Sual: Bazı cahil tekke şeyhleri, yalancı, sahte tasavvufçular, İslamiyete uymayan hareketlerinden dolayı, kendilerine itiraz edilince, (Bunlar, ilim-i zahirde haramdır. Biz, ilim-i batın sahipleriyiz. Bizim için helaldırlar) diyor. Bu sözlerin hükmü nedir?
Cevap: Böyle söylemek küfürdür. Böyle söyleyen ve işitip kabul eden kâfir olur. Tevil etmesi veya bilmeden söylemesi özür olmaz. İnce şeyleri bilmemek ancak özür olur. Bu zındıklar, (Siz ilmi kitaplardan öğreniyorsunuz. Biz ise, sahibinden, yani doğruca Muhammed aleyhisselâmdan alıyoruz. Buna kanaat etmez, razı olmaz isek, Allahtan sorup öğreniyoruz. Kitap okumaya, üstattan öğrenmeye ihtiyacımız yok. Allaha kavuşmak için, ilim-i zahiri terketmek ve İslamiyeti öğrenmemek lazımdır. Bizim yolumuz batıl olsaydı, böyle yüksek hallere, kerametlere kavuşabilir mi idik? Nurları ve Peygamberlerin ruhlarını görebilir mi idik? Bir günah yaparsak, rüyada bize bildiriliyor. Ahkâm-ı İslamiyyenin haram dediği şeyi yapmamız için Allah bize rüyada izin veriyor. Bunun bize helal olduğunu anlıyoruz) diyorlar. İslamiyeti yıkıcı, yok edici böyle sözler ilhattır. Yani, Kitabın ve sünnetin açık mânâlarını değiştirmektir. Dalalettir. Yani, müminlerin yolundan ayrılmaktır. İslamiyet ile alay etmektir. Böyle bozuk sözlere inanmamalıdır. Bunların bozukluğunda şüphe etmek bile küfür olur. Bunları söyleyene ve inanana (Zındık) denir. Birinin böyle söylediğini başkasından haber alınca o söyleyene hemen zındık dememelidir. Böyle söylediği 2 âdil şahitin haber vermesi ile şer’an anlaşılmadıkça, hüküm verilmez. Zındık, maddeye, tabiate tapınan Dehri demektir. Allaha ve ahiret gününe inanmayan sahte müslüman demektir.
Sual: Ahkam-ı İslamiyye ilham ile anlaşılır mı?
Cevap: İslamiyetin ahkamı ilham ile anlaşılmaz. Evliyanın ilhamı başkalarına huccet, senet olamaz. İlham, Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen bilgi demektir. Evet, Ehlullahın ilhamları doğru olur. Bunların doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Fakat, Ehlullah, yani Velî olmak için, İslamiyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. (Takva sahiplerine Allahü teâlâ ilim ihsan eder) mealindeki âyet-i kerime bunu ispat etmektedir. Sünnete, yani İslamiyete sarılmayan, bidatten sakınmayan kimsenin kalbine ilham gelmez. Bunun söyledikleri, nefsten ve şeytandan gelen bozuk şeylerdir. Musa aleyhisselâm ile Hızır’ın konuşmaları, bu bildirdiklerimize uymuyor denilemez. Çünkü Hızır aleyhisselâm, bazı âlimlere göre, Musa aleyhisselâmın ümmeti değildi. Ona uyması emrolunmamıştı. Muhammed aleyhisselâm ise, dünyanın her yerinde kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların ve cinnin Peygamberidir. (İlm-i ledünni) ve (İlham), Muhammed aleyhisselâma tabi olanlara ihsan olunur. Bu ihsana kavuşanlar, Kitabı ve Sünneti yani hadis-i şerifleri iyi anlar. İslamiyet bilgileri, rüya ile de anlaşılamaz. İslamiyete uymayan rüyanın şeytani olduğu anlaşılır.
Evliyanın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (İnsanı Allahü teâlânın rızasına kavuşturan tek yol, Muhammed aleyhisselâma uymaktır) buyurdu. Bir kere de (Kur’ân-ı Kerîme ve hadis-i şeriflere uymayan kimse, mürşid olamaz) buyurdu. [Kur’ân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri müctehid olmayanlar anlayamaz. 72 sapık fırkanın kurucusu olan âlimler, müctehid olmadıkları için, yanlış anladılar. Milyonlarca müslümanın sapıtmalarına sebep oldular. Kur’ân-ı Kerîme ve hadis-i şeriflere uyabilmek için, 4 mezhepten birine uymak lazımdır.] Evet, ümmi olan, yani okumamış, öğrenmemiş bir kimse, arif olabilir. Kur’ân-ı Kerîmin mânâsını anlayabilir. Fakat, başkalarına rehber olamaz. Rehber olmak için, Kitabın ve sünnetin ahkamını [4 mezhepten birinin fıkıh kitaplarından] üstattan öğrenmek lazımdır. Çünkü, Selef-i salihinin ve Halef-i müttekinin yolu, Kitap ve sünnetin yoludur.
Evliyanın büyüklerinden olan Sırrı Sekati, Maruf-i Kerhi’nin talebesinden idi. Cüneyd-i Bağdâdî’nin dayısı ve rehberi idi. (Tasavvuf, üç şey demektir: Vera sahibi olmak ve Kitaba ve Sünnete uymayan bir şey söylememek ve keramet olarak haram işlememektir) dedi. Haram işlemeye sebep olan keramete mekr ve istidrac denir. Vera, şüpheli olanlardan da sakınmak demektir.
İmam-ı Gazali Mişkatü’l-envar kitabında diyor ki (Kalp meleklere mahsus bir evdir. Gazap, şehvet, hased, kibr gibi kötü sıfatlar, uluyan köpek gibidirler. Köpeklerin bulunduğu yere melekler girmez. Hadis-i şerifte, (Köpek ve resim bulunan eve melekler girmez) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki evin kalp olduğunu ve köpeğin de, kötü huylar demek olduğunu söylemiyorum. Açık mânâlarına inanmakla beraber, yukarıdaki manaları da ilave ediyorum. Bu sözüm, Ehl-i sünnet vel-cemaati, Batıni denilen bidat fırkasından ayırmaktadır. Batıniler açık manaları terkedip, sapık mânâlar uydurmaktadırlar. Bir ayetin açık mânâsı, başka ayetlerin açık mânâlarına uymazsa, o zaman bu açık mânâsı bırakılıp tevil edilmesi, yani çeşitli mânâlarından uygun olanın verilmesi lazım olur. Böyle zaruret olduğu zaman, açık mânâ vermekte israr edenlere Hışvi denir. Bunun için, Kuranın zahir ve batın manaları vardır denilmiştir. Hep zahir mânâsını veren Hışvi olur. Hep batın mânâsını veren Batıni olur. Yerine göre, ikisini cem eden, kamil müslüman olur).
Tasavvuf adamının sözünün ahkâm-ı İslamiyeye uygun olmadığını ancak zahir ve batın ilimlerinde mütehassıs olan anlar. Tasavvuf âlimlerinin kullandıkları kelimelerin mânâlarını bilmeyen anlayamaz. Böyle zül-cenahayn olmayan [İbni Teymiyye ve Abdülvehhab oğlu gibi] kimseler, Bâyezîd-i Bistâmî’nin (Sübhani ma Âzama şani) sözünü İslamiyete uymuyor sanır. Muhyiddin-i Arabî, bu sözün mânâsının kemal-i tenzih olduğunu uzun anlatmaktadır. İslamiyete uymayan kimse, harikulade şeyler yapabilir. Bunlara keramet denmez. İstidrac denir. Evliya olarak bilinen birisini görmek için, Bâyezîd-i Bistâmî giderken, onun karşıdan geldiğini ve Kıbleye karşı tükürdüğünü gördü. Geriye dönüp, bu adam, Resûlullahın edeblerinden birine uymadı. Velî olamaz dedi.
Bâyezîd-i Bistâmî buyuruyor ki (Kerametler gösteren biri, mesela su üstünde yürüse, bir anda uzaklara gitse, havada uçsa, İslamiyete uymadıkça, bunu Velî sanmayınız!). İslamiyete uymak için, 4 mezhepten birini taklit etmek lazımdır. Müctehid olmayanların, Ashâb-ı kiramı taklit etmelerinin caiz olmadığı söz birliği ile bildirildi. [Çünkü, Ashâb-ı kiramın mezhepleri bilinmiyor.] İctihad kıyamete kadar bakidir. [Fakat, ictihad edebilmek şartlarını haiz olan âlim azdır. Bunların yeni ictihadlar yapmalarına da lüzum yoktur. Kıyamete kadar, hâsıl olacak her şeyin hükmü 4 mezhepten birinde mevcuttur.] Allahü teâlânın ençok sevdiği ibadet, farzları yapmaktır. Nâfile ibadetlerin kıymetlisi, farzlarla birlikte yapılıp, farzların içinde bulunan ve onları tamamlıyan nâfilelerdir.
Muhammed bin Fadl Belhi buyuruyor ki (İslamiyet nurlarının kalplerden ayrılıp, kalplerin kararmasına 4 şey sebep oldu. Bildikleri ile amel etmemek. Bilmeyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek. Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak). İlim adamı tanınmak için ve mala, makama kavuşmak için öğreniyorlar. [Din adamı olmayı, geçime ve siyasete vasıta yapıyorlar.] Amel etmek için öğrenmiyorlar. İsimleri din adamıdır. Gittikleri yol, cahillerin yoludur. Allah rahimdir, afvı sever diyerek, büyük günah işliyorlar. Akıllarına, keyiflerine göre hareket ediyorlar. Başkalarının da böyle yapmalarını istiyorlar. Kendilerine uymayan hakiki müslümanları kötülüyorlar. Kendilerinin, doğru yolda olduklarını, huzura kavuşacaklarını zannediyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından derlenmiş olan doğru kitapları okumuyorlar, çocuklarına da okutmuyorlar. İçleri kötü, sözleri yaldızlı ve yalandır. Her gün başka şekle girerler. İnsanların yüzlerine gülerler. Arkalarından kötülerler. Bidat karışmamış olan doğru kitapların okunmasına mâni olurlar. [Bu kitapları okumayın! Bozuktur derler.] Bunları neşredenleri ve okuyanları tehdid ederler. Mezhepsizlerin zararlı kitaplarını, yaldızlı reklamlarla överler. İslamiyet bilgilerine hakaret ederler. Kısa akılları ile yazdıkları şeyleri ilim ve fen diyerek gençlerin önüne sürerler. Buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki İslam âlimleri ve tasavvuf büyükleri hep İslamiyete yapışmışlardır. Bunun neticesi olarak, yüksek derecelere kavuşmuşlardır. Bunlara dil uzatanların din cahili oldukları anlaşılır. Bu cahillerin yaldızlı sözlerine aldanmamalıdır. Bunlar, din hırsızlarıdır. Saadet yolunu kesici zındıklar veya mezhepsizlerdir.
Kabir azâbına inanmıyorum diyen kâfir olur. Çünkü, bu sözde İslamiyetten haber vermek, tevil etmek değil, İslamiyete ehemmiyet vermemek vardır.
Kaderiye yani Mutezile fırkasından olanlar, (Allah şerleri, günahları yaratmaz. İnsan, kendi işini yaratır) dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Batıni fırkasında olanlar ruhların tenasuhuna inanıp, insan öldükten sonra, tekrar dünyaya gelir dedikleri için ve Allahın ruhu 12 imama hulul etmiştir dedikleri için ve 12. imam gelinceye kadar, İslamiyete uymak lazım değildir dedikleri için ve Cebrâil vahyi Ali’ye getirmek için emrolunmuştu. Yanılarak Muhammed aleyhisselâma getirdi dedikleri için, kâfir oluyorlar. Böyle söylemeyenleri kâfir olmaz.
Haricilerden, bütün müslümanlara tevilsiz olarak kâfir diyenler ve Ali’yi, Osman’ı, Talha’yı, Zübeyr’i ve Aişe’yi “radıyallâhu anhüm” tekfir edenler, kâfir oluyorlar. Şimdi bunlara yezidi denilmektedir.
Yezidiye fırkasından olanlar, acemden bir Peygamber gelecek, Muhammed aleyhisselâmın dinini yok edecek dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Neccariye ve Mutezile fırkasından olanlar, Allahü teâlânın sıfatlarına inanmadıkları için, kâfir oluyorlar.
Cebriye fırkası, insan hiçbir şey yapamaz. İnsan istese de, istemese de her şeyi Allah yaratır. Günah işleyenler ve kâfirler mazurdurlar dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Mutezilenin bir kısmı, Allah hiçbir şeyi görmez. Allah Cennette görülmeyecektir dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Kaderiye fırkası, ilim sıfatını reddederek, Allah hiç bir şeyi bilmez dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Mürcieden, Allah dilediği kâfirleri affedecektir ve dilediği müminlere ebedî azap yapacaktır diyenler ve ibadetlerimiz elbet kabul olacak, günahlarımız da, elbet affolacak diyenler ve bütün farzlar nâfile ibadettir, bunları yapmamak günah olmaz diyenler kâfir oluyorlar.
Hariciler, ameller, ibadetler imanın parçalarıdır. Herhangi bir farzı yapmayan kâfir olur dedikleri ve büyük günah işlerken insanın imanı gider, günah bitince tekrar gelir dedikleri için, bidat fırkalarından olurlar.
Mest üzerine meshetmemek, çıplak ayağa meshetmek küfür değildir, bidattir. Çıplak ayağına meshetmiş olan imamın arkasında kılınan namaz sahih olmaz. Bidat sahipleri ile arkadaşlık etmek caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Bidat sahibinden sakınan kimsenin kalbini, Allahü teâlâ eman ve iman ile doldurur. Bidat sahibine ihanet edeni, kıymetsiz tutanı, Allahü teâlâ kıyamet gününün korkusundan korur) buyuruldu.
Her müslümanın Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmesi ve çoluk çocuğunun ve bütün sevdiklerinin öğrenmeleri için çalışması birinci vazifesidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda yaşamaları için, Allahü teâlâya duâ etmelidir. İnsan ve cin şeytanlarına ve kötü arkadaşlara ve bozuk yazılara aldanmamak için uyanık olmalıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki (İnsanların en iyileri, benim asrımda yaşıyan müslümanlardır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. Bunlardan sonra iyileri, ondan sonra gelenlerdir. Daha sonra, yalanlar yayılır). Bu hadis-i şerif gösteriyor ki 3. asır sonlarında, sözlerde, hallerde ve amellerde yalan başladı. Bunlara güvenilmez oldu. Çünkü, aralarında bidatler çoğaldı. İtikatta ve amelde Selef-i salihinin yolundan ayrıldılar. Müslümanların söz birliği ile şahadet ettikleri tasavvuf büyükleri ve fıkıh imamları, Selef-i salihinin yolunu yaydılar.
Tatarhaniye fetva kitabında diyor ki “Ömer, Osman ve Ali “radıyallâhu anhüm” Ashâbdan değildirler diyen bidat ehli olur. Bir kişinin bildirdiği haberlere inanmayan kâfir olmaz. Bidat sahibi olur. Ebû Bekr-i Sıddık Ashâbdan değildir diyen kâfir olur. Âyet-i kerimeye inanmamış olur”.
Zahiriye fetva kitabında diyor ki “Ebû Bekr-i Sıddık’ın ve Ömer Fâruk’un halife olduklarına inanmayana kâfir diyenlerin sözü doğrudur. Çünkü, halife seçildikleri, icma ile bildirilmiştir.” [Ehl-i sünnete göre, icma delildir. Bu delile inanmayan kâfir olur. Haricilere, şiîlere ve vehhâbîlere göre, icma delil olmadığı için, icma ile bildirilmiş olana inanmayan kâfir olmaz dediler.]
İbni Abidin, 3. cüzde, mürtedleri anlatırken buyuruyor ki: Darülİslamda yaşıyan gayri müslim vatandaşlara Zimmi denir. Bu zimmilerin ve ticaret için veya turist olarak gelen kâfirlerin malına, canına ve ırzlarına dokunmak caiz değildir. Müslümanlara tanınan hürriyetlere bunlar da sahiptirler. Mülhidler böyle değildir. Mülhidlerden müslümanları aldatanlara tövbe etmeleri teklif edilir. Kabul etmezlerse, hükümet reisinin emri ile hepsi öldürülür. Tövbe ederlerse, tövbeleri kabul olur. İtikadları küfre sebep olmayan bidat sahiplerine nasihat olunur. Kabul etmez, tövbe etmezlerse, hükümet tarafından tazir cezaları verilir. Lüzum görülürse, habs ve darb edilerek tövbe ettirilir. Müslümanları aldatmak için çalışan reisleri, habs ve dayak ile tövbe etmezse, hükümet tarafından öldürülmesi caiz olur. Müslümanları Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmaya, mezhepsiz, sapık yapmaya sebep olan, böylece bidatin yayılmasına çalışan kâfir olmaz ise de, milletin huzurunun, beraberliğinin bozulmasına, bölücülüğe mâni olmak için, sultanın bunları öldürmesi caiz olur.
Kâfirin topu çok, hilesi çok, azâbı çoktur.
Müminin ilmi çok, hayası çok, rahatı çoktur.
Tavsiye Yazı –> İslamiyette Felsefe Var Mıdır?