ÖNSÖZ
Allahü teâlâ, dünyada bütün insanlara acıyor. Faydalı şeyleri herkese gönderiyor. Zararlardan korunmak, saadete kavuşmak için yol gösteriyor. Ahirette, Cehenneme girmesi gereken suçlu müminlerden dilediğini affederek, ihsan yapacaktır. Her canlayı yaratan, her varı her ân varlıkta durduran, hepsini korku ve dehşetten koruyan yalnız Odur. Böyle bir Allah’ın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmaya başlıyoruz.
Allahü teâlâya hamd ederiz. Herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu hamdlerin, şükürlerin hepsi Allahü teâlâya olur. Çünkü her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen, hep Odur. Kuvvet, kudret sâhibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, iyilik ve kötülük yapmayı kimse irâde, arzu edemez. Kulun irâdesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Merhamet ettiği kulları, kötülük yapmak irâde edince, O irâde etmez ve yaratmaz. Böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. Gazap ettiği düşmanlarının kötü irâdelerinin yaratılmasını O da irâde eder ve yaratır. Bu kötü kullar, nefslerine uydukları için, iyilik yapmak istemezler. Bunlardan hep fenâlık hâsıl olur.
Allahü teâlânın çok sevdiği Peygamberi Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederiz. O yüce Peygamberin Ehl-i beytine, Ashâbının her birine “radıyallahü teâlâ anhüm” hayırlı duâlar ederiz.
Allahü teâlâ müslümanlara, Kurân-ı Kerîme sarılmalarını, Kurân-ı Kerîm etrafında birleşmelerini emrediyor. Ashâb-ı kirâm, her emre tam uydukları için, birleştiler, seviştiler, kardeş oldular. Onların bu sevişmelerini, Allahü teâlâ, (Feth) sûresinde haber veriyor ve övüyor. Birleşmekten kuvvet hâsıl olur. Ayrılık, felakete sebep olur. Biz de Ashâb-ı kirâm gibi olalım. Onların güzel ahlakı ile ahlaklanalım. Sevişelim. Kurân-ı Kerîmin gösterdiği doğru yolda birleşelim. Bu yoldan sapanların, bölücülerin yalanlarına aldanmıyalım. Herkese iyilik edelim. Herkese tatlı dilli, güler yüzlü olarak, müslümanlığın şerefini bütün dünyaya tanıtalım. Hükümete, kanunlara karşı gelmemek her müslümanın vazifesidir. Fitne, karışıklık çıkarmak büyük günahtır. Mezhep ayrılıkları dövüşmeye sebep olmamalıdır. Bizi parçalamak isteyen yabancılar, her dilde kitap bastırıyorlar. Hadis-i şerifleri değiştirerek, âyet-i kerimelere yanlış, bozuk mânâlar vererek ve acıklı hikayeler uydurarak, temiz gençleri aldatıyorlar.
İslamiyeti içerden yıkmak isteyenleri bildirmek ve yalanlarını, iftirâlarını cevaplandırmak için, İslam âlimleri 1.000 seneden beri binlerce kitap yazmışlar, müslümanları bu belaya sürüklenmekten korumuşlardır. Bu faydalı kitaplardan biri, Hindistan’ın büyük âlimlerinden Şâh Veliyullah Ahmed Sâhib’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî olarak yazdığı (Kurretü’l-ayneyn) kitabıdır. Şâh Veliyullah hazretleri [m. 1702] de Delhi’de tevellüd ve [m. 1762] da orada vefât etmiştir.
Bu kitaptaki yazıların hepsinin senetleri, vesikaları, (Tuhfe-i isna aşeriye) kitabında uzun yazılıdır. Mesela, 7. babda, hazret-i Ali’nin 1. halife olacağını ispat için, bazı kimselerin 5 âyet-i kerimeye ve 12 hadis-i şerife verdikleri mânâların yanlış olduğunu bildirdikten sonra diyor ki “Ehl-i sünnete göre, Kurân-ı Kerîmden sonra, en kıymetli kitap (Buhârî-i şerif) dir. Bu kitapta Peygamberimizin hadis-i şerifleri yazılıdır. Bazı kimselere göre, Kurân-ı Kerîmden sonra, en kıymetli kitap, (Nehcü’l-belaga) dır.”
(Tavsiye yazı: Nehcül Belaga kitabına dair)
Her müslümanın Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı (İlm-i hâl) kitaplarından birini okuyup öğrenmesi ve çocuklarına öğretmesi lâzımdır. Hepimizin nefs-i emmaresi kâfirdir. İmanımızın gitmesini, doğru yoldan sapmamızı istiyor. Dinsizlerin, sapıkların bozuk, zararlı kitaplarını, dergilerini okumamız, yabancıların radyolarını, televizyonlarını dinlememiz için bizi sürüklüyor. Haram olan şeyleri yapmak, sapıkların yalanlarına inanmak ve kâfirlerin adetlerine, modalarına uymak, nefslerimize tatlı geliyor. İbadet yapmak ona güç geliyor. İşte bunun için, kâfirlik ve sapıklık her yere kolayca yayılıyor. Allahü teâlâ, hadis-i kudside buyuruyor ki (Nefsinizi düşman biliniz! Nefsleriniz bana düşmandır). Nefsin sevdiklerini yapmamak büyük cihatdır. Çok sevaptır.
Nefs-i emmaremizin ve sapıkların, mezhepsizlerin ve kâfirlerin tuzaklarına düşmemek için biricik ilaç, İlmihal kitaplarını okumak, imanı ve ibâdetleri doğru olarak bu kitaplardan öğrenmektir. Müslümanlar, çocuklarını ilk mektebe vermeden önce, Kuran hocasına göndermeli, Kurân-ı Kerîm okumasını, namaz kılmasını, imanın, İslâmin şartlarını, onlara muhakkak öğretmelidir. Nefs-i emmare, burada da karşımıza çıkar. (Önce ekmek parası kazanmasını öğrensin. Onları sonra da öğrenir) diyerek aldatır. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen, dünyada ve ahirette saadete kavuşmasını dileyen ana ve baba, nefsin ve insan şeytanlarının yalanlarına aldanmamalı, çocuklarını, elbette Kurân-ı Kerîm hocasına göndermelidir. Mektebe başladıktan sonra göndermek çok güç, hatta imkansız olur. Ağaç yaş iken bükülür. Kartlaşınca bükmeye kalkılırsa, kırılır, zararlı olur. İslam bilgileri verilmeyen çocuk, sapık veya kâfir olur. Ananın, babanın, sonra ah etmeleri, dizlerini dövmeleri, kendilerini ve çocuklarını Cehennemden kurtarmaz. Sevgili Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bu pek acı hakikati anlatmak için, (Helekel-müsevvifun!) buyurdu. Bunun mânâsı, (Hayırlı işlerinizi hemen yapınız. Yarına bırakmayınız) demektir. Hayırlı işlerin birincisi, en mühimmi, çoluk-çocuğuna İslamiyeti öğretmektir. Her müslümanın bu 1. vazifeyi hemen yapması, yarına bırakmaması lâzımdır.
Kimseye Bâkî değildir, mülk-i dünya simü zer,
bir harab olmuş kalbi tâmir etmektir hüner.
Buna fânî dünya derler, durmayıp daim döner.
Adem oğlu bir fenerdir, akıbet bir gün söner!
MÜSLÜMANLARIN İKİ GÖZBEBEĞİ (Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer)
Aşağıdaki yazı, büyük İslam alimi Şâh Veliyullah-ı Dehlevî’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kurretü’l-ayneyn fi-taftili’ş-şeyhayn) ismindeki fârisî kitabından tercüme edilmiştir. Bu kitap, 270 sayfa olup [m. 1892] de Pişaver’de basılmıştır.
(Kurretü’l-ayneyn) kitabında bir Mukaddime ile 2 fasl vardır. Mukaddimede, Şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmektedir. 1. fasılda, şiî âlimlerinden Nasireddin-i Tusi’nin (Tecrid) kitabındaki yazılarına cevap verilmektedir. Muhammed Nasireddin-i Tusi, [m. 1201] de Tus şehrinde tevellüd ve [m. 1274] da Bağdat’ta vefât etti. 2. fasılda, hased edenler ve zındıklar tarafından Şeyhayne yapılan iftirâlara, yalanlara cevap verilmektedir.
BİRİNCİ FASL
Kitabın başından buraya kadar, Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” daha üstün olduğunu nakle ve akla dayanarak bildirdik. Şimdi muhaliflerin şüphelerini gidermeye çalışalım. Burada İmamiye ve Zeydiye fırkalarına cevap verecek değiliz. Onlara âyet-i kerime ile hadis-i şerifler ile değil, başka türlü cevap verilir. Bu meselede doğru düşünenler de, yanlış düşünenler de, 3 kısımdır. Nasir-i Tusi bunları şaşırtmiştir.
Nasir-üddin-i Tusi, (Tecrid) kitabında, hazret-i Alinin Şeyhayndan daha üstün olduğunu bildiriyor. Cihatlarda yaptığı kahramanlıkları ve Resûlullahın hizmetinde çektiği sıkıntıları yazıyor. Bedr, Uhud, Ahzab [yani Hendek] ve Hayber ve Huneyn gazalarındaki hizmetlerini, başka hiçbir Sahabi yapmamıştır diyor. (Âlimlerin ilimleri ondan gelmektedir. Böyle olduğunu kendi de haber vermiştir. (Mubahele) âyetinde (Ve enfüsena) buyuruldu ki bu onun şanını bildirmektedir. Çok cömert idi. Resûlullahtan sonra, insanların en zahidi idi. İbadeti en çok olanı idi. En alimi, en şereflisi idi. İlk îman eden odur. En fasih konuşan o idi. Reyi, keşfi en doğru olan, Allahü teâlânın emirlerinin yapılması için en çok uğraşan, Kurân-ı Kerîmi en iyi ezberliyen o idi. Gaybdan haber verirdi. Duâları kabul olurdu. Çok kerâmetleri görüldü. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yakîn akrabası ve ahiret kardeşi idi. Onu sevmek, ona yardım etmek her müslümana vâcib oldu. Peygamberlere müsavi olduğu bildirildi. Kuş olayı, onun şerefinin yüksek olduğunu gösteriyor. Mûsâ yanında Harun gibi idi. Halife olacağı, (Gadır) denilen yerdeki hadis-i şerifle bildirildi. Küfür üzere bir ân yaşamadı. İslama çok hizmet etti. Ruhu da, bedeni de kâmil idi) diyor.
Cevap: (Fadl-i cüzi), yani birkaç şeyde üstün olmak ile (Fadl-i külli), yani her şeyde üstün olmak başkadır. İnsanı Peygambere benzeten çeşitli sıfatlar vardır. Bunları birbirine karıştırmamalıdır. Millete reis olmak, Peygambere halife olmak üstünlüğü ile başka üstünlükleri iyi anlamak lâzımdır.
Allahü teâlâ, Mâide sûresinin 3. âyetinde, (Bugün, dininizi kemâle getirdim. Size nimetimi tamamladım) buyurdu. Bunun için, din ve millet işlerinde, Peygamberden başkasına bakılmaz. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine ihsan ettiği nimetlerin çoğunu hayatta iken vermiş, bir kısmını da, sonra vereceğini vaat etmiş, bunları, bazı Sahabiler elinde yaratmiştir. Bu Sahabiler, Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, peygamberlik vazifesinde benzemekle şereflenmişlerdir. Ashâb-ı kirâmın, bu bakımdan Resûlullaha benzemeleri farklıdır. En çok benzeyenleri Şeyhayn oldu. Bunu iyi açıklayabilmek için, (Tecrid) kitabının yazıları birer birer aşağıda yazılacak, her biri cevaplandırılacaktır:
Sual 1: Hazret-i Ali, din uğrunda çok cihat yaptı. Onun kadar kahramanlık gösteren oldu mu?
Cevap 1: Hazret-i Alinin “radıyallahü teâlâ anh” gazalarda kahramanlık göstermesi, Resûlullahın yardımı ile idi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Şeyhayne de bu yardımı yaptı. Hicret ile vefât arasındaki zamanda, Hazret-i Ali’ye olan yardımı daha çok idi. Hicretten önce ve vefâttan sonra ise, Şeyhayne olan yardımı daha çok idi. Fakat, peygamberlik vazifesinde benzeyiş, Şeyhaynde daha çok oldu.
Sual 2: Ashâb-ı kirâm çok şeyi Hazret-i Ali’ye sorup öğrenirlerdi. Bu onun daha üstün olduğunu göstermiyor mu?
Cevap 2: Eshab-ı kiramın alimleri kimlerdir?
Sual 3: (Ve-enfüsena) âyet-i kerimesi, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” üstünlüğünü göstermiyor mu?
Cevap 3: Tefsirlerde bildirildiği üzere, bu âyet-i kerimeye (mubahele ayeti) denir. Mubahele yapmak ve mubahele yaparken, çocukları ve akrabayı da yanında bulundurmak, Arabistanda adet idi. Resûlullah da “sallallâhü aleyhi ve sellem” mubahele yaparken, bu adete uyarak, çocuklarını ve akrabasını topladı. Bu âyet-i kerime, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” akraba olmak şerefini göstermektedir. Bu şerefin büyüklüğüne hepimiz inanıyoruz. Fakat bu şeref, (Fadl-i külli) yani her bakımdan üstün olmayı göstermez. Bunun gibi, (Sen bendensin. Ben de sendenim) gibi hadis-i şerifler, akrabalık şerefini göstermektedir. Çünkü, hazret-i Abbas için ve Ebû Leheb’in kızı Dürre için de böyle buyurulmuştur. Böyle sözler, (Fadl-ı cüzi) ye, yani bir bakımdan üstünlüğü gösterir. Her bakımdan üstünlüğü göstermez. Hamamda bir arslan gördüm demek gibidir. Hamamda arslan gibi kuvvetli bir insan görmüş olduğunu bildirmektedir. Yoksa dişleri, pençesi ve yelesi arslanınkiler gibi demek değildir.
Sual 4: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” çok cömert idi. Bu üstünlüğü âyet-i kerime ile meth olundu.
Cevap 4: Hazret-i Ali “radıyallâhu anh”, elbet çok cömert idi. Bunun gibi, daha nice üstünlükleri de vardı. Hazret-i Alinin bu üstünlüklerine ve Ashâb-ı kirâmın çoğundan daha üstün olduğuna hepimiz inanıyoruz. Biz burada Şeyhaynın daha üstün olduğunu bildirmek istiyoruz. Cömertlik 2 türlüdür. Birisi, kendi malını muhtaç olanlara bol bol vermektir. İkincisi, (Beytülmal) denilen devlet hazinesi memurlarının, beyt-ül maldan hakkı olanlara haklarını eksik vermemesidir. Şeyhayn, 2 bakımdan da daha çok cömert idi. Hazret-i Ebû Bekrin, hicretten evvel ve hicretten sonra, Resûlullah için verdiği malların çokluğunu, siyer kitapları söz birliği ile bildiriyor. Bir gece Allah için onbin altın, ertesi gün onbin altın ve ayrıca gizlice 10.000 altın ve herkesin yanında onbin altın dağıtınca, Nisa sûresinin 36. ayeti gelerek, Allahü teâlâ tarafından meth ve sena buyuruldu. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ashâbım arasında bana sohbeti ile ve malı ile en çok hizmet eden, Ebû Bekrdir) buyurdu.
Tebük gazvesinde, malının hepsini verdi. Hazret-i Ömer’in “radıyallahü teâlâ anh” de, Allah yolunda malını verdiği çok olmuştur. Tebük gazvesinde malının yarısını verdi. Hazret-i Alinin bu kadar mal verdiği hiç işitilmemiştir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, ona bakıyordu. Hicretten sonra da malı yoktu. Şeyhayn halife iken, Beyt-ül-maldan ancak geçinecek kadar ücret alırdı. Hazinenin hepsini millete dağıtırlardı. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” halife iken, millete dağıttığı, onlarınkinin binde biri olamaz. Ukaylın, geçim sıkıntısından Hazret-i Ali’ye kızdığı, bu yüzden Muaviye’nin “radıyallahü teâlâ anh” yanına gittiği meşhurdur.
Sual 5: Hazret-i Ali, Resûlullahtan sonra insanların en zahidi idi.
Cevap 5: Evet, hazret-i Alinin zühtünün çok olduğu meydandadır. Ashâb-ı kirâmın çoğundan daha zâhid idi. Züht, dünyaya düşkün olmamaktır. Bunun en kıymetlisi, halifeliği de istememektir. Şeyhaynın halifeliği bırakmak istediklerini, Ashâb-ı kirâm söz birliği ile bildiriyor. Hazret-i Ali ise, halife olmak için uğraştı. Dine ve müslümanlara hizmet için istedi diyenlerin, Şeyhaynı da, halife oldukları için, kötülememeleri lazım olur. Fakat Şeyhayn, halife olmak için uğraşmadılar. Hazret-i Ali ise, çok uğraştı. Hazret-i Ömerin zühtünün mükemmel olduğunu Sad ibni Ebû Vakkas bildiriyor. Şeyhaynın zühtünü, kanaatini bildiren haberler sayılamayacak kadar çoktur. Zahidlerin en üstünü, Resûlullahtır “sallallâhü aleyhi ve sellem”. Şeyhayn halife iken, tam Ona benzediler. Allahü teâlânın emirlerini yerleştirmek, yaymak için, her şeyi yaptılar. Böyle olduğunu hazret-i Ali de bildirdi ve (Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hepimizden ileridedir. Ebû Bekr de öyle oldu. Ömer, bunların üçüncüsü oldu. Sonra, her şey bozuldu. Allahü teâlânın dilediği şeyler başgösterdi) dedi.
Hazret-i Alinin çok ibâdet yaptığı için, Ashâb-ı kirâmın çoğundan ileride olduğu meydandadır. Fakat, Şeyhaynden ileride olduğu söylenemez “radıyallahü teâlâ anhüm”.
Sual 6: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” önce îman etti. Bundan büyük şeref olur mu?
Cevap 6: Önce îman eden, bazı âlimlere göre hazret-i Alidir. Bazılarına göre ise hazret-i Ebû Bekrdir. Hazret-i Hadicenin bunlardan önce îman ettiği, söz birliği ile bildirilmiştir. Önce îman etmek daha üstün olmaya sebep olsaydı, hazret-i Hadice ile Zeyd, Ashâb-ı kirâmın en üstünü olurlardı. Önce îman etmenin bir üstünlük olması, başkalarının imana gelmelerine sebep olduğu içindir. Bu da, ancak baliğ olmuş, yetişmiş kimsede olur. Hazret-i Ali, îman ettiği zaman çocuktu. İman ettiğini babasından bile sakladı. Önce îman ederek başkalarını imana getirmek üstünlüğü, yalnız Ebû Bekrde “radıyallahü teâlâ anh” hâsıl oldu.
Sual 7: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, Ashâb-ı kirâmın en fasih konuşanı idi.
Cevap 7: Hazret-i Alinin fasih, beliğ ve edip olduğu ve bu bakımdan Ashâb-ı kirâmın çoğundan üstün olduğu meydandadır. Fakat, Şeyhaynden daha üstün olduğu söylenemez. Çünkü, Şeyhaynın çok fasih hutbelerini, Ashâb-ı kirâmın büyükleri haber vermiştir. Hazret-i Ebû Bekrin çok fasih olan kasideleri, İbni İshak tarihinde yazılıdır. Bununla beraber, çok fasih olmanın halifelikle bir ilgisi yoktur. Evet İslamiyeti bildirirken fesahet lâzımdır. Şeyhayn “radıyallâhu anhüma”, her şeyi gâyet fasih bildirdiler. Ayrılıkları, anlaşmazlıkları tamamen ortadan kaldırdılar. Hazret-i Ali “radıyallâhu anh” zamanında hâsıl olan anlaşmazlıkların hiçbiri çözülemedi. Hazret-i Alinin “radıyallahü teâlâ anh” sözü ile ictihadını değiştiren bir Sahabi bulunduğu işitilmemiştir.
Sual 8: Hazret-i Alinin reyi, keşfi en doğru değil mi idi?
Cevap 8: Evet, hazret-i Alinin ictihadının doğru olduğuna ve nasslardan hüküm çıkarmaktaki ve suallere cevap vermekteki süratine kimsenin bir diyeceği yoktur. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” de, bunu bildirerek: (Hüküm vermekte en ileride olanınız, Alidir) buyurmuştur. Hazret-i Ömer, Ashâb-ı kirâmın üstünlüklerini sayarken (Hüküm etmekte en üstünümüz Alidir) demiştir. Fakat, bu üstünlüğü, Şeyhaynden önce halife olmasına sebep göstermek doğru olamaz. Çünkü, hazret-i Ebû Bekr halife olunca, Arapları mürted olmaktan vazgeçirmek için neler hüküm etti ise, hepsi faydalı oldu. İrana ve Rumlarla yapılan cihatlarda hazret-i Ömerin düşünceleri ve emirleri hep zafer sağladı. Hazret-i Ali halife iken, yaptıkları zararlı oldu. Meşveret edilenlerin reylerini beğenmezdi. Abdullah ibni Abbas bunu açıkça bildiriyor. Hazret-i Osman şehit edilince, Hazret-i Ali’ye, oğlu hazret-i Hasanın söyledikleri, kitaplarda yazılıdır. Reyin, ictihadın doğru olması demek, faydalı sonuçlar getirmesi demektir. Bu da, yalnız Şeyhaynın rey ve ictihadlarında tam olarak hâsıl olmuştur.
Sual 9: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, Allahü teâlânın emirlerinin yapılması için en çok uğraşan değil midir?
Cevap 9: Allahü teâlânın emirlerinin yapılması ve İslamiyetin yayılması için Şeyhaynın da, hazret-i Alinin de “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” var kuvvetle çalıştıkları şüphesizdir “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Fakat, nass ile açıkça bildirilmemiş işlerde acele etmemek, meşveret etmek, icmâ elde etmek lâzımdır. Böyle yerlerde acele etmek hatadır. Had cezalarında böyle yapılmazsa, fitne uyanır. Şeyhayn, her emirlerinde, Resûlullahın bu sünnetini gözetirlerdi. Bunu, Ömer bin Abdülaziz çok güzel haber vermektedir. Hazret-i Ali böyle yapmadı. Hatta bir gece, Mugire bin Şube ile konuşurken, (Anlaşmazlık ve fitne korkusu olunca, zaniyi hemen recm ederim) demiş, Mugire de, o gece kaçarak, hazret-i Muaviyenin yanına gitmiştir. Denilebilir ki hazret-i Ali zamanındaki karışıklıklara kısımen acelesi sebep olmuştur. Hazret-i Alide sekr ve acele çoktu. Şeyhaynde ise, Sahv, teenni ve uzağı görmek çoktu. Böyle olduğunu, Abdullah ibni Abbas, açık olarak bildirmiş, (Hazret-i Ömer, ileriyi görür, yavaş hareket ederdi. Hazret-i Ali, istediğini hemen yapabilecek sanır, harekete geçerdi. Çoğu yapılamazdı) demiştir.
Sual 10: Kurân-ı Kerîmi en iyi ezberliyen hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” değil midir?
Cevap 10: Kurân-ı Kerîmi ezberlemek şerefi, yalnız Hazret-i Ali’ye mahsus değildir. Şeyhayn ve Zinnureyn ve Abdullah ibni Mesud ve Übey bin Kab “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” da, Kurân-ı Kerîmin hepsini ezberlemişlerdi. Şeyhayn halife iken, Cuma ve 5 vakit namazı kıldırırlardı. Sabah namazında Bakara ve Yusuf gibi uzun sureleri okurlardı. Hazret-i Ali ve diğer hafızlar, cemaat arasında idiler. Hiçbir namazda yanlış okundu dedikleri işitilmemiştir. Bu namazlar, cemaatin hıfzlarının kuvvetlenmesine yardım etti.
Sual 11: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” gaybden haber verirdi ve duâları kabul olurdu.
Cevap 11: Gaybden haber vermek ve duanın kabul olması, hazret-i Alide de, Şeyhaynde de çok görüldü. Şeyhaynın bu kerâmetleri, sahih haberlerle bizlere geldi. Hazret-i Alinin kerâmetlerini bildirenler arasında yalancıların bulunduğunu hazret-i Ali de bildirmiş, çoğunu yanından kovmuştur. Birbirlerinin kötülüklerini de bildirmişlerdir. Buhârîde diyor ki Şeyhaynın duâsı ile yenilen yemek azalmazdı, artardı. Yine Buhârîde diyor ki hazret-i Ömerin, böyle olacağını zannederim dediği şeyler, hep zannettiği gibi olmuştur. Hazret-i Ömerin, İranda harp eden askerini Medinede hutbe okurken görerek, kumandanları Sariyeye (Dağ tarafına dikkat et!) dediği meşhurdur. Hazret-i Ömerin, öldürüleceğinden birkaç gün önce, öleceğini haber verdiği, İmâm-ı Ahmed’in (Müsned) kitabında yazılıdır. Hazret-i Ebû Bekrin îman edeceği ve öleceği zaman gördüğü rüyalar sahih kitaplarda yazılıdır. Nil nehrinin hazret-i Ömerin mektubuna uyarak akışını değiştirdiği bildirilmiştir. Böyle daha nice kerâmetleri bildirilmiştir. Böyle olmakla beraber, Ashâb-ı kirâmın yüksek dereceleri, kerâmet derecesinden daha üstündü. Hilafet makâmında kerâmetin az olması lazım olduğunu (Füsus) kitabı, Süleyman aleyhisselâmın mucizesini anlatırken bildirmektedir.
Sual 12: Hazret-i Ali Resûlullahın yakın akrabası ve ahiret kardeşi idi. Bundan daha büyük şeref olur mu?
Cevap 12: Evet, hazret-i Ali, Resûlullahın çok yakın akrabasıdır. Buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Şeyhayn de, Kureyş kabilesindendir ve kızları, Resûlullaha zevce olmakla şereflenmiştir. Fakat bu yakınlıklar, en üstün olmaya sebep olamaz. Akrabanın birbirinden yakın olduklarını bildiren âyet-i kerime, miras için gelmiştir. Halifelikle, hakimlikle ve imamlıkla ilgisi yoktur. Eğer halifelik akrabalıkla olsaydı, hazret-i Alinin değil, hazret-i Abbasın “radıyallahü teâlâ anhüma” halife seçilmesi lazım gelirdi. Kralların, diktatörlerin adetleri buna senet olamaz. Halifeliğin miras gibi, babadan oğula kalmayıp, kabiliyeti, liyakati olanın seçilmesi, Tevratta da bildirilmişti. Allahü teâlâ, hazret-i Musadan sonra, Yuşa aleyhisselâmı Peygamber yaptı. Harun aleyhisselâmın oğullarını yapmadı. İslamiyette de halifenin Kureyş kabilesinden olacağı bildirildi. Bu kabilenin hangi kolundan olacağı bildirilmedi. Bu kabileden olup hilafetin 9 şartı kendinde bulunan kimsenin halife olmaya hakkı olur. Fakat halife olmak için, söz birliği ile seçilmek veya önceki halifenin vasiyet etmesi veya güç ile darbe ile ele geçirilmiş olması lâzımdır. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma”, hilafetin şartlarına mâlik idi ve söz birliği ile seçildiler.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” için, (Kardeşimdir ve yakîn arkadaşımdır) buyurdu. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” için de, (Kardeşim bana da duâ et!) buyurdu. Ahiret kardeşi yalnız Ali “radıyallahü teâlâ anh” oldu ise de, bunun halifelikle bir ilgisi yoktur. Ashâbını birbirleri ile kardeş yaparken, hazret-i Ali ağlayarak geldi. (Ashâbını birbirleri ile kardeş yaptın. Beni kimse ile kardeş yapmadın) diyerek üzüldüğünü bildirdi. Resûlullah da “sallallâhü aleyhi ve sellem”, onun haline acıyarak, (Sen benim dünyada ve ahirette kardeşimsin!) buyurdu. Beni Neccarın reisi Esad bin Zerare ölünce, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yanına gelip, bize bir reis tayin et dediklerinde, (Siz benim kardeşlerimsiniz! Sizin başkanınız ben olayım!) buyurdu. Bu kardeşlik, onların Şeyhaynden daha üstün olduklarını göstermez.
Sual 13: Her müslümanın hazret-i Aliyi sevmesi, Şura sûresinin23. âyetinde emrolundu.
Cevap 13: Bu âyet-i kerimede meâlen, (Sizden karşılık olarak, yalnız akrabamı sevmenizi istiyorum) buyuruldu. (Aliyi sevmek, imanın alâmetidir. Ona düşmanlık, münâfıklık alâmetidir) ve (Seninle harp edenle harp ederim. Seninle sulh eden ile de sulh ederim) hadis-i şerifleri de böyledir. Evet, Ehl-i beyti sevmek ve saymak ve Resûlullahın zevcelerine saygı göstermek, her müslümana vâcibdir. Hazret-i Abbas “radıyallahü teâlâ anh” da buna dâhildir. Hadis-i şerifte, (Amcamı inciten, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Ensarı sevmek, îman alâmetidir, Ensara düşmanlık etmek, münâfıklık alâmetidir) buyuruldu. Ashâb-ı kirâmın hepsi için de, (Ashâbımı seven, beni sevdiği için sever. Ashâbıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitmiş olur) buyuruldu.
Sual 14: Hazret-i Ali’ye yardım etmek her müslümana vâcibdir. (Tahrim) sûresi bunu gösteriyor.
Cevap 14: Evet, (Tahrim) sûresinin 4. âyet-i kerimesinde meâlen, (Sâlih müminler Ona yardımcıdır) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, sâlih müminlerin Hazret-i Ali’ye yardımcı olduklarını değil, Resûlullaha yardımcı olduklarını bildirmektedir. Sâlih müminlerin de, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer olduğunu, Ashâb-ı kirâm söz birliği ile bildirmişlerdir. Bu âyet-i kerime, Şeyhaynın şanlarını göstermektedir.
Sual 15: Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, Alinin Peygamberlere müsavi olduğunu bildirdi.
Cevap 15: Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” yalnız hazret-i Aliyi değil, başka Sahabileri de Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” benzetmiştir. Bununla, o Peygamberin üstün sıfatlarından birinin onda da bulunduğunu haber vermiştir. Böylece, Ebû Zerin zühtünü Îsâ aleyhisselâma ve Ebû Bekrin merhametini de Îsâ aleyhisselâma ve Ömerin şiddetini, Nuh aleyhisselâma ve Ebû Musel-Eş’arînin güzel okumasını, Davud aleyhisselâma benzetmiştir.
Sual 16: Kuş kebabı olayı, Allahü teâlânın Aliyi “radıyallahü teâlâ anh” çok sevdiğini göstermiyor mu?
Cevap 16: Resûlullahın yanında kuş kebabı vardı. (Ya Rabbi, sevdiğin kullarından birini gönder. Bu kuşu onunla beraber yiyelim!) buyurdu. Hazret-i Ali geldi. Birlikte yediler. Bu haber, elbet doğrudur. Hazret-i Ali, elbet Allahü teâlânın sevgili kullarından biridir. Fakat, bu müjde yalnız ona gelmiş değildir. Hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere de böyle müjde verilmiştir. (Allahü teâlâ, Ebû Bekre yalnız tecellî eder. Başkalarının hepsine birden tecellî eder) ve (Ömerden daha hayırlı bir kimse üzerine güneş doğmamıştır) hadis-i şerifleri meşhurdur.
Sual 17: (Benim yanımdaki yerin, Musanın yanında Harunun yeri gibidir) hadis-i şerifi de, onun halife olacağını göstermiyor mu?
Cevap 17: (Tecrid) kitabı bunu yazarken, Tebük gazasındaki (Sen, benim yanımda, Mûsâ yanındaki Harun gibisin! Fakat, benden sonra Peygamber yoktur!) hadis-i şerifine işaret etmektedir. Bu hadis-i şerifteki (Benden sonra), (Benden başka) demektir.
Kurân-ı Kerîmde, Casiye sûresinin 22. âyetinde de, böyle demektedir. Çünkü, Harun aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yaşamadı. Daha önce öldü.
Bu hadis-i şerif, Tebük gazvesine giderken, Medinede, Aliyi “radıyallahü teâlâ anh” kendi yerine bıraktığı için söylendi. Çünkü, hazret-i Mûsâ da, Tur dağına giderken, yerine Harun aleyhisselâmı vekil bırakmıştı. Bu hadis-i şerif, hazret-i Ali için büyük şereftir ve çok üstünlüktür. Fakat Şeyhaynden “radıyallahü teâlâ anhüma” daha üstün olduğunu göstermez.
Sual 18: Hazret-i Ali’nin Resûlullahın halifesi olduğu, (Gadır-i hum) daki hadis-i şerifte bildirilmedi mi?
Cevap 18: Gadir-i Hum hadisesinin aslı nedir?
Sual 19: Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, îman etmeden önce küfür üzere bir ân yaşamadı.
Cevap 19: İman etmeden önce, küfür üzere olmamak üstünlük olsaydı, sonra gelen müslümanların hepsinin, Ashâb-ı kirâmdan daha üstün olmaları lazım gelirdi. Hadis-i şerifte (İman edenin geçmiş suçlarının hepsi affolur) buyuruldu.
Sual 20: Hazret-i Ali İslamiyete pekçok hizmet etti.
Cevap 20: İslamiyete çok hizmet edenin Şeyhayn olduğu güneş gibi meydandadır. Çünkü, Kurân-ı Kerîmi cem’eden, Şeyhayndır. Hadis-i şerifleri rivayet etmek çığrını açan, din bilgilerini, kısımlara ayıran, Arabistanı feth eden, İslamiyeti Rum ve İran topraklarına yerleştiren Şeyhayndır. Yer yüzündeki müslümanların çoğu, Maliki Hanefi ve Şâfiî mezhebindedir. Bu mezheplerin temel bilgileri, hazret-i Ömer’in elde ettiği icmâ meseleleridir. Bu mezheplerde hazret-i Ali’den gelen bilgiler pek azdır. Hazret-i Ali zamanında hiç kâfir memleketi fethedilmedi. Müslümanlar arasında birlik ve huzur sağlanamadı. Bu ümmetin Şeyhaynden istifadesi, hazret-i Aliden olan istifadesinden çok fazladır. Çığır açanların sevâbı, bunlara uyanların çokluğu kadar çok olur. Ehl-i sünnet olan müslümanların hepsi, Şeyhaynın gösterdikleri yoldadır. Yer yüzündeki müslümanların çoğu, Ehl-i sünnettir. Hazret-i Aliyi seviyorum diyenlerden 3 sapık fırka meydana geldi. Üçü de İslamiyeti parçalamak için çalıştılar. Allahü teâlâ merhamet etmeseydi, İslamiyeti yok edeceklerdi. Bunlardan biri İmamiye fırkasıdır. Bunlara göre, Kurân-ı Kerîmi toplıyanlar, sağlam kimseler değilmiş. Çünkü, İmamiye fırkasında olanlar, Ashâb-ı kirâma ve meşhur 7 kıraat imâmına inanmıyor. Onların inandıkları 12 imamdan gelen bir haber de yoktur. Merfu hadisler de bildirmedikleri için, güvenecekleri bir hadis kitapları da yok. Zeydiye fırkası da, hadis-i şeriflerden alınmış olan din bilgilerinin çoğuna inanmıyorlar. İslam tarihinde kanlı ayrılıklara sebep oldular. İsmailiye kısmı ise, hepsinden daha kötüdür. Tam İslam düşmanıdırlar. Müslümanların imanlarında ve amellerinde sayısız bozuk bidatleri, hep bu 3 fırka ortaya çıkardı. Evet, bunların kötülükleri, hazret-i Aliyi “radıyallahü teâlâ anh” lekelemez. Bunun gibi, Yezidin ve Emevi hakimlerinin kötülükleri de, hazret-i Muaviye’yi “radıyallahü teâlâ anh” lekelemez. Zulümleri, günahları kendilerinedir. Hazret-i Ali’ye bunlardan hiçbir sevap gelmemektedir. Halbuki yer yüzündeki Ehl-i sünnetin sevaplarından, kıyamete kadar her gün, Şeyhayne sayısız sevap hâsıl olmaktadır.
Sual 21: Hazret-i Ali’nin bedeni de, ruhu da kâmil idi. Bunun için de Şeyhaynden daha üstündür.
Cevap 21: Hazreti Ali ilk 3 halifeden üstün mü?
İKİNCİ FASL
Dünyada hiçkimse, kötülerin iftirâlarından kurtulamamıştır. Mutezile sapıkları, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve meleklere bile dil uzattı. Bu iftirâlar, akıl ve insaf sahiplerine, kötülenenlerin temizliğini ve yüksekliğini gösterir. Şeyhaynın üstünlüklerini gösteren vesikalardan biri de, hasedcilerin, inatcıların, asırlardan beri sürüklenegelen kalıplaşmış kelimelerden başka bir şey söyleyememeleridir.
Bu iftirâlardan biri, hazret-i Ebû Bekr’in, hazret-i Fâtıma’ya miras vermemesidir “radıyallahü teâlâ anhüma”.
Hazret-i Ebû Bekr, (Biz, Peygamberler miras bırakmayız. Bize kimse vâris olmaz) hadis-i şerifine uyarak miras vermedi. Davud, Süleyman, Yahya ve Zekeriya “aleyhimüsselâm”ın sözlerinde miras kelimesini kullanmış olduklarını Kurân-ı Kerîm haber vermektedir. Kurân-ı Kerîmin mânâsını en iyi anlayan Peygamberimizdir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bu âyet-i kerimelerin mal verasetini değil, ilim ve hilafet verasetini bildirdiklerini anlayarak, yukarıdaki hadis-i şerifi söylemiştir. Bu hadis-i şerif, Kurân-ı Kerîmin mânâsını açıklamaktadır. Ebû Davud diyor ki Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” Beni Nadır’de ve Hayber’de ve Fedek’te hurmalıkları vardı. Birincisinin gelirlerini memurlarına, Fedek gelirlerini fakirlere verirdi. Hayberdekinin gelirini 3’e ayırırdı. İkisini müslümanlara, birini Ehl-i beytine, yani ailelerine verirdi. Fazlasını Muhacirlerin fakirlerine dağıtırdı. Hazret-i Ebû Bekr halife olunca, Resûlullahın yaptığını değiştirmedi. Hazret-i Ömer halife olunca, hazret-i Ali’yi ve Abbas’ı çağırdı. (Yukarıdaki hadis-i şerifi Resûlullahtan işittiniz mi? Allah aşkına doğru söyleyiniz!) dedi. İşittik dediler. Hazret-i Fâtıma’nın, bu hadis-i şerifi işittiği hâlde, miras verilmeyince üzülmesi insanlık icâbı idi ve İslamiyetin verdiği, tam helal olan malı almakla bereketlenmek istemişti. Hazret-i Ali de, halife iken, bunları kendi çocuklarına vermedi. Şeyhaynın yaptığını değiştirmedi. Ömer bin Abdülaziz de böyle yaptı.
Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, hırsızın sol elini kesti. Bu, İslamiyete uygun değildir diyorlar. (Muvatta) kitabı, bunu uzun anlatıyor. O hırsızın sağ eli ve ayağı kesilmişti. Sıra sol eline gelmişti. Maliki ve Şâfiî mezheplerinde, hazret-i Ebû Bekr gibi yapılmaktadır. Hanefi ve Hanbeli mezheplerinde ise, hazret-i Aliden gelen habere uyarak, bir eli ve bir ayağı kesilmiş kimsenin, artık bir yeri kesilmez. Habs olunur.
Hazret-i Ebû Bekr’e “radıyallahü teâlâ anh”, Mâlik bin Nuveyre’nin kısasını yapmadığı için de dil uzatıyorlar.
Hâlid bin Velid, Malik’in sözlerinden, onun mürted olduğunu anladı. Bunun için, onu da öldürdü. Hazret-i Ebû Bekr’in ictihadı, hazret-i Hâlid’in doğru söylediğini gösterdiği için, Hâlide kısas yapmadı. Ebû Bekrin bu hareketine hata diyenler, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh”, hazret-i Osman’ın katillerine kısas yapmadığına acaba ne derler?
Hazret-i Ebû Bekr’in “radıyallahü teâlâ anh” halife olması, ne açıkça, ne de işaret ile bildirilmedi. Bildirilmiş olsaydı, ictihad ile seçilmez, ictihada lüzum kalmazdı diyorlar. Buna cevap vermek için, 7 önsöz bildirmek iyi olur:
1) Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” (Vahiy) birkaç türlü gelirdi. Azap haberlerinin bir kısmı çan sesi gibi, geldi. Cebrâil aleyhisselâm insan şeklinde görünüp söylerdi. Rüyada da vahiy olurdu. Vahyin bir çeşidi de, firaset idi. Bu vahiylerin çoğu, Kurân-ı Kerîmde yoktur. Bunun sebebini sormak câiz değildir. Mesela oruç emirleri Kurân-ı Kerîmde bildirildi de, namazın birçok emirleri Kurân-ı Kerîmde niçin bildirilmedi denilemez. Bunun gibi, filan emir niçin Kurân-ı Kerîmde bildirilmedi de, rüyada bildirildi denilemez. Bunun gibi, hazret-i Ebû Bekr’in halife olacağı Kurân-ı Kerîmde bildirilmedi de, rüyada bildirildi denilemez. Bunun gibi, hazret-i Ebû Bekr’in halife olacağı Kurân-ı Kerîmde niçin açıkça bildirilmedi de, rüyada işaret olundu diye sorulamaz.
2) Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, emirlerden, yasaklardan bir kısmını açıkça bildirdi. Bir kısmını ise, bunu yapana Allah rahmet, şunu yapana Allah lanet eylesin diyerek, işaret ile bildirmiştir. Bunun sebebini sormak câiz değildir. Bunun gibi Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” halife olacaklarını da, niçin rüya anlatarak bildirdi de, benden sonra, Ebû Bekr’le Ömer’i halife yapınız demedi diye sorulamaz.
3) Bazı emirler, haber vermek sûreti ile bildirildi. Îsâ aleyhisselâmın ve Deccalın gelecekleri ve Deccalın kötülüğü bildirildi. Bu haber, Îsâ aleyhisselâm gelince ona uyunuz! Deccal gelince, ona uymayınız demektir. Şunları yapanları Cennette gördüm. Şöyle yapanları Cehennemde gördüm demek de böyledir. Emir ve nehy, nass ile açıkça bildirildiği gibi, nassın iktizası ile de bildirilmiştir. Filan kimse, Ahmedi azad etti sözünden, Ahmed onun kölesi idi demek de anlaşılır ki buna iktiza ile anlamak denir. Bunu size hakim yaptım demek, onun emirlerine uyunuz demektir ki bu da iktiza ile anlaşılmaktadır. Bunun gibi, Allahü teâlâ, bu ümmet içinde halife yapacağını açıkça bildirdi. Halifelerin Şeyhayn olacağını da rüya ile bildirdi. Bunun gibi, ahir-zaman Peygamberinin geleceğini Îsâ aleyhisselâma müjde etmekle, geldiği zaman Ona itaat ediniz demiş oldu. (Benim yoluma, benden sonra da Hulefâ-i râşidînin yoluna yapışınız!) hadis-i şerifi, Şeyhayna “radıyallahü teâlâ anhüma” itaati emretmektedir. Onların halife olacakları, buradan iktizaen anlaşılmaktadır.
4) Şeyhaynın halife olacaklarının haber verilmesi, hilafetlerinin hak ve doğru olduğunu da göstermektedir. Îsâ aleyhisselâmın, ahir-zaman Peygamberinin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” geleceğini müjdelemesi de böyledir.
5) 2 mübhem nass birleştirilince, kesin hâl alır. (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere uyunuz!) hadis-i şerifi, Şeyhaynın isimlerini açıkça bildiriyor ise de, halife olacakları anlaşılmayor. (Benden sonra, Hulefâ-i râşidînin yoluna sarılınız!) hadis-i şerifi de, halifeliği açıklıyor. İkisi bir araya gelince, Şeyhaynın halife olacakları açıkça anlaşılıyor. Ayrı ayrı bildirilmesinin sebebini, hikmetini ancak sözün sâhibi bilir.
6) (Edille-i şer’iyye) 4’tür. Bunlardan üçüncüsü, (İcmâ) dır. İcmâ hâsıl olması için, (Kitap) dan veya (Sünnet) den bir (Delil), yani senet bulunması lâzımdır. Ashâb-ı kirâm, birbirlerine delilleri hatırlatarak icmâ hâsıl oldu. Bu icmâ ile Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” halife yaptılar. Alinin “radıyallahü teâlâ anh” (Onun bu işe daha lâyık olduğunu biliyoruz) sözü de, böyle olduğunu göstermektedir.
7) İmâm-ı Nevevi’nin ve başka âlimlerin, (istihlaf) ve (Sarih nass) sözleri, çeşitli mânâlar bildirirler. Ölüm yaklaşınca, hâl ve akt sahiplerini, yani devlet işlerinde söz sâhibi olanları toplayıp, buna (Biat) ediniz demek, sarih nass ile istihlaf olur. Yahut, bu kimsenin halife olmaya lâyık olduğunu bildirmek, istihlaf olur. Burada ölümün yakın olması ve devlet adamlarını toplayıp söylemesi lazım değildir. Emir değil, haber vermek olur. Birini böyle istihlaf etmek, başkasının halife olmasına mâni olmaz. İstihlaf, bâzen açıkça bildirilmez. Sözün [Nassın] muktezasından anlaşılır. Yahut, 2 nassın terkibinden [birleştirilmesinden] anlaşılır. Fıkıh âlimleri, nassın muktezasını başka başka anlayabilirler.
Yukarıdaki 7 önsöz anlaşılınca, asıl cevaba başlayabiliriz: İmâm-ı Nevevi’nin mezhebinin reisi, hatta bütün hadis ve fıkıh âlimlerinin reisi olan İmâm-ı Şâfiî “rahmetullâhi aleyh”, (Geldiğin zaman beni bulamazsan, Ebû Bekr’e sor!) hadis-i şerifinin, Ebû Bekr’in halife olacağını açıkça bildirdiğini anlamıştır. İmâm-ı Şâfiî’nin ilmi pek derin, idraki ve muhakemesi çok kuvvetli idi. Allahü teâlânın ayetlerinden bir âyet idi. O buyuruyor ki bu hadis-i şerif hernekadar bir kadına emir idi ise de, hazret-i Ebû Bekr’in halife olacağını kinaye yolu ile göstermektedir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bunu haber verirken bir hoşnutsuzluk, üzüntü göstermedi. Bu hâli, haber verilen şeyin meşru olduğunu göstermektedir. Çeşitli yerlerde bildirilen hadis-i şerifler, hazret-i Ebû Bekr’in halife olacağını daha açık haber vermektedirler. Hepsi bir araya gelince, (tevatür), yani kesinlik hâsıl olmaktadır. İmâm-ı Nevevi’nin (Nass olsaydı, onu söyler ve ona uyarlardı. Bir nass söylemediler) sözü yerinde değildir. Çünkü, çeşitli (Nass) ları, yani açık haberleri söylediler. Mesela, namazda imâm yapılan, halife olur dediler. Bunu Ashâb-ı kirâmın hepsi bildiği için, başka nassları araştırmaya, söylemeye lüzum görmediler. Zaten, Resûlullah vefât ettiği için, hepsi üzüntülü, sersem hâlde idi ve Arapların mürted olup Medineye yürüdükleri haberleri geliyordu. Halife seçiminin acele olması icap etti. Hazret-i Ali “radıyallâhu anh” buyurdu ki (Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” hasta oldu. Ebû Bekre söyleyiniz! Namazı kıldırsın buyurdu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât edince düşündük. İslâmin bayrağı ve dinin direği olan namazda Resûlullahın önümüze geçirdiğini başımıza halife yapmaya râzı olup Ebû Bekri halife seçtik).
Sual: Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer’i ve Ebû Ubeyde’yi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” göstererek, bu ikisinden birine biat ediniz, dedi. Bu davranışı, kendinin halife olacağını gösteren bir nass bulunmadığını göstermiyor mu? Nass varken başkasını tercih etmek haram olmaz mı?
Cevap: Hazret-i Ebû Bekr’in bu hareketi, kendisinin halife yapılması için bulunan nassı başkalarına da söyletmek için nazikçe yapılan bir davranıştır. Kendi bildiğini, başkalarının ağzından herkese duyurmak içindir.
Bu ümmetin en üstünü hazret-i Ebû Bekr olduğunu, İslam âlimlerinin çoğu bildirdi. Hazret-i Osmandan sonra en üstün de, hazret-i Ali olduğu söz birliği ile bildirildi. Hazret-i Ali’nin, hazret-i Osman’dan, hatta Şeyhayndan üstün olduğunu bildirenler de oldu. (İstiab) kitabında, Abdullah bin Ebû Kuhafe isminin bulunduğu sayfada, Nizal bin Sebre diyor ki hazret-i Ali (Peygamberimizden sonra, bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekr’dir. Ondan sonra Ömer’dir) dedi. Hazret-i Alinin böyle söylediğini, kendi oğlu Muhammed bin Hanefi’ye ve Abd-i Hayır ve Ebû Cuheyfe de haber verdiler. Hazret-i Ali yine buyurdu ki (Resûlullah ileriye geçti. Ondan sonra Ebû Bekr geçti. Hazret-i Ömer 3. oldu. Sonra fitne çıktı). Abd-i Hayır diyor ki hazret-i Ali’den işittim: (Allahü teâlâ, Ebû Bekr’e rahmet eylesin ki bu ümmeti bir araya ilk toplıyan o oldu) dedi. Abdullah bin Cafer Tayar dedi ki (Ebû Bekr bize halife oldu. O çok hayırlı ve çok merhametli idi). Mesruk dedi ki (Ebû Bekr ile Ömer’i sevmek ve üstünlüklerine inanmak, Ehl-i sünnet alâmetidir). (İstiab) dan alınan yazı burada tamam oldu. İbni Hacer-i Mekki buyuruyor ki (Hazret-i Alinin üstün olduğunu söyleyenler, birkaç bakımdan üstün olduğunu bildirmişlerdir. Bu üstünlük, fadl-i külli değildir). Bu ise, 3 halifeden başka olanlardan daha üstün olduğunu gösterir.
Ashâb-ı kirâmın ve Tabiînin ayrı ayrı üstünlükleri vardı. Tabiînin çoğu müctehid değildi. İcmâ, müctehidlerin söz birliği demektir. Bir meselede icmâ varken, mukallidin sözüne uymak câiz değildir. İcmâ bulunmayan işlerde çeşitli ictihadlar bulunur. Münazara ve müracaat olunarak, bu ihtilaflar ortadan kalkar. İcmâ hâsıl olur. Selef-i sâlihinin bütün icmâları böyledir. Selman-ı Fârisînin, (Ebû Bekr’in hilafetinde isabet oldu ve hata oldu) sözü, Ebû Bekr’in üstünlüklerinde, çeşitli ictihadlar olup seçilmesine icmâ hâsıl oldu demektir. Ebû Cuheyfe diyor ki (Benim ictihadım, hazret-i Alinin herkesten daha üstün olduğunu gösteriyordu. Hazret-i Ali, minberde bu ümmetin en üstünü Ebû Bekr’dir. Sonra Ömerdir deyince, bu ictihadım yok oldu). İmâm-ı Malikin (Ben kimseye Peygamberin parçasından daha üstün diyemem) sözü de, fadl-i cüzi göstermektedir. Hazret-i Alinin “radıyallahü teâlâ anh” daha üstün olduğunu bildiren azınlığın sözleri hep böyledir.
Sual: Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” daha üstün olduğunu bildiren kelam âlimlerinin sözlerinin kesin olmadığı, zannettikleri anlaşılmıyor mu?
Cevap: Evet, kesin bildirenler olduğu gibi, zannedenler de oldu. Zan ile bildirenler de, bu zanlarını ters olarak kullanmamış, yine müsbet olarak bildirmişlerdir. Bu da Ebû Bekrin üstünlüğünden dönmenin mümkün olamayacağını göstermektedir. Ehl-i sünneti açıklıyanların reisi olan Ebül-Hasan-ı Eş’arî, Ebû Bekrin üstünlüğünü katî olarak bildirmektedir. Başkalarının zan ile ictihad ile seçildi demeleri, bu kesinliği değiştiremez. (Eşaire), yani Ehl-i sünnet âlimleri, 2 kısımdır: 1. kısmı, münazarada hep kazanmışlardır. Bunlar hadis ilmiyle çok uğraşmamışlardır. Ebû Bekr-i Bakıllani ve İmâm-ı Razi, Kadı Beydavi ve Kadı Adud ve Sadeddin-i Teftazani böyledir. 2. kısım, hadis âlimleridir. Bunlar da münazaraya, derinliğe dalmamışlardır. Acüri ve Beyheki bunlardandır. Biz mukallidler, her 2 sınıf âlimlerin sofralarının artıkları ile geçiniyoruz. Bu yüksek âlimlerin kaselerini yalamakla besleniyoruz. Hazret-i Ebû Bekrin üstünlüğü zannîdir diyenlerin sözlerine dikkat edilirse, Selef-i sâlihinden, zıd haberler geldiği için, böyle söylemişlerdir. Halbuki bu haberlerin hakikatte zıd [ters] olmadıklarını yukarda açıkladık. Bâzıları da, üstünlüğü halife seçimindeki söz birliği ile ölçmüştür. Halbuki üstünlüğün daha nice şeylere bağlı olduğunu yukarda bildirdik. Bunlardan biri, önce îman etmek idi. Selef-i sâlihinin sözlerinden anlaşılıyor ki halife seçimi, üstünlük anlaşıldıktan sonra oldu. Üstünlük, (Hilafet-i nübüvvet) de, yani Peygamberin halifesi olmakta şarttır. Bu halifeliğin zamanı da 30 senedir. Bundan sonra gelen halifelerde üstünlük şart değildir. (Şerh-ı mevakıf) bunu güzel anlatıyor. Kitabın sonunda diyor ki:
(Üstünlük, kesinlikle anlaşılabilen şey değildir. Çünkü, yalnız akıl ile ölçülüp anlaşılamaz. Mesela sevâbın çokluğu görülerek üstündür denilemez. Nakle dayanarak anlamak lâzımdır. Fıkıh bilgisi de değildir ki (zann-ı gâlib) ile amel olunabilsin. Bu mesele ilim işidir. Bunda yakîn, kesinlik lâzımdır. Birbirlerine uymayan nasslar, yakîn bilgi vermez. Faziletin, sevâbın çokluğuna sebep olan şeylerin çok olması da kesinlik ifade etmez. Çünkü, sevap, Allahü teâlânın ihsanıdır. İbadet yapan birine sevap vermeyebilir. Başkasının ibâdetine ise, çok sevap verir. Halife seçilmek, kesin olsa bile üstünlüğü kesin olarak göstermez. Olsa olsa, zan hâsıl eder. O hâlde, nasıl olur da, üstün varken üstün olmayanın imameti [yani halife seçilmesi] sahih olmaz sözü kesin olarak söylenebilir? Bununla beraber, hazret-i Ebû Bekr’in, sonra hazret-i Ömer’in, sonra hazret-i Osman’ın ve sonra hazret-i Ali’nin üstün olduklarını, Selef-i sâlihin bize haber verdi. Selef-i sâlihine hüsn-i zannederek, bunu bilmeselerdi, bildirmezlerdi deriz. Bunun için, onlara tâbi olmamız vâcib olur. Doğrusunu Allahü teâlâ bilir deriz.
Amidi [Seyf-uddin Ali bin Muhammed] diyor ki efdal olmak, birinin câhil, ötekinin âlim olması veya ötekinin birinciden daha âlim olması gibi 2 türlü olur. Ashâb-ı kirâm için, böyle üstünlük, kesinlikle söylenemez. Çünkü, çoğunda hususi fazilet olduğu gibi, müşterek faziletleri de vardır. Bir fazilet, birkaç faziletten daha kıymetli olabilir. Bunun için, faziletleri çok olana en üstün denilemez). Şerh-ı Mevakıf’ın yazısı burada tamam oldu. [Amid şehri, Diyar-ı Bekr’in eski ismidir. Dürrü’l-muhtar’da şahitliği anlatırken ve Fevaidü’l-behiye’de diyor ki (Selef-i sâlihin), hadis-i şerifte meth olunan ilk 2 asrın âlimleri demektir. Bunlara (Sadr-ül-evvel) de denir.]
İcmâ, 4 delilden biridir. Hiç hilaf olmadığı zaman, katî kesin olur. Bir hilaf bulunursa, bu hilaf şaz ve nâdir olsa bile bu icmâ, zannî olur. Katî olmaz. Ehl-i sünnete göre, hazret-i Osman’ın hilafeti haktır. Bu söz icmâ ile bildirilmiştir. Fakat hazret-i Osmanın, hazret-i Aliden üstün olduğunda icmâ yoktur. Görülüyor ki hilafetin katî olması, üstünlüğün katî olmasına sebep olmuyor. Üstünlüğün zannî olması da hilafetin zannî olmasına sebep olmuyor. Hakiki üstünlük, Allahü teâlânın çok sevmesidir. Bu ise, ancak vahiy ile anlaşılır. Medh olunmak, üstünlüğü göstermez. Çünkü, Ashâb-ı kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” meth olunmuştur.
Sual: Hazret-i Ebû Bekrin halife olacağını gösteren hadis-i şerifler, Allahü teâlânın yaratacağı şeyleri önceden haber vermek gibidir. Hak olduğunu göstermez. Gösterir desek bile câiz olduğunu gösterir. Çünkü üstünlükleri müsavi olan veya üstünlüğü az olan, halife olabilir. (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere itaat ediniz!) hadis-i şerifi, Allahü teâlâ bunların halife olmasını irâde ettiği için itaat ediniz demektir. Çünkü halife seçilene, üstün olmasa bile itaat etmek vâcibdir. (Ebû Bekr ile ve Ömer ile birlikte mezardan kalkarız) hadis-i şerifi de, tesadüfen olacak şeyi haber vermektedir. Bu haberler üstünlüğü göstermez. Diğer hadis-i şerifler ve rüyalar da, olacak şeyleri haber vermektedirler denirse:
Cevap: İrade-i teşrii, irâde-i tekvîniye tâbidir. Allahü teâlâ, belli zamanda, belli insanları yaratacağını ezelde bildi. Bunlar için faydalı olacak işleri de bildi. O insanları, o zamanda yaratmayı irâde etti. Haramları ve helalleri ve emirlerini ayırttı. Bunları takdir etmiş oldu. Zamanları gelince yaratmaktadır. Şeyhaynın halife olacaklarını ezelde irâde etti. Bu irâdesini Resûlüne bildirdi. Resûlullah da (Benden sonra) buyurarak, (İrade-i tekvîni) ye ve (İtaat ediniz!) buyurarak, (İrade-i teşrii) ye bildirdi. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” gelmesini ve Ona imanın farz olmasını, ezelde irâde etmesi gibi oldu. Resûlullaha imanın farz olması, halifelere itaat etmenin vâcib olması, onların faziletlerini gösterir. Bu faziletten üstün bir fazilet olamaz. Şeyhaynın halife olacaklarını haber veren 50’den fazla delil vardır. Bunların çoğu açık bildirilmiştir.
Sual: Hazret-i Ömer ve hazret-i Osman, Müt’a ve Kıran haclarını yasak ettiler. Ashâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bunlara karşı geldi. Buna ne dersiniz?
Cevap: 4 mezhep âlimleri bildiriyor ki hazret-i Ömer Müt’a haccını inkâr etmedi. Mekkeliler için, ifrad haccı daha sevaptır buyururdu. Haccın birçok nüsükünde, 4 mezhep arasında da ihtilaflar vardır. Bunlar ictihad ayrılıklarıdır. İctihad ayrılıkları bidat değildir. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” haccı nasıl yaptığını, Ashâb-ı kirâm, bütün ayrıntıları ile haber verdiler. Bu haberler arasında hiç ayrılık yoktur. Bazı işleri ne niyetle yaptığını anlamakta ihtilaf olmuştur. Şâfiî ve Maliki Resûlullahın haccı, (İfrad) idi dediler. Hazret-i Ömer ve Osman da bunu söylemişlerdir.
Sual: Müt’a nikahı Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” zamanında vardı. Hazret-i Ömer halife olunca yasak etti. Bu, sünneti değiştirmek değil midir?
Cevap: Bunun için olan hadis-i şeriflerde Ashâb-ı kirâm ihtilaf halinde idi. Hazret-i Ömer ihtilafa son verdi. İcmâ hâsıl oldu. Hazret-i Ömer’in, Resûlullahın halifesi olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Müt’a nikahının haram edildiğini bildiren hadis-i şerif Buhârî’de, Müslim’de ve Muvatta’da yazılıdır. Bunu haber verenlerden biri de hazret-i Alidir.
Sual: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, vefât edeceğine yakîn kağıt, kalem istedi. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hastalık ağrıları ile söylüyor. Bize Allah’ın kitabı yetişir diyerek, bu emre karşı geldi denilirse:
Cevap: Müşavere ayeti gelince, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, birçok işleri, Ashâbına danışırdı. Birçok işte, Ashâb-ı kirâmın dediklerine uygun vahiy gelirdi. Abdullah bin Ubeyin cenaze namazını kılmak da böyle olmuştu. Hazret-i Ömerin fikrini söylemesi, bunun için idi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hazret-i Ömerin sözünü doğru bulup, bir daha istemedi. Perşembeden pazartesiye kadar, bir daha bunu tekrar etmedi. Arzu etseydi, bu günlerde yine emrederdi. Yazılması lazım olsaydı, tekrar istemesi lazım olurdu. Bu iş, hazret-i Ömerin, Resûlullah yanındaki kıymetini, şerefini gösteren vesikalardan biridir. Kağıt getirmeyi isteyenlere karşı, (Sorunuz. Acaba sayıklamış olmasın) demesi de suç olmaz. O sayıklamaz. Hep doğru söyler. Bunun için, iyi anlamak için sorunuz, demektir. Bununla beraber, sayıklıyormu sözünü hazret-i Ömerin dediğini bildiren sağlam haber yoktur. (Resûlullah, hazret-i Alinin halife olmasını yazacaktı. Hazret-i Ömer, bunun için mâni oldu) demek, boş sözdür. Gaibden haber vermek olur. Halife yazmak isteseydi, hazret-i Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” yazardı. Çünkü, hastalık günlerinde, hazret-i Aişeye (Bana baban Ebû Bekri çağır! Ona yazacağım ki biri çıkıp, kendisinin Ebû Bekrden hilafete daha lâyık olduğunu söylemesinden korkuyorum. Allahü teâlâ ve müminler, yalnız Ebû Bekrden razıdırlar) buyurdu. Bu hadis-i şerif (Müslim) de yazılıdır. O sırada (Yanımdan gidiniz!) buyurması, (Refîk-i a’lâ) yı istediğini göstermektedir.
Sual: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” iş başına akrabasını getirdi. Bu doğru mudur?
Cevap: Hazret-i Ali de böyle yaptı. Bu işleri için, bu büyüklere dil uzatılamaz. Bunun gibi, hazret-i Ali, hazret-i Osman’ın katillerine kısas yapmadı. Ebû Musel-Eş’arîye ve Ebû Mesud-i Ensariye saygı göstermedi. Müslümanların kanlarının dökülmesine mâni olmadı. Tebük gazvesinde bulunmadı. Bunlar, hazret-i Alinin şerefini azaltmaz. Hazret-i Osman’ın kendi akrabasına ihsanda bulunması da, İslamiyetin emrettiği bir şeydir. (Sıla-i rahm) sevâbına kavuşmuştur. Bunları hep kendi malından verdi. Beytülmaldan verseydi, suç denilebilirdi. Fakat, beytülmalda olan hakkını almayıp, müslümanlara dağıtmak, suç değil, fazilettir. Hazret-i Osman’ın akrabası cihat ettiler. Çok kahramanlık yaptılar. Her mücahit gibi, bunlara da haklarını verdi. Hazret-i Osman zamanında, İslamiyetin Asyaya, Afrikaya yayılmasında, onun bol ihsanlarının çok faydası oldu. Resûlullah da, ganimetten, Kureyş kabilesinden olanlara başkalarından daha çok verirdi. Haşim oğullarına bunlardan da çok verirdi. Hazret-i Ömer’in (Korkarım ki Osman, Beni Ümeyeyi müslümanların başına geçirir) demesi, onun işlerini beğenmediği için değil, faydası olmaz demektir. Müctehidin, kendi ictihadı ile hareket etmesi suç olmaz. Halifenin, dilediğini, dilediği işin başına geçirmesi hakkıdır. Hatta vazifesidir. Akrabası, kendisine daha itaatli oldukları için, onları tercih etmesi iyi oldu. Onların yaptığı yanlış işler, onun emri ile değildi. Halifenin gaybı bilmesi lazım gelmez. Velid bin Ukbeye kısas yapmaması, şikayetleri değerlendirebilmek içindi. Kufeliler, Velid şarap içti diye haber verdiler. Doğrusunu anlayınca, Hazret-i Ali’ye emredip, Velide had cezası vurdurdu. Abdullah bin Mesudün hazırladığı Mushafı yakarak, müslümanları Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” Mushafı üzerinde birleştirdi. Bu işi, ona hakaret değildir. İslamiyete büyük hizmettir. Ebû Zer İcmaa uymadığı için, onu Medine’den çıkardı. Keyfi için çıkarmadı.
Sual: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” Muhammed bin Ebû Bekrin feryatına yetişmedi.
Cevap: Muhammed bin Ebû Bekr, hatadan ve günahtan Mâ’sûm değildi. Halifenin onu cezalandırması vazifesi idi. (İkisini öldürünüz!) mektubunu hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” yazmadı. Bunu, kabilelerin, aşağı insanların yaptığını (Yafii tarihi) yazmaktadır.
Sual: Hazret-i Osman, Abdullah bin Ömere “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kısas yapmadı.
Cevap: Halife, maktulün varislerine bol mal vererek onları râzı etti. Fitneyi kaldırdı. Bu da, hazret-i Osmanın “radıyallahü teâlâ anh” güzel idareciliğinin bir örneğidir.
Sual: Hazret-i Osman, çayır, çiftlik yaptı.
Cevap: Evet yaptı. Fakat, kendine mülk olarak yapmadı. Beyt-ül-mal hayvanları için yaptı. Böylece, Beyt-ül-mala büyük hizmet etti.
Hazret-i Alinin hazret-i Osmanın şehit edilmesi ile ilgisi olduğunu gösterecek hiçbir delil yoktur. Buna hiçbir ihtimal de yoktur. Katiller çok ve kuvvetli oldukları için, hazret-i Ali hemen kısas yapamadı. Hazret-i Osman’ın varisleri de kısas yapılmasını istemedi. Katil de belli değildi. Katiller, hazret-i Osmana karşı baği, âsî idi. Hazret-i Ali’ye itaat ettiler.
Hazret-i Alinin halife seçilmesi meşru idi. Söz sahipleri biat etti. Talha ve Zübeyr de hilafete karşı değildi. Kısasın yapılmasını istemişlerdi. (İstiab) kitabında diyor ki (Hazret-i Ali’ye, hazret-i Osmanın şehit edildiği gün biat olundu. Muhacirler ve Ensar biat ettiler. Hazret-i Muaviye ile Şamlılar biat etmedi. Allahü teâlâ, hepsini affedeceğini bildirdi.)
İmamiyye fırkasına göre, Mâ’sûm imâmin yaptığı şeyleri, Peygamber yaptı diye haber vermek câizdir. Böyle inandıkları için, çok hadis uydurdular. Deylemi ve Hatib ve İbni Asakir, kendilerinden önce gelen âlimlerin sahih ve Hasan hadisleri toplamış olduklarını gördüler. Kendileri de zayıf hadisleri topladılar. (Buhârî) ve (Müslim) hadislerinin doğru olduklarını, bütün Ehl-i hak, söz birliği ile bildirmektedir.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” hazret-i Alinin “radıyallahü teâlâ anh” kucağında vefât ettiği ve Hazret-i Ali’ye vasiyet yaptığı sözleri doğru değildir. Hazret-i Alinin harp ettikleri ile siz de harp ediniz sözü hadis değildir.
İmameyenin hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” için geldi dedikleri âyet-i kerimelerin hiç birinde hazret-i Alinin ismi olmadığı gibi, onun için olduğuna bir işaret de yoktur. Halbuki mağara âyetinin ve bazı ayetlerin hazret-i Ebû Bekr için “radıyallahü teâlâ anh” olduklarına açık işaretler vardır. Böyle olduğunu şiî kitapları da yazmaktadır. Tathir ayeti, hazret-i Ali için olmayıp, zevcat-ı tahirat içindir. Mubahele ayeti de böyledir. (Akrabamı sevmenizi istiyorum) mealindeki âyet-i kerime de, hazret-i Ali için olmayıp, mümin olan bütün akrabası içindir.
(Gadır-i hum) denilen yerdeki hadis-i şerif, Ehl-i beyti sevmeyi emretmektedir. Bu hadis-i şerifin sonunda (O, benden sonra halifedir). (O, benden sonra sizin velinizdir) ve bunlara benzer şeyler yoktur. Bunlar uydurulmuştur. Böyle uydurulmuş yüzlerce hadis vardır. Bunları bildirenlerin arasındaki yalancıları İslam âlimleri ortaya koymuşlardır.
Sual: Hadis-i şerifte (Kıyamet günü, tanıdığım çok kimseyi havzımdan uzaklaştırırlar: Ashâbım, diyerek onları çağırırım. Fakat, bir ses işitilir ki: Senden sonra, onların neler yaptığını bilmezsin) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, Ashâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çoğunun yoldan sapacaklarını göstermiyor mu?
Cevap: Vedâ haccı hutbesinde, (Benden sonra kâfir olmayınız! Birbirinizin boynunu vurmayınız!) buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” ve müslümanlarla harp etmeyenler, bunun dışındadırlar. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Şeyhaynı ve Ashâb-ı kirâmdan çoğunu Cennet ile müjdeledi. Bu müjde, onların îman ile öleceklerini ve Resûlullahın havzı yanında ve Cennette, Onun yanında bulunacaklarını bildirmektedir. Bundan başka, Mâide sûresinin 57. âyetinde meâlen, (Ey îman edenler! Dinden çıkarsanız, Allahü teâlâ, sizin yerinize başkalarını getirir. Onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler) buyuruldu. Bu âyet-i kerime gösteriyor ki mürted olanların karşısında bulunanları Allahü teâlâ sevmektedir. Bu da, hazret-i Ebû Bekr zamanında oldu. Cennetlik oldukları isimleri ile sıfatları ile bildirilen mübarek insanları kötü bilmek ve kötülemek büyük felakettir. Bedr gazasında bulunanların Cennete gidecekleri açıkça bildirildi. Bunlara dil uzatmak, büyük cahilliktir.
Sual: (Allahü teâlâ, 12 halife gönderecektir. Bunların hepsi Kureyş kabilesindendir) hadis-i şerifi 12 imamı “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” göstermiyor mu?
Cevap: İlk bakışta, bu hadis-i şeriften, İmamiyye fırkasının haklı olduğu anlaşılıyor. Halbuki hadis-i şerifler, âyet-i kerimelerde olduğu gibi, birbirlerini açıklamaktadırlar. Abdullah bin Mesud’ün haber verdiği hadis-i şerifte, (İslam değirmeni 35 sene döner. Sonra helak olanlar bulunur. Daha sonra gelenler, İslamiyeti 70 sene kuvvetlendirirler) buyuruldu. Bizim [yani Şâh Veliyullah-ı Dehlevî’nin], bu hadis-i şeriften anladığımız şudur: Bildirilen vaktin başlangıcı, ilk cihatın başladığı, hicretin 2. senesidir. 35. senede, hazret-i Osman şehit edilerek, müslümanlar arasında ayrılık oldu. Cihat ve İslamiyetin yayılması durdu. Deve ve Sıffin muharebelerinde, müslümanlar birbirlerini öldürdü. Allahü teâlâ, hilafete tekrar düzen verip, cihat tekrar başladı. Beni Ümeyye [yani Emevi] devletinin sonuna kadar devam etti. Abbasi devleti kurulurken, ortalık yine karıştı. Çok müslüman öldü. Sonra Allahü teâlâ, hilafete düzen verip, Hülagü’nün Bağdat’ı yakıp yıkmasına kadar sürdü. Sad ibni Ebû Vakkas’ın haber verdiği hadis-i şerifte, (Allah’ıma duâ ediyorum ki ümmetimin kuvvetini, yarım günün sonuna kadar sürdürsün) buyuruldu. Yarım gün ne kadar zamandır denilince Sad, 500 senedir dedi. Bu hadis-i şerif, Abbasi devletinin ömrünü [yani 524 seneyi] göstermektedir.
Birinci hadis-i şerif (Hilafet-i nübüvvet) i haber veriyor. Bunun 30 sene olduğunu bildiriyor. Bundan sonra gelen halifelere (Melik-i adud) yani (Sultan) ismini veriyor. Her 2 hilafetteki halife sayısının 12 olacağını bildiriyor. Bu 12 halifeyi 12 imâm sanmak hiç doğru değildir. Çünkü, hadis-i şerifte, (Hilafet) diyor. (İmamet) demiyor. Şiîler de söylüyor ki 12 imâmın çoğu halife değildi. Hadis-i şerifte, 12 halifenin Kureyş kabilesinden olduğu bildirildi. Bu ise, hepsinin Hâşimî olmadığını göstermektedir. İmamiye fırkası, 12 imâmın, İslamiyeti yaydığını, memleketler aldıklarını söylemiyorlar. (Resûlullah vefât edince, din örtüldü. İmamlar (Takıyye) yaptı, doğru yolu gösteremediler. Hazret-i Ali bile bildiklerini söyleyemedi) diyorlar. (Hadis-i şerif, 12 imamdan sonra İslamiyette gevşeklik olacağını haber veriyor. İmamiye ise, 12 imâm tamam olunca, Îsâ aleyhisselâm gökten inecek ve dini kuvvetlendirecek) diyorlar. Bizim anladığımıza göre, bu 12 halife, 4 (Halife-i raşid) ve bunlardan sonra, hazret-i Muaviye ve Abdülmelik ve 4 oğlu ve Ömer bin Abdülaziz ve Abdülmelik’in torunu Velid’dir. Abdullah bin Zübeyr’in bunun dışında kalması lâzımdır. Çünkü, hazret-i Ömer’in bildirdiği hadis-i şerif, Abdullah bin Zübeyr’in halife olarak ortaya çıkması ve Mekke-i mükerremede kan dökülerek, Kâbe-i muazzamaya hürmetsizlik yapılmasına sebep olması, bu ümmete gelecek musibetlerden biri olacağını göstermektedir. Yezid ve Emevilerin diğer halifeleri, İslamiyete hizmet etmedikleri için, 12 halifeden sayılmazlar.
Sual: Hazret-i Alinin “radıyallahü teâlâ anh” çok kerâmetleri vardı. Bunlar, Onun üstünlüğünü göstermiyor mu?
Cevap: Şihâbüddîn-i Sühreverdî “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki (Ashâb-ı kirâmda kerâmet az göründü. Hazret-i Alinin kerâmetleri kadar hatta daha çok, Şeyhaynde de görüldü). [Bu kerâmetlerin çoğu, Yusuf-i Nebhaninin (Camiu keramat-il-Evliyâ) kitabında yazılıdır.]
Sual: (Ben ilim şehriyim. Ali “radıyallahü teâlâ anh” bunun kapısıdır) hadis-i şerifine ne denilir?
Cevap: Bu hadis-i şerif, elbet bir üstünlük gösteriyor. Fakat, bunun gibi (İlmin 4’te 1’ini bu Humeyradan alınız!) ve (Benden sonra, Ebû Bekre ve Ömere tâbi olunuz!) ve (İbni Ümm-i Abdin râzı olduğu kimseden ben de razıyım!) ve daha nice hadis-i şerifler de vardır. (Hümeyra), Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” hazret-i Aişeye “radıyallahü teâlâ anha” verdiği ismdir. Hazret-i Alinin din bilgilerindeki üstünlüğü ve Neseb ilminde, Ashâb-ı kirâmın çoğundan ileride olduğu meşhurdur. Fakat bunlar, Şeyhaynden daha üstün olduğunu göstermez.
Hazret-i Ali’nin soyundan İmâm-ı Muhammed Bakır ile İmâm-ı Cafer Sâdık’ın “radıyallahü teâlâ anhüm” ilmde, verada ve ibâdetlerdeki kemâlleri şüphesizdir. Küleyni, İmâm-ı Cafer Sâdıkın tasavvufçulara düşman olduğunu yazıyor. [Ebû Cafer Muhammed Razi Küleyni, 329 [m. 940] da Bağdat’ta vefât etti. (Kâfi) kitabında 16 bin hadis vardır.]
Zeydiye fırkası da turuk-ı aliyeye düşmandır. Evliyânın büyüklerinden Abdullah-i Ensârî “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki (1200 Velî gördüm. İçlerinden yalnız Sadun ve İbrahim, Seyyidlerden idi). Bunların ikisi de meşhur değildir. Sonraki asırlarda gelen Evliyâ arasında Seyyidler varsa da, bunlar Seyyid olmayan mürşidlerden feyiz almışlardır.
Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler açık olarak İslamiyete uymayı emretmektedir. Tasavvuf yolunda hâsıl olan şeyler hiç bildirilmemiştir. Bunun için tam üstünlük, tasavvuf ile değil, İslamiyete hizmet etmekteki ziyâdelikle ölçülür.
Sual: Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” tâbi olanlarda, Fenâ, Bekâ, mârifetler, Vahdet-i vücûd bilgileri gibi kıymetli şeyler hâsıl oluyor. Kerâmetler veriliyor. İslamın 5 şartını ise, her müslüman yapıyor. İmâm-ı Gazâlî ve Celâleddîn-i Rumi “rahime-hümullahü teâlâ” gibi büyük âlimler, Tevhid-i vücudînin çok kıymetli olduğunu bildiriyor. O hâlde tasavvuf yollarının kaynağı olan hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” daha üstün olması lazım gelmez mi?
Cevap: (İslamın 5 şartı, insanı Allahü teâlâya yaklaştırmaz. Bunlar, insanların dünyada iyi huylu olmalarını, iyi geçinmelerini sağlar) diyen kimse zındıktır. İslamiyeti yıkmak istemektedir. İslamiyet, Allahü teâlânın rızasına kavuşturur. İslamiyete uymayanları Allahü teâlâ sevmez. Bunlara azap yapacaktır. Fakat, tasavvuf yolu, daha kolay kavuşturur derse, bu kimseye sözünü ispat etmesini söyleriz. Tasavvuf yolunun temeli, İslamiyettir. İslamiyete uymayan kimse Velî olamaz. İslamiyete uymakta ve uydurmakta Şeyhaynın en ileride olduklarını yukarıda uzun bildirmiştik. Zikir ve Murakabe ile kalbi temizlemeye çalışmak, İslamiyete uymak demektir. İslamiyetin delili, Kitap, Sünnet, İcma-ı selef ve Kıyas-ı fukahadır. Kurân-ı Kerîm’de 5 ilim vardır.
1) Mahlukları inceliyerek, Allahü teâlânın var olduğunu ve bir olduğunu anlamayı göstermektedir. [Fen bilgileri bu kısımdadır.]
2) Tarihi inceliyerek, îman edenlerin, İslamiyete uyanların mesut olduklarını, imansızların ise dünyada azap içinde yaşadıklarını anlatmaktadır.
3) Ahiretteki nimetleri ve azapları bildirerek, imanlı olmaya teşvik etmektedir.
4) Dünyada ve ahirette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir.
5) Müşriklerle, münâfıklarla, yahudilerle, hıristiyanlarla ve 72 fırkadaki sapık müslümanlarla nasıl geçinileceği bildirilmektedir.
Tekrar edilmişlerden başka, onbin kadar hadis-i şerif vardır. Tekrar edilenleri de sayarsak, milyonu aşmaktadır. Bütün bu (Hadis-i şerifler) , 12 ilmi bildirmektedirler:
1) Kitab-ullaha ve sünnete yapışmak.
2) İslâmin 5 şartı, zikrler ve ihsan, yani kalp bilgileri. Tasavvuf, bu ihsanı elde etmektir.
3) Muamelattır. Nafaka için ticaret, sanat ve ziraat bilgileri ve sosyal haklar bunun içindedir.
4) İyi ahlak bildirilmekte ve övülmektedir.
5) Köle azad etmek.
6) Fadail olan ameller ve Ashâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” üstünlükleri.
7) Peygamberlerin ve mühim kimselerin tarihi.
8) Kıyamete kadar olacak mühim olaylar.
9) Kıyamet halleri. Haşr, neşr, Cennet ve Cehennem.
10) Resûlullahın hayatı “sallallâhü aleyhi ve sellem”.
11) Kurân-ı Kerîmi okumak ve tefsir etmek.
12) Melekler, şeytanlar, tababet gibi çeşitli ilimler.
Kıyas, ahkâm-ı İslamiyyede, yani emir ve yasaklarda olur. Bütün bu saydığımız ilimlerde, Tevhid-i vücûdî bilgileri yoktur.
İslamiyet, Ashâb-ı kirâmın ve Tabiîn-i izâmin [yani, Ashâb-ı kirâmı görenlerin] îman ettikleri ve yaptıkları şeylerdir. Bunlar zamanında bulunmayıp, sonradan ortaya çıkan din bilgileri, müslümanlık değildir. (Benim ve Ashâbımın yolunda olunuz!) hadis-i şerifi, bunu göstermektedir. Vahdet-i vücûd bilgilerinin birinci kısımda olmadığı meydandadır. Bu bilgiler, Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bağdâdî zamanında da yoktu. Mutezile, İmamiyye, Zeydiyye ve İsmailiyye gibi sapık fırkalar da böyledir. Bunlar da, Selef-i sâlihinden sonra ortaya çıktı.
Resûlullahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” başlayarak, Ashâb-ı kirâma ve Tabiîne ve kalpten kalbe akarak ta zamanımıza kadar gelen feyizler ise İslamiyette vardır. Buna (İhsan) ismi verilmiştir. [Sonradan (Tasavvuf) denildi.]
İslamiyetten olan şeyler, ihlas ile temiz niyet ile yapılırsa, kıymetli olurlar. Nefsin arzularına kavuşmak ve şöhret için olurlarsa, Allahü teâlâdan uzaklaştırırlar. Cehenneme sürüklerler.
Sual: Tasavvuf büyüklerinin sözleri, tasavvuf bilgilerinin daha üstün olduklarını göstermiyor mu?
Cevap: Bir kimseyi Allahü teâlâya [yani Allahü teâlânın rızasına, sevmesine] yaklaştıracak işler İslamiyette bildirilmiştir. Bunlar arasından insanın haline ve zamanına göre seçilir. Tasavvuf büyükleri, talebesini terbiye ederken [yani yetiştirirken], onun çeşitli hallerine göre, ona çeşitli vazifeler vermişlerdir. Faydalı işlerden birini ötekine tercih etmesi, ötekinin faydasız olduğunu göstermez. Her faydalı işte iyi niyete ehemmiyet verirler. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullâhi aleyh”, her işte ihlasa ehemmiyet vermektedir. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, İslama hizmet etmeyi emrediyor. Cihatın ve ilim öğretmenin faziletine inanmayan, (Zındık) dır.
Sual: Şeyh Muhyiddin-i Arabî “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki (hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yaratıldığı topraktan kalandan yaratıldı. Resûlullah ile ahiret kardeşi yapılması da bundandır). Bundan daha üstün bir şey olur mu?
Cevap: Şeyhaynın daha üstün olduğu, İslam bilgilerinden anlaşılmaktadır. Burada (Edille-i şer’iyye) olan Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas bilgilerine bakmak lâzımdır. Tasavvuf büyüklerinin kalpleri ile keşfleri, şeri şeylere delil olamaz. İslamiyetin hiçbir hükmü, bu keşflere dayanmaz. Şeyh Muhyiddin-i Arabî “rahime-hullahü teâlâ”, Allahü teâlâya yaklaştıran şeyleri sayıyor. Bunlardan en yüksek olan Sıddîkiyet derecesinin hazret-i Ebû Bekre, Muhaddisiyet derecesinin hazret-i Ömere, Uhuvvet derecesinin de Hazret-i Ali’ye mahsus olduğunu bildiriyor. Havariyet derecesinin Zübeyre, Emânet derecesinin de Ebû Ubeydeye verildiğini yazıyor. Böyle daha nice dereceler bildiriyor. Bunlar, fadl-ı külliyi göstermez. (Fütuhat) kitabının birçok yerinde, Ashâb-ı kirâmın, velâyet derecelerinden başka, Peygamberlere benzettiği derecelerini de bildiriyor. Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra bu derecelerin devam ettiğini, ancak peygamber olmadıklarını uzun yazıyor. Bizim anladığımız üstünlük de, işte bu Peygamberlere “aleyhimüsselâm” benzeyen üstünlüktür. Şeyhaynın “radıyallâhu anhüma” üstünlüğü buradan gelmektedir. Bu üstünlüğe (Fadl-ı külli) denir. (Fütuhat) kitabının birçok yerinde, bu üstünlük anlatılmaktadır. 69. babının sonunda diyor ki (Allahümme salli alâ) okurken, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, İbrahim aleyhisselâma benzetiliyor. Halbuki Ondan daha üstündür. Bunun inceliğini, sayfalarle açıklarken Sıddîklık derecesinin üstünlüğünü uzun anlatıyor.
Allahü teâlâ, hususi feyizlerini, seçtiği, çok sevdiği kullarına çeşitli sebeplerle, vasıtalarla göndermektedir. Önce o kullarını bu feyizlere müsteid, elverişli yaratmaktadır. Hazret-i Alinin bedenindeki toprak maddelerini de, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” toprak maddeleri gibi, nübüvvet feyizlerini almaya müsteid yaratmıştır. Fakat, bu üstünlük, fadl-ı külli değildir. Fadl-ı cüzidir. Velâyet derecesinin üstünlüğünü göstermektedir. Peygamberliğe benzemek değildir.
Sual: Tasavvuf büyükleri, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” üstünlüğünü gösteren rüya gördüklerini bildiriyorlar. Hadis-i şerifte (Müminin rüyası, peygamberliğin 46 kısmından biridir) buyuruldu. Bu da, hazret-i Alinin daha üstün olduğunu göstermez mi?
Cevap: Dinin hiçbir hükmü rüya ile bildirilmiş değildir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Allahü teâlâya hamd olsun ki beni, Ebû Bekr ile ve Ömer ile kuvvetlendirdi) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Ebû Bekr ve Ömer, benim kulağım ve gözüm gibidirler) buyuruldu. Fadl-ı külli böyle olur. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” halifesinin, onun gibi olması lâzımdır. Bu fakire göre, Şeyhayn “radıyallâhu anhüma”, güneş etrafındaki ışık saçan tabaka gibidir. Hazret-i Ali “radıyallâhu anh”, bu ışıkları alıp aks ettiren kamer [ay] gibidir. Şeyhayn “radıyallâhu anhüma” (Nübüvvet yolu) nun ışıklarını, hazret-i Ali de “radıyallâhu anh”, (Velâyet yolu) nun ışıklarını saçmaktadırlar. Bunun içindir ki Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Eğer halîl [dost] edinseydim, Ebû Bekri halîl edinirdim) ve (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer elbet peygamber olurdu) ve (Ali bendendir. Ben de ondanım) buyurdu. Bu fakir [Şâh Veliyullah-ı Dehlevî hazretleri, murakabede], Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” rûhâniyetine sordum: Hazret-i Alinin “radıyallahü teâlâ anh” nesebi daha şerefli ve hükümleri daha kuvvetli ve tasavvuf yolunun önderi olduğu hâlde, Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhüma” daha üstün olmasının sebebi nedir? Ruhuma şöyle cevap ihsan buyurdu ki (Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bir zâhir [görünen], bir de bâtın [görünmeyen] yüzü vardır. Zâhir yüzü ile insanlar arasında adalet yapar, kardeşliği sağlar ve doğru yolu gösterir. Bu vazifeyi yapmasında Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma”, Onun elleri, ayakları gibidirler. Bâtın vechinden kalplere feyiz vermektedir. Şeyhayn, bunda da ortakdırlar!) “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
Menba-ı feyizu meani meclis-i Abdülhakîm,
menzil-i kurb-ı ilâhî, sohbet-i Abdülhakîm.
Melce-i bi-çare-gandır, derde dermandır Hakim.
maden-i irfan, nur-ı Sübhân, sırr-ı Kurandır Hakim!