Sual: “Sonbahar” isimli bir mecmuada (Birçok erkeğin aşk maceralarının şöhretli kadını, Utbe’nin kızı Hind, hazret-i Hamza’nın ciğerlerini yerken, habeşli kölenin sevdasını yaşamış. Kocası ibni Mugiyre tarafından, fahişeliği sebebiyle boşanmış ve Ebû Süfyan tarafından da karı olarak kabul edilmişti. Ebû Süfyan’la evliliği Hindin diğer erkeklerden vazgeçmesini sağlayamadı. Şöhretli hayatına devam etti. İşte bu evlilikten doğan, hangi erkeğe oğul olarak nisbet edileceği bilinmeyen, fakat görünürde Ebû Süfyan’a nisbet kılınan Muaviye mel’ununun zulmü başladı) diyor. Bu şii iddialarına ne cevap vermek lazım?
Cevap: Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” en büyük düşmanı olan ve kendisine lanet edilen Ebû Cehl’e ve İblis’e karşı bile insan bu kadar çirkin, bu kadar iğrenç kelimeleri kullanmaktan haya eder. Fakat, Kur’ân-ı Kerîmde, (Habis sözler, habis insanlara yakışır) buyuruldu. Söz, kişinin aynasıdır. Kanalizasyondan gül kokusu beklenemez ya! Yukarıda yazılı çirkin yalanlar, kötü iftiralar, Allahü teâlânın afv buyurduğu, Cenneti ve nimetleri müjdelediği büyük insanları lekeleyemez. Fakat bu sözlerin sahiplerinin alçaklığını meydana çıkardıkları için de, bir tarafa atılamaz. (İman, geçmiş günahları temizler, yok eder) hadis-i şerifi, hazret-i Muaviye’nin ve mübarek babası Ebû Süfyan “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerinin ve iffetini, asaletini, Mekke’nin fetih gününde Resûlullahın huzurunda ispat eden mübarek Hind’in “radıyallâhu anha” tertemiz olduklarını ortaya koyan sarsılmaz bir vesikadır.
Bu 3 sahabinin büyüklüğünü, üstünlüklerini yazan kitaplar sayılamayacak kadar çoktur. Biz, herkesin bulması kolay olan Ahmed Cevdet Paşa’nın (Kısas-ı Enbiya) kitabından birkaç satır alacağız:
(Araplar arasında aile hayatı ve akrabalık gayreti pek kuvvetli idi. Her biri kendi aşiret ve akrabasının şerefini fevkalede gözetirdi) diyor. (Araplar, şiir söylerler, panayır yerlerinde, toplantılarda, vaaz ve nasihat verirlerdi), (Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” hazretleri Safa tepesine çıkıp oturdu. Ömer-ül-Fâruk hazretleri de, alt yanına oturdu. Önce erkekler, sonra kadınlar gelip birer birer müslüman oldular. Kadınların arasında hazret-i Alinin kız kardeşi Ümm-i Hani ile hazret-i Muaviye’nin annesi Hind de vardı. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” kadınlara (Hırsızlık etmiyeceğinize söz verin!) buyurunca, Hind ileri gelip, (Eğer hırsızlık etseydim, Ebû Süfyan’ın malından çok şey çalardım), dedi. Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem”, o vakit Hind’i tanıdı. (Sen Hind misin?) buyurdu. (Ben Hindim. Geçmişi affet! Allah da seni affeylesin!) dedi. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” zina etmemek şartını söyleyince, Hind, (Hür olan kadın hiç zina eder mi?) dedi. Sonra evlatlarını öldürmemeyi şart buyurunca, Hind, (Biz onları küçük iken büyüttük. Büyük iken, sen onları Bedir’de öldürdün. Artık ne oldu ise orasını sen ve onlar daha iyi bilirsiniz) dedi. Hazret-i Ömer çok sert ve ciddi olduğu hâlde, Hind’in bu sözüne dayanamayıp güldü. Kadınların iftira etmemesini teklif buyurunca, Hind, (Vallahi iftira çirkin şeydir. Sen bize güzel ahlakı emrediyorsun) dedi. Nihayet isyan etmemeyi teklif buyurunca, Hind, (Biz bu yüksek huzura, sonra isyan etmek niyeti ile gelmedik!) diye söz verdi. Hind’in öldürülmesi emrolunmuşken, böylece afva kavuştu ve halis kalp ile iman etti. Hemen evine gelip ne kadar heykel var ise, (Bu kadar zaman size aldanmışız) diyerek hepsini parçaladı. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” oradaki kadınlara hayır duâ etti). Hind’in afv ve imana kavuşması, başka kaçanlara cesaret verdi. Gelip afv dilediler. Kabul buyuruldu. Hind böylece, çok kimsenin ölümden kurtulmasına ve imana gelmesine sebep olmakla bahtiyar oldu. (Ebû Süfyan ile oğulları kuvvetli müslüman oldular. Resûl-i ekrem, onları katiblikte kullandı) diyor “radıyallahü teâlâ anhüm”.
