Bir hadîs-i şerîfte: “Sefere çıkınız! Sıhhat ve zenginlik bulunuz” buyuruldu. Bir rivâyette: “Sefere çıkınız, rızkınız bol olur” buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfin tevcîhinde, şefere çıkanınız, hareketle sıhhatli olur. Gördüğü şeylerden ibret alması bakımından dîni, îmânı kuvvetlenir. Yolculuk esnasında sohbetinde bulunduğu, görüştüğü şeyh ve âlimlerden istifâde ile de kazançlı olur buyuruldu.

Bir hadîs-i şerîfte de: “Sefere çıkınız. Çünki misâfir, vâsıtalı olsun, yaya yürüsün, sefer müddetince, Allahü teâlâ’nın yardımında bulunur” buyuruldu. Bu yolculuk, sırf, Allah için, din ilmi, yâhud nefs riyâzeti öğrenmek ve edinmek için olan seferdir. Çünki yolculuk alışkanlıkları bozmakta, bilinen şeylerden ayırmaktadır. Kişiye sevdiklerinin, dostlarının ayrılık acısını yudumlatmakta, onu çoluk çocuğundan, yurdundan uzak düşürmektedir. Bunun gibi yolculukta, nefs definelerinin keşfi, insanların tanınması, yaramazların ortaya çıkarılışı vardır. Bu da, yolculuğun, ağır şartlarına katlanmadıkça, ortaya çıkmaz. Sefere, sefer denmesi, insanların ahlâkını ortaya çıkardığı içindir.

Şeyh Sühreverdî (rahimehullah) Avârif’de Nevevî’den alarak buyurur: Tasavvuf, nefsin bütün lezzetlerini terketmektir. Mübtedî, nefsin lezzetlerini terk ederek sefere çıkarsa, nefs mutmain olur. Nâfile ibâdetler ile yumuşadığı gibi yumuşar. Sefer onun için, deriyi debağlamak gibi olur. Yaratılıştan kendisinde bulunan sertlik, kuruluk, zorluk ondan gider. Derinin, derilikten çıkıp, elbise, kürk olması gibi, nefs de azgınlık, taşkınlık, serkeşlik tabîatını değiştirip, îmânı huy edinir.

Sefere çıkmak, din bakımından fitneden kaçmak için de olur ve hadîs-i şerîfde bildirilen Allahü teâlâ’nın yardımı bunları da içine alır. İmâm Gazâlî (rahimehullah) buyurur: Kendisinden kaçınılacak şeylerden biri vâli olmak, biri yüksek mevki, ve rütbe sâhibi olmak, biri meşguliyeti çok olmaktır. Çünki bu gibi şeyler, kalbi çok meşgul eder, karıştırır. Halbuki din, ancak Allah’dan başkasından arınmış, başka düşüncelerden kurtulmuş kalb ile tamam olur. Kalb, Allahü teâlâ’dan başkasından boşanmaz, arınmaz ise, arındığı derecede din ile meşgul olması düşünülür.

Fitne korkusundan, yurdundan ayrılmak, selefin âdetlerindendi. Süfyân-ı Sevrî (kuddise sirruh) buyurur: Bu zaman (yanî zamane insanları) kötüdür. Susup, kenarda kalanlara bile güvenilmiyor. Nerde kaldı ki, meşhûrlara, tanınmışlara güvenilsin. Şimdi, bir şehirden bir şehre, bir memleketten başka memlekete göçenin zamanıdır. Nerede bilinir, tanınırsa, ordan başka yere göçmelidir. İbrâhîm-i Havvâs (rahimehullah) bir beldede 40 günden fazla kalmazdı. 40 günden fazla kalsaydı, tevekkülünün bozulmağa başladığını görürdü. Kendisinden bildirilir. Şöyle dedi: 11 gün birşey yemeden sahrada kaldım. Nefsim buğday otu yemek istedi. O sırada Hızır aleyhisselâmın bana doğru gelmekte olduğunu gördüm. Ondan kaçtım. Sonra geri dönüp baktım. Bir de ne göreyim, geri dönmüş gidiyordu. Kendisine niçin Hızır aleyhisselâmdan kaçtınız? dediler. Nefsimin beni kandıracağını anladım dedi.

Şeyh (rahimehullah), Peygamber efendimizden (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirir: “Allahü teâlâ’nın en çok sevdiği şey, garîblerdir” buyurdu. Garîbler kimlerdir? dediklerinde: “Dinleri için yurtlarından çıkanlar” buyurdu. Nitekim bir başka hadîs-i şerîfte: “Dini için bir yerden bir başka yere göçene, bir karış yol alsa da, Cennet vâcib olur. İbrâhim aleyhisselâm’ın ve Muhammed’in (sallâllahü aleyhi ve sellem) arkadaşı olur” buyurdu.

YOLCULUĞUN SÜNNETLERİ: Yolculuğa çıkan, pazartesi veya perşembe gününü seçmelidir. Mesâbîh’de diyor ki: Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) yolculuğa, perşembe günü çıkmağı severdi. Tebük gazvesine de perşembe günü çıkmıştır. Perşembe gününün mübârek bir gün olduğu, amellerin o gün göğe çıkarıldığı ve bunun için sâlih amellerinin çıkarılmasını istediği içindir. Zîra Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün yolculuk ve seferleri Allahü teâlâ için idi.

Hazret-i Alî (radıyallahü anh), her ayın son 3 gününde, yolculuğu, ve evlenmeği beğenmezdi. Ay akreb burcunda iken de iyi değildir. Havas’da diyor ki: Ay akreb burcunda iken sefere çıkana, bu sefer ağır olur.

Sefere çıkacak olan, sabahleyin erken çıkmalıdır. Bunda bereket ve başarı vardır. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: “Yâ Rabbi, perşembe günü sabahını ümmetime bereketli eyle”, Enes’in (radıyallahü anh) rivâyetinde: “Cumartesi gününü” buyuruldu. Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anhümâ): “Bir kimse ile görülecek bir işin varsa, gündüz git, gece gitme. Erken git. Çünki ben, Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) duydum: ‘Yâ Rabbi, sabahın erken (saatlerini) mübârek eyle’ buyurdu.”

Sahrü’l-Gâmidî tüccar idi. Mallarını sabah erken yola çıkarırdı. Sünneti gözetme sebebiyle malı, parası çok artmıştı. Çünki Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) sabah hakkındaki duâsı elbette kabûl olunmuştur. Cuma günü sabahtan sonra yolculuğa çıkmak doğru değildir. Cumayı terk etmekle âsî olur. İhyâ’da da böyle diyor. Şunu da bilmelidir ki. bu takvâ hükmüdür. Fetvâ hükmünü ise, Cumanın fazileti kısmında geniş olarak anlattık. Oradan bakılabilir.

Yolculuğa çıkanı teşyî’ etmek, geçirmek sünnettir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): “Allah yolundaki bir mücâhidi, yolculuğa erken veyâ geç çıksın, teşyi’ etmeği, dünyâ ve içindekilerden daha çok severim” buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte: “Sizden biriniz sefere çıkmak istediğinde, evinde 2 rekat namaz kılsın. Seferden dönünce de, 2 rekat namaz kılsın. Evden çıkarken: Bismillâhi ve âmentü billâhi va’tesamtü billâhi ve tevekkeltü alellahi ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm demelidir” buyuruldu.

Yürüme bahsini anlatırken bildirdiğimiz gibi, Enes bin Mâlik’in bildirdiği hadîs-i şerîfde şöyle buyuruldu: «Kişi evinden çıkarken Bismillâh derse, bir melek kendisine, hidâyete kavuştun der. Tevekkeltü alellah deyince, melek, yeterliliğe erdin der. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh deyince, melek, sen korundun der. Şeytan ondan uzaklaşır. Giderken bir başka şeytana rastlar. İkinci şeytan birincisine sorar: Nasıl, o adama birşeyler yapabildin mi? O yeterliliğe ermiş, hidâyete kavuşmuş ve korunmuş… cevabını verir. Kişi şu düâyı okur: Allahümme innî e’ûzü bike min va’sâ-is-seferi ve kâ’bet-il-menkalebi ve sû-il manzarı fil-ehli vel-mâli. Allahümme ente-s-sâhibü fis-seferi vel-halîfetü fil-ehli. Allahümme’tvi lenâ-l-arde ve hevvin aleynâ-s-sefere. Allahümme zevvidnî-t-takvâ vağfir-if zenbî ve veccihnî lil-hayri eyne mâ teveccehtü. Sonra (herbirinin başında Besmele çekip) şu 5 sûreyi okur: Kul yâ eyyühel kâfirûn, İzâ câe, Kul hüvallahü ehad ve Kul eûzü’ler.»

Zâhid ebü’l-Hasan-ı Gazvînî (rahimehullah) der ki: Yolculuğa çıkmak istiyen, Liîlâfi sûresini okusun. Çünki o, bütün kötülüklerden emândır, güvencedir. Sahîh yolla gelmiştir: Evinden çıkmadan, Âyete’l-Kürsî’yi okuyana, evine dönünciye kadar, hiçbir şey isabet etmez. Çıkmadan önce, fakirlere sadaka vermelidir. Kirmanî en az 7 fakîre vermelidir diyor. Çünki bu, yolun selâmetidir. Lume’ât şerhinde de böyle diyor.

Sefere çıkarken, din kardeşleri iie vedâlaşmak sünnettir. Çünki Allahü teâlâ, onların düâsı ile, yolcunun iyiliğini arttırır. Zeyd bin Erkam (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirir: “Sizden biriniz yolculuğa çıkmak isteyince, din kardeşlerine veda etsin. Zîra Allahü teâlâ, din kardeşlerinin düâsı ile ona bereket verir” buyurdu.

Yolculuğa çıkacak kişi evinden çıkarken evdekilere: “Sizi, emânetleri zâyi etmiyen Allah’a ısmarlıyorum” demelidir. Ebû Hüreyre, Mûsâ bin Verdân’a (radıyallahü anhümâ) böyle öğretti ve: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) vedâ ederken, bana böyle öğretti» dedi. Bunu İhyâ’da bildiriyor ve, “Bıraktıklarının hepsini, kimseyi ayırmadan, Allahü teâlâ’ya ısmarlamalıdır” diyor.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), insanlara hediyelerini dağıtırken, adamın biri, oğlu ile çıka geldi. Ömer (radıyallahü anh), «sizin kadar birbirine benziyen kimse görmedim» buyurdu. Adam, bunun hikâyesi var, size anlatayım, ey mü’minlerin emîri dedi ve şöyle anlattı: Ben sefere çıkacaktım. Bu çocuğumun annesi, buna hâmile idi. Bana, beni bu halde bırakıp mı gidiyorsun? dedi. Ben de, karnında olanı, Allahü teâlâ’ya ısmarladım dedim ve gittim. Sonra dönüp geldiğimde, ne ile karşılaşayım! Çocuğumun annesi ölmüş! İnsanlarla oturup konuşuyorduk. Birden kabrinin üzerinde bir ateş gördüm. Yanımdakilere, bu nedir dedim. Bu ışık, filân kadının kabrindendir. Her gece onu görürüz dediler. Vallahi, o çok oruç tutar, çok namaz kılardı dedim. Kazmayı alıp, kabrine gittim. Kabri kazıp açtık. Bir de ne göreyim! Kabrin içinde bir kandil yanar. İşte bu gördüğünüz oğlan orada dönüp duruyordu. O anda bir ses: “İşte emânetin! Eğer annesini de bize emânet etseydin, onu da bunun gibi bulurdun” diyordu. Bunun üzerine Ömer (radıyallahü anh), bu çocuk sana, karganın kargaya benzemesinden daha çok benziyor buyurdu.

Mukim olan misâfire: “Din ve emânetini ve amelinin neticelerini Allahü teâlâ’ya ısmarladım. Allahü teâlâ. azığını takvâ eylesin ve nereye dönersen hayırlı eylesin” demelidir. Çünki yolculukta insana birçok meşakkatler, zorluklar isâbet eder. Çeşitli korkularla karşılaşır. Bu yüzden din işlerinden bâzısını ihmâle sebeb olurlar. Bunun için ona yardım ve. tevfîk ile duâ etmelidir. Duâdaki emânet sözü, çoluk çocuğu ve malı mânasındadır. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle diyor. “Amelinin neticeleri” sözü. Lokman aleyhisselâmın oğluna sözüdür. “Allahü teâlâ azığını takvâ eylesin ve nereye dönersen, seni hayra, iyiliğe döndürsün” sözü, Ömer bin Şuayb’ın, babasından, dedesinden (radıyallahü anhüm), o da Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) naklettiği: Bir kimseyi yolcu ettiği zaman: “Allahü teâlâ seni azıklandırsın, günâhım bağışlasın ve nereye dönsen, seni hayra çevirsin” hadîsinden alınmıştır.

Yolcu beraberinde bir takım şeyler bulundurmalıdır. Yağ şişesi, tarak, sürmeden, misvâk, makas, ayna, ok, kılıç, bıçak, sarık, ayakkabı, biz, ya’nî ayakkabı ve mesti dikme âleti, çuvaldız, iğne, ince ve kalın iplikler, kendisine yarayan ilâçlar ve diğer şeyler gibi. Korkulu yerlerde İhlâs sûresini okumalıdır. Her konakta bunu 11 defa ve âyete’l-kürsî’yi 1 defa okur. Sonra: «Ve mâ kaderullahe hakka kadrihi… den, Ve mâ yüşrikûn’e kadar 1 defa okur.

Ebû Mûsâ (radıyallahü anh) bildirir: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), düşmandan çekindiği zaman: «Allahümme innâ nec’alüke fî nuhûrihim ve ne’ûzü bike min şurûrihim» derdi. Yanî, Yâ Rabbi, heybetini onların kalblerine verir, şerlerinden sana sığınırız.»

İmam Gazâlî (rahimehullah) İhyâ’da buyurur: Seferde yalnızlıktan çekindiği zaman: “Sübhânel melikil kuddûs. Rabbül melâiketi ver rûh. Cellet semâvâtü bil izzeti vel ceberût” derdi.

Ravdatü’l-müttekin’de der ki: Düşmanına karşı Vennâzi’ât sûresini okuyana, düşmanı zarar vermez, ondan yüz çevirip gider.

HAYVANA BİNMEK:

YOL ARKADAŞI:

TÂUN HASTALIĞI:

YOLCULUKTAN DÖNME:

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler