Muhammed b. Ali el-Birgivî (ö. 981 / 1573) [Rahmetüllahi aleyh]
1. Ey talebe, bil ki; hadîs ehlinin bu ilime ait ifâdelerle onların neyi kasdettiklerini anlamak isteyenlerin bilmesi gereken bazı ıstılahlar / terimler vardır.
2. Buhârî şârihi muhakkik (İbn Hacer el-Askalânî) Şerhu’l-Muhaddisîn’de bu terimlerin bir kısmına işaret edince, biz de onları biraz tafsil etmek istedik. Öyleyse söyleyeceklerimizi iyi dinle!..
3. Muhaddisler ıstılahında hadîs; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin sözü, fiili ve takrîri anlamına gelir. Takrîrin manası şudur. Bir kişinin Resülüllah’ın – Allahü teâlânın salâtı onun ve yanındakilerin / eshâb-ı kirâmın üzerine olsun- huzurunda bir
iş işlemesi veya bir söz söylemesi durumunda, Resûlullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ondan haberi olup,
reddetmeyerek susup kabul etmesidir. Bu tür takrirler de hadîs tarifine girmektedir.
4. Bazılarına göre yukarıdaki 3 kısım (söz, fiil ve takrîr), Sahâbe ve Tâbiînden “rıdvânüllahi aleyhim ecma’în” olduğunda da hadîstir.
Buna göre hadîsler, 9 kısım olur.
5. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize isnâd edilen hadîsler Merfû’ diye isimlenir. Ref’ (hadîsin Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) isnâd edilişi) bazen açık bir ifâde ile olur. “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle dedi, şöyle yaptı veya şunu tasdik etti” denmesi gibi. Bazen de ref’ açık ifâde hükmünde olur. Sahâbe ve Tâbiînden, âhiret hâlleri, geçmiş veya gelecekte olan işlerle ilgili haberler türünden akılla elde edilemeyecek bir takım sözlerin nakledilmesi gibi.
6. Sahâbe-i Kirâm’a isnâd edilen haberler, Mevkûf diye isimlenir. Tâbiîne isnâd edilen haberler de Maktû’ diye isimlenir. Meşhur olan maktû’ için de mevkûf isminin kullanılmasıdır.
7. Sakın şu nokta sana karışık gelmesin ki, sened; Muhaddisler ıstılahında hadîsi rivâyet eden kişilerdir. İsnâd da bu manadadır. Fakat isnâd senedin (râvîlerin) -hadîsin başında- sayılması manasında kullanılır. Hadîsin metni ise; isnâdın (râvîlerin zikredilmesi işinin) bitmesiyle başlayan kelâmdır ki (bu hadîsin kendisidir).
8. Sen buraya kadar anlattıklarımızı öğrendiysen, şunu bil ki; bazen hadîs, Muttasıl ve Munkatı’ olmak üzere 2 kısma ayrılır. Muttasıl; senedindeki râvîlerinden hiçbiri düşmeyen hadîstir.
9. Munkatı’ hadîs, râvîlerinden biri düşen hadîs-i şerîflerdir.
10. Munkatı’ hadîsin Mürsel ve Muallak gibi kısımları vardır. Muallak, senedinin baş taraflarında, ister bir, ister daha fazla râvî düşen munkatı’ hadîslerdir.
11. Mürsel hadîs; senedin sonunda düşüş bulunan (yani Sahâbînin düşürüldüğü) munkatı’ hadîslerdir. Bazı muhaddisler (ve usulcülerin genelin)e göre Mürsel hadîs, genel anlamda munkatı’ hadîs demektir. Fakat birinci kullanım daha meşhurdur.
12. Bazı muhaddisler dediler ki; eğer senedden hazfedilen râvîler birden fazla olup peş peşe olurlarsa, bu hadîs Mu’daldır.
13. Eğer senedde düşürülen râvî bir veya birden fazla olup, başka başka tabakalardan olmak suretiyle, peş peşe olmazlarsa, bu senedle rivâyet edilen hadîs-i şerîf, Munkatı’dır. Bu manada kullanılan munkatı’, genel manada kullanılan munkatı’ hadîsin bir kısmıdır. Demek ki, Munkatı’ lâfzı, tasavvur gibi 2 manaya kullanılır. Tasavvur lâfzı, genel manada, tasdîk ve tasavvur diye kısımlanan ilim mefhûmunun, mürâdifi olarak kullanıldığı gibi, husûsî manada ilim mefhûmunun bir kısmı olan tasdîkin zıttı olarak da kullanılır.
14. Müdelles, umûmî manada munkatı’ hadîsin kısımlarındandır. Bu tedlîs ise râvînin, şeyhinin ismini bırakıp, kendisinden işitmediği hâlde, sanki kendisinden işitmiş zannını verecek bir ifâde getirerek, şeyhinin üstündeki şeyhten hadîs rivâyet etmesidir. İşte bu işe tedlîs denir. Bu iş, doğru bir maksat içermedikçe çirkin ve mekrûhdur.
15. Merfû’ hadîs, senedi muttasıl olursa ona Müsned denir ki meşhûr olan da budur. Bazıları (Hatîb-i Bağdâdî gibi) muttasıl hadîsi, Mevkûf veya Maktû’ olsa bile, her hâl ü kârda Müsned diye isimlendirirler. Bazıları da (İbn Abdi’l-Berr gibi) Merfû’ hadîsi, Mürsel, Mu’dal veya Munkatı’ olsa bile her hâl ü kârda Müsned diye isimlendirirler. Fakat muhakkıklar arasında en çok bilinen birinci görüştür.
16. Sen bil ki; hadîsi rivâyet eden râvîden, başka yollarla gelen aynı hadîse, isnâdında veya metninde, öne almak sonraya bırakmak, bir şey eklemek, bir şey eksiltmek veya bir râvînin yerine diğer bir râvî, bir metnin yerine diğer bir metin getirmek sebebiyle, muhâlefet vâki olsa, bu hadîs, Muzdarib diye isimlenir.
17. Râvî, doğru bir maksat ve maslahattan dolayı, hadîs sözleri arasına kendi sözünü katsa, bu hadîs, Müdrec diye isimlendirilir.
18. Şâz, Münker ve Muallel, hadîs kısımlarındandır. Şâz, lüğatta ‘cemâatten ayrılan fert‘ demektir. Hadîs ıstılahında ise, sika / güvenilir râvîlerin rivâyet ettiği hadîsin (metnine veya senedine) muhâlif olarak rivâyet edilen hadîs-i şerîflerdir. Eğer (muhâlif hadîsi rivâyet eden) râvî, sika değilse, bu hadîs, Şâzzı Merdûddur. Eğer râvî sika ise, bunun çözümü, 2 hadîsin râvîlerinden birinin diğerine hıfz, zabt veya râvî fazlalığı ve diğer tercîh sebepleri yoluyla, tercîh edilmesine bağlıdır. Tercîh edilen hadîs, Mahfûz, tercîh edilmeyen diğer hadîs de Şâzz-ı Makbûl diye isimlenir.
19. Münker, zayıf râvînin diğer bir zayıf râvîye muhalif olarak rivâyet ettiği hadîstir. Fakat 2. râvînin za’fı birincisinden azdır. Münkerin karşıtı Ma’rûftur. Münker ile Ma’rûfun her ikisi de zayıftır. Ama Münkerdeki za’f, Marûftaki za’ftan daha fazladır. Şâz ile Münker mercûhtur. Mahfûz ile Ma’rûf râcihtirler. Fakat Mahfûzda za’f yok iken, Ma’rûf, Münkere nisbetle râcih olup zayıftır.
20. Bazı Muhaddisler Şâz ve Münkerde muhâlefet kaydını itibâra almamışlar ve Şâz; sika bir râvînin, tek başına rivâyet ettiği hadîstir demişlerdir. Bazı muhaddisler de Şâz hadîste muhâlif râvînin sika olmasını itibâra almamışlardır. Yine bu gruba göre Münker hadîs, kitapta anlatılan tarîfle sınırlı olmayıp, fısk, gaflet ve aşırı yanılgı ile tenkit edilen râvîlerin rivâyet ettiği hadîsler de Münkerdir. Netîcede bütün görüşler, birer ıstılâhtır ki ıstılâhlarda tartışma olmaz.
21. Bu bahis –ism-i mef’ûl kalıbında olan- Muallel bahsidir. Muhaddisler nezdinde ta’lîl; içerisinde, sıhhatine zarar verecek sebep ve illet bulunan isnâddır ki, bu illet ve sebepleri hadîs ilminde mahâret sâhipleri bilir.
22. Bundan sonra bil ki, hadîsler üç kısımdır. Sahîh, Hasen, Zayıf. Sahîh; senedi sonuna kadar bitişik olarak, adâlet ve zabt sâhibi râvîlerin nakliyle sâbit olan hadîstir. Eğer bu vasıflar kemâl derecesinde olursa, buna Sahîh lizâtihî denir. Eğer bu vasıflarda (zabt vasfında) bir nevi kusur bulunursa bakılır, şayet bu kusur, hadîsin başka tarîklerle (senedler) rivâyet edilmesi sâyesinde telâfî edilmişse, bu hadîs, Sahîh li-gayrihîdir.
23. Söz konusu eksiklik, sened çokluğuyla denklenmezse, bu hadîs Hasen lizâtihîdir. Eğer zayıf hadîs, zayıflığı senedlerinin çokluğuyla denklenirse, bu hadîs, Hasen li-gayrihîdir. Muhaddislerin sözlerinden açığa çıkan şudur ki: Hasen hadîs, kendisindeki noksanlık, sahîhteki vasıfların tümünde bulunandır. Fakat araştırma gösterdi ki; Hasen li-zâtihîdeki noksânlık, sadece zabt vasfında olup, diğer vasıflar sahîh hadîsteki hâli üzeredir. Zayıf ve Hasen li-gayrihî hadîslerdeki noksânlık ise, sahîh hadîsteki tüm sıfatlardadır.
24. Bundan sonra Adâlet ve Zabt mefhumlarını incelememiz gerekir. Tâki bahsedilen hadîs kısımlarının mâhiyeti anlaşılabilsin.
Adâlet; sahibini takvâ ve kişiliğe sarılmaya sevkeden bir meziyettir. Muhaddisler nezdinde takvâdan maksat şirk, fısk ve bid’at gibi kötü işlerden sakınmaktır. Bu husûsta küçük günâhlardan sakınma konusunda ihtilâf vardır. Seçilen görüşe göre, küçük günâhlardan sakınmak takvâ için şart değildir. Fakat küçük günâhlara ısrâr da büyük günâhtır. Kişilikten maksat, sokakta yemek-içmek, umûmî yollarda bevletmek ve benzeri düşük işlerden sakınmaktır. Şu husûsu da belirtmek gerekir ki, râvîlerde aranan adâlet, şâhitlikte aranan adâletten daha umûmîdir. Zira şâhitlikte aranan adâlet köleleri de içine alır.
25. Zabt; râvînin işittiği ve rivâyet ettiği hadîsi dilediğinde okuyabilecek derecede unutmaktan ve karıştırmaktan muhâfaza etmesidir. Zabt 2 türlü olur:
Zabt-ı sadr; hadîsi unutmaktan korumak ve hâtırda tutmakla olur.
Zabt-ı Kitâbet; hadîsleri not aldığı bir defter sâyesinde rivâyet edeceği vakte kadar yanında saklamasıyla olur.
26. Bundan sonra gerek hadîslerin genel olarak kısımlarının bilinmesi gerekse, husûsen zayıf hadîslerin kısımlarının bilinmesi için adâlet ve zabtla ilgili tenkit sebeplerini beyân etmek gerekir. Bil ki hadîs âlimleri adâlet noktasından tenkit sebeplerini 5 maddede toplamışlardır:
1- Râvînin yalan söylemesi.
2- Râvînin yalanla itham edilmesi.
3- Râvînin fâsık oluşu.
4- Râvînin bilinmemesi.
5- Râvînin bid’at ehli olması.
27. Râvînin yalancı olması; bir hadîste yalanının tesbit edilmiş olmasıdır. Buna göre herhangi bir hadîste yalanı tesbit edilen râvî yalancılıkla tenkit edilmektedir. Yalancılıkla tenkit edilen râvînin rivâyet ettiği hadîsler (yalanı ister bu hadîste, ister başka hadîste olsun) Mevzû’/uydurma diye isimlenir. Muhaddislerin Mevzû’ hadîs sözünden kastettikleri işte budur. Ayrıca Mevzû’ hadîste yalan ve uydurma işinin söz konusu hadîste olması gerekmez. Başka bir hadîste yalanı tesbit edilen kimsenin rivâyet ettiği tüm hadîsler Mevzû’dur.
28. Râvînin bir hadîste ömründe bir kere dahi yalanı vaki olsa, tevbe edip halini düzeltse bile, o kimsenin hadîsi artık kabul edilmez. Yalancı şâhitlik ise böyle değildir. Zira yalancı şahit, tevbe etse, fıkıhçıların beyanına göre şehâdeti kabul edilir.
29. Râvînin yalanla itham olunmasına gelince; bu, râvînin hadîs-i şerîfte yalanı sabit olmasa bile, günlük konuşmalarında yalancılıkla tanınmış olmasıdır. “Yalan ithamıyla tenkit edilen râvînin hadîsi, hüccet olmayıp terk olunur.” ve o hadîs Metrûk diye isimlenir. Bu gibi kimseler yalandan tevbe edip, dış hâllerinden düzelme izleri görülecek kadar hâllerine çeki düzen verseler, artık hadîslerinin
dinlenmesi caizdir.
30. Râvînin fıskına gelince; bundan maksat amelde olan fısktır, itikatta olan fısk değildir. Zira itikatta olan fısk, bid’at sayılır. Râvînin yalan söylemesi fısk ise de, ondan dolayı yapılan tenkit daha şiddetli ve hükmü farklı olduğu için muhaddisler onu müstakil bir kısımda ele alırlar.
31. Râvînin bilinmeyişine gelince; bundan maksat râvînin isminin bilinmeyişidir. Râvînin kim olduğu bilinmedikçe, âdil olup olmadığı bilinemiyeceği için, isminin bilinmeyişi râvîde tenkit sebebi olmaktadır. Bunun misali müsnidin ‘bir adam rivâyet etti ki’ şeklindeki rivâyetlerdir. Bu tür hadîsler, ‘Mübhem’ ismini alırlar. İsmi bilinmeyen râvî sahâbî değilse -sahâbîlerin tümü âdil olup, isimlerinin
bilinmeyişi bir şey değiştirmeyeceğinden- bu tür hadîsler makbul değildir. Eğer adı bilinmeyen râvî, adâlet sahibi olduğunu bildiren
bir ifâdeyle -‘âdil veya sika biri rivâyet etti‘ gibi- andırsa, bunda tafsilat vardır. Eğer bu ifâdeyi kullanan kişi hâzik/güvenilir mütehassıs bir imam ise hadîs kabul edilir. Eğer böyle biri değilse, ismini belirtmedikçe hadîs kabul edilmez.
32. Râvînin bid’atine gelince; bu, râvînin Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) bilinen dinî esaslara muhalif bir inanca şüphe ve tevil yoluyla sahip olmasıdır. Eğer inanç inkâr ve inad sebebiyle olursa, bu küfür olur ki, konumuzun dışında kalır. Bid’at ehlinin hadîsi
ihtiyaten makbul değildir.
33. Zabtla ilgili tenkit sebeplerine gelince; bunlar 5 tanedir:
Birincisi; aşırı dalgınlık.
İkincisi; çok yanılmak.
Üçüncüsü; sikalara muhalefet.
Dördüncüsü; evham sahibi olmak.
Beşincisi; kötü hafızalı olmak.
34. Aşırı dalgınlık ve yanılgıya gelince; bunlar birbirlerine yakın şeylerdir. Dalgınlık hadîsi, dinleme ve alma esnasında olur. Yanılgı ise, hadîsi, hem dinleme, hem de rivâyet esnasında olur.
35. Sikalara muhalefete gelince; bu, isnâdda veya metinde olur. Bunların her ikisi de birkaç neviye ayrılır ki, genelde hadîsin şâz olmasına yol açarlar. Sikalara muhalefetin zabtla ilgili tenkit sebeplerinden sayılması, râvîyi muhalefete sevkeden şeyin kendisini (hadîsi) değiştirmekten alıkoyamaması ile zabt ve hıfz yokluğu sebebiyledir.
36. Vehme gelince; bu, râvînin rivâyetinin yanlış zannı üzerine bina edilmesidir Bu ise genelde senedde olurken bazen de metinde olur. Fakat vehmi tesbit edebilmek, hadîs ilimlerinin en zor ve en ince yönlerindendir. Bu kabiliyet ise ancak kendisine, hadîs senedleri ve metinleri üzerinde geniş hıfz, keskin anlayış ve râvîlerin mertebeleri, sened ve metinlerin hâlleriyle ilgili -bu ilmin erbâbı eski âlimlerde olduğu gibi- tam bilgi bahşedilmiş kimselerde bulunur.
37. Hıfzı zayıf olmaya gelince; bu, râvînin isabetinin hatasından, hıfz ve hatırlama gücünün de yanılgı ve unutkanlığından fazla olmaması demektir. Buna göre, hatasının isabetine, yanılgı ve unutkanlığının da hatırlama ve hıfzına galip gelmesiyle birbirlerine denk olmaları arasında fark yoktur. Zayıf hıfz tenkidinden kurtulmak ancak, hadîsin rivâyetinde hiç hata yapmamakla veya genelde hatasız biçimde hadîs rivâyet etmiş olmasıyla mümkündür. Yanılgı ve unutkanlık tenkidinden kurtulmak da aynı ölçüye göredir.
38. Sonra bil ki, Sahîh hadîste râvî bir tabakada veya bütün tabakalarda tek kalırsa, bu hadîs ‘Garîb‘ diye isimlenir. Aynı şartlarda râvîler 2 tane olursa, Azîz, 2’den fazla olurlarsa Meşhûr ve Müstefîd diye isimlenir.
39. Senedin râvîleri tüm tabakalarında, aklın yalan üzerine söz birliği edebileceklerine ihtimal veremeyeceği kadar kalabalık olursa, bu hadîse Mütevâtir denir.
40. Garîb hadîs Ferd diye de isimlenir. Şu nokta sana karışık gelmesin ki, râvî senedin tüm tabakalarında bir kişi olursa, buna Ferd-i Mutlak denir. Eğer bir tabakada tek kalırsa, buna da Ferd-i Nisbî denir. Hadîsin Ferd veya Garîb olabilmesi için -diğer
tabakalarda birden fazla olsa bile- bir tabakada râvînin tek kalması yeterlidir. Hadîsin Azîz olabilmesi için de râvîlerin bütün
tabakalarda sarahaten veya zımnen 2 kişi olması gerekir. Hadîsin Meşhur olabilmesi için de râvîlerin tüm tabakalarda sarahaten 2’den fazla olması gerekir. Buna göre bir tabakada 2, diğer tabakalarda 2’den fazla olursa, bu da Azîzdir. Tıpkı bir tabakada tek, diğerlerinde de fazla olması durumunda hadîsin Garîb olması gibi. Bu anlatılanlardan bilinmiştir ki, Azîz hadîste râvîlerin tüm tabakalarda 2 kişi olmasından maksat, en az bir tabakada sarahaten 2 kişi olduktan sonra, diğer tabakalarda sarahaten
veya zımnen 2 kişi olmalarıdır. Şu izahtan sonra bu ilimde Muhaddislerin azınlık çoğunluğa hükmeder sözünün manasını anlamışsındır.
41. Bu incelemeden bilmişsindir ki, hadîsin Garîb olması, Sahîh olmasına mani değildir. Zira seneddeki râvîlerden her biri sika olabilir. Bazen de Garîbten, çoğuna göre, hadîste tenkit sebeplerinden biri olan Şâz kastolunur. – Nitekim bu kullanım- Şâz, Münker ve Muallel hadîsler bahsinde geçmişti. Bazen Şâz, Garîb -râvînin tek kalmasımanasında kullanılır. Bu durumda garâbet, hadîsin sıhhatine mani olmadığı gibi, bu manadaki şâzlık da hadîsin sıhhatine mani değildir.
42. Şunu unutma ki, li-zatihî ve li-gayrihî olmak üzere tüm Sahîh ve Hasen hadîs kısımlarının manasını bildiğinde, kendisinde; Sahîh ve Hasen hadîslerde muteber olan şartların biri veya hepsi bulunmayan hadîslerin Zayıf hadîs olduğunu da bilirsin. Zayıf hadîslerin kısımları çoktur. Sahîh ve Hasen hadîsler de, tercih ve amel konusunda biri diğerinin fevkinde olan farklı farklı mertebelere sahiptir. Hadîslerin hüccet olarak kullanılması, Sahîh ve Hasen olabildikten sonra, bu vasıfların ve derecelerin farklılığına göredir.
43. Bu anlattıklarımız, muteber kitaplardan hadîs çeşitlerinin incelenmesi sadedinde bize nasip olanlardır. Bu meseleleri bilmek, burada o kadar gerekli olmasa da, ne zaman ki dîn kardeşlerimiz ve yakîn tahsîlindeki yardımcılarımız, bu sıralar, bazı hadîslerin müşkilâtını çözmekle meşgûl olunca, ayrıca bu terimlerin isimlerini duyduklarında hayrete düşüp bizden açıklama isteyince, biz de
bunları açıkladık. Allahü teâlâya hamd olsun ki, bizi, hidâyeti ile buna kavuşturdu. Eğer yüce Allah bize hidâyet vermeseydi,
kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. [A’râf, 7/43 ]
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız