izin vermiş olsalardı, onların vekilleri olarak toplamış olur, fakirlerin mallarını birbirleri ile karıştırmış olurdu ve zekatlar verilmiş olurdu).

Camiu’l-fetava’da diyor ki (Bey’ ve şira bilgilerini öğrenmeden ticaret yapmak helal olmaz. Her tacirin bir fıkıh alimi bulup, işlerini buna danışarak yapması, böylece faizden ve fâsid alış verişten kurtulması lâzımdır).

İmâm-ı Kerhî fetvasında, (Haram semeni göstermeden satın alınan mebi müşteriye helal olur. Eğer, söz kesilirken, haram olduğu bilinen semen hazır olup buna işaret edilir ve bayia bu semen verilirse, müşteri mebie habis olarak mâlik olur).

Hadika’da el afetlerinin sonunda diyor ki (Gasp edilmiş veya hırsızlık, hıyanet gibi haram yoldan elde edilmiş olduğu bilinen bir malı, hediye, sadaka, mebi, semen ve ücret olarak almak, kira ile kullanmak helal değildir. Yalnız varisin, mal sahiplerini bilmediği zaman, miras kalan böyle malları alması helal olur. Malın böyle haram olduğu iyi bilinmezse, herkesin alması câiz olur).

4. kısım — Malının çoğu helal olup haram da karışık bulunan kimsedir. Mesela köylü, sultana da hizmet edip bir şey almış ise veya tüccar, sultan adamları ile de muamele etti ise, bunların malı helaldir. Bunlarla alış veriş etmek câiz ise de, etmemek kıymetli veradır. Abdullah ibni Mübarek’in vekili, Basra’dan yazdı ki sultan adamları ile muamele yapan kimselerle alış veriş ediyoruz.

Cevabında buyurdu ki başkaları ile muamele etmiyorlar ise, bunlardan bir şey almayınız. Başkaları ile de muamele ediyorlar ise, muamele yapınız!

5. kısım — Zalim olduğu bilinmeyen, malı belli olmayan, fakat üzerinde zâlimler alâmeti bulunan, onların kıyafetini taşıyanlardır. Ellerindeki malın helal olduğu bilinmedikçe, bunlarla alış veriş etmemelidir.

6. kısım — Zalim kıyafeti bulunmayan, fakat fısk alâmeti bulunan kimselerdir. Mesela, ipek elbise giyer, altın yüzük veya saat gibi haram kullanır. İçki içer. Yabancı kadınlarla konuşur. Yaptıklarının günah olduğuna inanıyor, kendilerini suçlu biliyorlarsa, bunlarla muamele haram olmaz. Çünkü, günah işlemekle malları haram olmaz. Ancak, günahtan kaçmayan, haram maldan da kaçınmaz denilirse de, bu düşünce ile malına haram denilemez. Zaten, kimse günahsız değildir. Günah işleyip de, kul hakkından korkanlar çoktur.

[Helali, haramı ayırt etmeyen, farzı yapmaya, haramdan kaçınmaya ehemmiyet vermeyen mürted [Allaha düşman] olur. Bununla alış veriş edilmez. Malı, mülkü, onun olmaz. Nikahı sahih olmaz. Müslümanlardan, miras alamaz. Kelime-i şehâdet getirse, namaz kılsa, ben müslümanım derse de, müslüman olmaz. Bu sözlerine ve ibâdetlerine inanılmaz. Dinden çıkmasına sebep olan şeye pişman olması, buna tövbe etmesi lâzımdır. Dürrü’l-muhtar sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki karı koca mürted olup Darülharbe [yani Amerika gibi, kâfir memleketine gidip] yerleşseler, orada çocukları ve torunları olsa, hepsini esir alsak, kendileri ve çocukları müslüman olmazsa, katlolunur. Torunları ise esir edilir. Çünkü, çocukları, babaları gibi mürtettir. Torunları, dedeye tâbi olmaz. Kâfir oğlu kâfir olurlar].

İşte, buna göre alış veriş etmek lâzımdır. Bunlara dikkat ettiği hâlde harama düşen kimse, günahlı olmaz. Nitekim, necasetle kılınan namaz kabul olmaz. Fakat, necaset olup da, bilmese kabul olur. Necaset olduğunu namazdan sonra anlasa, kaza etmek lazım gelmez de demişlerdir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, namaz içinde, nalınını çıkardı. Cebrâil “aleyhisselâm”, (Nalının kirli olduğunu haber verdi) buyurdu ve namazı kaza etmedi.

(Bu maldan kaçınmak lazım değilse de, kıymetli veradır) dediğimiz yerlerde, bu malı nereden aldın demek câiz olur. Fakat, sorunca o kimse incinirse, sormak haram olur. Çünkü vera, ihtiyatlı olmaktır. Müslümanı incitmek ise haramdır. O hâlde, güzellikle sormalı. İkram ediyorsa, bir bahane ile yememelidir. Çaresiz kalırsa, incitmemek için yemelidir. Başkasına da sormamalıdır. Çünkü, kendisi işitirse daha çok üzülür. Tecessüs ve gıybet ve sui zan olur ki hepsi haramdır. İhtiyatlı davranmak için helal olmazlar. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” misafir olduğu zaman, ne verseler kabul buyururdu. Nerden aldınız diye sormazdı. Hediye de kabul eder, sormazdı. Ancak şüpheli olduğu meydanda ise, mesela, Medine-i münevvereye yeni teşrif buyurduğu zaman, getirdikleri şeylere, hediye mi, sadaka mı diye sorardı. Çünkü, o zaman şüpheli idi. Sorunca, kimse incinmezdi.

Bir yerde, yağma edilmiş, çalınmış şeyler ve hayvanlar satılıyorsa, çoğunun haram olduğunu bilen kimse, buradan bir şey satın almamalıdır. Eğer ihtiyacı çoksa, nereden aldın diye sormalı. Helalden olduğu anlaşılanı almalıdır. Çoğunun haram olmadığı biliniyorsa, sormadan almak câiz ise de, sormak vera olur.

İnsan necasetini yalnız başına satmak ve insandan ayrılan her şeyi satmak haramdır. Hepsini gömmek lâzımdır. İnsan necasetini yalnız başına da kullanmak câiz değildir. Toprak veya başka şeyle karışık satmak ve kullanmak sahihtir. Hayvan gübresi, yalnız olarak da satılır ve kullanılır. Diğer 3 mezhep imamı “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hayvan gübresi satmak da câiz değildir dedi.

Mekke-i mükerreme şehrinde, bina, arsa, tarla satmak câizdir. Bunun gibi, bir kimsenin vakıf arazi üzerine yaptığı bina mülkü olur. Bunu satması câiz olur. Mekke’deki binaları hac zamanında, hacılara kiraya vermek haramdır. Onlara ücretsiz olarak ikram olunur.

(Bedâyi)de, 5. cilt, 146. sayfada diyor ki (Mekke’deki evleri, hac zamanında, hacılara kira ile vermek mekruhtur).

Şarap yapan müslümana üzüm ve şira satmak câizdir. Müslümanların şarap satması ve bundan aldığı para haramdır. Hatta borcunu ödemek için, müslüman şarap satsa, alacaklının, bu parayı alması haramdır. Zimmideki borcunu, şarap parasından alması helaldir. Fakat, tenzîhen mekruhtur.

İbni Âbidin, hayvan zekatının sonunda ve Kadı-zade Ahmed Efendi, Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi’nde diyor ki “Bir kimse, elindeki katî haram olan maldan sadaka verse, sevap umsa, alan fakir, haramdan olduğunu bilerek, verene Allah râzı olsun derse, veren de veya başka bir kimse de âmin derse, hepsi kâfir olur”. İbni Âbidin, burada buyuruyor ki “Haram olduğu bilinen belli mal ile câmi yaptırmak ve başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevap beklemek de küfürdür”.

İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, zekat verilecek yerlerin sonunda buyuruyor ki kendisine ve bakması vâcib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehaptır. Bakması vâcib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi câiz değildir. Tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevâbını, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimize ve bütün müminin ve müminata göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevâbı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.

Hadika kitabı sonunda diyor ki (Bir kimse, sultandan hediye, sadaka alsa ve bunun, birinden zulüm ile alınmış olduğunu bilse, sultan, bu malı, kendi helal malı ile veya başkasından zulüm ile aldığı mal ile karıştırmış ise ve birbirlerinden ayrılamaz ise, alması câiz olur. Yalnız o malı verirse, alması câiz olmaz. Çünkü, başka mal ile karıştırınca, hepsi sultanın mülkü olur. Sâhibinin o malda hakkı kalmaz. Sâhibine tazmin etmesi, yani malın benzerini, benzeri yoksa, aldığı gündeki kıymetini vermesi lazım olur. Tazmin etmeden kullanması helal olmaz. Başka mal ile karıştırmazsa, mülkü olmaz. Sultan, zulüm ile aldığı mal ile gıda maddesi satın alıp, fakire yedirse, yemesi helal olur. Zulüm ile aldığını bilmeyen kimsenin, zulüm ile toplanan maldan yemesi câiz olup bilmemesi özür olur. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “İstemeden verilen şeyi alınız! Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır”. Hükümet adamlarından hediye almak câizdir. Bir kimse, bir taam çalsa, zorla alsa, eline geçirmesi haram ise de, malın sıfatı değişince de mülkü olur. Böyle bir taamı pişirdikten sonra, tazmin etmek şartı ile yemesi, satsa veya hediye etse, alanın da yemesi, câiz olur. Kıymetini vermeden satması, hediye, sadaka vermesi haram ise de, nafiz [yani sahih] olur. Fâsid bey’ ile satın aldığı malı kullanmasına benzer. Satsa, bedeli helal olur.)

Halbuki mırdar eti, yani leş eti ve domuz eti ve şarap gibi kendileri katî, açık delil ile haram olanlar, hiçbir zaman helal olmaz. Sâhibi satsa, hediye etse, helal etse de, yemek câiz olmaz. Bunlara helal diyen, yerken bilerek Besmele çeken kâfir olur. Katî haramların hepsi böyledir. Mesela, nikahı haram olan kadınlarla evlenmeye helal diyen kâfir olur.

İbni Âbidin, 5. ciltte buyuruyor ki (Âlimlerin çoğuna göre, müslüman ölüp, şarap parası bırakırsa, varislerin bu parayı alması helal olmaz. Gasp edilmiş mal ve zulüm ile alınan ve rüşvet, çalgı, teganni ücretleri, kumar paraları da böyledir. Varislerin, bu paraları sahiplerine geri vermesi, sâhibi bilinmiyorsa, fakirlere dağıtması lâzımdır. Kullanması haram olur. Ölenin haram kazandığını bilir, fakat hangi malın haramdan geldiğini ayıramazlarsa, mirasın hepsi helal olur ise de, fakirlere vermeleri iyi olur. Kullanmaları haram olan malı vererek satın aldıklarını yemeleri ve kullanmaları helal olur. Sahipleri bilinmeyen haram malın varislere helal olacağı da bildirildi. Teganni, çalgı ücretleri, pazarlıkla olmayıp, parasız okursa, hediye olarak aldıkları para habis olmaz. Helal olur. Dilencinin biriktirdiği para ve mal habistir. Bir kimse, haram olarak edindiği malı başkasına verse, o da, başka birine verse, haramdan geldiğini bilenlerin bunu alması haram olur. Fâsid satış müstesnadır. Zevce, kocasının haram para ile satın aldığını, haram karışık malını yerse, kullanırsa, câiz olur. Günah kocasına olur.

Her şey ile yarış etmek ve bilmece çözmek helaldir. Bunları kumar ile yapmak haramdır. Koşarak veya at ile ve silah ile ok ile hedefe atmak gibi harpte kullanılan şeylerle yapılan yarışlarda, bir taraftan mal şart etmek de câiz olur. Yani 2 kişiden yalnız biri, sen kazanırsan, ben sana vereceğim. Ben kazanırsam, sen bana vermeyeceksin derse veya bir 3. kimse, yarışa katılan cemaat arasından kazanana ben vereceğim derse, câiz olur. Fakat harbe hazırlık için yapılmaları lâzımdır. Oyun, gösteriş, övünmek için yapılan her yarış mekruh olur. Namaza mâni olacak kadar devam ederse, haram olurlar. Harpte kullanılan şeyleri öğrenmek mendubdur. 2 tarafın da mal vermesi şart edilirse, (kumar) olur. Kumar oynamak haramdır. Bir 3. kimse de yarışa katılıp, ikisini de geçerse, ikisinden de alması, ikisini de geçemezse, ondan bir şey alınmaması şartı ile ikisinden geride kalanın, geçene mal vermesini şart etmek câiz olur. Kıbleye karşı atış mekruhtur.

