Sual: Peygamber efendimizin “aleyhisselam” dış görünüşü nasıldı? Hilye-i seadeti hangi kitaplarda anlatılmaktadır?
Cevap: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin, görünen bütün uzuvlarının şekli, sıfatları, güzel huyları, tamam hayatı, bütün incelikleri ile çok geniş ve açık olarak, âlimler tarafından, senetleri, vesikaları ile yazılmıştır. Bunlara (Siyer) kitapları denir. Binlerle siyer kitabından, ilk olarak yazılan, ibni İshak’ın “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Siret-i Resûlillah) kitâbi olup bunu, ibni Hişam Humeyri aynı isim altında genişletmiş ve Alman müsteşriklerinden Westenfeld tarafından, yeniden tab’ edilmiştir. Allahü teâlâ, bütün Peygamberlerine vermiş olduğu mucizelerin hepsini Muhammed aleyhisselâma da verdi. Arabî El-Mevahibü’l-ledünniyye ve fârisî Medâricü’n-Nübüvve kitaplarında ve (Mevahib)den kısaltılmış olan (El-envar-ül-Muhammediyye) kitabında ve Arabî (Huccetüllahi alel’âlemin fi mucizati-Seyyid-il-mürselîn) kitabında, bunların çoğu yazılıdır.
Biz, bu yazımızı, Mısır’daki büyük İslam âlimlerinden İmâm-ı Ahmed Kastalani hazretlerinin, (Mevahib-i ledünniye) ismindeki 2 cilt kitabından aldık. İslam şairlerinden Abdülbaki efendi, bu kitabı arabîden türkçeye çevirmiştir. Bütün kitaptan gençlere lüzumlu görülen kısımları, kısaca aşağıya yazılmıştır:
Fahr-i kainatın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek yüzü ve bütün aza-i şerifesi ve mübarek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve azasından ve seslerinden güzel idi. Mübarek yüzü, bir miktar yuvarlak idi. Neşeli olduğu zamanda, mübarek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği, mübarek alnından belli olurdu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, gündüz nasıl görürse, gece dahi öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahi görürdü. Bunu ispat eden yüzlerce hadise, kitaplarda yazılıdır. Gözde görmek halk eden Allahü teâlâ, diğer uzuvda dahi halk etmeye kâdirdir. Yana ve geriye bakacağı zaman, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yeryüzüne nazarı, semaya bakmasından ziyâde idi. Mübarek gözleri büyük idi. Mübarek kirpikleri uzun idi. Mübarek gözlerinde bir miktar kırmızılık vardı. Mübarek gözlerinin karası gâyet siyah idi. Fahr-i âlemin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” alnı açık idi. Mübarek kaşları ince idi. Kaşları arası açık idi. İki kaşı arasında olan damar, hittetlenince kabarır idi. Mübarek burnu gâyet güzel olup orta yeri bir miktar yüksek idi. Mübarek başı büyük idi. Mübarek ağzı küçük değildi. Mübarek dişleri beyaz idi. Mübarek ön dişleri seyrek idi. Söz söylediği zamanda, sanki dişleri arasından nur çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında ondan daha fasih ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mübarek sözleri gâyet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve ruhları cezb ederdi. Söz söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak istese, kelimeleri sayılmak mümkün idi. Bâzen iyi anlaşılması için, 3 kere tekrar ederdi. Cennette Muhammed aleyhisselâm gibi konuşulacaktır. Mübarek sesi, kimsenin sesinin yetişemediği yere yetişirdi.
Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mübarek dişleri görünürdü. Güldüğü zaman, nuru duvarlar üzerine ziya verirdi. Ağlaması da, gülmesi gibi hafif idi. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, ama mübarek gözlerinden yaş akar, mübarek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günahlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kurân-ı Kerîmi işitince ve bâzen da namaz kılarken ağlardı.
Fahr-i âlemin “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek parmakları iri idi. Mübarek kolları etli idi. Mübarek avuclarının içi geniş idi. Bütün vücudunun kokusu, miskten güzel idi. Mübarek bedeni, hem yumuşak, hem de kuvvetli idi. Enes bin Mâlik diyor ki Resûlullaha on sene hizmet ettim. Mübarek elleri ipekten yumuşak idi. Mübarek teri miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Mübarek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi. Mübarek ayaklarının parmakları iri idi. Mübarek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp, yumuşak idi. Mübarek karnı geniş olup göğsü ile karnı beraber idi. Omuz başının kemikleri iri idi. Mübarek göğsü geniş idi. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” kalp-i şerifi, nazargah-ı ilâhî idi.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” çok uzun boylu olmayıp, kısa dahi değil idi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübarek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu.
Mübarek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değil, yaratılışta ondüle idi. Mübarek saçları uzundu. Önceleri kakül bırakırdı, sonradan 2’ye ayırır oldu. Mübarek saçlarını bâzen uzatır, bâzen da keser, kısaltırdı. Saç ve sakalını boyamazdı. Vefât ettiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, 20’den az idi. Mübarek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mübarek kaşları kadar idi. Emrinde hususi berberleri var idi. [Müslümanların da, sakalı bir tutam uzatması, fazlasını kesmesi, bıyıklarını kırkması sünnettir.]
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” misvakini ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübarek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübarek gözlerine sürme çekerdi.
Fahr-i kainat “aleyhi ekmelüt-tehiyyat” önüne bakarak, süratle yürürdü. Bir yoldan geçtiği, güzel kokusundan belli olurdu.
Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” kırmızı ile karışık beyaz benizli olup gâyet güzel, nurlu ve sevimli idi. Bir kimse, Peygamber “aleyhissalatü vesselâm” siyah idi derse, kâfir olur.
[Tavsiye Yazı: Peygamber Efendimiz Arap mıydı?].
Güzel huyların hepsi Resûlullahta “sallallâhü aleyhi ve sellem” toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup çalışarak, sonradan kazanmış değil idi. Bir müslümanın ismini söyleyerek, hiçbir zaman lanet etmemiş ve asla mübarek eli ile kimseyi döğmemiştir. Kendi için, hiçbir şeyden intikam almamıştır. Allah için intikam alırdı. Akrabasına, Ashâbına ve hizmetçilerine tevazu ederek, iyi muamele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyarete gider, cenazelerde bulunurdu. Ashâbının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meşgul değildi. Mübarek ruhu melekler aleminde idi.
Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hallerinden, asla kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeye takat getiremezdi. Halbuki kendisi, hayasından, mübarek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.
Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem”, insanların en cömerti idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsanları vardı ki rum imperatörleri, İran şahları, o kadar ihsan yapamadılar. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamayı severdi. Öyle bir hayat yaşıyordu ki yemek ve içmek hatırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veya falanca yemeği pişiriniz demezdi. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabul ederdi. Bâzen aylarca az yer, açlığı severdi. Bâzen da çok yerdi. Yemeği 3 parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yerken, herkesten sonra el çekerdi. Herkesin hediyesini kabul ederdi. Hediye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hicretin 8. senesi, Ramazan-ı şerifin 10. Pazartesi günü, 12.000 kahraman ile birlikte, Medine’den çıkarak Ramazanın 20. Perşembe günü Mekke-i mükerremeyi feth etti. Ertesi Cuma günü hutbe okurken, mübarek başında siyah sarık sarılı idi. Mekke’de 18 gün kalıp Huneyn’e gitti. Sarığının ucunu sarkıtırdı. (Sarık, müslümanlar ile kâfirler arasını ayırır) buyururdu. Çeşitli elbise giymek adeti idi. Yabancı devlet sefirleri gelince süslenirdi. Yani kıymetli ve nefis elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Önce, altın yüzük takardı. Sonra, taşı akikten gümüş yüzük taktı. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde (Muhammedün Resûlullah) yazılı idi. Erkeklerin altın yüzük takmaları, 4 mezhepte de câiz değildir. Yatağı deriden olup içi hurma ağacı iplikleri ile dolu idi. Bâzen bu yatak üzerine, bâzen yere serili deri üzerine, bâzen da, hasır veya kuru toprak üzerine yatardı. Mübarek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” zekat malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yemez ve şiir söylemezdi.
Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz, miladın 571. yılı nisan ayının 20’sine rastlıyan, Rebiul-evvel ayının 12. Pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke-i mükerreme şehrinde dünyaya gelmiştir. Dünyanın her tarafındaki müslümanlar, her sene, bu geceyi, mevlid kandili olarak tes’id etmektedir. Her yerde (Mevlid kasideleri) okunarak Resûlullah hatırlatılmaktadır. Erbil sultanı Ebû Saîd Muzaffer-üd-din Kükburi bin Zeyneddin Ali, mevlid gecelerinde şenlikler yapar, ikram ve ihsanlarda bulunurdu. Sultanın güzel ahlaki hayrat ve Hasenâtı, İbni Hilliga’nın tarihinde ve (Huccetullahi alel’âlemin)in 234. sayfasında ve Seyyid Abdülhakîm efendinin (Mevlid-i şerif) risalesinde uzun yazılıdır. Mevlid, doğum zamanı demektir. Rebiul-evvel, ilkbahar demektir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” nübüvvetten sonra, her yıl, bu geceye ehemmiyet verirdi. Her Peygamberin ümmeti, kendi Peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştı. Bugün de, müslümanların bayramıdır. Neşe ve sevinç günüdür. Âdem aleyhisselâm ruh ile ceset arasında iken, O Peygamber idi. Âdem aleyhisselâm ve her şey, Onun şerefine yaratılmıştır. Arş ve gökler ve Cennetler üzerine, İslam harfleri ile mübarek ismi yazılmıştır. Ona (Muhammed) adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun adının yer yüzüne yayılacağını, herkesin Onu medh ve sena edeceğini rüyada görmüştü. Muhammed, çok meth olunan demektir. Cebrâil aleyhisselâmın, ilk gelerek, Peygamber olduğunu bildirmesi ve hicrette Mekke şehrindeki mağaradan çıkması ve Medine-i münevverenin Kuba köyüne ayak basması ve Mekke’yi feth için Medine’den çıkması ve vefâtı, hep pazartesi günü olmuştur. Doğduğu zaman, göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş görüldü. Yeryüzünü şereflendirince, şahadet parmağını kaldırdı ve secde etti. Melekler beşiğini sallardı. Beşikte iken konuşmaya başladı. (Mevahib)in Zerkani şerhinde diyor ki (Hazret-i Abdullah evlendiği zaman 18 ve hazret-i Âmine 14 yaşında idi. Hazret-i Âmine 20 yaşında vefât etti. Evvela mübarek annesi 9 gün, sonra Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe bir kaç gün emzirdi. Sonra, Hâlime-i Sadiye 2 sene emzirdi. 2 sene daha Beni Sad bin Bekr köyünde kalarak 4 yaşında Mekkeye getirildi. Ayağa kalktığı zaman, çocukların oyunlarını seyr ederdi. Oyuna karışmazdı. 6 yaşında iken, annesi Âmine “radıyallâhu anha”, 8 yaşında iken, dedesi Abdülmuttalib vefât etti. 25 yaşında iken, Hadice “radıyallâhu anha” ile nikah etti, evlendi. 40 yaşına gelince, Ramazan-ı şerif ayında, Pazartesi günü, şehrin 1 saat şimalindeki (Cebel-i hira) ve (Cebel-i nur) denilen dağdaki mağarada, melek göründü. Bütün insanlara ve cinne Peygamber olduğu bildirildi. Evvela Cebrâil “aleyhisselâm” geldi. Sonra 3 sene, İsrâfil “aleyhisselâm” gelip, bazı şeyler öğretti. Fakat, Kurân-ı Kerîm getirmedi. Sonra, Cebrâil “aleyhisselâm” gelmeye başlayarak, bütün Kurân-ı Kerîmi, 20 senede indirdi. Cebrâil “aleyhisselâm” kendisine 24.000 kere gelmişti. [Halbuki Âdem aleyhisselâma 12 kere, Nuh aleyhisselâma 50 kere, İbrahim aleyhisselâma 40 kere, Mûsâ aleyhisselâma 400 kere ve Îsâ aleyhisselâma 10 kere gelmişti.] Peygamberliğini 3 sene izhar etmeyip, sonra Hak teâlânın emri ile tebliğ etti.
52 yaşında iken, Recep ayının 27. gecesi, Mekke-i mükerremede, Cebrâil “aleyhisselâm” gelip, Mescid-i haramdan, Kudüste, Mescid-i aksaya ve oradan göklere götürdü. Bu miraçta, Allahü teâlâyı baş gözü ile gördü. Bu gecede 5 vakit namaz farz oldu. 53 yaşında iken, izin-i İlâhî ile Medine-i münevvereye hicret etti. Safer ayının 27. perşembe günü sabah erken evinden çıkarak, öğleden sonra Ebû Bekr-i Sıddîk’ın evine geldi. O gece, beraber çıkarak, Mekkenin 5,5 kilometre cenub-i şark [güney doğu] tarafında bulunan (Sevr) dağındaki mağaraya geldiler. Denizden 759 metre yüksek olan bu dağın yolu çok bozuk idi. Mübarek ayakları kanadı. Mağarada 3 gece kalıp, pazartesi gecesi çıktılar. Bir hafta yolculukla, efrenci Eylül ayının 20. ve Rebiul-evvelin 8. pazartesi günü, Medinede Kuba köyüne geldiler. Gece ile gündüzün müsavi olduğu, Eylülün 23. gününü de burada geçirip, Rebiul-evvelin on ikinci Cuma günü Medineye azîmet [hareket] ettiği ve aynı gün vasıl olduğu (Beydavi) tefsirinde yazılıdır. Ömer-ül-Fâruk halife iken, bu seneki Muharrem ayının 1. günü, yani hicretten [70] gün evvel, müslümanların (Hicri kameri sene) başlangıcı oldu. Bu başlangıç günü, tarihçilere göre, miladın [622] senesinde idi. Temmuz ayının 16. Cuma gününe rastladığı, Ahmed Ziya beğin 1316 [m. 1898] baskılı (İlm-i heyet) kitabında yazılıdır. Kuba köyüne ayak bastığı Eylül ayının 20. günü, müslümanların (Hicri şemsi sene) başlangıcıdır. 623. miladi sene başı, hicri şemsi ve kameri senelerin birinci senelerinde oldu.
Bir şemsi sene 365, 242 gündür. Yani, 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 47 saniyidir. Bir kameri sene 354, 367 gündür. Yani, 354 gün, 8 saat, 48,5 dakikadır.
27 kere muharebe yapmış, 9’unda er olarak hücum etmiş, diğerlerinde baş kumandanlık mevkiinde bulunmuştur. Gazalarda 2 türlü bayrak kullanırdı. Rayesi siyah idi. Livası daha küçük olup beyaz idi.
Medine-i münevverede, kameri 63, şemsi sene hesabı ile 61 yaşında iken 11 [m. 632] senesi Rebiul-evvel ayının 12. pazartesi günü, öğleden evvel vefât edip, mübarek gömleği arkasında olarak, 3 kere yıkanıp, 3 kat yeni beyaz kefene sarılıp, mübarek ruhu alındığı yere defnolundu.
Server-i âlemin “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek gözleri uyur, kalb-i şerifi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Asla esnemezdi. Mübarek vücudu nûrânî olup gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler mübarek kanını içmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resûlullah olduğu bildirildikten sonra, şeytanlar göklere çıkarak haber alamaz ve kahinler söyleyemez oldu.
Bir kimse, Rahmeten-lil-alemini “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” rüyada görse, muhakkak Onu görmüştür. Çünkü, şeytan Onun şekline giremez.
Server-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bizim bilmediğimiz bir hayat ile şimdi hayattadır. Ceset-i şerifi asla çürümez. Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salavâtı kendisine haber verir. Minberi ile kabir-i şerifi arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Burası Cennet bahçelerindendir.
Kabir-i şerifini ziyaret etmek, taatların büyüğü ve ibâdetlerin en kıymetlisidir. (Beni ziyaret edene şefaatim vâcib olur) buyurmuştur.
Server-i âlemin “sallallâhü aleyhi ve sellem” 3 veya 4 yahut 5 erkek, 4 kız evlat-ı kirâmı, 11 zevce-i mutahherası, 12 amcası ve 6 halası vardı.
[Tavsiye Yazı: Peygamberimiz niçin çok evlilik yapmıştır?]
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ümmi idi. Yani kitap okumamış, yazı yazmamış, kimseden bir ders görmemiş idi. Mekke’de doğup, büyüyüp, belli kimseler arasında yetişip, seyahat etmemiş iken, Tevratta ve İncilde ve Yunan ve Roma devirlerinde yazılmış kitaplarda bulunan bilgilerden, hadiselerden haber verdi. İslamiyeti bildirmek için, müslümanlara mektuplar yolladı. Hicretin 6. senesinde Rum, İran ve Habeş hükümdarlarına ve diğer Arap padişahlarına mektuplar gönderdi. İran şahı Hüsrev Perviz, mektubu parçaladı. Getiren Sahabiyi şehit etti. Az zaman sonra, oğlu Şiruye tarafından öldürüldü. Hizmetine 60’tan ziyâde ecnebi sefir gelmiştir. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” peygamberliğini işiten herkesin, Ona îman etmesi vâcibdir. İşittikten sonra, îman etmeden vefât eden, Cehenneme girecek ve orada sonsuz olarak azap çekecektir.
Fahr-i âlemin “sallallâhü aleyhi ve sellem” isimleri, halleri, Tevratta ve İncilde yazılı idi. Yahudi ve hristiyanlar, teşrif etmesini bekliyordu. Fakat, kendi cinslerinden gelmeyip, arabdan geldiği için bâzıları kıskandı, inkâr etti. Halbuki birçok âlimleri ve akıllıları, insaf edip müslüman oldu. Onun peygamber olduğuna inanmamak, Onun büyüklüğünü, üstünlüğünü anlamamak, Onun kıymetini, şerefini azaltmaz. Allahü teâlâ, (İnşirah) sûresinde, (Senin zikrini yükselttim), kendi ismimin yanında olarak, her yerde söylenir buyurdu. Yeryüzünde, 1 derece batıya gidildiğinde, namaz vakitleri 4 dakika sonra başladığı için, dünyanın her yerindeki müslümanlar, her günün her dakikasında ezan okumakta, Onun mübarek ismi, her yerde her ân, saygı ve sevgi ile söylenmektedir.
Bir kimse, her işinde, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” dinini kabul etmezse mümin olmaz. Onu, kendi canından çok sevmezse, imanı tamam olmaz.
Bütün insanların ve cinnilerin Peygamberidir. Her asırda yaşıyan her milletin Ona uyması vâcibdir. Her müminin, Onun dinine yardım etmesi, Onun ahlakı ile huylanması, Onun mübarek ismini çok söylemesi, ismini söylediğinde ve işittiğinde, saygı ile ve sevgi ile salât-ü selam getirmesi, mübarek cemalini görmeye âşık olması, Onun getirdiği Kurân-ı Kerîmi ve İslamiyeti sevmesi ve hürmet etmesi lâzımdır. Mîr’at-i Kainat’da diyor ki (Câhiller ve tembeller, “sallallâhü aleyhi ve sellem” yerine birkaç harf yazıyor. Bu doğru değildir. Çok sakınmalıdır.)
İbni Âbidin, namaz bahsinde diyor ki (Ömründe bir kere, salavât getirmek farzdır. Her söyleyince, işitince, okuyunca, yazınca, bir kere getirmek vâcib, tekrar edildiklerinde müstehaptır.)
Dostlarımın ayrılığından, kalbim kan ağlıyor.
onları hatırladıkça, iliklerim yanıyor.