Hurufiler, hazret-i Muaviye’nin İslamiyete hizmetleri ve hadis-i şerifle medh olunması karşısında, ne yazacaklarını şaşırarak, babasının aile hayatını kurcalıyorlar. Hazret-i Muaviye’yi, bu yoldan lekelemeye çalışıyorlar. Babası ne kadar kötülense, Ebû Leheb kâfiri derecesine düşüremezler ya! Adına âyet nazil olan Ebû Leheb kâfirinin oğlu Utbe, Resûlullaha çok eziyet yapardı. Bunlar yetmiyormuş gibi, sıkıntısı artsın diye, mübarek kerimesini boşamıştı. (Kısas-ı Enbiya) da diyor ki (İşte bu Utbe, Feth günü imana geldi, afv diledi. Resûlullah afv buyurup, hayır duâ etti. Utbe, Huneyn gazvesinin en kızgın zamanında Resûlullahın önünden ayrılmadı). Ebû Leheb kâfirini hiç kötülemiyor. O habisin oğlu olduğu için ve Resûlullaha çok işkence yapmış olduğu için, Utbe’ye bir şey demiyorlar. Çünkü Utbe, I. halifenin hazret-i Ali olmasını istiyordu. Bunun için şiir söylüyordu. Görülüyor ki yazarın kıymet ölçüsü, İslam ve küfür veya Resûlullaha hizmet ve eziyet etmek gibi, ana davalar değildir. Hazret-i Ali’ye oy verip vermemek davasıdır. Din yolunda değil, siyaset yolundadır. Ashâb-ı kiramı geçimsiz ve adi kimseler göstermek davasındadır.
Yukarıda, Kısas-ı Enbiya’nın çeşitli sayfalarından aldığımız yazılar, Sonbahar mecmuasındaki iftiraların yalan olduklarını açıkça göstermektedir. Kamusul-alam’da diyor ki (Hind binti Utbe bin Rebia bin Abd-i Şems, Kureyş’in asılzadelerinden idi. Ebû Süfyan’ın zevcesi idi. Ebû Süfyan’dan önce, Fakıh bin Mugire’nin zevcesi idi. İslamda sebat ve hüsn-i hareket etti. Akıllı, ileriyi gören, idareci bir hanımdı. Yermük gazasında zevci Ebû Süfyan ile birlikte bulunup, müslümanları rumlara karşı cihata teşvik ederdi).
Hind’in “radıyallâhu anha” imanının kuvvetini ve iffetinin derecesini bütün kitaplar yazmaktadır. İslamiyetten önce Arabistan’da nikah ve aile hayatı vardı. Sonbahar mecmuasını yazan kimse, aile hayatını, kendi müt’a denilen metres hayatına benzetiyor. Kendisi gibi herkesin de haram işlediğini zannediyor.
Mearic-ün-nübüvve kitabında diyor ki (Hind “radıyallâhu anha” imana gelip, evindeki heykelleri kırdıktan sonra, Resûlullaha 2 kuzu hediye gönderdi. Resûlullah kabul buyurup, Hinde bereket ile duâ etti. Hak teâlâ, Onun koyunlarına, o kadar bereket verdi ki sayısı bilinmez oldu. Hind, her zaman, bunlar Resûlullahın bereketidir, derdi).
Abdülgani Nablüsi, Hadika’nın 126. sayfasında buyuruyor ki (Resûlullaha iman eden herkesin kalbinde, Onun büyüklüğü ve sevgisi vardır. Fakat, miktarı muhtelıftır. Kalpleri bu sevgi ile dolup taşanlar az değildir. Söz birliği ile bildirildi ki Ebû Süfyan’ın “radıyallâhu anh” zevcesi Hind “radıyallâhu anha”, (Ya Resûlallah! Mübarek yüzünüzü hiç sevmezdim. Şimdi ise, O güzel yüzün, bana her şeyden daha çok sevgilidir) demiştir.)
Sonbahar mecmuası, hazret-i Muaviye’nin “radıyallahü teâlâ anh” zulüm ettiğini bildiriyor. Halbuki hazret-i Muaviye halife olunca, İslam memleketlerine sulh, sükun, huzur geldi. Geçimsizlikler sona erdi. Cihat ve fütühat başladı. Adaleti, ihsanları her yere yayıldı. Tarih kitapları bunları uzun uzun anlatıyor.
Bazı şiiler (Küfrün imamları, Muaviye’nin babası, Hindin kocası olan Ebû Süfyan ve ahzabıdır) diyerek hücuma geçmektedir. Halbuki o zaman, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” amcası Abbas da kâfirler arasında idi. Bedr gazasında, Resûlullaha karşı harp etmek için gelen düşman ordusunu idare edenlerdendi. Esir alınınca, hazret-i Ali’ye karşı, (Mescid-i haramı tamir ediyoruz. Kâbeyi örtüyoruz. Hacılara su veriyoruz) diye övündü. Allahü teâlâ, âyet-i kerime göndererek, meâlen, (Müşriklerin mescidleri tamir etmesi sahih olmaz. Biz, onların övündükleri işleri yok eder, onları Cehenneme koyarız) buyurdu. Böylece Abbas, cevabını almış oldu. Fakat, sonra meâlen, (İmana gelip Mekkeden Medineye hicret edenlere ve Allah yolunda cihat edenlere yüksek dereceler vardır. Onlar azaptan kurtulucudur. Onlara rahmetimi ve Rıdvânımı ve Cennetlerimi müjdelerim. Onlar, Cennetlerde, sonsuz olarak nimetlere kavuşacaklardır) buyurmaktadır. Abbas ile Ebû Süfyan “radıyallahü teâlâ anhüma” imana geldiler. Fetih yılında Mekke’den Medine’ye hicret ettiler. Ebû Süfyan’ın Taif gazasında bir gözü çıktı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ona Cenneti müjdeledi. Ebû Bekr “radıyallâhu anh” halife iken yapılan Yermük gazasında, 2. gözü çıktı ve o gazada şehit oldu.
Kısas-ı Enbiya’da diyor ki “Taif halkı müslüman olunca, Resûl-i ekrem, Ebû Süfyan bin Harb’i Taife gönderip, (Lat) denilen putu yıktırdı. Ebû Süfyan ve oğulları Yezid ile Muaviye, Resûlullahın katibliğini yaparlardı. Hâlid ibni Zeyd eba Eyübel Ensârî ile Amr ibni As da katiblik yapan zevat-ı kiramdandır. Amr ibni As, Resûlullahın ordu kumandanlığını da yapmıştır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ebû Süfyan’ı Necran valiliğine, oğlu Yezidi Teymaya hakim tayin buyurmuştur “radıyallahü teâlâ anhüma”.”
Tavsiye Yazı –> Kerbela vakasının içyüzü nasıldır?