2 ilim adamının bir konuda münakaşa edip, bir taraflı mal şart etmeleri de câizdir. Birçok ilim adamından sözü doğru olana, haricden birinin mal vermesi de câizdir. Fakat münakaşaya katılanların birbirlerine mal vermeleri kumar olur).

Ahkâm-ı İslamiyyeye uygun, sahih ve câiz olan satışlarda, söz kesilirken, müşteriye satın aldığı maldan başka bir şey de vermek şart edilmezse, satıcı tarafından hediye olarak sonradan vermek câiz olur ve bunun için, müşteriler arasında kur’a çekmek haram olmaz. Müslüman, ikramiyeli mal satın almayı değil, ucuz ve iyi mal satın almayı düşünmelidir.

İbni Âbidin, imâm seçimini anlatırken diyor ki (Ahkâm-ı İslamiyeye uygun olan şartlara müsavi olarak mâlik olanlar arasından birini seçmek için, (Kur’a) yapılır). [Bir mekanın, bir malın, buna müşterek mâlik olan ortaklar arasında kur’a ile taksim edileceğini de, (kısmet) bahsinde uzun bildirmektedir. Kur’a çekmek câizdir ve sünnettir. Mülk sahiplerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek yahut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur’a (piyango) haram olur. 2 veya çok kimse, aralarında para toplayarak bir emanetçiye bırakıp, aralarından seçtikleri birinin veya vekilinin, bunu fakirlere, hayır kuruluşlarına dağıtması câiz olduğu gibi, fakirler arasında kur’a çekip kazananlarına dağıtması da câizdir. Kendi aralarında piyango çekip kazananların, vermiş oldukları paradan fazla almaları kumar olur. Geri kalan kısmı hayır yere bağışlamaları, bu piyangoyu kumarlıktan kurtarmaz. Her birinin, kendi verdiğini geri alması câizdir. Kendi hissesini içlerinden birine hediye edebilir. Emanetcinin ücretini, paraları oranında öderler. Emanetci emânet parayı kullanamaz. Bankaya yatıramaz. Banka emanetci olabilir. Kendilerinden biri de emanetci olabilir. Kumar, yarışlarda olduğu gibi, tavla ile dama taşları ile iskambil kağıtları ile yapılan her oyunda, futbol oyunlarında da olur. Bunların hepsinde ve ilim adamları arasındaki kumarda, sözleri, tahminleri yanlış çıkanlar, tahminleri doğru çıkanlara mal, para vermektedir. Kumara katılanların her birinde, hem almak hem de vermek ihtimali vardır. Kumar oynatmak, yarışmak demek değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir. Bunun için, oynayanlar arasında olduğu gibi, oynamayıp, yarışmayıp, yarışanlardan kazanacakları önceden tahmin edenler arasında da kumar olur. Hatta yalnız bir kişinin yaptığı işin başarılı olup olmayacağını, tahmin edenler arasında da olur. Kumarda, sonu tahmin edilen işin oyun olması, kazanclı, başarılı olması veya zararlı olması arasında fark yoktur. Canbazın düşüp düşmeyeceğini, geminin batıp batmıyacağını tahmin edenlerin, birbirlerine para vermek için sözleşmeleri de kumar olur. Bunun içindir ki oyun, yarış yapılmaksızın, kumarcıların isimleri veya para ile aldıkları biletlerin numaraları arasında piyango çekerek, çekilen numara sahiplerine, biletlerden toplanan paraların hepsini veya bir miktarını dağıtmak kumar olur. Çünkü, piyangoya katılanların hepsi kendi numarasının çekileceğini ümit etmektedir. Bu tahminleri doğru çıkanlar, yanlış çıkanların önceden vermiş oldukları paralardan almaktadırlar. Aldıkları para ile önceden bilete verdikleri paranın farkını, tahminleri yanlış çıkanlardan almış olmaktadırlar. Tahminleri yanlış çıkacaklardan para toplamak güç olacağı için ve bunlar önceden belli olmadıkları için, piyangoya katılanların hepsinden, önceden bilet ücreti ismi altında para toplanmakta, tahmini doğru çıkanların vermiş oldukları, sonra kendilerine iade edilmektedir. Önceden toplanan paraların hepsini piyango sâhibi almakta, bundan aslan payını kendine ayırıp, geri kalanını tahminleri doğru çıkanlara vermektedir. Piyango sâhibi, kumara iştirak etmese bile harama sebep olduğu için, büyük günah işlemekte ve piyangoya iştirak edenleri soymakta, sömürmektedir. Harbe ve ilme yarayan mubah yarışların ve hayır ve yardım işlerinin ve diğer mekruh oyunların çoğu, kumar veya başka haramların karışmaları sebebi ile haram olmaktadır. Spor-toto oynamak böyledir.]

Bilerek Besmele çekerse denildi. Bundan maksat, yediği şeyde, yaptığı işte, haram bulunduğunu bilmesidir. Bunu bilmezse, mazur olup affolur. İslam memleketlerinde, hatta bugün için, dünyanın her yerindeki müslümanların, ahkâm-ı İslamiyeyi, yani İslamiyeti öğrenmesi kolay olup lüzumlu şeyleri öğrenmemek, bilmemek özür değil, suç olur. Fakat, tatbikatte, yanlış yapmak, bilmeyerek yapmak özür olur. Mesela, şarap içmenin haram olduğunu bilmek lâzımdır. Bilmemek özür değil, suçtur. Fakat, içinde şarap karışık hoşafı veya ilacı veya şerbeti, karışık olduğunu bilmeyerek içmek, günah olmaz. Karışık olduğunu bilmemesi özür olur. Domuz etinin haram olduğunu bilmemek özür değildir, suçtur. Koyun, sığır eti ile pişti sanarak, domuz eti ile pişmiş yemeği yemek özür olur, affolur. Şiratü’l-İslam 246. sayfasındaki hadis-i şerifte, “Allaha ve Ahiret gününe inanan kimse, şarap içilen sofraya oturmasın!” buyuruldu. Arkadaşlarının gönlünü hoş etmeyi niyet ederek oturup, şarap içmemek câiz olur demek ve “Amel niyete göre değerlenir” hadis-i şerifini söylemek, doğru değildir. Çünkü niyet, ibâdetlere ve mubah işlere tesir eder. Haram işler, iyi niyet ile câiz olmaz. Yiğitlik göstermek veya para, mal kazanmak için gaza eden kimse, cihat sevâbı kazanmaz. Mubahlar iyi niyet ile yapılınca, hayır olup sevap kazanılır. Fakat, mümin kardeşinin gönlünü hoş etmek niyeti ile haram işlemek câiz olmaz ve “Mümini sevindireni, Allahü teâlâ sevindirir” hadis-i şerifine uyulmuş olmaz. Ancak zaruret ve fitne uyandırmamak için, içmemek şartı ile oturabilir ise de, önceden bundan sakınmak lâzımdır.

Darülharpte [yani, İtalya, Fransa gibi kâfir memleketinde] imana gelen kimse, farzı, haramı işitince, Darülİslamda imana gelen veya baliğ olan da, o ânda, farzları yapması, haramlardan kaçınması lazım olur. Darülİslamda farz olduğunu öğreninceye kadar, kılmadığı namazları ve tutmadığı oruçları kaza etmesi lazım olur. Bilmemesi, terketmek günahından kurtulması için özür olur. Öğrenmeyi terketti ise, hiç özür olmaz.

İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh” 5. cilt, 272. sayfada buyuruyor ki (Rüşvet olarak istenip alınan mal, insanın mülkü olmaz. Veren, geri isteyebilir. İstemeden verdi ise, geri isteyemez. Fakat alanın geri vermesi vâcib olur. Bir âlime, kendine şefaat etmesi veya zulmden kurtarması için, önceden verilen şey rüşvet olur. Fakat sonra verilen hediyesini alması câiz olur. Önceden istemesi haramdır. Önceden verilen hediyeyi alması câizdir, denildi. Hocanın talebesinden hediye alması da câiz denildi. Dinine, malına, canına zarar gelmesinden korkan kimsenin rüşvet vermesi câizdir. Dinini, malını ve canını, zâlimlerin zulmünden korumak için ve hakkını kurtarmak için bir şey vermek rüşvet olmaz. Alana günah olur).

Hac bahsinde bildirildiği gibi, farzları yapabilmek ve haramlardan kurtulabilmek için verilen mal da rüşvet olmaz. Bunları almak günah olur. 4. cilt, 300. sayfada hakimin rüşvet alması haram olduğunu anlatırken, rüşveti 4’e ayırmaktadır: Müftü, hakim, Vâli olmak için rüşvet vermek ve birinin, haklı dahi olsa, memura, hakime rüşvet vermesi ve bunların almaları haramdır. Çünkü zaten vâcib olan şeyi yapmak için bir şey almak câiz değildir. Bu işleri yaptıktan sonra, istemeden verilen hediye, rüşvet olmaz. Memurların zulmünden kurtulmak veya hakkını almak, malını, canını, dinini, ırzını korumak için memura veya aracıya vermek câizdir. Bunların alması haramdır. Zulüm yapılması için vermek ve almak haramdır.

Bir kimse, helal mülkü olan malından hediye verse, istenmeden verilen bu hediyeyi kabul etmek sünnettir. (Hediyeleşiniz, sevişiniz!) hadis-i şerifi, Künuzü’d-dekaık’da yazılıdır. Mektûbât-ı Masumiyye, 2. cildinin 37. mektubunda diyor ki (Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” hazret-i Ömer’e hediye gönderdi. Kabul etmedi. Geri göndermesinin sebebini sordu. (İnsan için hayırlı olan, kimseden bir şey almamaktır) buyurdunuz deyince, (İsteyip de almak için demiştim. İstemeden verilen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızktır. Onu alınız!) buyurdu. Ömer de, (Allahü teâlâya yemin ederim ki kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden verileni alacağım) dedi. Hediye kabul etmenin tevekküle mâni olmadığı, Makamat-ı Mazhariye’nin 28. mektubunda uzun yazılıdır.
Hükümetin piyasaya narh, [fiyat] koyması câiz değildir. [Hiçbir şeyin satışında kar haddi yoktur. Herkes, istediği kadar kar ile satabilir.]

İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 5. ciltte buyuruyor ki (Enes bin Mâlik “radıyallâhu anh” buyurdu ki Medine-i münevverede, pahalîlık oldu. Ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Fiyatlar yükseliyor. Bize (Sir) yani kar haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürrü’l-muhtar’daki hadis-i şerifte, (Kar haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak [mal oluş fiyatının 2 misline] arttırdığı, millete zarar ve zulüm haline geldiği zaman, hükümetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kar haddi koyması câiz olur). [Hükümetin koyduğu bu fiyata uymak vâcibdir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak lâzımdır. Bunları korumak için, hükümete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Darülharpte, kâfir hükümetlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir.]

İbni Âbidin, 5. cilt, 250. sayfada diyor ki (Küçük çocuğun muhtaç olduğu şeylerin, mesela gıdasının, elbisesinin, süt anne ücretinin fazlasını, çocuğu evinde beslemekte olan annesinin ve erkek kardeşinin, amcasının ve sokakta görerek alıp evinde besleyen kimsenin, çocuktan kendileri için satın almaları ve kendilerinin böyle mallarını çocuğa satmaları câizdir. Bunlardan yalnız annesi, evinde beslediği küçük çocuğunu, ücret ile çalışmaya da verebilir. İmâm-ı Ebû Yusuf’a göre, zi-rahm mahrem akrabasından olan kadın veya erkek de, ecîr-i misl ile verebilir). Hayreddin-i Remli “rahmetullahi teâlâ aleyh”, fetvasında bu kavli tercih etmiştir.

Dürer’de ve İbni Âbidin’de satışta icap ve kabulü anlatırken ve Ali Haydar Bey’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” Mecelle şerhi 167, 263, 365 ve 974. maddelerinde diyor ki fasık, müsrif olmayan baba, baba ölmüş ise babanın vasisi, bu da ölmüş ise, ölürken vasiyet ettiği kimse, bu 2. vasi de yoksa, babanın âdil olan babası, bu da yoksa, dedenin vasisi veya vasisinin vasisi, birinci derece velidirler. Çocuk yanlarında olmasa dahi, çocuğun menkul mallarını her zaman, binaları ise zaruret olunca, herkese, hatta kendilerine satmaları, kiraya vermeleri ve herkesten ve kendi mallarından çocuğun parası ile çocuk için satın almaları ve çocuğun malı ile ticaret yapmaları ve ticaret yapması için ona izin vermeleri, ücret ile ve ücretsiz çalışmaya vermeleri câizdir. Kardeş ve amca, çocuk kendi yanlarında olup baktıkları zaman, ancak çocuğun muhtaç olduğu şeyleri, ona alıp satabilirler. Vasi olmadıkları zaman, çocuğun malı ile çocuğun menfaati için, ticaret yapamazlar ve çocuğa ticaret yapması için izin veremezler. Çocuğa gelen hediyeleri, çocuk için alırlar. Babanın, (Şu malımı küçük çocuğuma şu kadar liraya sattım) yahut (Filan küçük çocuğumun malını şu kadar liraya kendim için satın aldım) demesi lâzımdır. Hem satması, hem alması için bir kimseyi vekil edemez. (Oğlum ……nın malından bildiğini, dilediğin fiyat ile dilediğine satmak için) diyerek, birini vekil eder.

Vakıf câmi, bina harab olunca, işe yaramayan parçaları satılıp, kendi tâmirine, tâmiri mümkün değilse, yakın bulunan bir vakıf binanın tâmirine, onun ihtiyacına sarf edilir. Başka bir yere sarf edilemez.

(İhtiyar) kitabının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki (Tesbîh, tahmîd, tekbîr ve Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şerif ve fıkıh kitabı okumak sevaptır. Ahzab sûresinin 35. âyetinde meâlen, (Allah’ı çok zikir eden erkeklerin ve kadınların günahları affolur ve çok sevap verilir) buyuruldu. Tüccarın, malını müşteriye gösterirken, bunları okuması ve kelime-i tevhid, salavât okuması günahtır. Bunları, para kazanmaya alet etmek olur).

İbni Âbidin’in 5. cildinde ve (Dürer)de diyor ki (Bakkala borc para verip, o para bitinceye kadar ondan mal satın almak haramdır. Çünkü, istifade etmek şartı ile ödünç vermek fâiz olur. Parayı bakkala emânet olarak vermelidir. Emânet verilen para helak olursa, bakkal ödemez).

Sual: Şeri nikahı bulunan bir ailenin çocuğu olmaz ise, (Suni ilkah) ve (Tüp bebek) denilen usûl ile çocuk olmasına teşebbüs etmek câiz midir?
Cevap:  (El-helal vel-haram) kitabında diyor ki (Erkeğin menisini, bir tüp veya başka şey içinde, nikahlı zevcesi olmayan yabancı bir kadının rahmine koyup, çocuk hâsıl olmasına, (Suni ilkah) denir. Haramdır. Çocuk, veled-i zina, piç olur). Bir erkekle kızın şeri nikah yaparak, Allahü teâlâdan çocuk talep etmelerini tergib ve teşvik buyuran hadis-i şerifler çoktur. Çocuğu olmayan zevceynin, Silsile-i aliyeyi vasıta yaparak, duâ etmeleri ve meşru sebeplere teşebbüs etmeleri lâzımdır. Zevceynin menileri alınıp, bir tüpe konuyor. Tüpte ilkah vaki olduktan sonra zevcenin rahmine konuyor. Buna (Suni ilkah) ve (tüp bebek) deniyor. Bunun câiz olacağı anlaşılmaktadır. Ancak, buna zaruret olmadığı için, bu işi zevceynin kendilerinin yapmaları, tabib, hemşire, ebe gibi yabancıların, bunların avret mahallerini görmemeleri ve suni ilkahın, nikahsız olan erkekle kız arasında yapılmaması lâzımdır.

 

Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler