Sual: Sahte tarikatçıların özellikleri nelerdir? Bunu nasıl anlarız?
Cevap: Tasavvuf bilgileri imanı kemâle ulaştırır. Tasavvuf, Muhammed aleyhisselâmın yolunda, izinde yürümek demektir. Yani, her sözünde, her işinde, her şeyde İslamiyete yapışmaktır. Ne yazık ki uzun zamandan beri birçok câhiller, fasıklar, alçak maksatlarına kavuşmak için, büyük âlimlerimizin isimlerini, alet olarak kullanıp, çeşitli ocaklar kurmuş, İslamiyetin, dinin bozulmasına, yıkılmasına sebep olmuşlardır. Hele son zamanlarda, bidatler ve haramlar az veya çok, bütün tekkeleri kaplamış, tarîkatcilik, İslamiyeti yıkmak için en tesirli bir alet hâlini almıştı. Tekkelere müzik sokuldu. Çalgı çalarak, teganni ederek, dans ederek yapılan taşkınlıklara ibâdet denildi. (Dini türk musikisi) diye bidatler uyduruldu. Bunların bidat olduğu, Kadı-zade’nin (Birgivi vasiyetnamesi) şerhinde uzun yazılıdır.
Şeyh ve tarîkatçı olarak ortaya çıkan bazı kimselerin, ağızlarına ateş koyduklarını, ağızlarından alevler çıktığını, bir yanağına bıçak, şiş sokarak öteki yanağından çıktığını, sokak ortasına yatarak, üzerinden kamyon geçirildiği hâlde, kendilerine hiçbir şey olmadığını görenlerden işitiyoruz. Bunların kerâmet olduğunu söylüyorlar. Görenler de inanıyorlarmış. Allahü teâlâ bunların Mûsâ aleyhisselâm zamanında da bulunduğunu haber veriyor. Bunlara kerâmet değil, sihir diyor. Böyle, göz boyamaları, Fetava-yı Hadisiyye’nin 119. sayfasında ve Mektûbât’ın 266. mektubu sonunda ve 3. cildinde uzun bildirilmiş, haram olduklarına fetva verilmiştir. Bu büyücü, üfürükçü şeyhlerin, tarîkatçıların yalan sözleri, Hadika ve Berika kitaplarında da uzun yazılıdır. Bunların din adamı değil, müslümanları aldatan şeytan oldukları acı acı bildirilmiştir. Bu gösterileri, din değildir. Dinsizliktir. Avrupa’daki Japonya’daki kâfirler de, sahnelerde, sirklerde, bunlarınkinden daha acayib, daha garib şeyler gösteriyorlar. İslamiyet, oyun, komedi, maskaralık, müzik dini, sihirbazlık, canbazlık, hokkabazlık dini değildir. İslamiyet, inanması, yapması, sakınması lazım olan şeyleri, güzel ve çirkin huyları öğrenmek ve emirlere uymak, herkese iyilik yapmak dinidir.
Şeyhulİslam Ahmed ibni Kemâl efendinin (El-münire) kitabında diyor ki: Müslümana ilk vâcib olan şey, ahkâm-ı İslamiyeye uymaktır. Ahkâm-ı İslâmiyye, Allahü teâlânın ve Resûlünün “sallallâhü aleyhi ve sellem” emir ve yasak ettiği şeyler demektir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki “Bir kimsenin havada uçtuğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yahut ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat İslamiyete uymayan bir iş yapsa, kerâmet sâhibiyim derse de, onu büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan saptırıcı biliniz!”. (El-münire)den tercüme tamam oldu.
Bu hadis-i şerif hak yolda olan tasavvufçu ile batıl yolda olan tarîkatçıları, birbirlerinden kesin olarak ayırmaktadır. Osmanlıların son senelerinde, memlekette, hadis-i şerifin haber verdiği sahte, câhil, fasık tarîkatçılar türemişti. Çok şükür olsun ki Allahü teâlâ bunu önledi. Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ali ibni Ebû Talib “radıyallâhu anhüma” ve Seyyid Ahmed Rıfai, Seyyid şerif Ahmed Bedevi, Ebül-Hasan Ali bin Abdullah Şazili, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rumi, Muhammed Behâüddîn-i Buhârî, hacı Bayram-ı velî ve Ziyaüddin-i Hâlid-i Bağdâdî gibi din büyüklerinin mübarek isimlerini, kati-ı tarîk-ı ilâhî olan (ilahi yolu kesen) câhillerin elinde ve dilinde oyuncak olmaktan kurtardı. Bugün memleketimizde ve bütün dünyada bir Mürşid-i kâmil, bir Ârif-i mükemmil bulunduğunu bilmiyoruz. Evet, (Kutb-i medâr) her zaman bulunur. Şimdi de vardır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanında da vardı. Bunlara, (Kutb-ül-aktâb) da denir. Fakat, bunlara inziva lâzımdır. Bunları kimse tanımaz. Hatta, bâzen, kendileri bile kendilerini bilmez. (Kutb-i irşad) ise, kayyum-i alemdir. Herkese rüşt ve îman, bunun vasıtası ile gelir. İslamiyeti korur. Din-i İslam başıboş kalmaz. Din düşmanları pervasızca, dini yıkmaya, değiştirmeye saldıramaz.
İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü sirrehül’azîz”, (Meârif-i ledünniye) kitabında, 35. mârifette buyuruyor ki: (Kutb-i ebdal) [yani Kutb-i medâr] âlemde, dünyada her şeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyiz gelmesine vasıta olur. Kutb-i irşad ise, âlemin irşadı ve hidayeti için feyizlerin gelmesine vasıta olur. Her şeyin yaratılması, rızkların gönderilmesi, dertlerin, belaların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması, Kutb-i ebdalin feyizleri ile olur. İman sâhibi olmak, hidayete kavuşmak, ibâdet yapabilmek, günahlara tövbe etmek ise, Kutb-i irşadın feyizleri ile olur. Her zamanda, her asırda Kutb-i ebdalin bulunması lâzımdır. Hiçbir zaman, bunsuz olamaz. Çünkü, âlem bununla nizam bulmaktadır. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası tayin edilir. Fakat, Kutb-i irşadın her zaman bulunması lazım değildir. Öyle zamanlar olur ki âlem imandan ve hidayetten büsbütün mahrum kalır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, o zamanın Kutb-i irşadı idi. O zamanın Kutb-i ebdali de, Ömer “radıyallâhu anh” ve Veysel-Karni “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” idi. Kutb-i irşad ile bütün insanlara îman ve hidayet gelmektedir. Kalbi bozuk olanlara gelen feyizler, dalâlet, kötülük haline döner. Şeker hastasına verilen kıymetli gıdaların, onun kanında zehir haline dönmesine benzer. Yahut safrası bozuk olana, tatlının acı gelmesine benzer. (Meârif) kitabından tercüme, tamam oldu.
Berika’nın 385. sayfasında diyor ki “Tasavvuf büyüklerinin çoğu derin âlim ve müctehid idiler. Kutub-i irşadların hepsi böyle idi. Buhârî’deki hadis-i şerifte, (İlim üstattan öğrenilir) buyuruldu. Mârifet ise, keşif ve ilhâm ile hâsıl olur. İlim, keşif ile ilhâm ile hâsıl olmaz. İlmin kaynağı Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerdir”. 377. sayfasında diyor ki “Tasavvuf büyüklerinin çoğu müctehid idi. Gazâlî, Süfyan-ı Sevri ve İbrahim bin Ethem böyle idi. Kutub-i irşadlar böyle idi”.
Hadika’nın 378. sayfasında diyor ki “Meârif-i ilâhiyye ve hakayık-ı Rabbânî’ye bilgileri, keşifle ve ilhâm ile hâsıl olur. Hocadan öğrenilmez. İbâdetlerin yapılması ve bütün İslamiyet bilgileri ise, üstattan öğrenmekle elde edilir. İslamiyet bilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı”.
Bugün ve bundan sonra, herhangi bir câhilin, büyüklerin kitaplarından çalarak ezberlediği yaldızlı sözlerine aldanmamaya, câhil tarîkatçıların tuzağına tutulup, Ehl-i sünnetten ayrılmamaya çok dikkat etmelidir.
Tavsiye Yazı –> Gerçek mürşid-i kamilin alametleri nelerdir?