Sual: Bazı videolarda dünyanın çeşitli yerlerinden bazı insanların olağanüstü şeyler yaptıklarını görüyoruz. Müslüman evliyanın dışında gayrimüslimlerde çeşitli olağanüstülüklerin görülmesi mümkün mü? Bu olağanüstülüklerin bir kıymeti var mıdır? Bunlara ve altıncı his gibi şeylere keramet denilebilir mi?

Cevap: Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde yapılan son incelemeler, bazı insanların bir (altıncı hisse) sâhip olduğunu, mesela kapalı bir kutu içinde bulunan eşyayı sayabildiklerini, kapalı zarftaki yazıyı okuyabildiklerini, uzakta bulunan bir kimse ile irtibat kurabildiklerini, bir insanın aklından geçen şeyi anlayabildiklerini göstermiştir. Tecrübeye her ırk ve dinden insanlar katılmış, hepsi din ve ırk farkı göstermeden aynı başarıya ulaşmıştır. Uzak Doğu’da, Çin ve Hindistan’da rastlanan bazı Çin kahinleri ve Hind fakirleri, bizi hayrete düşüren, akla gelmez türlü mârifetler göstermektedir. Bunların içinde, havada uçar gibi görünen veya bir halatı havaya atarak onun üzerinde göğe doğru tırmanan kimseler vardır. Halbuki Çinlilerin kabul ettiği Budizm, bir nev’i felsefe sistemidir. Buda (Buttah) (M.Ö. 563-483) ve Konfuçyus (Confucius) (M.Ö. 531-479) ve Laotse, meşhur filozoflardı. Telkin ettikleri esaslar, ahlak kaideleridir. Bunlar da, insanların türlü arzulardan vazgeçmeleri, [riyazeti], iyilik, sabır etmek, birbirine yardım, fenâlıkla mücadele etmek gibi şeylerdir. Buda, (Sen kendine nasıl muamele edilmesini istiyorsan, başkalarına karşı öyle hareket et) der. Fakat, Allahü teâlâdan bahs etmez. Buda, kendisinin ancak bir insan olduğunu söylediği hâlde, talebeleri ölümünden sonra onu tanrılaştırmışlar, onun için tapınaklar yapmışlardır. Böylece budizm, adeta bir din haline gelmiştir. Hindlilerin dini ise, bir nev’i putperestliktir. Putlardan başka bazı hayvanlara da (mesela ineklere) taparlar. Ne Budizm, ne de Mecusilik, bir din değildir. Buna rağmen, bunlara mensub olan insanların adeta kerâmete benzer mârifetler gösterdiği bir gerçektir. Bu mârifetleri özel bir terbiye görerek, riyazetle, özel vücut hareketleriyle ve uzun zaman çalışarak, elde etmektedirler. Bunun gibi, insanı adeta donduran, hissetmez hâle sokan manyatizma ile insana zorla emir telkin eden ve ona istediğini yaptıran hipnotizma, bazı insanların sâhip olduğu hususi bir kudretten ibarettir.

Bu gösterilenler hiç bir zaman bir kerâmet değildir. Bunlar ancak bir hünerdir. Bugün ilim adamları, bütün insanlarda bu gibi kabiliyetin az veya çok mevcûd bulunduğunu, yalnız bazılarında fazla inkişaf ettiğini, bazı insanların hususi usullerle bu hissi inkişaf ettirebileceğini, zamanla bulunacak yeni ve kolay usullerle herkesin bu hissini canlandırabileceğini ileri sürmektedirler. O hâlde, kendisinde (altıncı his) fazla inkişaf etmiş bulunan bir kimsenin, bu hususiyetini mârifet değil, kerâmet olarak göstermesi, ancak bir hilekarlıktır.

İmâm-ı Ahmed Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehul-aziz” 293. mektubunda buyuruyor ki (Harikalar, kerâmetler ikiye ayrılır: Birincisi, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve mârifetlerdir. Bunlar, akıl ile düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder. İkincisi, madde alemindeki gaybları bilmektir. Bu kerâmet, seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Kerâmetlerin birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Câhiller ise, ikincisini kıymetli sanırlar. Kerâmet deyince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve insanlardan kaçarak, nefslerini temizleyen her insan, mahlukların gayblarını haber verir. İnsanların çoğu, hep dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri Evliyâ sanır. Hakikattan haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliyâ olsalardı, bizim hallerimizden haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler).

 

Sual: Keramet ile istidracın farkı nedir?

Cevap: Keramet ile istidrac arasındaki fark şöyledir: Keramet sahibi olan kimse, unsuru latif ve cevheri şerif olan keramet ile meşgul olmaz ve onunla övünmez. Bilakis, kendisinden keramet zuhur edince, kendisinden meydana gelen bu halin istidrac olabileceği endişesi ile Allahü teâlâdan korkusu iyice artar. Onun kahrından sakınması son derece fazlalaşır. Yahut da, bu amellerinin dünyada cezası olabilir diye düşünür. Fakat istidrac sahibi olan kimse, bu durum, güzel haller ve ameller ve bu amellerin neticeleridir diye zanneder. Bunlar mekr, aldatma ve saptırma değildir diyebilir. Kendinde bir olgunluk ve üstünlük olduğu hayali ile insanlara hakaret nazarı ile bakar. Kendini ikab-ı ilâhîden emin bulur. Kötü akıbetten sakınmaz. Bu sebepten kamil ve derin âlimler buyurmuşlardır ki; Allahü teâlâdan uzaklaşanların, yani dalalete düşenlerin ekserisi, keramet gösterme makamında düşmüşlerdir.

 

Tavsiye Yazı —> İstidrac Nedir? Kaç Kısma Ayrılır?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler